Ana Sayfa | |||
İnternette Orhan Kemal |
|||
|
|||
Yeni Binyıl (11.06.2000) |
|||
|
|||
Orhan Kemal Bizi Bize Anlatıyor... ORHAN KEMAL öleli 30 yıl oldu. O herkesin anlayamayacağı bir dili konuşan bir yazardı. Gençlerin doğru dürüst tanımadığı Orhan Kemal’i bir kez daha anımsatmak, anlamsız gelebilir. Üstelik şuna da inanıyorum: Edebiyatta kimsenin hakkı yenmez, hiçbir iyi yazarın değeri sonsuza dek örtülmez, görmezden gelinmez (kötü yazarların cilası da kalıcı olmaz.) Yaşanan günlerin sıcaklığı içinde bunların tümü olabilir; sözgelimi daha bir tek roman yazan genç yazar, gördüğü ilgiden başı dönünce kendini edebiyat tanrıları arasına pekala koyabiliyor. Genç yazar yazdığı bir tek romanla yayıncısından bütün bir ömrünü güvenceye almasını istiyor. Yoksa... yeni romanından yoksun bırakacak bizleri... Orhan Kemal böyle bir genç yazar tipinin umurunda olabilir mi? Birkaç yıl önce gencecik bir öykü yazarı da (adını anımsamıyorum), aldığı öykü ödülünü fazla önemseyince ,”Orhan Kemal’i okumaya gerek görmüyorum” demişti. Gene de karışılmaz, herkes ne okumak isterse onu okur. Şu var ki , onların daha önce adam gibi öyküler yazması gerekir. Ey gençler böyle.Bizim kuşaktan şairlerden biri de (Seyhan Erözçelik), ”Mehmet Fuat’ın yazıları lise kompozisyonları gibi “ deyivermişti. Ağzından kaçmıştı besbelli. Bu tipler her nasılsa edebiyatın kendi kafalarının içinde yazıldığı gibi olduğunu belliyorlar, sonra da Orhan Kemal’i, Mehmet Fuat’ı beğenmiyorlar. Söz geldi onlara değdi, yoksa benim sorunum da onlarla değil; Orhan Kemal’i, tam da 30. ölüm yılına geldiğimiz şu sırada, kendi kendime anımsamaya çalışıyorum. Biz göremedik onu. Ama kafamda belli bir imgesi olduğu gibi, gözümün önünde canlı bir kişilik olarak canlandırmaya da çalışıyorum. Hiç durmadan yürüyor, İstanbul’un hiç girmediğimiz sokaklarına dalıp çıkıyor. Kocaman paltosu, yan devirdiği fötr şapkası, elinde cigarasıyla yanlarına kolayca iliştiği serserilerle herkesin anlayamayacağı bir dilde konuşuyor. Ayağının ucuna gelen taşa sert bir iç vururken kendini Beyoğlu’ndaki rakı masasında yazacağı öykünün notlarını alırken buluyor. Sokakta yaşıyor, sokakla yaşıyor, sokaktaki insanı yazıyor. Sait Faik ve Sabahattin Ali’nin kendilerine özgü öykü anlayışlarıyla edebiyatımıza iki ayrı kanal açtıkları söylenir, bu doğrudur da; gelin görün ki, Orhan Kemal’in hangi yoldan gittiği üstün de pek durulmaz. Niçin durulmaz? Yeterince kafa yorulmadığı, doğru anlaşılmadığı için. Oysa bizim edebiyatımızda Orhan Kemal de birilerine öykünerek çıkmamıştır yola. Belki toplumcu eğilimlerinden etkilendiği Batılı yazarlar girmiştir yaşamına. Yoksa kendi dünyasından el almış, başkalarına da pek gönül indirmemiş bir yazardır. Orhan Kemal kendine açtığı politikadan yürümüş. Kimseyi izlemediği gibi, sonra gelen genç yazarların kendisini izlemesinden de ayrıca kendine pay çıkarmamıştır. Dahası, Orhan Kemal’i “Sabahattin Ali öykücülüğünün süreği olarak görebiliriz” biçiminde ki yargımı da geri alıyorum. Sabahattin Ali öykücülüğünü değil, düpedüz kendi yatağını sürmüş bir öykücüdür o... “Orhan Kemal’de bizi en çok yoksulun güleç ve onurlu yüzü,sevme gücü ve yüce gönüllülüğü büyüler” diyor Tahsin Yücel. Bunlara niyet etmekle başarmak bambaşka. Orhan Kemal gibi,yoksul insanın yoksulluğunu yazılarıyla sömürmeden anlatan yazarların sayısı çok değildir. En güzel öykülerinden biri olan“ Teber Çelik’in karısının sonunda, Teber Çelik’in karısının bir sözü vardır, bir öykü kişisini ancak böyle konuşturabildiğinde öykücü olur insan. Yalnızca ekmek parası için inşaatın bekçisiyle yatan kadın, kızlarla yatan kocasının ardından ne der bakın: ”Aç it... Orospilere gider bir de...” Genç önce bu derinliğe dalabilmeli, ondan sonra ötekilere dudak bükmeli, değil mi... Bir öykü kişisini iki konuşma tümcesinde bu denli derinlikli biçimde anlatan Orhan Kemal, hiç kuşku yok ki bunu zorlanmadan yapıyordu. Onun gündelik yaşamından, bir de insanı tam saflığı içinden süzen kişiliğindeki duruluktan geliyordu bu yetkinlik... Sait Faik, yazdığı insanlar için, ”Yüzlerine baktım durdum...” demez mi. Orhan Kemal de yazdığı insanlar için “Hallerine baktım durdum...” diyordu besbelli. Ferit Öngören, Kemal Tahir’den söz açtığında Orhan Kemal’in adamakıllı kızdığından söz açar; belki sunturlu küfürlerini de savuruyordu o sırada... “Ben onu tanırım, o beni tanır” diyor Kemal Tahir için. Eğitimi ne okulu ne. Yahu diyorum bırak bu iktisatçı, sosyolog, felsefeci pozlarını. Herkes kendi işini yapsın. Sen roman yaz roman diyorum. Fakat roman yaşanarak yazılır. Tek bir yaşantısı yok. İşte bu boşluğu gidermek için felsefeden sosyolojiden, tarihten yardım umuyor.” Ne denir bu sözlere: Ağzına sağlık! Orhan Kemal yaşayarak yazmayı tek yol bellemişse, belki örnek alınabilir. Yaşamadan dünyayı fethetmiş gibi yazan Kemal Tahir’in koca bir yalan olduğunu söylüyorsa, bunada inanmak gerekmez mi?... |
|||
|
|||