Semaver
Kumpanya bu
yıl
kuruluşunun
beşinci
yılını
kumpanyasının
kendi adını
taşıyan bir
oyunla
kutluyor.
Semaverkumpanya
adını
taşıyan
oyunun
içinde yer
alana
Murtaza
oyunundan
kısa bir
bölüm beni
geçmişe
götürdü.
Orhan
Kemal’in
Murtaza
oyununun
sahnelendiği
döneme.
Oyun,
günümüz
Türkiye’sinde
kangrenleşmiş
olan bir
takım
sorunların o
dönemde
nasıl ilk
sinyallerini
verdiğini,
toplumdaki
sınıf
ayrımını,
sıradan
insanları
umutları,
çaresizlikleri,
hayal
kırıklıkları
ve hayatları
üzerinden
anlatıyor.
Tüm
zamanların
oyunlarından
bir olarak
kabul
edilebilecek
ve
güncelliğini
asla
yitirmeyecek
olan oyunu,
Murtaza’yı,
Orhan
Kemal’i ve
Murtaza’ya
hayat veren
Semaver
Kumpanyayı
bir kez daha
anımsamak ve
anımsatmak
istedik.
Çünkü
Murtaza’nın
kimliğinde
eski ile
yeni, doğru
ile yanlış,
geçmiş ile
modern
kavramları
farklı
açılardan
bir kez daha
irdeleniyor.
Murtaza tam
da geçiş
dönemi
yaşayan bir
ülkenin
kendini
bulma
macerasında,
yitirdikleri
ile
kazanımları
arasındaki
savruluşların
bir
hikayesidir.
“Gördüm
kurs, aldım
sıkı terbiye
amirlerimden,
sen de
görseydin
kurs,
alsaydın
amirlerinden
sıkı
terbiye,
böyle cayıl
cayıl
konuşmaz
idin” diyor
Murtaza.
Yanlışlara
tahammülü
olmayan
tavrıyla.
Kafası çok
mu kızdı,
kendi
bildiğince
resti
çekiyor.
“Yukarda
Allah,
Ankara’da
devlet ve
hükümet,
burada da
ben”. Hadi
bakalım,
kolaysa
karşı çıkın,
işine
tutkuyla,
ölesiye
bağlı olan
bu adama.
Orhan
Kemal’in
ölümsüz
eseri
Murtaza,
Işıl
Kasapoğlu’nun
yönetiminde,
Semaver
Kumpanyası’nda
harika bir
müzikalle
bir kez daha
hayat
buluyor.
Günay
Ertekin’in
sahneye
uyarladığı
Murtaza’yı
kendine has
bir tiyatro
dili ile
canlandıran
Tansu
Biçer’le
Murtaza
üzerine uzun
soluklu bir
söyleşi
yaptık.
İlkin
bekçilerin
“kralı”
Murtaza ile
başladık
söze, sonra
Murtaza’nın
hayata
bakışını,
dönemin
siyasi
yaklaşımı
ile
toplumdaki
değişimleri
konuşurken
laf döndü
dolaştı
Bulutsuzluk
Özlemi’ne
Nejat
Yavaşoğullarının
yaptığı
oyunun
müziklerini
geldi ve
oradan da
Dario Fo
uyarlaması
olan meşhur
fabrika
sahnesine.
SDK
–
Murtaza
karakteri
için neler
söyleyebiliriz?
Tansu Biçer
– Murtaza
milli
duyguları
çok
gelişmiş,
kraldan çok
kralcı,
doğrucu, her
zaman
dürüst, yeri
geldiğinde
işgüzar,
kendini
işine körü
körüne
adamış olan
bir
karakter.
Konunun
başında
belirttiğiniz
o meşhur iki
replik,
Murtaza’nın
kendisini
nasıl
tümüyle
işine
adadığının
bir
göstergesi.
İşi,
Murtaza’nın
hayata
tutunma
biçimi.
Ayrıca, had
safhada
milliyetçi
bir yönü de
var. Bu da,
göçmen
olmasından
kaynaklanıyor.
Yani,
vatanından
uzakta oluşu
onu aşırı
bir
milliyetçi
olmasına
neden olmuş.
Zaten,
“kurtardı
bizi çan
seslerinden,
kavuşturdu
ezanı
Muhammediyeye
tez elden”
diye bir
lafı var.
Sonra,
savaşa
katılmış ve
vatan için
ölmüş
kahraman bir
Kakavan
dayısı.
Dayısı ile
çok
övünüyor.
Şöyle diyor
“Bilirsin,
dolaşır
damarlarımda
kimin kanı?”
Yani bir
vatan için
ölmenin ne
kadar önemli
olduğunu
biliyor ve
bu da ona
diğer
insanlara
göre bir
üstünlük
sağlıyor.
Sonra, aşırı
dürüst biri
Murtaza. Ve
bu yönüyle
de övünüyor.
Göçmen
olarak
kendisine
orada
bıraktığı
mallar için
soru
sorulduğunda
dürüst cevap
veriyor.
Diğer
göçmenlerin
yaptığı gibi
yalan
söyleyerek
fazladan mal
istemediği
için de
dürüstlüğü
ile ön plana
çıkıyor. Bu,
Murtaza’nın
kendini
görme
biçimi.
SDK
– Orhan
Kemal’in
Murtaza’sı
artık soyu
tükenen çok
özel bir
tip. Neden
bu kadar
“titizleniyor”?
Tansu Biçer
- Aslında,
Murtaza da
daha iyi bir
hayat
istiyor.
Fakat, bu
hayatı
sağlayacak
ne maddi
olanağı var
ne de
yeterli bir
donanımı. O
da çıkış
noktası
olarak
kendini
tümüyle
işine adıyor
ve işine
sahip
çıkıyor. Ve
insanları bu
yönde
değerlendirmeye
başlıyor.
Mesela
hırsızı
tanıyor.
Baktı mı
adamı
gözünden
anlıyor.
Adam, öbür
bekçi
tarafından
serbest
bırakılırken,
Murtaza ise
“o bavul
sana ait
değil” diyor
ve hırsızı
yakalıyor.
Aslında,
işini de çok
iyi yapıyor
ama insan
ilişkilerinde
nerede
durması
gerektiğini
bilmiyor
olması onu
mahvediyor.
SDK
– Çok
abartıyor
değil mi?
Tansu Biçer
–
Kesinlikle.
İnsanları
bunaltıyor.
Üzerine
vazife
olmayan
şeylere
karışıyor.
Mesela bir
kahveye
girip “siz
niye kağıt,
tavla
oynuyorsunuz
da kurs
görmüyorsunuz”
diyerek en
olmadık lafı
söylüyor.
Sonra, gece
geç saate
kadar ışığı
açık olan
gecekonduların
kapısını
çalıp
“gecenin bu
saatinde
neden
yatmıyorsunuz?”
diye
soruyor.
Kendine göre
haklı
açıklamaları
da var ama
tabii bunu
bizim kabul
etmemiz
mümkün
değil.
“Erken
yatmayan
vatandaş,
kalkamaz
erken.
Kalkar ise
almamış olur
uykusunu”
diyor. Ama
bu açıklama,
Murtaza için
çok
mantıklı.
SDK
- Aslında
işi ile
duyguları
arasında
gelgitler
yaşıyor
diyebilir
miyiz?
Tansu Biçer
-
Murtaza’nın
bir de kızı
var.
İstemeden de
olsa
öldürdüğü
kızı. Ama
daima işi
ile ailesi
arasında
sıkışıp
kalıyor.
Hatta oyunun
finali de bu
çok önemli
tercihi
vurgulayan
biçimde sona
eriyor.
Ailesine
vermek
isteyip de
veremediği
şeyleri
işinde
başarılı
olursa
verebileceğini
düşünüyor.
SDK
– Bir
noktada
kendi sonunu
kendi
hazırlıyor
denebilir
mi?
Tansu Biçer
– Tabii,
bunu
söyleyebiliriz.
Murtaza’nın
oyunda son
bir tiradı
var. Orada
çok önemli
şeyler
söylüyor
Murtaza.
Olmak
istediği
fakat
olamadığı ve
sahip
olamayacağı
şeyleri
anlattığı
bir tirad
bu. “Ben de
bilirim
yaşamasını,
ama ne
fayda”
diyor.
Çaresizliğini,
hayallerini
anlattığı,
içini
döktüğü ve
oyunun en
önemli
bölümlerinden
biri.
SDK
– Oyun, tam
geçiş
dönemini
Demokrat
Partinin
seçildiği
dönemi de
yansıtıyor.
Demokrat
Parti
iktidarı ve
yönetim
anlayışı bu
oyuna nasıl
yansıyor?
Tansu Biçer
– Biz bu
oyunda,
insandan
yola çıktık.
Yani, direk
olarak
oyunda,
devlet ve
sistem
eleştirisi
yapmıyoruz.
Bu, zaten
oyunun ana
temasında
var. Biz
sadece bu
durumu
ortaya
koyuyor ve
bu durumun
insanlar
üzerinde
yarattığı
etkiyi
görüyoruz.
Mesela,
Murtaza ve
ailesi,
fabrikadaki
diğer
işçiler,
Murtaza’nın
kardeşi, fen
müdürü,
fabrikanın
sahibi, üst
sınıfın
temsilcileri.
İnsanları
anlatıyoruz.
Murtaza, o
dönem,
insanları
nasıl
etkiledi
sorusu
üzerinden
yola çıkan
bir oyun.
Oyunda, her
insanın
kendi
sebepleri
var. Mesela,
en çarpıcı
örnek iş
başında
uyuyan
“azgın ağa”
gibi. “Evet,
uyurum,
uyumam sana
ne” diyor.
Onun da
açıklaması
şu.” Ben,
Cemal
Paşa’nın
emrinde
Yemen’de,
Suriye’de,
Trablusgarp’da
savaşırken
siz
neresiydiniz?
Evet, uyurum
sana ne”
diyor. Onun
da kendince
mantıklı
açıklaması
bu. Aslında,
Murtaza’nın
ya da
kolağası
Hasan’ın
söylediği ve
savunduğu
şeyin
dışında bir
şey
söylemiyor
ama seçtiği
yöntemler
farklı.
Diğer
işçilerin de
sebepleri
var. 12 saat
aralıksız
çalışan
işçilerin
kaytarmaması
ve işlerine
bağlı
olmaları
diye bir şey
söz konusu
olamaz.
Mesela, Nuh
anlatıyor
“Hastam var.
Markalarımı
bozdurmak
isterim,
bozduramam.
Vezneye bir
yazı gelmiş.
Markalar,
fabrikanın
kooperatifi
dışında
kullanılamaz
diye
markalarımı
bozmazlar.
Ben parasız
hastamı
hastaneye
götüremem”
diyor.
SDK
– Oyunun bir
de müzikal
özelliğinden
bahsedebilir
miyiz?
Tansu Biçer
- Tam
anlamıyla
müzikal
denemez
belki ama
müzik
kalitesi çok
yüksek bir
oyun. Çünkü
oyunun
müziklerini,
Bulutsuzluk
Özlemi’nden
Nejat
Yavaşoğulları
yaptı. Ben
de bu işe,
bir katkıda
bulunacağım
dedi. Bu
müzikler
tümüyle,
oyun için
özel olarak
bestelendi.
Şarkıların
sözlerini
Yavuz Pekman
yazdı.
Sözlerin
seçiminde
çok dikkatli
davrandı.
Nejat
Yavaşoğulları
da bu güzel
sözleri en
iyi biçimde
müzikal
olarak nasıl
ifade ederiz
dedi ve
şarkıları
besteledi.
Ve sonra da
geldi ve
günlerce
bizimle
birlikte
çalıştı.
Sadece
bestelemekle
kalmadı
aranjesini
de yaptı.
Mesela, sen
burada
darbuka ile
gir, sen
burada
flütle
beraber çal
diyerek
bütün
enstrümanların
nerede ve
nasıl
çalacaklarını
da ayarladı.
Darbuka,
gitar, yan
flüt çalan
arkadaşlarımız
da sahne
üzerinde
canlı bir
orkestra
oluşturuyorlar.
Enstrümanları
çalan
arkadaşlarımız,
müzikal
olarak çok
profesyoneller.
Mesela
oyunda
Sibel,
darbukasını
konuşturuyor.
SDK
– Fabrika
bölümünde,
işçilerin
hayali
makinelerle
çalıştıkları
sahne çok
çarpıcı.
Makinelerin
işleyişini
anlatan ve
neredeyse,
dans
motiflerini
anımsatan
hareketlerin
tasarımı
kime ait?
Tansu Biçer
– Fabrika
sahnesini
yine bizden
bir
arkadaşımız
yaptı.
Hareketlerin
tasarımı,
benim karım
Naile
karakterini
oynayan
Aylin
Çalap’a ait.
Fabrika’daki
o
hareketlerin
çıkış
noktası,
Dario Fo’nun
bir fabrika
işçisinin
bir gününü
anlattığı
oyunudur.
Fakat Aylin
hareketleri
geliştirerek
ve eklemeler
yaparak
Murtaza’ya
uyarladı.
Fabrika’yı
çok iyi
yansıtan ve
herkesin de
çok
beğendiği
bir bölüm
oldu.
SDK
– Murtaza,
içeriği
bakımından
gerçek bir
dram fakat
oyun ilk
bölümde,
müzikal
yapısıyla
zengin bir
gülmece
unsurunun
kullanıldığı
yüksek
tempolu bir
bölüm
sunuyor.
İkinci
bölümde ise
dramatik
yapı ağır
bastığı için
birinci
bölüme
nazaran
oyunun
temposunun
düşmesinden
hiç tedirgin
olmadınız
mı? İki
perde
arasındaki
dengeyi
nasıl
sağladınız?
Tansu Biçer-
Bizim bu
oyunda çıkış
noktamız,
gülünsün,
eğlenilsin
ama trajik
yapı da
kaybedilmesin
oldu. Oyun,
bir
işgüzarlığın
kişiyi nasıl
trajik bir
sona
getirebileceğini
anlatıyor.
Bu nedenle,
dengeyi
kurarken çok
dikkatli
davranmaya
çalıştık.
İlk perde de
müzikal yapı
ve gülmece
unsuru ağır
basıyor. Ama
oyunun
orijinal
yapısından
kaynaklanan
trajediyi de
yansıtmamız
gerekiyordu.
İkinci perde
de fabrika
sahnesinden
itibaren
oyun zaten
ağırlaşmaya
başlıyor.
Hikaye
örgüsü
fabrika
sahnesine
gelince,
replikler de
sertleşiyor.
Sonra,
bakkala
gidişi ve
mahalleli
ile yaşadığı
sert
tartışmalar,
fabrikadaki
kavga derken
ikinci
bölümde
komik olacak
hiçbir şey
yaşanmıyor.
SDK
– Oyunun
sahne
tasarımı da
çok ilginç.
Eski Vita
tenekelerinin
içinden
çıkan
lambalar,
tepeden
sarkan su
kovaları ve
içlerinden
geçen
lambalar
gibi
buluşlar ve
sahne
üzerindeki
kullanımları
da çok
etkileyiciydi.
Tansu Biçer
– Sahne
tasarımı ve
dekor Sema
Öztaş’a ait.
Basit
malzemelerle
doğal ve
müthiş bir
atmosfer
yaratılabildiğinin
bir kanıtı.
Sade bir
sahne
tasarımı,
daima
hikayeyi
anlatmada
daha
etkilidir.
Çok fazla
anlam yüklü
ve madde
bakımından
çok
ayrıntılı
olan
dekorların
seyircinin
ilgisini
dağıttığına
inanıyorum.
Anlam
bakımından
yüklü olan
sahne
tasarımı,
oyun
üzerinde
düşünme ve
sorgulamayı
sınırlıyor.
Bütün
seyircileri
ortak bir
mesaja
yönelterek
aynı anlamı
çıkarmalarına
neden
oluyor.
Basit
dekorlarda
ise
seyirciyi,
düşünmeye ve
keşfetmeye
yöneltiyor.
Dekor
üzerine,
herkes
kendince,
bir anlam
çıkarmaya
başlıyor.
SDK
– Oyun
sahnelenirken
oyuncular
çok sık
seyircilerin
arasından
geçiyorlar.
Neredeyse,
oyun, sahne
dışına
taşıyor ve
deyim
yerindeyse,
seyirci
koltuklarının
arasında
oynanıyor
değil mi?
Tansu Biçer
– Bu bizim
12.Gece
Oyununu
sahnelerken
izlediğimiz
bir yöntem.
Kesinlikle
seyirciyi
oyuna katma
anlayışından
kaynaklanıyor.
Bundan
sonraki,
oyunlarda da
bunu
uygulayacağız.
Çünkü
seyirci
oyunun
sıcaklığını
bire bir
içinde
hissediyor.
Sahnede
biraz önce
gördüğü
oyuncuya
dokunma
mesafesinde
olmak
seyirciyi
çok
etkiliyor ve
onu, oyunun
içine
alıveriyor.
Sıcaklık
hissini
pekiştiriyor.
Hikayeye
dahil olma
duygusunu
veriyor.
Seyirci, ben
tiyatrodayım,
burada
yaşananlar
canlı diyor
ve kendisini
oyuna
kaptırsa
bile
‘tiyatroda
olduğu
bilinci’ ile
kaptırıyor.
Zaten
tiyatroya
gitmek ve
bir oyun
izlemenin
keyfide bu
duyguyla
başlıyor.
Seval Deniz
Karahaliloğlu |