Orhan Kemal Türkiye’de hikâye ve romancı olarak
toplumcu gerçekçi çizgide kendini göstermiş önemli
bir üstattır. Öyle ki bizlerde yürüdüğümüz yolda
onun attığı adımların üzerinden giderek yeni adımlar
atmak için çalışmaktayız. Mehmet Raşit Öğütçü’yü
Orhan Kemal yapan ülkemizin gerçeklerini edebi
üslubundan ödün vermeden yansıtabilmesidir şüphesiz.
Peki Suriye’de bir sürgün gibi yaşayan, Adana’da
memurluk yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan, Nâzım
Hikmet kitapları okuyor diye beş yıl hapse mahkûm
olan bu adam nasıl oldu da edebiyatçılığından ödün
vermeden siyasi mücadelesini sürdürebildi? Yarı
aydınların içinde dolaşan halk, yoksullukla boğuşan
insanlar, kavgalar, düşler ve düşüşlerdeki küçük
insanlar nasıl dayandılar sisteme, nasıl bir tarih
yazdılar? Önce buna değinmek gerekir...
Orhan Kemal o kadar usta ve üstattır sistemin acı
yanlarını, bu acıların nedenlerini göstermede...
“Ekmek Kavgası”nda on iki hikâyede anlatılan
Çukurova, cezaevi ve fabrika insanları...
“Sarhoşlar”da dilenciler, işsizler, öğrenciler...
“Çamaşırcının Kızı”ndaki umuda sarılıp
yıkılabileceğinin bilincinde aç kişiler... “72.
Koğuş”un kader mahkûmları... “Grev”de ekmek kavgası
veren, kente inen açlar... “Arka Sokak”ın
kentlileri, “Kel Tahir”de aşkın esirleri... “Kardeş
Payı”nda orospular, hamallar, kâtipler... “Babil
Kulesi”nde gündelik yaşamın kentli insanı, “Dünyada
Harp Vardı”yı ve “Mahalle Kavgası”nı nasıl da
hazırlar, bilimsel bir üslupla nasıl da temelden ele
alırlar yaşamı. Diyaloglar betimlemelere ve olaylara
bırakmıştır artık yerini. “Önce Ekmek” TDK Öykü
Ödülü’ne ve Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık
görülür.
Hikâyelerindeki doğrudan anlatım, şivelerin
karakterlere sindirilişi romanlarında daha geniş ve
kapsamlı olarak devam eder. Adana’nın toprak
insanını, İstanbul’un küçük insanını anlatan bu
romanlar elbette siyasi düşüncelerini gerçekçi bir
açıdan yansıtmanın araçları olmuştur. Fakat bu durum
eserlerin hiçbirinin edebi değerinden taviz
vermesine neden olmamıştır. “Baba Evi”nde ülkenin
geçirdiği ekonomik ve sosyal değişimleri anlatırken
yaşamının evrimini de katmıştır esere Orhan Kemal.
Yaşamla sanatı, bireysellikle toplumsallığı kol kola
yürütmeyi başarmış katı gerçekliği akıl almaz bir
romantizmle kazımıştır zihnimize. Tıpkı sevdiğimiz
gibi, tıpkı en iyi anlayabileceğimiz gibi yapmıştır
bunu. Murtaza işçi-patron çelişkisinde boğulurken,
hangimiz su yutmadı mesela ve hangimiz küfretmedi
Murtaza’yı köleleştiren sisteme! “Suçlu”, çocuk
suçluların suç işleme nedenlerini irdeler, hassas
bir hüznü ve öfkeyi için için yaşatır. Kızgınlıktan
akan gözyaşlarını öfkeyle silen bir babadır Orhan
Kemal ve tüm çocukların gözlerine bakabilecektir
utanmadan. Bu çocukları hiç kimse anlamadı onun
kadar ve anlatamadı Nâzım’ın kapıları birer birer
çalan şiirini saymazsak... Barlarda yaşamını
harcayan genç kızın hikâyesi “Serseri Milyoner”e
konu olurken yine aynı kaygıyı taşır Orhan Kemal:
gerçekleri göstermek. Sevginin yüceliğini anlatırken
“Devlet Kuşu”nda hangi amaçlara hizmet eder acaba?
“Vukuat Var” ve “Hanımın Çiftliği”ndeki Güllü’yü
tanımayanınız var mı bilmem... Gavurun Kızı’ndaki
dil, din, ırk gözetmeyen aşk yine insanın insanca
yaklaşımını işaret eden bir eser olmamış mıdır?
“Gurbet Kuşları”nda sömürülen insanları anlatırken
emperyalizme karşıyım diye bağırıyordu, ben duydum!
“Yalancı Dünya”da düşlüyordu yaşamdan kaçınarak.
“Avare Mustafa”, “Suçlu”, “Vukuat Var”, “Bereketli
Topraklar Üzerinde” filmlerinde okumayanlara
izletilerek gözlerine sokulan, anlaşılmak için
direnen bir siyaset değil midir bu eserler, kim
iddia edebilir edebi olmadıklarını? Onun eserleri
olayların düzenlenmesi, tiplerin betimlenmesi,
ayrıntıların yerleştirilmesiyle düz ve dolaylı
olarak amacını sezdirir. İşte böyle direnmiştir
inanarak, üreterek, emekle...
Anadolu gerçeğini eserlerinde usta bir anlatımla
yansıtarak sadece edebiyata mı hizmet etmiştir Orhan
Kemal, 20. yüzyılın başlarına damgasını vuran
sosyalist görüşün yayılmasında ve benimsenmesindeki
rolünü inkâr etmek mümkün müdür? Öyleyse elinde
kalemiyle, kağıdıyla, düşleriyle ve düşünceleriyle
bir adım daha ileri gidebilmek için çabalayan
bizler, yolumuzdaki engellere bakarken feda
ettiğimiz değerlerin ölçüsünü ayarlayabilmek,
doğruluğundan emin olabilmek için neden geçmişimizi
doğru bir şekilde incelemiyoruz? Gözümüzdeki mührü
katmanlaştıran öfke Orhan Kemal’in içinde de alev
alev yanıyordu, ama o öfkesine yenilmeyenlerden
oldu! Yaşamın siyaset, siyasetin edebiyat temelli
olduğunu hep bilerek üretti. Sorumluluklarını
edebiyat, siyaset ekseninde yerine getirmiş bir
‘insan’dır o. Bizse sorumluluklarımızın bilincinde,
ama bu sorumlulukları nasıl yerine getireceğimiz
konusunda bilinçsiz ve dolayısıyla ‘isteksiz’iz.
Oysa biliyoruz içinde siyaset barındıran edebiyat
için, Orhan Kemal iyi bir örnektir. Bağırmadan
herkesin hayran olacağı ve dinlemek zorunda kalacağı
bir üslupla anlatabiliriz gerçekleri. İşte bizim
işimiz bu! Ruhumuzu iyileştiren tek şeyi, edebiyatı
ayakta tutmak. Bekleyişlerimizin bir sınırı olmalı,
sınırsız beklentilerde. Siyasetle edebiyat her zaman
birlikte anılacak ve içi içe olacaktır kuşkusuz. Bu
birkaç şekilde görülebilir... Orhan Kemal seçtiği
yolun ardından geriye baktığında başka türlü
olabilir miydi diye düşünmüştür mutlaka, ama pişman
olduğunu hiç sanmıyorum. Ben, Orhan Kemal’in gittiği
yoldan gitmeyi yeğlerim, sonradan gidilebilir miydi
diye düşündüğü yoldan değil. Siz de yazan insanlar,
siz de geç kalmadan kararınızı vermelisiniz...
|