|
... KISA KISA ...
KISA KISA ... KISA
KISA ... KISA KISA
...
Grev!
M. Nuri GÜLTEKİN
Orhan
Kemal'in
edebiyattaki yerini
sadece romanlar
belirlemez.
Bilindiği gibi, onun
büyük umutlarla ve
özenerek yazdığı
dizelerin yönü,
uğruna hapis yattığı
ve kaderin cilvesi
olarak 'koğuş
arkadaşlığı' yaptığı
büyük şair Nâzım
Hikmet'le
karşılaşmasından
sonra değişir.
Nâzım'ın etkisi ve
yönlendirmesiyle
Orhan Kemal, nesre
yönelir. Artık
şiirsellik
dizelerinde değil;
öykü, roman, oyun ve
bütün düz
yazılarında akar.
Pek tabii, büyük
romancıların
edebiyata bir nevi
ısınma ya da ter
atma alanı olarak
görülse de öykü, en
az roman kadar
ustalık ve hüner
gerektirir. Koğuş
arkadaşı ve dostu
"Raşit Kemali"de de
bu hüner ve coşkunun
fazlasını görür
büyük şair. Orhan
Kemal'in öykülerinin
yoğunlaştığı belirli
bir tarihi yok yazın
hayatında. Yani
romanları çıkarken
de öykülere devam
etmiştir. 1930'lu
yılların sonundan
vefatına kadar
sürekli devam ettiği
o zorluklar ve
yoksulluklarla dolu
yazı hayatında,
öyküler hep var
olmuş. Everest
Yayınları Orhan
Kemal'in 'bütün
eserleri' kapsamında
'Grev' kitabını
yeniden bastı geçen
aylarda. Kitaba
adını veren öyküde,
1940'lı yılların
ortasında,
Çukurova'daki bir
dokuma fabrikası
işçilerinin
giriştikleri çok
basit bir hak arama
eyleminin ucunun
nerelere
ulaştığının, akıcı
ve ustaca
anlatımıyla
karşılaşıyoruz. Çok
zor iş ortamlarında
günde on, on iki
saatlik
çalıştırılmaya karşı
işçilerin çok da
bilinçli olmayan
hareketlerinin,
fabrika sahibi
ağadan (patron)
siyasi ve idari
bürokrasiye kadar
yarattığı trajikomik
etki, Orhan Kemal'in
kaleminden oldukça
etkili ve ironik bir
şekilde anlatılır.
Memleketin II. Dünya
Savaşı sonrası
hissetmeye başladığı
'demirkırasi'
havasını bir nebze
olsun solumak
isteyen işçilerin
masum iş
yavaşlatması,
fabrika ağasından
savcılık ve valiliğe
kadar öyle bir
sirayet eder ki,
büyülü ve işçilerin
bin türlü umudunu
taşıyan bir sözcüğün
sırtına, hazır,
zulada bekleyen
korkular yüklenir.
Patronun ya da
ağanın gücü
sayesinde, artık
iflah olmaz bir
'kusur' ve kabahate
dönüştürülmüştür
grev! Bunun da
çareleri vardır,
nitekim: "Benim
bildiğim, mesainin
sekiz saate
inmesini, fakat on
iki saatte
kazandıkları parayı
vermemizi
istiyorlardı.""Her
neyse... evvela
telefon et, sonra
git, gör. İcap
ederse atölyeyi
bağla, koğ
gitsinler! Amele
mamele...Aç itleri
başımıza çıkardılar
bre herif...Hökümet
hökümet değil
ki...Sallandırıver
bir
ikisini....""Şirnediler
beyefendi" dedi,
"nirden icad oldu bu
demirkırasi? Irgat,
maraba güruhuna
kabahatli olduk
bayağı. Paramızla
irezil oluyok!"Vali
muavini
gülümsüyordu:"Olur,
efendim" dedi, 'ufak
tefek meseleler
bunlar. Ya maazallah
Evropa'daki gibi
olsalar?"
DEĞİŞMEYEN 'GREV'
"Grev" öyküsünün
1947 tarihli
olduğunu dikkate
aldığımızda bunun
gibi "veciz" görüş
ve temennilerin hem
toplumun gözünde hem
de siyasi ve yargı
gücünün niyetlerinde
hâlâ aynı canlılıkta
olduğunu görmek,
yazarın toplumsal
işleyişin genel
zihniyet çizgilerine
nasıl hâkim olduğunu
bizlere göstermesi
açısından da önemli!
Orhan Kemal'in hemen
hemen bütün
yazdıklarında
karşılaştığımız
akıcı ve yalın
diyaloglar, onun
karakterlerinin
dünyasına tam
anlamıyla hâkim
olduğunun da kanıtı.
Karakterlerin
ağzında eğreti
durmayan, tam
anlamıyla 'onların'
olan bir diyaloğun,
anlatımdan daha çok
ustalık gerektirdiği
bir gerçek.
Diyaloglarla
betimlenen,
kurgulanan bir edebi
dünyanın 'toplumsal'
olması, biraz da
bunu gerektirir
sanırız. Kitapta yer
alan on sekiz
öyküden biri 'Grev'.
Fakat kitaba ismini
vermesi ve birinci
sırada olmasına
rağmen, en az bu
öykü kadar güzel,
akıcı ve Orhan
Kemal'in ustalığının
ürünü olan
diğerlerini de
görmemiz gerekir.
"Hamam Anası"
bunlardan biri. Çok
kısa fakat bir o
kadar etkileyici ve
şiirsel bir anlatıma
sahip. Öyküyü
okuduğumuzda,
yazarın dünyasının
önemli karakterleri
olan yoksulların
binlerce yıllık
değişmeyen
yazgılarıyla yüz
yüze geliriz.
Hakikaten, Orhan
Kemal'in 'sıradan'
karakterlerden
çıkardığı muhteşem
öykülere çok iyi bir
örnektir "Hamam
Anası". Defalarca
okumaktan
bıkılmayacak cinsten
olanlardan biri.
Kısa ama oldukça
etkileyici bir
anlatımla betimlenen
binlerce yıla
yayılmış uzun ve
muazzam bir umudun,
yerine gelmemiş
adaletin imgesini
buluruz. Öykü o
kadar nefis bir
anlatıma sahiptir
ki, bu üç sayfada
Eski Mısır'dan
Osmanlı'ya, oradan
da 1950'li
yıllardaki soğuk bir
cami avlusunu, kim
bilir hangi sebepten
dolayı mesken tutmuş
(asla dilencilik
yapmayan!) yoksul
ama neredeyse
mitolojik
niteliklere sahip
bir kadının gizemli
dünyasında buluruz
kendimizi. Yazar,
ezilmiş, ezilen,
zalimlerden
'alacaklıların', en
önemlisi bu dünyaya
sarf ettiği
emeğinden, akıttığı
terinden dolayı
'haklı' olanların
tarihsel yolculuğunu
edebiyatın diliyle
anlatır bizlere.
Zalimlerce hor
görülmüş, hakkı
yenmiş yaşlı bir
kadının acısının
sürekliliğinin
tarih, coğrafya, dil
ve kültürle sınırlı
olmadığını
hatırlatır
okuyucuya. Orhan
Kemal'in edebiyat
dünyasında, hangi
sesler ve renklerle
canlandırılırsa
canlandırılsın,
acının ve
ezilmişliğin dili
ortak ve tektir.
DUYARLILIK
Genel anlamda
yazarın yaşadığı çağ
ve koşullara
duyarsız kalmadığını
bu kitapta yer alan
diğer öykülerinde de
rastlarız. "Nurettin
Şadan Bey",
Almanya'da okumuş,
pek tabii, modaya
uyup ırkçılıktan
geri kalmamış, fakat
günümüz
Türkiye'sinde
herkesin bir şekilde
'aşina' olduğu
'Türklüğe hakaret'
suçundan hapishaneye
yolu düşmüş bir
züppe entelektüelin
yaşadıklarının çok
esprili öyküsü...
Orhan Kemal'in II.
Dünya Savaşı sonunda
Türkiye'de yaşanan
politik ve toplumsal
değişimlere olan
şahitliğinin bir
göstergesi. Öyküde
Nurettin Şadan
Bey'in trajikomik
Alman hayranlığının,
yoksul Anadolu
köylüleriyle ve
devlet memurlarıyla
karşılaşması
sonucunda ortaya
çıkan 'tuhaf'
toplumsal uçurumları
okuruz. Orhan
Kemal'in Türk
edebiyatında öncüsü
olduğu 'kadın işçi'
olgusunu bu
kitaptaki öykülerin
bazılarında da
okuruz. Özellikle
"Nermin" ve "Can
Sıkıntısı"
öykülerindeki kadın
karakterlerin,
çalışma şartlarında
ve fabrikadaki
zorluklarına rağmen
nasıl birer 'birey'
olarak yaşadıklarını
okuruz. "Sıtma"da da
artık Çukurova'yla
özdeş olmuş bir
hastalığın
yoksulları bulduğu
pamuk tarlasına
gideriz. Kent ya da
kır fark etmeksizin
'yoksulluğun' ve
'yokluğun' nelere
yol açabileceğini
gösterir. Kitapta
yer alan uzun öykü
"Balon"da ise bir
türlü önüne
geçilemeyen ve
yoksullukla alakalı
doğum kontrol
çabalarının esprili
anlatımını buluruz.
Mahallede aslında
pek de gizli kapaklı
olamayan konuların
halk arasındaki
çağrışımları ve
yankılarına
rastlarız. Artan ve
önüne geçilemeyen
çocuk sayısına koşut
olarak azalan
gelirin karılar ve
kocalar arasında
yarattığı gerileme
zamanla bütün
mahalleli de katılır
ve yazarın hâkim
olduğu karakterlerin
ve sokağın
dünyasının
anlatımına tanık
oluruz. Yine, "Dert
Dinleme Günü",
"Süpürgeci", "Harika
Çocuk" gibi
öykülerdeki anlatım,
karakterler ve
betimlenen dünya hep
tanıdık çizgiler
taşır. Orhan
Kemal'in hümanist
bakış açısını,
seçilen konularda
kendini daha iyi
dışarı
vurmaktadır.Kitapta
yer alan öyküler,
genelde İstanbul ve
Çukurova'daki insan
manzaralarını
yansıtır.
Çukurova'daki çırçır
atölyeleri, köyden
yeni göç eden,
sayıları her gün
artarak devam eden
yoksul köylüler,
ağalıktan fabrika
patronluğuna doğru
değişim yaşayan
büyük toprak
sahipleri,
İstanbul'daki
dilenciler, dokuma
işçileri, yoksullar,
hamallar gibi
oldukça geniş bir
yelpaze seyreden
karakterler canlanır
kitabın sayfaları
arasında. Sait Faik
gibi bir öykü
ustasıyla hem çok
yakın arkadaşlık
etmiş hem de onun
adına verilen ödülü
1958 ve 1969 olmak
üzere iki kez alma
başarısı
göstermiştir Orhan
Kemal. Yaşadıkları,
anlattıkları ve
karakterleri
farklılıklar
gösterecektir, pek
tabii. Fakat edebi
anlamda Orhan
Kemal'in
romanlarından başka
öyküleriyle de bunca
yıl sonra hem
okunması, hem
tartışılması hem da
tekrar kitaplarının
baskısının
yapılması, hakiki
yazarın hep
'yaşadığı' tezini
doğrular
niteliktedir.
Sanırız, güncel ve
popüler olmanın
'iyi' edebiyata ve
sanata doğru
değişiminin yolu
kalıcı olmaktan
geçmekte. Bu da,
'iyi' ürünler ortaya
koyan sanatçıların
yapacağı ve
başaracağı bir
zorluk, bir
engeldir. Bunu
gerçek sanatçılar
yapar. Tıpkı Orhan
Kemal gibi! Grev/
Orhan Kemal/ Everest
Yay./ 224 s.
|
|
|
|
|
|
|
|