Babası Abdulkadir Kemali Bey gibi Orhan Kemal’in de
yaşamı mevcut iktidara ve yönetime tutum alışla
geçmiş ve bu muhalifliğin bedelini yaşamında
karşılaştığı sayısız zorluklarla ödemiştir. Bu
zorluklar, özellikle hapisler ve geçim sıkıntıları
onun toplumun en alt ve uç kesimlerinin kaderini
paylaşmasına vesile olmuştur. Hamallık da dahil
olmak üzere birçok meslekte çalışmış, sürgünlerle ve
hapislerle birlikte memleketin birçok haliyle
tanışık ve haşır neşir olmuştur. Öykülerinde
karşımıza çıkan karakterlerin çeşitliliği ve
zenginliğinin sebeplerinden biri de bu olsa gerek.
Gerçekten de eserlerinde bu kadar farklı insanı
buluşturabilen yaratıcı sayısı çok azdır. Hem
yazdığı karakterler çok çeşitlidir hem de onların
her halini yazmaktadır. Ezilenlerle teması seyirlik
değildir. Onlarla aynı nedenlerden dolayı aynı
sıkıntıları çekmesi, yaşayışlarını, duygularını,
düşüncelerini, hayal kırıklıklarını,
hesaplılıklarını çok iyi tanımasına ve yapıtlarında
onları tekrar yaratmasına imkan vermiştir. Bir çok
iş değiştirmek zorunda kalması iyi bir durum olmasa
da çok sanatçıya nasip olmamış bir dünya genişliğini
ve dünyanın her halini görebilme imkanını Orhan
Kemal’e vermiş görünüyor.
Entelektüelin halkın içinden ve onun sesinden ses
vermesinin tarihi çok eski değil bu topraklarda.
Ancak sürgünlerle merkezden kopabilen Osmanlı
aydınından sonra Cumhuriyet aydını da aldığı
memurluk göreviyle veya yine sürgünlerle memleketin
dört bir tarafından insanlarla tanışabilmiş. Her
gittiği yerde yine ayrıksılığını ve yabancılığını
duyumsamış, onlardan biri olmadığını ve onlar
tarafından da öyle görülmediğini kanıksamış.
Onlardan biri gibi olma kaygısı da yoktur zaten.
Onun görevi asırlardan beri geri bırakılmış bu
dikenliği çapalamak, gül bahçesi yapmaktır. Reşat
Nuri’nin “Yeşil Gece” ve “Çalıkuşu” romanları, daha
sonra Yakup Kadri’nin “Yaban” romanı ile birlikte
Cumhuriyetin işaret ettiği hedef, estetik
yaratımları da etkiler ve “orda bir köy var uzakta”
korosu kalabalıklaşır. Kemalist estetiğin ana damarı
budur. Rejimin üzerine oturtulacağı ve nüfusun büyük
kısmını oluşturan köylü ve köylülük, temel hedef
olur. Aydına ve okumuş-yazmışa düşen, oraya
koşmaktır. Türk köylüsü saf, temiz fakat geri
bırakılmış olarak resmedilir. Her türlü iyiliğin ve
erdemin bir öz olarak Türk köylüsünde bulunduğu
varsayılır. Yapılması gereken onu çağın sunduğu
imkanlarla tanıştırmak ve çağdaşlaştırmaktır.
Köylüdür, efendidir fakat taş yerinde ağırdır. Bir
yere gitmemelidir. Artık köy, piyano ile
şenlenecektir. Sanatsal olarak da onun köydeki
kirlenmemiş, pak hali anlatılmalıdır. Fakat köylü
direngendir. Yeniliklere pek sıcak bakmaz. Bütün
resmi kurumlar ve yetişmiş aydınlar (öğretmenler
v.s.), onun için oradadır. Cehle karşı bir savaş
açılmıştır ve bu yolda and içen genç arkadaşlar
yollara dizilmiştir. Fakat cehalete karşı açılan
savaş bazen cahille savaşa dönüşür. Cumhuriyetin bu
“sınıfsız” kütlesinin içindeki tek çatışma,
yenilikçi aydın ve yeniliğe direnen cahil kütle
arasında geçer. Bazen çelişki o kadar kızışır ki,
“vurun kahpeye” sesleri yükselir.
Bu bakış o kadar kanıksanıyor ki, fikir olarak
Kemalizm’den kopmuş olan bazı aydınlarımız,
eserlerinde bu bakış açısından kurtulamıyorlar.
Büyük şairimiz Nazım Hikmet de aynı sorunun altını
çizmiştir: Nazım, “Edebiyatımızda köylü (aydın-halk
çatışması ve ya köylülük) ve lumpen proleterin (
doğu-batı karşıtlığı, kültürel yozlaşma ve ya küçük
burjuvanın iç çelişkileri) yoğun olarak işlenmesine
rağmen bir vakıa olan gerçek Türk proleterinin konu
edilmediğinden” dert yanmaktadır.
Orhan Kemal’in bu büyük şair ile aynı havayı solumuş
olması ve sanatının gelişiminde ondan faydalanma
imkanına sahip olması, estetik yaratımının gücünü
artırmıştır. Nazım Hikmet, tehlikeyi görüyor ve
uyarıyor. Estetiğin gelişimi önündeki engeli işaret
ediyor. Bu şaşı bakışın Orhan Kemal öykülerinde
düzeldiğine şahit oluyoruz. Çukurova’da tarlasından,
bağından koparak fabrikaya çalışmaya gelmiş işçiyi
bu öykülerde görebiliyoruz. Çukurova’daki işçiyi
görmek, Orhan Kemal’e; eşkıyayı görmek de Yaşar
Kemal’e nasip oluyor.
En yaratıcı ve kalıcı eserlerin geçiş süreçlerinde
ve toplumsal alt üst oluşların belirgin olduğu
zamanlarda yazıldığına tanık oluyoruz. Orhan Kemal
öykülerinin anlattığı yaşantılar ve olaylar da
memleketimizin böyle zamanlarında geçmektedir.
Şehirlerde sanayinin yavaş yavaş ağırlık kazandığı
ve bu uzun sürecin toplumsal yapıyı değiştirdiği bir
çağın sancılarının ve değişen toplumsal yapının
kazanan ve kaybedenlerinin resmedildiği yaratılardır
Orhan Kemal öyküleri. Anlatılan zamanlar, tarihsel
gelişim içerisinde bir dönem olup tarihsel
bağlamından kopuk değildir. Geçmişle de gelecekle de
bağlantılıdır. Marksizmin diyalektik materyalist
tarihsel bakışını yakalarız öykülerde. Asla nostalji
yoktur. Masalsı, her derde deva geçmiş köy yaşantısı
ya da cennetten bir parça Osmanlı mahalleleri
yoktur. Geçmişin acıları ve açlıkları yanında
yaşanan zamanın da olumsuzluklarını ve sancılarını
okuruz. Orhan Kemal öykülerinde geçmişe değil
geleceğe özlem vardır. Güzellik, belirli bir
tarihsel anın özelliği değildir. Daima daha güzel
olanın olabilirliğini hissederiz öyküleri okudukça.
Güzellik iradeye muhtaçtır. Bu iradenin müstakbel
taşıyıcılarını kayırmadan, olmadık halleriyle değil
olduğu gibi aktarıyor öykücümüz. “Hamam anası”
öyküsünde, bu iradenin bugüne mahsus olmadığını, bu
umut yüklü mücadelenin tarihten bugüne süzülerek
geldiğini görüyoruz.
Öykülerde anlatılan toplumsal devinim, hep ileriye
doğrudur. Köyden kopup fabrikaya gelmek, ‘evden
kaçan genç kız’ özlemiyle değil, bir zorunluluk
olarak anlatılıyor. Bu devinimi önünde durulmaz
sosyal ve ekonomik bir gerçek olarak kavrıyoruz.
Şehre gelmiş insana ‘köyün ne güzeldi, niye geldin?’
demek, anlamsızdır artık. Şehre gelmenin sebebi,
artık köyde geçinememektir ve fabrikaların insan
ihtiyacı fazlasıyla karşılanmalıdır. İşçi sayısı ne
kadar fazla olursa ücretler de o kadar düşük
olacaktır. Bu ihtiyacın nasıl fazlasıyla
karşılandığı, bir çok insanın fabrikaya girebilmek
için ne tür muamelelere maruz kaldığı, işçi
adaylarının hastalıkları, cılızlıkları ve az da olsa
umutları çok canlı olarak resmediliyor. Bu alt üst
oluş sırasında bir an bile geriye bakıp ‘ah’
çekmiyoruz. Hep ileriye: köyden kente, tarladan
fabrikaya, ev kadınlığından işçiliğe.
Orhan Kemal öykülerinde toplumun her kesiminden
insanlarla karşılaşıyoruz: fahişeler, dilenciler,
mahpuslar, işçiler, çocuklar, ev kadınları,… Bu
insanların da değişik halleri anlatılıyor. Onların
umutlarını, işbilirliklerini, işbirlikçiliklerini,
özverilerini, kafa tutuşlarını, ve daha nice
hallerini görüyoruz. Hatta aynı insanın birbirine
zıt tutumlarını gözlemliyoruz. “Bir Kadın” öyküsünde
anlatılan fahişenin hayatta kalabilmek için
çevirdiği dolapları, kestiği haraçları; bir yandan
da karşılık beklemeden kendini sunuşunu okuyoruz.
Yine bu kadın, bir çok serseri tarafından
dövüldükten sonra bir ırgat ona “bacımdır” diye
sahip çıkabiliyor.
Sadece ezilenler değil, toplumun üst katmanlarındaki
insanlar da öykülerde anlatılmış. “Delikanlı”
öyküsünde babası büyük toprak sahibi olan bir gencin
olmadık hayalleri ve vazgeçişleri anlatılıyor. Yani
Orhan Kemal öykülerinde kahramanlar, melekler ve
şeytanlar değil, çeşitli halleriyle insanlardır. Bu
kadar karmaşanın ve çeşitliliğin içerisinden bir
öykü nasıl kurulur, şaşırmamak elde değil. Orhan
Kemal’in kafasının netliği ve düşüncesinin
berraklığı, bu karmaşadan bir netlik ve yaşam
çıkarabilmesinde en önemli etkendir.
Öykülerindeki ana tema, genellikle hayatta kalma
savaşı ve sınıfsal çelişkidir. Yoksulluk,
ezilenlerin ortak özelliğidir. Orhan Kemal, kendi
toplumsal bakışının netliği ile hangi karakterin
büyük tarihsel tablo içerisinde nerede durduğunu iyi
biliyor. Kazananı, kaybedeni, kazanacak olanı iyi
tanıyor. Öyküler bu referanslarla kurulduğu için
kafamız karışmıyor. Böylece bu karmaşanın içindeki
ayrıntıların tadını daha iyi duyumsuyoruz.
Her düşün kendi dünya kavrayışı ve kendi öyküsü
vardır. Daha çok resmi ideolojinin şekillendirdiği
Cumhuriyet yazınının içinden koparak başka ve
tarihsel olarak şimdiye kadar oluşturulmuş en güzel
hayalin bu topraklarda öykü cephesinden de
kuruluşunun yaratıcılarındandır Orhan Kemal. Nazım
Hikmet şiiri ile estetik yaratımın doruğuna çıkmış
olan toplumcu bakışa Orhan Kemal, öyküleri ile ses
veriyor. Bu büyük öğretmen ve öğrencisini sevgiyle
yad ediyoruz.
Resul ÖZDEMİRCİ
|