Orhan
Kemal’in otobiyografik
yapıtlarının ilki olan “Baba
Evi” kitabının önsözünde şu
yazılıdır:
“ ‘Küçük
Adam’ı Adana kahvelerinden
birinde tanıdım, tesadüfen.
Sakallı yüzünü avuçları içine
almış, düşünüyordu. Açık mavi
gözleri, kıvırcık sarı saçları
vardı. Birbirimizi uzun uzun
gözden geçirdikten sonra, yanıma
geldi. Beni birisine
benzettiğini söyledi. Maksadının
konuşma kapısını açmak olduğunu
anlıyordum.
Derhal
ahbap olduk.
Bana hayat
macerasını çok sonra, ısrarlarım
üzerine, uzun uzun anlattı.
Bunları yazmasını söyledim,
güldü. ‘Sen yaz istersen!’ dedi.
Coşarak anlattığı şeylerden
tuttuğum notlar bir haylidir.
Bir ciltten sonra ihtimal
ikinci, üçüncü, dördüncü ciltler
meydana gelecek…
O şimdi
nerde mi?
Kim bilir?
‘Küçük Adam’lara mahsus çileli
bir hayatı sürerek, belki
İzmir’de, belki İstanbul’da,
belki de Van’da… O.K.”
Halkın,
küçük adamların/insanların
dertleri sadece ülkemizde değil,
tüm dünyada aynıdır. Onların
sorunlarını, kendi sorunlarınız
gibi görür sanatınızla bu
sorunların giderilmesi için
yazmaya devam ederseniz, yerel
gibi görünen yapıtlarınız bir
anda evrenselliğe ulaşır, sadece
halkınız için değil tüm dünyanın
halkları için yazmaya
başlarsınız. İşte bu aşamada
kitaplarınız tüm dünyada okunur
ve kalıcı olursunuz.
2000
yılında Orhan Kemal’in müzesinin
açılmasına karar verildiğinde,
yapıtlarının yurtdışına
açılmasının doğru olacağının da
kararı verilmişti. Fakat
ölümünün üzerinden otuz yıl
geçmişti. Bu geçen sürede,
kitaplarını yayınlayan ne
yayınevi, ne yazar haklarını
koruyan ajans, ne de başka bir
ilgili kitaplarının yurtdışında
tanıtımı için çaba sarf etmişti.
Aile bireylerinin de
olanaksızlıkları üstadın
yurtdışına açılmasını imkansız
kılıyordu. Evet sağlığında
Sovyetler Birliği ülkelerinde
kitapları yayınlanmıştı. Fakat
diğer ülkelerde, özellikle batı
dillerinde yapıtları
çevrilmemiş, böylece de
kitapları yayınlanmamıştı. Türk
edebiyatını inceleyen yabancı
araştırmacılar, Orhan Kemal’in
ismini, hatta yabancı
üniversitelerin Türkoloji
bölümlerinde okuyanlar, oralarda
ders veren öğretim üyeleri
yazarın edebi değerini
biliyorlardı ama, yapıtlarını o
ülkelerin yayınevi editörlerine
anlatmıyorlar, anlatamıyorlar
veya uğraşmak istemiyorlardı. Bu
ilgisizlik küçük bir kartopunun
yuvarlana yuvarlana devasa bir
büyüklüğe ulaşması gibi, 2000
yılında büyük bir sorun olarak
karşımızda duruyordu. Ne
yapacaktık? Nasıl başlamamız
gerekirdi ? Hangi kitaplarına
öncelik verecektik? Çünkü bu
soru yıllarca bize destek
olmayanların en önemli
argümanıydı. “Orhan Kemal’in çok
eseri var. Hangisinden
başlayalım ki, ilgi çeksin.”
Bunu söyleye söyleye boşa geçen
koca bir otuz yıl!
Gerçekten
işimiz çok zordu. Elimizde batı
ülkelerinin yayınevi
editörlerine sunacağımız Orhan
Kemal’i tanıtan İngilizce bir
metin bile yoktu. İşte 2000
yılında ilk adımı atarken
hareket noktamız belirlenmişti.
Müzemiz açılmadan, basit de olsa
bir web sitesi kurmak, burada
Türkçenin yanı sıra en azından
yazarın bir özgeçmişini
İngilizce vermek gerekiyordu. Bu
çalışma için hazır olan pek çok
Orhan Kemal sevdalısından bu
konuda destek alarak web
sayfamızı oluşturduk. Şimdi
sırada kitap seçimi vardı.
Bunların çevirisi için kaynak
bulmamız gerekiyordu.
Aslında çok
aramaya gerek yoktu. Onun
yukarıda sözünü ettiğim “Önsözü”
yazılı olan kitabı bizim için
çıkış noktası olacaktı.
Ferhat’ın Şirin’e ulaşmak için
dağları delmeye başlaması gibi,
üstadın edebiyata ilk adımını
attığı o şirin kitabı “Baba Evi”
öncü kitabımız olacaktı. 2000
yılında zamanın Kültür Bakanı
Sayın İstemihan Talay’a, Orhan
Kemal’in kitaplarının İngilizce
çevirisine katkıları olup
olamayacağını sorduğumuzda,
konuyla ilgili bir proje
sunmamızı önerdi. Bu projenin
sunulmasıyla birlikte,
kitaplarının İngilizce çeviri
macerası da başladı.
Ama bir
engel vardı. Kitapları
İngilizceye kim çevirecekti.
Başvurduğumuz kişiler her zaman
olduğu gibi, anlamsız birtakım
bahanelerle bize yol göstermiyor
veya işi yokuşa sürüyorlardı.
Teknoloji her zaman olduğu gibi
imdadımıza yetişiyor, internette
yaptığımız araştırma neticesinde
kitapların çevirmenine
ulaşıyorduk. Ona durumu
anlattığımızda, kitapların
çevirisini yapacağını
belirterek, işe girişiyordu.
Böylece gölgede kalarak,
çevresini tuttuğu lambayla
aydınlatmaya devam eden
Türkiye’nin önemli
edebiyatçısının, dünya kültür
arenasına yelken açmasına
tanıklık ediyorduk.
“Baba Evi”,
“Avare Yıllar”, “Cemile” ve
“72.Koğuş” kısa bir sürede
çevirisi yapıldı.Müzemiz kendi
imkanıyla birini diğer üç kitabı
da proje desteğiyle çevirterek,
ele, göze hitap eden kitaplar
haline getirdi. Bundan sonrası
kolay diye düşünmek aslında
yanıltıcı olurdu. İşin belki en
büyük kısmı şimdi başlıyordu.
Kitapların yurtdışında tanıtımı,
yayınevi bulunması, onların
ikna edilmesi ve yayınlatılması.
Kültür Bakanlığının, TEDA
Projesi, Türk edebiyatının
yurtdışına açılmasında en önemli
desteklerden biriydi. Fakat
öncelikle yayınevinin yazara ve
kitaba inanması gerekiyordu.
İlkönce
Yunanistan’da “Baba Evi ve Avare
Yıllar” hemen arkasından “Dünya
Evi” yayınlandı. Sonra sırasıyla
Suriye’de “El Kızı”, İsrail’de
“Baba Evi”, İtalya’da “Ekmek
Kavgası”, Makedonya’da “Baba Evi
– Avare Yıllar” ve İngiltere’de
“Baba Evi – Avare Yıllar”
yayınlandı. Sırada, Mısır’da
“Cemile”, İspanya’da “Cemile”,
Suriye’de “Müfettişler
Müfettişi”, Yunanistan’da
“Cemile”, Makedonya’da “Cemile”
ve “Murtaza”, Almanya’da
“72.Koğuş”, “Murtaza”
bulunmakta.
Bu geçen
sekiz yıl boyunca, ne kadar
umutsuzluğa düştüğümüzü, geri
geri gittiğimizi, bazen “lanet
olsun her şeye” diyerek vaz
geçtiğimizi yazmadım. Böyle
durumlarda onun yapıtlarındaki
cümleleri, sözleri tekrar tekrar
işe koyulmamızı sağladı :
“Mal mülk
para… Kafa zenginliği olmadıktan
sonra neye yarardı?
Hiçbir zaman sadece mal, mülk
düşünmemişti. Kitapları vardı.
Kitaplarının dünyasına kendini
kaptırmıştı.Onlar, o kitapları
yazanlar gibi olabilmek
istiyordu. Olamazmış, önemli
değildi. Günün birinde olabilmek
ümidini yaşatıyordu ya.
Yetiyordu…” Demek ki ne
istediğini bilip, vazgeçmeyerek
çalışmaya devam edince başarmak
imkansız değilmiş.
İngiltere’nin önemli
edebiyatçılarından olan Louis de
Bernieres, Orhan Kemal’in
İngiltere’de yayınlanan kitabı
üzerine şunları yazacaktı:
“Avare
Yıllar’ı bitirdim ve çok
beğendim. Kitap o zamanki sosyal
ve ekonomik koşullar hakkında
çok iyi bir enstantane verdi.
Bana John Steinbeck’in bazı
hikayelerindeki fakir ama
yaşamaya çalışan iyimser
insanları hatırlattı.
Karakterler çok akılda kalıcı ve
kolay kolay unutabileceğim bir
kitap değil.”
Yerelden
evrenselliğe ulaşan edebiyat
serüveninde, yazarın değindiği
konulardaki insanların değişimi
sosyolojik, tarihsel gelişmeler
içinde devam eden süreçlerdir.
Evrensel yazar bu evrime
müdahale etmez. Yarattığı
tiplerin evrimini kendi isteğine
göre şekillendiren bir yazar
evrensel olamayacağı gibi, iyi
bir yazar bile değildir.
Şimdi
yazının başındaki sorumuza
gelirsek, yazarımızın her ülkede
okunması bizleri
şaşırtmamalıdır. “Cemile”de
söylenen bir halk türküsünün,
herkesi kucaklayacağını kitabın
satırları söylemektedir:
“Boşnakça
bir halk türküsüydü bu. Bu
türküde bir Avşar kilimindeki
renklerin cümbüşü vardı. Bu
türküde hasret vardı, bu türküde
arzu, bu türküde aşk.. Bu
türkünün motifleri Hint’de,
Çin’de, Kazablanka’da, New
York’da, Po Vadisi’nde, Güney
Amerika Bozkırları’nda, Orta
Anadolu’da da vardı. Bu türkü
insanlığın hasretlerini,
arzularını belirten nakışlarla
işli bir türküydü…”
“Baba
Evi”nde ise, insanlığa şöyle
seslenir:
“Ey açlık!
Seni midemde, iliklerimde,
kanımın yuvarlarında duydum. Ve
sen, benim iyi, benim şefik ve
rahim olan soyum, insan soyu,
sen ebedi tokluğu
fethedeceksin!”
İnsanlığın
hasretlerini, arzularını bir
halk türküsünün ezgisinde,
açlığı iliklerinde duyarak
kitabına işleyen yazar tüm
dünyada okunur. Yeter ki onu
görünür kılmanın yolunu bulalım,
çalışalım. Orhan Kemal
yapıtlarıyla ülkemizin rengi,
aydınlığıdır. Bizlerin
zenginliğidir. Orhan Kemal bizim
ülkemizdir. Orhan Kemal
Türkiye’dir.
Ne demişti
kitabının önsözünde : “O şimdi
nerde mi? Kim bilir? ‘Küçük
Adam’lara mahsus çileli bir
hayatı sürerek, belki İzmir’de,
belki İstanbul’da, belki de
Van’da…” Bizde şöyle bir ekleme
yapamaz mıyız? ‘Küçük Adam’lar
dünyanın neresindeyse, onun
kitapları da mutlaka oradadır.
Hangi ülkede olursa olsun,
‘Küçük Adam’lar mutlaka onu
sahipleneceklerdir…