Ana Sayfa

Cumhuriyet Dergi - Enver Aysever - 12.10.2008

 

Kapitalizmin dili

 

 

Enver Aysever

Nâzım Hikmet, Bursa Hapishanesi’nden Orhan Kemal’e yazdığı bir mektubunda ‘umut etmek’ten söz açar. Orhan Kemal için zorlu günlerdir yaşanan. İki dost uzun süre birlikte yatmışlardır Bursa’daki soğuk koğuşta. Orhan Kemal tahliye olur olmaz iş aramaya koyulur. Adana’ya gider. Gerisi bildik öykü... Bu ülkenin tüm duyarlı insanlarına, yazarına, çizerine ettiği türden bir zulüm... Orhan Kemal-Nâzım Hikmet.

Kişi şaşar duruma; içerdeki umut etmek der, dışarıdakinin boynu büküktür...

Nâzım’ın nasıl bir sosyalist olduğunu bilmeyen yoktur. Şiirlerindeki insan sıcağı, bu öğretinin söze gelmesidir. Geçen hafta Bursa Cezaevi’nde yaptığı bir resim daha açığa çıktı. Mahkûm dostlarından birini çizmiş Nâzım. Hani şu Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ete kemiğe bürünmüş olan kahramanlardan biridir o.

Umut etmek üstüne, Nâzım’ın sosyalistçe bir yaklaşımı var elbet. Bir yazarın, sanatçının umutsuz olmasını anlayamıyor. Yüreğinde dünyayı değiştirmeye yönelik bir umudu taşımayan birinin bu işlere bulaşmaya hakkı olmadığını söylüyor. Yazmanın, üretmenin başka bir dünya düşü için olduğunu yazıyor. “Başka bir dünya mümkün” dediğimde kuşku duyan dostlarım düştü aklıma... “Buna gerçekten inanıyor musun” diye sordular!

Eline kalem almak, kurgu yapmak, kişiler yaratıp onların sevdalarına tanıklık etmek, yürüdükleri yolda gitmek, içtikleri suyu yudumlamak, yani yaratmak başlı başına kafa tutmaktır. Bunu namusluca yapabilmekse hiç kolay değildir... Çoğu zaman içtenlik sorunu yaşar kişi. Popülerliğin bataklığı içine alır şairi, yazarı... Ama umut etmek için çok neden var; soluk aldığımız her an, bir romana yazdığımız her satır zaten umuttur...

İşin tuhafı Nâzım demir parmaklıklar ardından dostuna umudu yazıyor; belki insan içine karışmış, gün ışığını teninde hisseden Orhan Kemal’in hapislikten daha ağır bir tutsaklığa, karamsarlığa düştüğünü sezdiği için söylüyor tüm bunları... Umut ve özgürlük içimizde başlıyor elbet ve içimizde gömülüp gidiyor çoğu zaman...

Kimi kavramların günlük dilde harcandığını fark ediyorum. ‘Özgür olmak istiyorum’ diyen bir çocuğun, hangi taleple bu isyana taşındığını sormak gerek! Günlük gereksinimleri karşılanan ve Allah’a avuç açıp şükür eden, af dileyen birinin özgürlükle arasındaki ilişkiyi sormak gerek!

Özgür olmak isteyen kişinin, uzlaşmaz olmasını da anlamalıyız.

Yeryüzünün giderek daraldığını, bizi dinleyen koca kulakların varlığıyla, dev gözlerin sarsıcı bakışlarıyla içinden çıkılmaz bir koca hapislik yeri olduğunu bilmeyen kaldı mı? Bu yazgı değişir diyenlerin, küresel kırbaçları şaklatanlara karşı, yüksek sesle haykırışlarına bir ses vermekten kaçındıkça, yalnızlaşıp, soysuzlaşacağımızı unutmayalım...

Umut, emekle gelişir. ‘Gün gelir, her şey yoluna girer. Allah devletimizi, milletimizi korur.’ diyerek; ilahi bir gücün yazgımıza yön vermesini bekleyerek; yani, bir piyango alır gibi, rastlantıların yaşamı düzenlemesini istemek utanmazlık, tembellik ve umudu yeşertmek için çalışanlara saygısızlıktır...

Kapitalizmin insanı nasıl çirkinleştirdiğini defalarca, türlü örneklerle gördük. Biçimden biçime bürünen, her yeni haliyle canımızı acıtan; içinde bir tek insani sözcük bulundurmayan bir dille konuşan düzendir kapitalizm...

Bilmeyenimiz yok elbet, ama tekrar anımsamalı...

Bakın; kapitalizmin ürettiği sözcüklerimiz, bir acayip mahluk yaratıyor... Diyeceğim; ağızlarımız konuşuyor, fikirlerimizi söylüyoruz sanıyoruz, ama, değil işte... Sokakta simidini, denize bakarak ısıran adamın ABD borsasının diliyle konuşmasının, yanındaki oltacıyla söyleşirken, küresel krizin yarın evini yangın yerine dönüştüreceğini dillendirmesinin anlamı ne?

Sözümüzü tutsak ediyorlar, şarkımızı, neşemizi...

Eskiler anlatıyor; Kuzguncuk sahilinde kovalar sallandırıp, kendiliğinden doluşan uskumruların olduğunu...

Balıkçılar ‘balık kaçtı’ derler...

Bunun tasasına düşen var mı?

Çiftliklerde yetişen, içi saman gibi çipuraları, levrekleri yedirten düzenin adıdır kapitalizm... Önce denizi tüketip, ardında çözüm diye ürünler koyar önümüze ve biz de bayıla bayıla yeriz...

Hani obez çocuklar yaratmak için uydurdukları fast-food sanayine insanları tutsak edip; ardında ilaç sektörüyle, zayıflamacılarla kol kola girmemize zorunlu bıraktıkları gibi...

Nâzım ‘Umut’ diyor; hakkı var... Orhan Kemal pes etmiyor; emeği var..

Siz ne dersiniz? l

 

 


 


[email protected]