Ana Sayfa

Radikal Kitap Eki - Mahmut Temizyürek - 21 Eylül 2007

 

Orhan Kemal bakışı

 

Orhan Kemal bakışı
60'tan sonra yetişen gençlik Orhan Kemal'in yapıtlarıyla tanıdı toplumu.
 
O da bir işçiydi, yazı başı çalışan bir yazı işçisi. Telifini alabilmek için Babıâli yokuşunu çıkıp eli boş dönmekten yılmamış, baskıya boyun eğmemiş bir yazar olarak yaşayıp ölmeyi başarmış bir yazı emekçisi

 

 

MAHMUT TEMİZYÜREK

Yolu 1940 yılı kışında 'düzene isyan'dan girdiği Bursa Cezaevi'ne, Nâzım Hikmet'in kaldığı 52'inci koğuşa düşmeseydi, 'Orhan Kemal' diye bir yazar olacak mıydı, bunu asla bilemeyiz. Daha önce Sabahattin Ali ve Kemal Tahir gibi iki büyük yazarın yetiştiği 'Nâzım Hikmet Hapishane Okulu'nun son parlak öğrencisi oldu o koğuşta Orhan Kemal. Nâzım, aynı koğuştan, Orhan Kemal için Kemal Tahir'e şunları yazıyordu: 'Raşit Kemali'nin sana gönderdiği hikâyeyi nasıl bulacaksın bilmem. (...) Eğer şartlar vefa ederse senin peşinden onu salacağım dünya üzerine. (...) Ona olan güvencim günden güne artıyor. (...) İradesini, sinirlerini kullanabilirse mesele yok. Yolu, doludizgin açık.'
Nâzım'la buluştuğunda zor bir yaşamda sinirleri epey yıpranmış olan bu yirmi altı yaşındaki delikanlının, babası müzmin muhalif Abdülkadir Kemali Bey'di. Tek Parti rejiminden kaçıp giden babasının sürgün yaşamı peşinde Kudüs'ü, Beyrut'u, Halep'i dolaşıp gelmişti Adana'ya. Bu kent, ve Çukurova, eşsiz bereketli topraklar, onun yapıtlarında, çırçır fabrikalarında ya da büyük tarım çiftliklerinde ağır sömürü çarkıyla acımasızlığın hüküm sürdüğü bir yeryüzü parçası olarak canlanacaktı. Sonra geldiği İstanbul'da da yine işçi kahramanlarıyla, kent yoksullarıyla iç içe yaşamasıyla işçilerin, kent yoksullarının yazarı olma kararlılığını sürdürdü Orhan Kemal. O da bir işçiydi, yazı başı, parça başı çalışan bir yazı işçisi. Telifini alabilmek için Babıâli yokuşunu umutla çıkıp eli boş dönmekten yılmamış, Yeşilçam için senaryo istediklerinde de yine edebiyatının benzeri senaryolarla isteği yanıtlamış, takibe, soruşturmalara, açlığa, baskıya boyun eğmemiş bir yazar olarak yaşayıp ölmeyi başarmış bir yazı emekçisi. Yapıtlarının sayısal çokluğunu yazarak geçinme ısrarında bulanlar var, doğrudur da. Ama bir yanı da şuydu bu çokluğun; kahramanlarının yaşamının bire bir içinde, keskin bir gözlemci olması ona bitmez bir yazı heyecanı vermekteydi.
Gerçeğin yazılması onun için başlıbaşına devrimci bir işlemdi çünkü. Onun edebiyatını var eden de bu anlayıştı. Nâzım'ın deyişiyle, 'realiteye karşı hassaslık'tı Orhan Kemal edebiyatının can damarı. Gerçeğin devrimci olduğu inancı güdülüyordu Nâzım'ın koğuş okulunun bilincini. Nâzım Orhan Kemal'deki bu hassasiyeti bir cevher gibi önemsemiş, onun bu doğal yeteneğini açığa çıkaracak nitelikte bir yazının sert disiplini içinde yol göstermişti. Görünmeyeni görünür kılmaktı gerçekçi edebiyat ama görünmeyenin gösterilmesi bilincin, teorinin tanımladığı, yapıta iğreti biçimde eklenmiş didaktik cümleler değildi. Önceden belirli bir kalıpla ortaya çıkan yazıda da değildi; yazarın kendine özgü biçemiyle yarattığı, hiçbir şeyle ikame edilemeyecek olan o tekil, o biricik yapıtın bütününde belirirdi bu gerçek. Yazarın biçeminde; kahramanların sözlerinde, şivelerinde, esprilerinde, kurnazlıklarında, saflıklarında, çocuksu hallerinde, ilkelse ilkelliğinde, bencilse bunu nasıl yaşadığında, cahilse cahilliğinde, gammazsa bu huyunda, kahramansa eyleminde, gösterişçiyse bu özelliğinde, ona takılan lakapta, gösterdiğinde değil sakladığında, tek ayak üstünde uydurduğu kırk yalanında, sözünde değil davranışında gizliydi 'gerçek'.
 

Birey gerçeği ve toplumsal gerçek
İnsanlar arasında ilişkinin kuruluş nedeni ve biçiminde gizliydi. Sonuçta tipiyle, diyaloğuyla, yaşamdaki yeri, üretimdeki konumu, ilişkilerdeki kültürel rengiyle, dilde yeğlenmiş sözcüklerdeydi gerçek. Kuramlarla değil metinlerle kurulmuştu bu gerçekçilik bilinci; Stendhal'ın, Dickens'ın yapıtlarıyla, Gogol'ün, Şolohov'un, Istırati'nin, Gorki'nin Steinbeck'in vb. yapıtlarıyla. Her ülkenin yazarı kendi ülke gerçekliğinin içinde ve kendine özgü bir biçemle yaratmıştı bu gerçeklik anlayışını. Orhan Kemal'in öncülüğü buradaydı; Türkiye'de, Türkçede canlandırdı bunu. Fethi Naci'nin deyimiyle 'Bir Orhan Kemal bakışı' yaratmayı başarmıştı. Bu anlayışla yazılan edebiyatı okuyanlar için: 'Ben bu öykünün yaşandığı ülkenin, yaşanan tarihinin insanlardan biriyim' duygusunu hissettirmekteydi. Orhan Kemal'e göre 'yazarın görevi' de buydu zaten.
Orhan Kemal'i okuyanların, anlatılanları yaşamış gibi hissetmemesi, kahramanlarını yakından tanıdığı biri gibi algılamaması olanaksızdır. Güçlü bir sahiciliği, dolaysız bir inandırıcılığı barındırmaktaydı yapıtları. Nâzım, 'Ne kadar çok hayata girersen, ne kadar çok çeşitli insan tanır ve onların içlerine faal olarak karışırsan, bu yirminci asırda o kadar iyi ve kuvvetli romancı olmak imkânı vardır' diye öğütlemişti. Öğrencisi, emekçilerin insan denizinde yaşayıp yazmayı ısrarlı bir yaşam yoluna dönüştürdü. Birey gerçeği ile toplumsal gerçeği nasıl iç içe görüyor, bireyliğin oluşumu ile dış gerçekliği birbirine ezdirmeden yaşıyorsa, kahramanlarını da öyle görmeyi yeğledi. Bu bakışıyla olabildiğince canlı tipler, kahramanlar, sahneler yaratmayı başardı. Dilinde hem yaşantıyı hem ideolojiyi, hem içsel hem de dışsal gerçekliği temsil edebilecek bir yoğunluk vardı. Üstelik bu yoğunluğu olabildiğince yalın bir anlatıyla taşıyordu.
1960'tan sonra yetişen gençlik biraz da onun yapıtlarıyla tanıdı toplumu. Toplumsal mücadeleye onun yapıtlarında tanıyıp sevdiği kahramanlar için de girdi. Haksızlık-adalet, zengin-yoksul, emek-sömürü, özgürlük-despotizm kavramlarının yaşamsal karşılıklarını onun yapıtlarındaki canlı sahnelerden tanıdı, onun kahramanlarıyla sevdi halkını.
 

Vahşi Kapitalizmi sürdürenler
Kuşkusuz ve kaçınılmaz; anlattığı gerçekler, kimi özden kimi de yüzeyden değişimlere uğradı. 'Pavlike'nin adı 'fabrika', 'ırgat'ın 'amele'nin adı 'işçi' 'emekçi' 'proleter', 'sanduka'nın adı 'sendika', toplu iş bırakmanın adı 'grev' oldu. O günün 'çırçır' ya da 'mensucat' fabrikalarında işleyen vahşi kapitalizmin patronları da değişti. O vahşi kapitalizmi şimdi başkaları, daha başka biçimlerde sürdürüyor. Onun yapıtlarındaki patronların çocukları üniversite kurucusu, sanatsever, eğitim gönüllüsü olarak tanınmayı yeğliyorlar. O günün toprak ağası, tüccarı, bugünün bankacısı, medya patronu, milletvekili, girişimcisi ya da mafya olarak yaşıyorlar.
Sınıflar değişmedi, biçim ve konum değiştirdi. O günün kendi halinde işçi sınıfı, bugün 'kendi için bir sınıf' olarak yaşamayı öğreniyor. Onun yapıtlarında üst sınıflardan başlayan büyük erozyon, 12 Eylül darbesiyle birlikte tüm ülkeyi sardı; 'bize ne oldu' şarkılarını söyletti müzisyenlere. Kirli bir savaş var artık ülkede. 'Bereketli topraklar'a İç Anadolu'nun kurak topraklarından karın tokluğuna akın eden mevsimlik işçiler, artık Doğu'dan, Güneydoğu'dan köyünde zulüm altında yaşayamayıp kaçan köylüler oldu. Traktörlerde devrilip ölmezlerse vahşi koşullarda ekmek parasına iş bulmaya razılar. Ekmek Kavgası'nda askeri alayın yemek artıklarını kapmak için yarışanlar şimdi çöp dağlarını bütün gün delik deşik edip oradan ekmeğini çıkarmaya çalışıyorlar. İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali gibilerse çoktan kente göçtüler. Yusuf ve çocukları hizmet sektöründe gayret ediyor, Pehlivan Ali şimdi de grizu patlamalarında, inşaat çökmelerinde can veriyor. O günün Cemile'si şimdi belki üniversite öğrencisi ya da meslek liseli bir tekstil işçisi. Artık ustabaşlarının oyununu bozacak bir sınıf dayanışması, bir araya gelip tartışacakları bir sendika odası var fabrikalarda.
Bugün Cemile'nin sorunları daha karmaşık; bir yandan o sendikaların ne kadar sınıfı temsil ettiği, ne kadar demokratik işlediği tartışılıyor, bir yandan kadınlık durumunun boyutları. Sınıfın önündeki engellerden biri olarak sendikasızlık değil, 'sendika ağalığı' tartışılıyor artık. Hümanist dil değişti; bir yanı popülistleşti bir yanı akademikleşti. Aydın diliyse Orhan Kemal'in gözettiği gerçekçilik hassasiyetinden uzaklaştı ya da artık karmaşık bir gerçeklik bilinci belirdi. Bütün bunların oluşumunda var Orhan Kemal, bu değişimin akla gelmesinde, olabilirliğinde, arzulanışında, hayal edilişinde, kavgasında, şu ezeli 'insanca bir yaşam' özleminde var. Bu özlem bitmedi; Orhan Kemal bugün de var.

 


[email protected]

1