Ana Sayfa

aleviweb.com - A. Ömer Türkeş  - 08.11.2007

 

Orhan Kemal’in dünyası

Orhan Kemal, 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Babası Abdülkadir Kemali Bey, birinci mecliste milletvekilliği, 3 Mayıs 1920'de Vekiller Heyeti'nde Adliye Bakanlığı yapmış ve 26 Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kurmuştu. Muhalif görüşleri nedeniyle partisinin kapatılması üzerine 1931'de ailecek Suriye'ye kaçınca, hem Orhan Kemal’in eğitimi yarım kaldı, hem de ailece yoksulluğa düştüler. Suriye ve Lübnan’da bir yıl kadar yaşayan Orhan Kemal, ailesinden ayrıldı ve Türkiye’ye döndü. Ancak Adana’daki hayat da kolay olmadı: çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı. 1938’de askere gidişiyle birlikte mapusluklukla tanıştı. "Yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik" suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939'da beş yıla hüküm giydi. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le tanışmasıyla mahpusluk yazarlığa dönüştü Orhan Kemal için. Şiir ve hikaye yazmaya onun teşvikiyle başladı. Ne var ki bu yıllarda henüz yazarlıkla geçimini temin edecek durumda değildi. Hamallık da dahil olmak üzere pek çok yıpratıcı işte çalıştı. Üstelik mimlenmişti bir kez. 1950’de ailesini de yanına alarak İstanbul’a göç etti ve bundan böyle geçimini yalnızca kalemiyle sağladı. 7 Mart 1966'da bir ihbar üzerine "Hücre çalışması ve komünizm propagandası' yaptığı gerekçesiyle yeniden cezaevine düştü Orhan Kemal’in yolu. 13 Nisan 1966'de serbest bırakıldı. Artık yıpranmıştı Türk edebiyatının büyük ustası. Bulgar Yazarlar Birliği'nin çağrılısı olarak gittiği Sofya'da, tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970'te öldü.

Orhan Kemal’in dünyası
1960’lı yıllara kadar Türk romanında zenginlik-yoksulluk karşıtlığı, en çok “köy romanı” olarak adlandırılan akım içerisinde işlenmiş ve söz konusu karşıtlık, bir önceki dönemin kötülük-iyilik çiftinin yerine geçen ezen-ezilen ilişkisinin simgesine dönüşmüştür. Yoksul halk ve onun yanındaki aydının bir tarafta, zengin kesim ve siyasal iktidarın öte tarafta olduğu bir mücadelenin dile getirildiği özel bir alandır toplumcu romanlar. Olup bitenlere, hastalıktan kırılan, bir lokma ekmek için dilenen, iş bulamayan yoksul insanlara, onların yaşadıkları bakımsız ve pis mahallelere, derme çatma evlere ve kentlerin gelişip bölünmesine gerçekçi ve eleştirel yaklaşmalarına rağmen, ilk dönem solcu yazarların kaleminden çıkma metinlerin pek azında -bugüne kalan- edebi bir güzellik bulabiliyoruz.

Elbette meseleyi doğru koyan yazarlar da yok değildir. Türk hikayeciliğinin farklı kollarda akan iki büyük ismi Sait Faik ve Sabahattin Ali, zayıf, güçsüz, sinik ve yoksul insanların dünyasına sızmayı, o dünyanın işsiz, hasta, aç, küskün hayatlarını en canlı görüntülerle ve basit bir dille yansıtmayı başarmışlardı. Ancak Türk romanında toplumsal gerçeklikler ve yoksul insan hayatlarından söz ediyorsak eğer, Orhan Kemal’e ayrı bir sayfa açmak gerekir. Çünkü Orhan Kemal, gerek ilk romanlarında sözünü ettiği çocukluk ve gençlik anılarını, gerek Çukurova’yı anlattığı ikinci dönem romanlarını ve gerekse de İstanbul’un kenar mahallelerinde geçen son romanlarını hep aynı kesimden insanlara, hep maddi hayatın ezdiği dar gelirli ve yoksul insanların ayakta kalma savaşlarına, umutlarına, sessiz bir öfkeyle katlandıkları kaderlerine ayırmıştır. Edebi açından başarılı bulunamayacak romanlarında bile alt sınıfların temsili eksiksizdir.
İlk romanları “Baba Evi”(1949) ve “Avare Yıllar”(1950)da, başıboş gezen lümpen kesimden gençlerin sürdürdüğü hayatı yoksulluk, açlık, çekilen sıkıntılara duyulan bir öfke ile birlikte yansıtır Orhan Kemal, ama onun maddi paylaşımın sınıfsallığına ilişkin romanları “Bereketli Topraklar Üzerinde”(1954) ile başlar. Yoksulluk, emeğin üzerindeki sömürünün zorunlu bir sonucudur artık. “Memleketimizin insanlarının kalkınmasını, refahını, yükselmesini istedim. Bu işin de köyden başlaması kanısına vardım” düşüncesiyle yazmıştı “Bereketli Topraklar Üzerinde”yi o. Yoksul köylerinden kalkıp çalışmak için Çukurova’ya inen üç garip köylünün hikayesini anlatan bu romanında, girdikleri her işte acımasızca sömürülen, kente geldiklerinde horlanan, alay edilen, kendileri gibi sefalet içerisinde yaşayan insanlara sığınan, ama biri dışında ayakta kalmayı beceremeyen köylülerin bir daha köye dönmek şansı da yoktur. Hem toplumsal hem de ekonomik hayatın çok iyi gözlemlendiği roman, tarımsal alandaki değişmeleri -özellikle makineleşmeyi- eksiksiz kaydeder. Yaşama kavgasından -uyanıklığıyla- sağ çıkan İflahsız Yusuf, yazarın “Gurbet Kuşları”(1962) romanında yeniden karşımıza çıkmak üzere kente doğru giderken biter roman.
Orhan Kemal, Vukuat Var(1958), Hanımın Çiftliği(1961), Eskicinin Oğulları(1962) ve Kanlı Topraklar(1963) romanlarında da aynı temayı işlemeyi sürdürür. Adana çevresindeki toprak ve fabrika işçilerinin hayatları Çukurova'daki ekonomik ve toplumsal değişimler ve tarım ve sanayideki gelişmelerle paralellik içerisinde ama romanının merkezine daima insani dramlar konularak en iyi onun romanlarında yer almıştır. Hem bu romanlarında, hem de üçüncü dönemi sayılan kent romanlarında kentten köye, köyden kente göçleri, ırgatlıktan işçiliğe geçişi, gecekondulaşmayı, köylünün şehirde tutunma çabalarını, yozlaşmasını, sömürü çarklarının işleyişini anlatır Orhan Kemal.
Orhan Kemal, 1949’da yayınlanan hikayelerinde, “civar mahalleler –bunlar işçi mahalleleriydi- geceye gömülmüş evler kalabalığı halinde alt alta ve üsteydiler” tarzında bir ifadeyle, işçi mahallelerinin kentten ayrı duruşunu, o hüzünlü manzarasını hemen hissettirir. “Vukuat Var”(1958) romanında, o yılların varoşları sayılabilecek mahallelerde yaşayanları, “Balkanlardan çeşitli tarihlerde gelip kat kat yığılmış göçmenler, Alasonyalılar, Yanyalılar, Giritliler, Boşnaklar, Mehmet Ali Paşa ordusu kalıntıları Arap uşaklar, Doğu Anadolulular” olarak saydığı için “vatandaşlar arasında soy ve mezhep ayrılıklarını tahrik ettiği” yolunda suçlamalarla karşılaşan Orhan Kemal, köyden kente göçü, ırgatlıktan işçiliğe geçişi eksiksiz yansıtmıştır. Kendi yaşamında yaşadığı talihsizlik, bir anda içine düştükleri yoksullukla dağılan ailesinin hayali, yazarın her romanında belli eder kendisini. Bu nedenle, yoksullaşmanın bir göstergesi olarak mahallenin ve evin de özel bir yeri vardır yazdıklarında. “Eskicinin Oğulları”(1962) romanında, annenin özlemini çektiği –hayali- “gümgüm gümüleyen konak”, ailenin yaşadığı izbelik ile iç burkultucu bir karşıtlıktadır.
Kentsel toplumsal düşünsel değişimler
1950'li yıllar, Türkiye tarihinde Demokrat Parti iktidarı ve köyden kente göç olgusu ile birlikte anılır. Batıda büyük acılarla yaşanan sanayileşme anı gelmiş, konut ve iş yokluğu Türkiye gündeminin merkezine oturmuştu. Önceleri kente yığılan insanların başlarını sokacak bir yer ihtiyacıyla ürettikleri derme çatma evlere göz yumuldu. Güzel de bir ad takıldı onlara; "gecekondu". Gecekonduların ortaya çıkışı ile roman ve öykü içinde yerini alması eş zamanlıdır. Mekansal farklılıklarla temsil edilen ilk dönemin Doğu-Batı karşıtlığının, yerini, yine mekanda somutlaşan ezen-ezilen, ya da işçi-burjuva çiftine terk ettiği bu yıllarda, hem köyü hem de kentteki yeni mekanları en iyi dile getiren yazar yine Orhan Kemal’dir.

Sosyalist sözcüğünü kullanmanın sakıncalı olduğu yıllarda kendilerine toplumcu gerçekçiliği yakıştıran kuşağın en etkili isimlerindendi Orhan Kemal. 1950’li yılların Türkiyesinde yoksulluk ve zenginliğin ifade ettiği anlam ve karşıtlıkları kimi zaman mekanda, kimi zaman tarlalarda, bazen fabrikalarda, hapishanelerde, Yeşilçam kapılarında ve yüksek tahsil etrafında, bireysel dramların ardındaki ekonomik, siyasal ve toplumsal dönüşümleri ihmal etmeden ve fukaralık edebiyatına kaçmadan kolaylıkla özetleyiverir Orhan Kemal. Maddi sorunlardan söz edilmesi doğrudan açlıktan, sefaletten dem vurulması demek değildir, sosyal dengesizlik ve onun yarattığı acılar, karakterlerin bireysel kaderleri ve tutkularında çıkar ortaya. Kurtulmayı düşledikleri bu hayatın sıkıntıları içinde bile bütün insani özellikleriyle yaşar onun romanlarındaki kahramanlar ve o dönem romanlarındaki sterotiplerle hiç benzemezler.
1950’li yılların sonlarından başlayarak, İstanbul’un kenar mahallelerindeki işçilerin, aşağı tabaka insanlarının yaşama savaşını yansıttığı romanları arasında en önemlileri “Devlet Kuşu”(1958) ve “Gurbet Kuşları”dır(1962). İlkinde, fakir mahallelerdeki değişimi, apartman sahibi olmanın temsil ettiği anlamı, lümpen proleterin oluşumunu anlatan Orhan Kemal, “Gurbet Kuşları”nda, kente göçü, gecekondulaşmayı, köylünün şehirde tutunma çabalarını, zenginlerin karşısındaki ezikliğini, giderek yozlaşmasını ve sömürü çarklarının işleyişini anlatır.
1966 tarihli “Evlerden Biri” ise, edebi açıdan çok başarılı olmamakla birlikte, yoksul hukuk öğrencisi Erdal ve ailesi üzerinden, üniversite diplomasının ifade ettiği anlamları eksiksiz yansıtır. Bundan böyle paraya tahvil edilecek bir unvandır eğitimin karşılığı; etle tırnakla söküp kazanılacak bir kurtuluştur! Yalnız Erdal’ın değil, ailesinin, kardeşlerinin de umududur uğruna fedakarlık ettikleri hukuk diploması. Hepsi de -diğerlerini dışarıda bırakan- hayallere dalarlar. Hatta mahalle halkından bile, bir akrabalık tesisiyle yoksulluktan kurtulmayı umanlar vardır. Ama devir değişmiş, gemisini kurtaran kaptan olmuştur; Erdal, bu çaresiz insanları terk edip gider zengin insanların dünyasına. Romanını, daha önce sözünü ettiğim hayranlık ve kıskançlık ikilemi üzerine kuran Orhan Kemal, geleceğin -bugünün- köşe dönmeci, sınıf atlamacı zihniyetinin ipuçlarını yakalayabilmiştir.
A. Ömer Türkeş
 


[email protected]