Ana Sayfa

elelebizbize.com - S.D.Karahaliloğlu - 22 Ekim 2007

 

Bekçiler Kralı Murtaza : Tansu Biçer
 
Semaver Kumpanya bu yıl kuruluşunun beşinci yılını kumpanyasının kendi adını taşıyan bir oyunla kutluyor. Semaverkumpanya adını taşıyan oyunun içinde yer alana Murtaza oyunundan kısa bir bölüm beni geçmişe götürdü.

Orhan Kemal’in Murtaza oyununun sahnelendiği döneme. Oyun, günümüz Türkiye’sinde kangrenleşmiş olan bir takım sorunların o dönemde nasıl ilk sinyallerini verdiğini, toplumdaki sınıf ayrımını, sıradan insanları umutları, çaresizlikleri, hayal kırıklıkları ve hayatları üzerinden anlatıyor. Tüm zamanların oyunlarından bir olarak kabul edilebilecek ve güncelliğini asla yitirmeyecek olan oyunu, Murtaza’yı, Orhan Kemal’i ve Murtaza’ya hayat veren Semaver Kumpanyayı bir kez daha anımsamak ve anımsatmak istedik. Çünkü Murtaza’nın kimliğinde eski ile yeni, doğru ile yanlış, geçmiş ile modern kavramları farklı açılardan bir kez daha irdeleniyor. Murtaza tam da geçiş dönemi yaşayan bir ülkenin kendini bulma macerasında, yitirdikleri ile kazanımları arasındaki savruluşların bir hikayesidir.

“Gördüm kurs, aldım sıkı terbiye amirlerimden, sen de görseydin kurs, alsaydın amirlerinden sıkı terbiye, böyle cayıl cayıl konuşmaz idin” diyor Murtaza. Yanlışlara tahammülü olmayan tavrıyla. Kafası çok mu kızdı, kendi bildiğince resti çekiyor. “Yukarda Allah, Ankara’da devlet ve hükümet, burada da ben”. Hadi bakalım, kolaysa karşı çıkın, işine tutkuyla, ölesiye bağlı olan bu adama. Orhan Kemal’in ölümsüz eseri Murtaza, Işıl Kasapoğlu’nun  yönetiminde, Semaver Kumpanyası’nda harika bir müzikalle bir kez daha hayat buluyor. Günay Ertekin’in sahneye uyarladığı Murtaza’yı kendine has bir tiyatro dili ile canlandıran Tansu Biçer’le Murtaza üzerine uzun soluklu bir söyleşi yaptık. İlkin bekçilerin “kralı” Murtaza ile başladık söze, sonra Murtaza’nın hayata bakışını, dönemin siyasi yaklaşımı ile toplumdaki değişimleri konuşurken laf döndü dolaştı Bulutsuzluk Özlemi’ne Nejat Yavaşoğullarının yaptığı oyunun müziklerini geldi ve oradan da Dario Fo uyarlaması olan meşhur fabrika sahnesine.

SDK – Murtaza karakteri için neler söyleyebiliriz?

Tansu Biçer – Murtaza milli duyguları çok gelişmiş, kraldan çok kralcı, doğrucu, her zaman dürüst, yeri geldiğinde işgüzar, kendini işine körü körüne adamış olan bir karakter. Konunun başında belirttiğiniz o meşhur iki replik, Murtaza’nın kendisini nasıl tümüyle işine adadığının bir göstergesi. İşi, Murtaza’nın hayata tutunma biçimi. Ayrıca, had safhada milliyetçi bir yönü de var. Bu da, göçmen olmasından kaynaklanıyor. Yani, vatanından uzakta oluşu onu aşırı bir milliyetçi olmasına neden olmuş. Zaten, “kurtardı bizi çan seslerinden, kavuşturdu ezanı Muhammediyeye tez elden” diye bir lafı var. Sonra, savaşa katılmış ve vatan için ölmüş kahraman bir Kakavan dayısı. Dayısı ile çok övünüyor. Şöyle diyor “Bilirsin, dolaşır damarlarımda kimin kanı?” Yani bir vatan için ölmenin ne kadar önemli olduğunu biliyor ve bu da ona diğer insanlara göre bir üstünlük sağlıyor. Sonra, aşırı dürüst biri Murtaza. Ve bu yönüyle de övünüyor. Göçmen olarak kendisine orada bıraktığı mallar için soru sorulduğunda dürüst cevap veriyor. Diğer göçmenlerin yaptığı gibi yalan söyleyerek fazladan mal istemediği için de dürüstlüğü ile ön plana çıkıyor. Bu, Murtaza’nın kendini görme biçimi.

SDK – Orhan Kemal’in Murtaza’sı artık soyu tükenen çok özel bir tip. Neden bu kadar “titizleniyor”?

Tansu Biçer - Aslında, Murtaza da daha iyi bir hayat istiyor. Fakat, bu hayatı sağlayacak ne maddi olanağı var ne de yeterli bir donanımı. O da çıkış noktası olarak kendini tümüyle işine adıyor ve işine sahip çıkıyor. Ve insanları bu yönde değerlendirmeye başlıyor. Mesela hırsızı tanıyor. Baktı mı adamı gözünden anlıyor. Adam, öbür bekçi tarafından serbest bırakılırken, Murtaza ise “o bavul sana ait değil” diyor ve hırsızı yakalıyor. Aslında, işini de çok iyi yapıyor ama insan ilişkilerinde nerede durması gerektiğini bilmiyor olması onu mahvediyor.

SDK – Çok abartıyor değil mi?

Tansu Biçer – Kesinlikle. İnsanları bunaltıyor. Üzerine vazife olmayan şeylere karışıyor. Mesela bir kahveye girip “siz niye kağıt, tavla oynuyorsunuz da kurs görmüyorsunuz” diyerek en olmadık lafı söylüyor. Sonra, gece geç saate kadar ışığı açık olan gecekonduların kapısını çalıp “gecenin bu saatinde neden yatmıyorsunuz?” diye soruyor. Kendine göre haklı açıklamaları da var ama tabii bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil. “Erken yatmayan vatandaş, kalkamaz erken. Kalkar ise almamış olur uykusunu” diyor. Ama bu açıklama, Murtaza için çok mantıklı.

SDK - Aslında işi ile duyguları arasında gelgitler yaşıyor diyebilir miyiz?

Tansu Biçer -  Murtaza’nın bir de kızı var. İstemeden de olsa öldürdüğü kızı. Ama daima işi ile ailesi arasında sıkışıp kalıyor. Hatta oyunun finali de bu çok önemli tercihi vurgulayan biçimde sona eriyor. Ailesine vermek isteyip de veremediği şeyleri işinde başarılı olursa verebileceğini düşünüyor.

SDK – Bir noktada kendi sonunu kendi hazırlıyor denebilir mi?

Tansu Biçer – Tabii, bunu söyleyebiliriz. Murtaza’nın oyunda son bir tiradı var. Orada çok önemli şeyler söylüyor Murtaza. Olmak istediği fakat olamadığı ve sahip olamayacağı şeyleri anlattığı  bir tirad bu. “Ben de bilirim yaşamasını, ama ne fayda” diyor. Çaresizliğini, hayallerini anlattığı, içini döktüğü ve oyunun en önemli bölümlerinden biri.

SDK – Oyun, tam geçiş dönemini Demokrat Partinin seçildiği dönemi de yansıtıyor. Demokrat Parti iktidarı ve yönetim anlayışı bu oyuna nasıl yansıyor?

Tansu Biçer – Biz bu oyunda, insandan yola çıktık. Yani, direk olarak oyunda, devlet ve sistem eleştirisi yapmıyoruz. Bu, zaten oyunun ana temasında var. Biz sadece bu durumu ortaya koyuyor ve bu durumun insanlar üzerinde yarattığı etkiyi görüyoruz.  Mesela, Murtaza ve ailesi, fabrikadaki diğer işçiler, Murtaza’nın kardeşi, fen müdürü, fabrikanın sahibi, üst sınıfın temsilcileri. İnsanları anlatıyoruz. Murtaza, o dönem, insanları nasıl etkiledi sorusu üzerinden yola çıkan bir oyun. Oyunda, her insanın kendi sebepleri var. Mesela, en çarpıcı örnek iş başında uyuyan “azgın ağa” gibi. “Evet, uyurum, uyumam sana ne” diyor. Onun da açıklaması şu.” Ben, Cemal Paşa’nın emrinde Yemen’de, Suriye’de, Trablusgarp’da savaşırken siz neresiydiniz? Evet, uyurum sana ne” diyor. Onun da kendince mantıklı açıklaması bu. Aslında, Murtaza’nın ya da kolağası Hasan’ın söylediği ve savunduğu şeyin dışında bir şey söylemiyor ama seçtiği yöntemler farklı. Diğer işçilerin de sebepleri var. 12 saat aralıksız çalışan işçilerin kaytarmaması ve işlerine bağlı olmaları diye bir şey söz konusu olamaz. Mesela, Nuh anlatıyor “Hastam var. Markalarımı bozdurmak isterim, bozduramam. Vezneye bir yazı gelmiş. Markalar, fabrikanın kooperatifi dışında kullanılamaz diye markalarımı bozmazlar. Ben parasız hastamı hastaneye götüremem” diyor.

SDK – Oyunun bir de müzikal özelliğinden bahsedebilir miyiz?

Tansu Biçer - Tam anlamıyla müzikal denemez belki ama müzik kalitesi çok yüksek bir oyun. Çünkü oyunun müziklerini, Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları yaptı. Ben de bu işe, bir katkıda bulunacağım dedi. Bu müzikler tümüyle, oyun için özel olarak bestelendi. Şarkıların sözlerini Yavuz Pekman yazdı. Sözlerin seçiminde çok dikkatli davrandı. Nejat Yavaşoğulları da bu güzel sözleri en iyi biçimde müzikal olarak nasıl ifade ederiz dedi ve şarkıları besteledi. Ve sonra da geldi ve günlerce bizimle birlikte çalıştı. Sadece bestelemekle kalmadı aranjesini de yaptı. Mesela, sen burada darbuka ile gir, sen burada flütle beraber çal diyerek bütün enstrümanların nerede ve nasıl çalacaklarını da ayarladı. Darbuka, gitar, yan flüt çalan arkadaşlarımız da sahne üzerinde canlı bir orkestra oluşturuyorlar. Enstrümanları çalan arkadaşlarımız, müzikal olarak çok profesyoneller. Mesela oyunda Sibel, darbukasını konuşturuyor. 

SDK – Fabrika bölümünde, işçilerin hayali makinelerle çalıştıkları sahne çok çarpıcı. Makinelerin işleyişini anlatan ve neredeyse, dans motiflerini anımsatan hareketlerin tasarımı kime ait?

Tansu Biçer – Fabrika sahnesini yine bizden bir arkadaşımız yaptı. Hareketlerin tasarımı, benim karım Naile karakterini oynayan Aylin Çalap’a ait. Fabrika’daki o hareketlerin çıkış noktası, Dario Fo’nun bir fabrika işçisinin bir gününü anlattığı oyunudur. Fakat Aylin hareketleri geliştirerek ve eklemeler yaparak Murtaza’ya uyarladı. Fabrika’yı çok iyi yansıtan ve herkesin de çok beğendiği bir bölüm oldu.

SDK – Murtaza, içeriği bakımından gerçek bir dram fakat oyun ilk bölümde, müzikal yapısıyla zengin bir gülmece unsurunun kullanıldığı yüksek tempolu bir bölüm sunuyor. İkinci bölümde ise dramatik yapı ağır bastığı için birinci bölüme nazaran oyunun temposunun düşmesinden hiç tedirgin olmadınız mı? İki perde arasındaki dengeyi nasıl sağladınız?

Tansu Biçer- Bizim bu oyunda çıkış noktamız, gülünsün, eğlenilsin ama trajik yapı da kaybedilmesin oldu. Oyun, bir işgüzarlığın kişiyi nasıl trajik bir sona getirebileceğini  anlatıyor. Bu nedenle, dengeyi kurarken çok dikkatli davranmaya çalıştık. İlk perde de müzikal yapı ve gülmece unsuru ağır basıyor. Ama oyunun orijinal yapısından kaynaklanan trajediyi de yansıtmamız gerekiyordu. İkinci perde de fabrika sahnesinden itibaren oyun zaten ağırlaşmaya başlıyor. Hikaye örgüsü fabrika sahnesine gelince, replikler de sertleşiyor. Sonra, bakkala gidişi ve mahalleli ile yaşadığı sert tartışmalar, fabrikadaki kavga derken ikinci bölümde komik olacak hiçbir şey yaşanmıyor. 

SDK – Oyunun sahne tasarımı da çok ilginç. Eski Vita tenekelerinin içinden çıkan lambalar, tepeden sarkan su kovaları ve içlerinden geçen lambalar gibi buluşlar ve sahne üzerindeki kullanımları da çok etkileyiciydi.

Tansu Biçer – Sahne tasarımı ve dekor Sema Öztaş’a ait. Basit malzemelerle doğal ve müthiş bir atmosfer yaratılabildiğinin bir kanıtı. Sade bir sahne tasarımı, daima hikayeyi anlatmada daha etkilidir.  Çok fazla anlam yüklü ve madde bakımından çok ayrıntılı olan dekorların seyircinin ilgisini dağıttığına inanıyorum. Anlam bakımından yüklü olan sahne tasarımı, oyun üzerinde düşünme ve sorgulamayı sınırlıyor. Bütün seyircileri ortak bir mesaja yönelterek aynı anlamı çıkarmalarına neden oluyor. Basit dekorlarda ise seyirciyi, düşünmeye ve keşfetmeye yöneltiyor. Dekor üzerine, herkes kendince, bir anlam çıkarmaya başlıyor.

SDK – Oyun sahnelenirken oyuncular çok sık seyircilerin arasından geçiyorlar. Neredeyse, oyun, sahne dışına taşıyor ve deyim yerindeyse, seyirci koltuklarının arasında oynanıyor değil mi?

Tansu Biçer – Bu bizim 12.Gece Oyununu sahnelerken izlediğimiz bir yöntem. Kesinlikle seyirciyi oyuna katma anlayışından kaynaklanıyor. Bundan sonraki, oyunlarda da bunu uygulayacağız. Çünkü seyirci oyunun sıcaklığını bire bir içinde hissediyor. Sahnede biraz önce gördüğü oyuncuya dokunma mesafesinde olmak seyirciyi çok etkiliyor ve onu, oyunun içine alıveriyor. Sıcaklık hissini pekiştiriyor. Hikayeye dahil olma duygusunu veriyor. Seyirci, ben tiyatrodayım, burada yaşananlar canlı diyor ve kendisini oyuna kaptırsa bile ‘tiyatroda olduğu bilinci’ ile kaptırıyor. Zaten tiyatroya gitmek ve bir oyun izlemenin keyfide bu duyguyla başlıyor.

Seval Deniz Karahaliloğlu

 



 

 

 


[email protected]

1