Ana Sayfa

forumsefasi.com - Tolga - 18.10.2008

 

ORHAN KEMAL

ORHAN KEMAL 1914 -1970 Orhan Kemal, kendi hayatını şöyle anlatmıştı:"1914 yılında seferberlik davulları çalarken, Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğmuşum. Babam, avukat, çiftçi, parti lideri. (1930'daki demokrasi dene-melerine "Alınlı l n kası" ile katılan, bu yüzden çok sert çıkışlar yapan, sonra da Suriye’ye kaçan, Abdülkadir Kemali bey) Annem, eski öğretmenlerden Azime hanım. Biri erkek olmak üzere, benden küçük dört kardeşim var. Evliyim, dört çocuk babasıyım. Yıllardır kalemimle geçinmeye çalışıyorum...Öğrenimime gelince... Hiçbir zaman çalışkan bir öğrenci olmadım. Futbol ve polisiye romanlar beni okuldan çok ilgilendirdi. Babamın siyasî parti maceraları, Suriye'ye kaçmakla neticelenince, okulla aramdaki bağlar kopuverdi (Ortaokulun son sınıfından ayrılmış, Suriye ve Lübnan'da bir yıl kalmışlardı). Yıllar yılı Çukurova'da, Suriye ve Lübnan'da başıboş bir hayat sür­düm diyebilirim. Babamın özel öğretmenliği, okuldan daha etkin oldu.İlk zamanlar fabrika işçiliği, sonra aynı fabrikada muhasebe memurluğu yaptım (1932’de Adana’ya dönmüştü). Bu arada spora veda, okumak, yeni bir şeyler öğrenme tutkusu ve hayata bakış. Hayata bakış, bazı sonuçlara varış derken hapishane. Hapishane benim için bir çeşit üniversite oldu diyebilirim..." (Orhan Kemal Niğde’de askerliğini yaptığı sırada yazdığı bazı manzumelerle “Askerleri tahrik etmek istediği” gerekçesiyle, ideolojik sebepten 3,5 yıl hapse mahkum olmuştu)Yazar, daha sonra Adana’dan İstanbul'a gelmiş, senaryolar, romanlar ve hikâyeler yazmaya devam etmiştir. Son yıllarında ticaretle uğraşmıştır. Sof­ya'da ölmüş, cenazesi İstanbul’a getirilerek Zincirlikuyu mezarlığına gömülmüştür. Kişiliği Orhan Kemal, hayatın içinden yetişmiş, okuduklarından çok gördükleriyle oluşmuş bir yazıcıdır. Düzenli bilgi eksiklerine karşılık, günlük hayattan gelme kulak dolgunluğu ve tecrübe bolluğu bütün yazılarında göze çarpar.Orhan Kemal'in eserlerinde zengin bir aile çocuğu iken, yoksul ve zor bir hayat kavgasına düşmüş olmanın gizli acısı sezilir. Her fırsatta babasından söz etmeyi sever. Kahramanlarının bir kısmı da, kendisi gibi zenginlikten yoksulluğa düşenlerdir.Yazarlık tarzını, içinde çırpındığı hayatın bir gereği sayan Orhan Kemal, eğer "Baba evinin rahat ekmeğiyle tahsilimi normal şartlar altında yapıp yüksek bir diploma sahibi olsaydım... îhtimal yine hikâyeler, romanlar ya­zardım ama konularım herhalde bugünkü konular olmazdı." demektedir.TürlerOrhan Kemal, hikâye roman ve tiyatro türlerinde eserler vermiştir. Hikâyeleri ile romanları arasında, konu, anlayış, üslûp bakımlarından bü­yük ayrılık görülmez. Yalnız o, hikâyeciliği, romancılığa geçmek için bir ba­samak saymaktadır. Neredeyse Hikaye’ nin ayrı bir tür olduğunu unutmuş onu, acemi romancıların bir tecrübe tahtası gibi görmektedir."Kanaatimce, küçük ve uzun hikâyelerinde iyice bilenmeyen kalem, romanı zor yazar, yahut yazamaz. Çünkü hikâye kompozisyonlarını kolaylıkla kıvıramayan bir yazar, çok daha büyük, çok daha enine boyuna bir kompo­zisyon isteyen romanı meydana getiremez."Ne var ki, romana geçtiği yıllardan sonra da hikâyeyi büsbütün bırakma­mıştır. Hikâye kitapları şunlardır:Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar (1951), Çamaşırcının Kızı (1952), 72. Koğuş (1954), Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harb Vardı 1963), İşsiz (1966), Önce Ekmek (1968).ROMANLARI VE ROMANCILIĞIOrhan Kemal, önce hikayeleriyle tanınmış sonra romana geçmiştir. Çok sayıda olan romanları:Baba Evi (1949), Avare Yıllar (1950), Murtaza (1952), Cemile (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954), Suçlu (1957), Devlet Kuşu (1958), Vukuat Var (1959) Gâvurun Kızı (1959), Küçücük (1960), Dünya Evi (1960), El Kızı (1960), Hanımın Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962), Gurbet Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963), Mahalle Kavgası (1963), Kanlı Topraklar (1963), Bir Filiz Vardı (19G5), Müfettişler Müfettişi (1966), Yalancı Dünya (1966), Evlerden Biri (1966), Arkadaş Islıklan (1968), Sokaklardan Bir Kız (1968), Üç Kağıtçı (1969), Kötü Yol (1969), Tersine Dünya (1986).Ayrıca Senaryo Tekniği (1963) adlı bir eseriyle Nâzım Hikmet’ le Üç Buçuk Yıl 1965) adlı Bursa hapishanesi hatıraları vardır.Orhan Kemal, sosyal gerçekçilerin aşırılarından olan bir yazardır. Top­lumculuğu, kolayca sınırlanmayan ve kendisinin de belirleyemediği bir sos­yalizm olarak görmüş ve o görüşü türlü olaylar, gözlemler içinde telkin eden romanlar yazmıştır. Roman sanatının gerçekleriyle, ruh tahlilleriyle uğraşmayı bir "boş iş" saymıştır. Onca roman, kendince doğru olan şeyleri, okuyu­cuya, cazibeyle sunmaya yarayan bir vasıtadır. "Sosyal endişe ile mi, sanat endişesi ile mi yazarsınız?" sorusuna şu cevabı vermektedir:"- Bu iki endişe birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Sosyal endişe sanatçının insan olması haysiyetiyle yurdu ve düşmanı hakkında vardığı kanaatlerin neticesidir. Her şeyden önce bir fikir adamı ol­ması lâzım gelen sanatçı sosyal endişelerini, sanat yoluyla belirten insandır. Demek oluyor ki, peşin (Önce) sosyal endişe... Fakat bu, sa­natın ikinci plâna itilmesi demek değildir.."Böyle düşünen yazıcı, iyi tanıdığı ve ömrünü geçirdiği muhitler içinde olagelen haksızlık, yolsuzluk, düzensizlik ve kötülükleri, bazen sebeplerini aramak, bazen da iyice abartmak, bazen da sırf gözler önüne sermek yoluy­la öne sürmeye çalışıyor. Toplumu "değiştirmek" için kalıplaşmış birtakım marksist fikirleri savunuyor. Orhan Kemal, bir sosyal gerçekçi olarak gerçeklerin çok yanlılığını, taraf­sızca görmek istemez. Tersine olayların yalnız bir yanını alıp fikirlerine malzeme olarak kullanır. Yolsuzluktan tek bir "yorum tarzı"na bağlar. Oysa aynı yolsuzluğu başka bir açıdan yorumlamak, başka birçok çözüm şekilleri­ne bağlamak mümkündür.Orhan Kemal, roman ve hikâyelerinde anlattığı şeyleri görmekle kalma­mış aynı zamanda yaşamış bir insandır. Hattâ sırf yaşadığı şeyleri yazdığını ısrarla belirtmektedir:"Ben, köylüyü, köyünde (iken) yazmıyorum. Çok iyi bildiğim şeyi yazmak taraflısıyım. Görmeliyim, yaşamalıyım ve içimdeki o sanatkârlığın verdiği hız, beni itmeli. Adana'da Millî Mensucat Fabri­kasında uzun seneler, küçük memurluklar, kâtiplikler yaptım. Bu sırada gurbete çıkmış orta Anadolu köylüleriyle tanıştım. Çırçır iş­çileri filân. Bu ham vatandaşların, şehir madrabazları elinde nasıl istismar edildiklerini gördüm."Yazar, "bir çeşit kabartma sinema tekniği" kullandığını "kendisini ara­dan çekip okuyucuyu, anlattığı şeylerle başbaşa bıraktığını" söylüyorsa da, bunun yalnız bir dilek olarak kaldığı şüphesizdir. Çünkü kahramanlarının kimine acıyarak, kimini severek, kiminden nefret ettiğini belli ederek "ken­dini aradan çekme" ilkesinden uzaklaşır. Olayları sık sık yorumlayarak nor­mal akışlarına engel olur. Çevre ve kişilere realist gözlemci gibi değil, dava­cı bir adamın hinciyle bakmaktadır.Orhan Kemal'in sayıca otuz kitap dolduran roman ve hikâyeleri konulan açısından üç bölükte toplanabilir:a) Kendi hayatını anlatan eserler: Baba Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Grev, Cemile vb.b) Çukurova toprak ve çırçır işçilerini anlatan eserler: Bereketli Toprak­lar Üzerinde, Vukuat Var, Hanınım Çiftliği, Eskici ve Oğullan, Kanlı Top­raklar vb.c) İstanbul'un yoksul insanlarını anlatan hikâyeler: Suçlu, Devlet Kuşu, Sokakların Çocuğu, Gurbet Kuşları vb.OlaylarOrhan Kemal, bir konuşmasında diyor ki:"Hikâye ve romanlarım için bazen şöyle sorarlar:- Bu anlattıklarınız gerçekten oldu mu? Cevap veririm:- Okuduğunuz şeyler gerçekten olabilir mi, olamaz mı?- Olabilir, olup duruyor...- Şu halde önemli taraf, gerçekten olmuş olmam değil, olabilip olamamasıdır."Böylece Orhan Kemal, gözlemlerine dayanarak, "olabilir" şeyleri, ama mübalağalandırarak, tek yanlı bakarak, tek açıdan yorumlayarak yazmak­tadır. Özellikle: En fazla ekmek veya aşk peşinde tükenen hayatlar, toprak ağası ile ırgadın çatışmaları, köylünün makine karşısındaki şaşkınlıkları, köyden şehre göçün doğurduğu meseleler, gurbetçilerin büyük şehirde har­canmaları, yurdumuzda orta tabakanın yoksullaşması, kötü terbiye veya ba­kımsızlık yüzünden telef olan çocuklar, kaba erkeklerin baskısı altında perişan kadınlar, türlü çevrelerde bayağılaşan aşklar... gibi konu ve temaları iş­lemesi bundandır. KişilerOrhan Kemal'in, Hüseyin Rahmi gibi kalabalık bir kişi kadrosu vardır. "Küçük adamlar" dediği bu kadro içinde işçiler, ırgatlar, fahişeler, yosmalar, suçlu çocuklar, mahpuslar, gardiyanlar, işçi kâhyaları, dilenciler, çöpçüler, işten atılmış memurlar, köyden kopmuş rençperler, gurbetçiler, kürtajcı doktorlar, onlara müşteri sağlayan simsarlar, ağalar, patronlar, emekliler, dullar, ihtiyarlar... velhasıl, ekmek peşinde koşan, aşk ihtiyacıyla çırpınan, haksızlıklar, düzensizlikler içinde ezilmiş, hırpalanmış olan, günahı olmak­sızın başkalarının kahrım çeken veya eziyet eden, atlatan, sömüren, boğu­şan bir alay insan kaynaşır durur.Yazara göre bu kişilerin kimi ak kimisi karadır. Bir kısmı suçlu, fakat büyük çoğunluğu o suçluların kurbanıdır. Bu kurbanlar, bir kötü düzenin sonucudur. Yazar, bu kurbanlarına acır:"Ben bu gurbetçi işçileri seviyor muyum? Acıyor muyum onlara? Yoksa bunların iptidailiğine, cahilliğine, kepazeliğine kızıyor mu­yum? E, şöyle bir kendimi yokladığım zaman acıyorum... Çünkü onu ben, kendi çocuğum, kendi evlâdım yerinde görüyorum. İstemiyo­rum yumruklanmasını, parçalanmasını, ezilmesini."Bu anlattığı kişilerin bir kısmını, iyi tanır. Neyle geçindiklerini, neler öz­lediklerini bilir. Onları büsbütün aşağılatmaz. Direnişlerini sağlamaya çalı­şır. Bugünkü sıkıntılarıyla birlikte gelecek umutlarını da anlatır. En kötü şartlar altında hile, onlarda kalan insan cevherini ortaya koymak ister. Ne var ki, bazı sınıf ve zümre kişilerinin kötü ve ıslâh kabul etmez olduğuna önceden karar vermiştir. Onlara hiçbir "insanlık" yakıştırmaz.Romanlarında iyi duygulu, becerikli, mücadeleci, bazı coşkun kişiler var­dır Yazarın kendi kendisini yaşattığı bu kişiler vakanın sonucunu olumlu kılarlar. İçinde yaşadığı geçim şartlarına baş kaldıran, başkalarının refahını kıskanan, isyancı genç adamlar yakışıklı ve çalımlıdırlar. Çok defa zalim patronların göz koyduğu işçi kızlarla sevişirler.Kadınlarının bîr kısmı ihtiyaç için kötü yola düşmüş, zorla kirletilip bir yana atılmış, erkek zorbalığı altında kıvranan düşkünlerdir. Fakat bir kıs­mının üstün kişilikleri vardır. Cemile gibi iyiliksever kadınlar temiz aileler kurarlar.ÇevreOrhan Kemal, toplumun alt katının ve hayatını güçlükle kazananların yaşadıkları çevre ve muhitleri yazmıştır. Adana işçi muhitleri, Çukurova tarlaları ve İstanbul'un bakımsız fukara semtleri, en çok ele aldığı yerlerdir. Bunun yanında, çocukluğunun geçtiği yöreler, hapishanedeki 72. Koğuş, sübyan koğuşları, işçi mahallelerinin ve gecekonduların açması halleri, ırgat pazarları, "ayaktakımının" dolaştığı semtler, viraneler, Çukurova'nın kızgın güneşi altındaki "iş cehennemi" fabrika içleri vb. özel bir dikkatle canlandı­rılır. Yazar, bu çevrelerin ayrıntılı ve hareketli tasvirinde ustadır. Bu yoksul ve düşkün insanları da hem acıma hem sevgiyle anlatmaktadır.ÜslupOrhan Kemal'in en çok tenkit götüren bir yanı üslûbudur. Kendisi zaten biçimden çok muhtevayı, üslûptan çok konuyu Önemsediğini birçok defa söylemiştir.Üslûptaki ihmalciliğinin asıl sebebi, çok yazması, bir de kültür yufkalığıdır. Ne var ki sanatçı damarı tuttuğu bazı yerlerde güzel sayfalar yazabilmiştir.Hikâye ve romanlarında çok yer tutan söyleşmelerle hareket sağlamayı başarır. Kısa ve canlı olan bu konuşmalar arasında "çirkin ve ayıp" sayılan kelimeler çoktur.Söyleşmelerde en çok şive taklidi yapan romancı Orhan Kemal'dir. Bu konuda Hüseyin Rahmi ve meddahlar geleneğini sürdürmüş ve aşın götür­müştür. Bunlar arasına güldürücü deyişler de sokuşturur. Laz, Kürt, Arap, Yanyalı, Giritli, Boşnak, Arnavut, Fahişe, Mahalle karısı vb. ağızlarını başarıyla taklit eder.Yazar, bu konuda, çokça tenkit edildiği için son eserlerinde, şive taklitlerini biraz azaltmıştır. Ne var ki, o bu "mukallitliği"sosyal gerçekçiliğin icabı diyerek savunmaktadır:"Tiplerimin ruh tahlillerini ben yapamıyor, bizzat kendilerine yaptırmak istiyorum. Bunun için de şive farklarını korumaya mec­burum.... Aksi halde tipler arasındaki özellik kaybolur. Bütün tipler aynı dille, yazarın diliyle konuşur ki, bu yalancılıktır."Orhan Kemal, söyleşmeler dışında da savruk, gelişigüzel fakat rahat okunur bir tahkiye, hitap ve tasvir çeşnisi bulmuştur. Öbür gerçekçiler gibi o da, İstanbul kültür dilinden uzaklaşıp Anadolu kelimeleri ve cümle yapıla­rına dayanan bir anlatımda karar kılmıştır.OKUNACAK ESERLERAcaroğlu, M. Türker : Edebî Eserler Sözlüğü, 1965.Aktaş, Prof. Dr. Şerif :Türk Dili, 463, Temmuz 1990 sayısında, (s. 34-45) 11 sayfalık bir incelemeAlangu, Tahir : Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, (c. 2, 1964, s. 375-418)Altınkaynak, Hikmet : Hikâye Yazan Orhan Kemal, 1983.Baydar, Mustafa : Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, 1960. Bezirci, Asım :Orhan Kemal, 1977.Beş Romancı Tartışıyor : Fakir Baykurt, Kemal Tahir, Mahmut Makal, Orhan Kemal, Talip Apaydın.Buyrukçu, Muzaffer : Arkadaş Anılarında Orhan Kemal, 1983.Kudret, Cevdet :Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman,(c. 3. 1990, s. 267-299)Naci, Fethi :Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme.1990, (s. 343-349.)Kutlu, Şemsettin : Başlangıçtan Günümüze Kadar TürkRomanları, 1970.Moran, Berna :Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, cilt 2,s. 36-58Mutluay, Rauf : 50 Yılın Türk Edebiyatı, 1973.Türk Dili Dergisi :Roman Özel Sayısı, Temmuz, 1964.Tatarlı, İbrahim Rıza Mollof :Marksist Açıdan Türk Romanı, 1969. Uğurlu; Nurer :Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, 1973.CEMİLE’den(Cemile, Sırbistan'dan Çukurova'ya göçmüş eski bir derebeyi ve çete reisi olan ihtiyar Malik'in kızıdır. Kardeşi Sadri'yle birlikte bir pamuk fabrika­sında çalışmakta olan bu güzel kız, herkesin dikkatini çekmekte, özellikle Çapur Ali adlı biri, onu kaçırmak istemektedir.Cemile, o fabrikada çalışan yoksul bir memura gönüllüdür ve onunla ev­lenecektir.' Kırların ve dağların hür havasına tutkun olan Malik ise çocukla­rının fabrikada çalışmasını istememekte, arkadaşı Muy'un çocuklarına oldu­ğu gibi, onların da başına bir iş gelmesinden korkmaktadır. Nitekim Cemile ile Sadri'yi alıp bir toprak parçası üzerine yerleşmeyi hayâl ediyor:Cemile yazarın sembol ve ideal kadınıdır. Fabrikada kâtip olarak çalışırken, âşık olduğu genç kızdır. Zağrep 'te doğmuş bir Boşnak güzelidir. 5 Ma­yıs 1937'de onunla evlenmiştir. Eşinin yani Cemile' nin asıl adı Nuriye'dir.Cemile' nin babası da Orhan Kemal'in babası gibi, zenginlikten yoksullu­ğa düşmüşlerdendir.)“ihtiyar Muy, ihtiyar Malik'in hemşehrisi, çocukluk arkadaşıydı. Tara ırmağı boyundaki (.............) kasabasında birlikte büyümüşler, birlikte silâh kullanmaya başlamışlardı, içtikleri su ayrı giderdi yalnız. Malik hâlâ onu, o kadar severdi ki, onun için kan dökebilir, bu ihtiyar yaşına; Sadri' ye, Cemile' ye rağmen, hapislere girebilirdi.Muy'un bir tek oğlundan başka kimsesi kalmamıştı. O da Doğu' da çok uzak bir yerde askerdi.Memleketin eşrafından Amir Ağa'nın teşvikiyle Karadağ Milletvekili Boşko Boşkoviç'in Öldürülmesi üzerine başlayan katliamdan kurtulmak için kaçmadan önce, Malik ve Muy ismi, Sırplar üzerinde yıldırım etkisi ya­pardı.İstanbul limanına birkaç parça mücevherle ayak basan kalabalık iki ai­lenin elindeki, avucundakiler şaşılacak bîr hızla eriyiverince, Malik'le Muy hayatlarında ilk defa geçim derdi diye bîr şey olduğunu öğrendiler.İki erkek ekmek kavgasına atıldı, olmadı. Ata binmek, silâh kullanmak­tan pusu kurup kelle biçmekten başkasını bilmiyorlardı. Şehir ise bundan anlamıyordu.Fabrikaları ve pamuk tarlalarıyla ünlü bir güney Anadolu şehrine göçül­dü. Ne yapıldıysa boş. Beceriksiz derebey torunları elleri böğürlerinde kaldı­lar. O zaman talihlerini denemek sırası kadınlara geldi. O kadınlar ki, dal­ları yerlere kadar eğilen koyu gölgeli meyve bahçelerinde gülüp türkü söyle­mek, süslenip, salına salına dolaşmaktan başkasına alışmamış, rahatlıktan semirmiş kadınlardı. Fabrikada hızla kuruyup çirkinleşmeye başladılar. Gün geldi, ellerinde mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini dilediler.Daha sonraları kadınlar toprağa verildi, çocuklar fabrikalara...Çok geçmeden Muy'un büyük kızı bir Çingene çalgıcının peşine takılıp gitti. Küçüğe gelince... Bu sessiz, akıllı bir kızdı. Çok da güzeldi. Paydoslar­da peşine delikanlılar düşerdi de, o hiç birine yüz vermezdi.Bir gece yarısı saat on ikiden sonra, fırtına, yağmur... Yer yerinden oynar­ken, Muy'un kızı kendi kendine sokularak mahallenin dar sokaklarında ya­payalnız işten geliyordu ki, önüne bir takım insanlar çıktı, kızın ağzını sıkı­ca kapayıp köşede bekleyen eski bir Ford'a sokup uzaklaştılar.Gidiş o gidiş...Yemek, içmekten kesilen Muy, haftalarca çılgına döndü, sokaklarda yan deli; dolaştı durdu. Neden sonra bir gün bir çoban, barsaklarını köpeklerin çekiştirdiği, başı taşla ezilmiş bir cesetten söz açınca her şey anlaşıldı.İhtiyar Muy o gün, bugün yarı delidir. Guslisi koltuğunun altında, canı istediği zaman çalar, söyler; ağlar”.ELEŞTİRİLER - YORUMLAROrhan Kemal'in hikâyelerinde bir konular çokluğu var. Ama bu bizi İçerik çokluğuna götürmez. Böylece de onun bildirisini daha net saptayabiliriz.Türkiye insanının, basta isçisinin, köylüsünün, issizinin, küçük insanının, çocukların, ha­pishanedeki hükümlünün gerçeklerini sunmuştur Orhan Kemal. Bu gerçek ekmek için veri­len savaş olarak toplanabilir. Bu gerçeklerin ardında yatan sorunlar, düşünceler vardır. Ve bu savaş içerisinde isçinin, köylünün, küçük insanın, mahpusun ve hatta çocukların yeri iyi belirlenmiştir.Bir hikayeci olarak Orhan Kemal, gerçekleri çok iyi yakalamasını bilmiştir. Yaşadığı çev­renin toplumcu gerçeklerini olaylara bağlı olarak, somut örnekleriyle vermiştir...Hikmet ALTINKAYNAK Orhan Kemal, 1983Öykülerinde ekmek kavgası içindeki küçük memurlar, çöpçüler, dilenciler, kâhyalık ya­pan ya da fabrikalarda çalışan erkek çocuklar, sokağa düşen kadınlar, kendilerini satan küçük kızlar, köyden ekmek parası için kente gelen köylüler, tutukevlerinde, cezaevlerin­de başkalarına hizmet edenler daha çok yoksulluğa düşmemek için çalışırlar. Bu insanla­rın yaşamalarını sürdürdükleri ortam olarak da gecekondu bölgeleri, İstanbul'un yoksul semtleri, fabrikalar, tutukevleri, cezaevleri Öykülerindeki olayların geçtiği çevrelerdir.Öykülerinin bu özellikleriyle Orhan Kemal edebiyatımızda izlenimci- gerçekçi öyküle­rin en güzel örneklerini veren yazarımız olarak ayrı bir yer taşır.Olcay ÖNERTOY Cumhuriyet Dönemi, Türk Roman ve Öyküsü, 1984Orhan Kemal, yasam savaşımı veren, birincil sorunları geçim kaygısı olan insanları öykülemiştir hep. Hapishaneler, fabrikalar, gecekondu semtleri, özellikle Çukurova böl­gesi tarım isçileri çevresi, tüm açıklığı, çıplaklığıyla sergilenmiştir öykülerin. İşçiler, küçük memurlar, lümpenler, kısacası düzenin baskısı altında soluk alamayanlar, ezilenler, hafta düşkünlerdir öykülerinin kişileri. Toplumsal sorunların öne çıkıp, bireysel sorunların hemen hemen hiç ele alınmadığı ya da derinleştirilmediği Orhan Kemal Öyküsü, Sabahat­tin Ali öyküsüyle birlikte günümüz toplumcu öykücülerinin çoğuna kaynaklık etmiştir. Or­han Kemal'deki konu ve malzeme zenginliğine, çeşitliliğine karşın; dilde, öykülemede, ya­zınsal bütünlük sağlamada; öykülerinde saptadığımız dünya görüşünün sağlamlığını ve tu­tarlılığını bulamayız. Adeta telaş içinde, çalakalem yazmıştır çoğunca. Bu biraz da Öykü­lerindeki kişilerin "ekmek kavgası" telasına koşut görülebilir, nedenleri açıklanabilir...Füsun ALTIOK Milliyet Sanat Dergisi, 17 Nisan 1978Orhan Kemal'in öykü uygulayımında (tekniğinde) konuşmaların önemli yeri vardır. Ko­nuşmalar, onun vermek istediği zıtlığı, ikiliği ortaya koyan; kişilerin iç dünyasını, ruhsal ya­şamını açıklayan, kişilerinin iç dünyalarını bir burgu gibi derinlere girerek ortaya çıkaran bölümlerdir. Orhan Kemal, özellikle, yan tutmadığı bu konuşmalarla verir kişisinin içini...İlk öykülerinden son öykülerine kadar, değişik düzede (dozda) konuşmalar yer alır. Ancak, konuşmalardaki bu yoğunluğa karşı, Orhan Kemal'in anlatımı yoğun sayılamaz. Seyrek dokunmuş bezler gibidir diyebiliriz buna bîr bakıma. Bu durum, okurları sıkmaz v» öyküleri bu yüzden kolay okunur. Bu Özelliği nedeniyle Ömer Seyfettin'e benzetebiliriz onun öykülerini. Bîr iki fırça vuruşuyla tablolar yaratan ressamlar gibi, kısa ve kolay kurul­muş; ama birbirine ustaca bağlanmış tümcelerle öyküsünü çatıverir. Dili süslü değildir; sı­fatlardan kaçınır. Betimlemelere fazlaca yer vermez. Ne doğa, ne de insan betimlemesi vardır uzun uzadıya. Çetrefil olmayan, dolaysız, rahat bir anlatımı vardır. Doğa da, in­sanlar da, içinde bulunulan ortam da (tutuklarevi, İçkievi, sayrılarevi, kahve ve çay içilen bir yer, bir cadde) bu anlatım yardımı ile somutlaşır; vermek istediği, göstermeye çağırdığı ortam böylece canlanır gözümüzde ve insanları o çevre, o ortam İçinde bütün devinimleri ve iç yaşamları ile görür ve onlarla birlikte oluruz. Sefilliği, açlığı, hileciliği, her türlü kötü davranışları, iyiliği, gönüllerin istediğini, gönül (ikinci benlik) ile çatışmayı, varsıl ile yoksul arasındaki uçurumları onun yansıtacında bütün boyutları ve berraklığı ile görürüz.Çok ve hızlı yazmaktan ileri gelen bazı hatalar yok değildir öykülerinde. Ama, bunla­rı, sonraki yayımlarda düzeltme yolunu seçmiştir. Muzaffer UYGUNER Türk Dili D., Temmuz 1975Orhan Kemal'i, yazı yazmaya zorlayan neden, ne edebî ne teknik nedenlerdir. O, etiyle kemiğiyle bağlı olduğu bir sınıf insanının kaderiyle, geleceğiyle ilgilidir. Hikayeleriy­le, romanlarıyla "İnsan soyuna faydalı olmak" insanları bilinçlendirmek istiyor. Vedat GÜNYOL Dile Gelseler, J 966Orhan Kemal'in yapıtlarında bugün yaygın olan yabancılaştırma sorununa ya da yal­nızlık felsefesine değinilmiyor. Yazar, kendini biçimsel deneylere de kaptırmıyor. Bu düz­yazı yazarının geleneksel gerçekçilik yaklaşımıyla yazdığı tüm yapıtlarında Türk emekçisi­nin, sönük, gündelik yaşamından, onun yoksullarla dolu çevresinden, devrimci, ilerici bir sanatçının bilincinden ve ruhundan yükselen bir gerçekçilik var. Svetlana UTURGAUKİSovyet Türkologlarının Türk Edebiyatı incelemeleri, 1980Orhan Kemal, toplumsal değişimlerin, oluşumların, kaynaşmaların köyden kasabaya, buradan büyük şehirlere sıçradığını, sorunların böyle bir süreçte İncelenmesi gerektiğini anlatır romanlarında. Onun eserinde; bir üstten bakıştık, bir misyonerlik edası yoktur. O, kaynaştığı adamların içinden parmak kaldırıp konuşan bîr sınıf mümessilinin alçakgönüllü­lüğünü taşır. Bunun sonucunda da "el için nâra yanmayan" kişilere karsı her zaman müsamahasızdır.Kimileri ne denli çaresizlik içinde bulunurlarsa bulunsunlar dünyaya, değiştirilmez bir karamsarlıkla bakmazlar, aksine en kötü koşullar altında bile aydınlık bir yan bulurlar. Bu özelliği onun insan gerçeğini eksiksiz tanımasının ve yansıtmasının bir sonucudur.Onun eserleri yalnız edebiyatla ilgilenenler için önem ve değer taşımazlar. Türk top­lumunun bu kadar doğru, bu kadar ayrıntılı saptayımını yapmış bir ustanın eserleri; sosyo­loglar için de mutlaka eğilinmesi gereken kaynaklardır. Türk İnsanını tanımak, ortaya koy­mak isteyenler Orhan Kemal'de en zengin kaynağı bulacaklardır. Kasabadan şehirlere kadar uzanan tip sergilemesi fabrika bekçilerinden film piyasasına düşen kızlara kadar bütün emekçilerin tablosu onun kaleminden çıkmıştır. Doğan HIZLAN Yazılı İlişkiler, 1983Orhan Kemal hayatın içinden yetişmiş, okuduklarından çok gördükleriyle oluşmuş bir yazardır. Düzenli bilgi eksikliklerine karşılık, günlük hayattan gelme kulak dolgunluğu ve tecrübe bolluğu bütün yazılarında göze çarpar...Orhan Kemal, sosyal gerçekçilerin aşırılarından o/on bir yazardır. Toplumculuğu, ko­layca sınırlanmayan ve kendisinin de belirleyemediği bir sosyalizm olarak görmüş ve o gö­rüsü türlü olaylar, gözlemler içinde telkin eden romanlar yazmıştır. Roman sanatının ger­çekleriyle, ruh tahlilleriyle uğraşmayı bir "boş is" saymıştır. Onca roman, kendince doğru olan şeyleri, okuyucuya, cazibeyle sunmaya yarayan bir vasıtadır...Onca, hiçbir insan kötü değildir, insanları kötü yapan toplumun sosyal şartlandır. Bu şartlar, sosyalist metotla düzeltilecek olursa, insanlar iyileşecek; ağa-ırgat, isçi-patron ve sınıf, zümre çekişmeleri kalkacaktır. Yazar bugünkü düzenin bozukluğunu göstermek için o çekişmeleri, yolsuzlukları ve haksızlıkları, mübalağalı bîr tarzda yazmayı tercih ediyor.Orhan Kemal'in Hüseyin Rahmi gibi kalabalık bir kişi kadrosu vardır... Bu anlattığı kişilerin bir kısmını iyi tanır.Orhan Kemal'in en çok tenkit götürür yanı üslûbudur. Kendisi zaten biçimden çok muh­tevayı, üslûptan çok konuyu önemsediğini birçok defa söylemiştir.Üslûptaki ihmalciliğinin asıl sebebi, çok yazması, bir de kültür yufkalığıdır. Ne var ki sanatçı damarı tuttuğu bazı yerlerde güzel sayfalar yazabilmiştir.Hikâye ve romanlarında çok yer Man söyleşmelerde hareket sağlamayı başarır. Söy­leşmelerde en çok şive taklidi yapan romancı Orhan Kemal'dir. Ahmet KABAKLI Türk Edebiyatı 3., 1983Orhan Kemal insanı, çalışan insanı, yoksul insanı çok sever ve onların iyi yanlarını gös­termeye önem verir. O, küçük adamların dünyasını aydınlatmayı görev bilir. Bu küçük adam­larda yer yer yazarın bîr yanı, bir serüveni de yaşatılır, ama tıpatıp, hiçbir portresinde tam kendisi verilmez. O, tip çizimlerinden daha çok konuşmalarda insanı şaşırtıcı bir sürükleyicilikle basanlarını her yapıtında sürdürür. Diyebiliriz ki Orhan Kemal, tipinin çevre­sine, yaşına o sosyal, kültürel durumuna göre onları kendi şiveleriyle konuşturur, ama aşı­rıya kaçmaz, yerel sözcüklere zorunlu hallerde yer verir, böylece hem konu, hem de kişi­ler olanca inanırlık/arıyla ortaya çıkarlar. Küçük memurlar, basit kişilerle ilgili hikâyelerdekileri ya biz tanırız, ya arkadaşlarımız tanıdıklarını söyler. Çocukları konu yapan öykü­lerde de böyle olur. Kemal SÜLKER Cumhuriyetten Bu YanaTürk Edebiyatı (Gösteri D. eki, 1984)Akıcı, zorlamasız, açık anlatımlı bir üslûbu vardı. Karakterleri en can alacak yerlerin­den yakalar, verirdi. Kişilerini hep bir aile ilişkisi içinde yansıtmayı adet edinmişti. Diyalog­ları yaşamdan alınmış gibi doğal ve canlı idi. Tiyatro tekniğini iyi bilmemesine karsın, sırf bu iki niteliğinden, güçlü karakter ve canlı diyalog kurma yeteneğinden, başarılı oyunlar yazdı. 72. Koğuş, Kardeş Payı, Ulvi Uraz'ın ölmezleştirdiğî Murtaza bunların başında gelir. Haldun TANER Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesİ Değil, 1983

 


[email protected]