ORHAN KEMAL |
|
|
ORHAN KEMAL 1914 -1970 Orhan Kemal, kendi
hayatını şöyle anlatmıştı:"1914 yılında seferberlik
davulları çalarken, Adana'nın Ceyhan ilçesinde
doğmuşum. Babam, avukat, çiftçi, parti lideri.
(1930'daki demokrasi dene-melerine "Alınlı l n kası"
ile katılan, bu yüzden çok sert çıkışlar yapan,
sonra da Suriye’ye kaçan, Abdülkadir Kemali bey)
Annem, eski öğretmenlerden Azime hanım. Biri erkek
olmak üzere, benden küçük dört kardeşim var.
Evliyim, dört çocuk babasıyım. Yıllardır kalemimle
geçinmeye çalışıyorum...Öğrenimime gelince... Hiçbir
zaman çalışkan bir öğrenci olmadım. Futbol ve
polisiye romanlar beni okuldan çok ilgilendirdi.
Babamın siyasî parti maceraları, Suriye'ye kaçmakla
neticelenince, okulla aramdaki bağlar kopuverdi
(Ortaokulun son sınıfından ayrılmış, Suriye ve
Lübnan'da bir yıl kalmışlardı). Yıllar yılı
Çukurova'da, Suriye ve Lübnan'da başıboş bir hayat
sürdüm diyebilirim. Babamın özel öğretmenliği,
okuldan daha etkin oldu.İlk zamanlar fabrika
işçiliği, sonra aynı fabrikada muhasebe memurluğu
yaptım (1932’de Adana’ya dönmüştü). Bu arada spora
veda, okumak, yeni bir şeyler öğrenme tutkusu ve
hayata bakış. Hayata bakış, bazı sonuçlara varış
derken hapishane. Hapishane benim için bir çeşit
üniversite oldu diyebilirim..." (Orhan Kemal
Niğde’de askerliğini yaptığı sırada yazdığı bazı
manzumelerle “Askerleri tahrik etmek istediği”
gerekçesiyle, ideolojik sebepten 3,5 yıl hapse
mahkum olmuştu)Yazar, daha sonra Adana’dan
İstanbul'a gelmiş, senaryolar, romanlar ve hikâyeler
yazmaya devam etmiştir. Son yıllarında ticaretle
uğraşmıştır. Sofya'da ölmüş, cenazesi İstanbul’a
getirilerek Zincirlikuyu mezarlığına gömülmüştür.
Kişiliği Orhan Kemal, hayatın içinden yetişmiş,
okuduklarından çok gördükleriyle oluşmuş bir
yazıcıdır. Düzenli bilgi eksiklerine karşılık,
günlük hayattan gelme kulak dolgunluğu ve tecrübe
bolluğu bütün yazılarında göze çarpar.Orhan Kemal'in
eserlerinde zengin bir aile çocuğu iken, yoksul ve
zor bir hayat kavgasına düşmüş olmanın gizli acısı
sezilir. Her fırsatta babasından söz etmeyi sever.
Kahramanlarının bir kısmı da, kendisi gibi
zenginlikten yoksulluğa düşenlerdir.Yazarlık
tarzını, içinde çırpındığı hayatın bir gereği sayan
Orhan Kemal, eğer "Baba evinin rahat ekmeğiyle
tahsilimi normal şartlar altında yapıp yüksek bir
diploma sahibi olsaydım... îhtimal yine hikâyeler,
romanlar yazardım ama konularım herhalde bugünkü
konular olmazdı." demektedir.TürlerOrhan Kemal,
hikâye roman ve tiyatro türlerinde eserler
vermiştir. Hikâyeleri ile romanları arasında, konu,
anlayış, üslûp bakımlarından büyük ayrılık
görülmez. Yalnız o, hikâyeciliği, romancılığa geçmek
için bir basamak saymaktadır. Neredeyse Hikaye’ nin
ayrı bir tür olduğunu unutmuş onu, acemi
romancıların bir tecrübe tahtası gibi
görmektedir."Kanaatimce, küçük ve uzun hikâyelerinde
iyice bilenmeyen kalem, romanı zor yazar, yahut
yazamaz. Çünkü hikâye kompozisyonlarını kolaylıkla
kıvıramayan bir yazar, çok daha büyük, çok daha
enine boyuna bir kompozisyon isteyen romanı meydana
getiremez."Ne var ki, romana geçtiği yıllardan sonra
da hikâyeyi büsbütün bırakmamıştır. Hikâye
kitapları şunlardır:Ekmek Kavgası (1949), Sarhoşlar
(1951), Çamaşırcının Kızı (1952), 72. Koğuş (1954),
Grev (1954), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1957),
Babil Kulesi (1957), Dünyada Harb Vardı 1963), İşsiz
(1966), Önce Ekmek (1968).ROMANLARI VE
ROMANCILIĞIOrhan Kemal, önce hikayeleriyle tanınmış
sonra romana geçmiştir. Çok sayıda olan
romanları:Baba Evi (1949), Avare Yıllar (1950),
Murtaza (1952), Cemile (1952), Bereketli Topraklar
Üzerinde (1954), Suçlu (1957), Devlet Kuşu (1958),
Vukuat Var (1959) Gâvurun Kızı (1959), Küçücük
(1960), Dünya Evi (1960), El Kızı (1960), Hanımın
Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962), Gurbet
Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963), Mahalle
Kavgası (1963), Kanlı Topraklar (1963), Bir Filiz
Vardı (19G5), Müfettişler Müfettişi (1966), Yalancı
Dünya (1966), Evlerden Biri (1966), Arkadaş Islıklan
(1968), Sokaklardan Bir Kız (1968), Üç Kağıtçı
(1969), Kötü Yol (1969), Tersine Dünya (1986).Ayrıca
Senaryo Tekniği (1963) adlı bir eseriyle Nâzım
Hikmet’ le Üç Buçuk Yıl 1965) adlı Bursa hapishanesi
hatıraları vardır.Orhan Kemal, sosyal gerçekçilerin
aşırılarından olan bir yazardır. Toplumculuğu,
kolayca sınırlanmayan ve kendisinin de
belirleyemediği bir sosyalizm olarak görmüş ve o
görüşü türlü olaylar, gözlemler içinde telkin eden
romanlar yazmıştır. Roman sanatının gerçekleriyle,
ruh tahlilleriyle uğraşmayı bir "boş iş" saymıştır.
Onca roman, kendince doğru olan şeyleri, okuyucuya,
cazibeyle sunmaya yarayan bir vasıtadır. "Sosyal
endişe ile mi, sanat endişesi ile mi yazarsınız?"
sorusuna şu cevabı vermektedir:"- Bu iki endişe
birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Sosyal endişe
sanatçının insan olması haysiyetiyle yurdu ve
düşmanı hakkında vardığı kanaatlerin neticesidir.
Her şeyden önce bir fikir adamı olması lâzım gelen
sanatçı sosyal endişelerini, sanat yoluyla belirten
insandır. Demek oluyor ki, peşin (Önce) sosyal
endişe... Fakat bu, sanatın ikinci plâna itilmesi
demek değildir.."Böyle düşünen yazıcı, iyi tanıdığı
ve ömrünü geçirdiği muhitler içinde olagelen
haksızlık, yolsuzluk, düzensizlik ve kötülükleri,
bazen sebeplerini aramak, bazen da iyice abartmak,
bazen da sırf gözler önüne sermek yoluyla öne
sürmeye çalışıyor. Toplumu "değiştirmek" için
kalıplaşmış birtakım marksist fikirleri savunuyor.
Orhan Kemal, bir sosyal gerçekçi olarak gerçeklerin
çok yanlılığını, tarafsızca görmek istemez. Tersine
olayların yalnız bir yanını alıp fikirlerine malzeme
olarak kullanır. Yolsuzluktan tek bir "yorum
tarzı"na bağlar. Oysa aynı yolsuzluğu başka bir
açıdan yorumlamak, başka birçok çözüm şekillerine
bağlamak mümkündür.Orhan Kemal, roman ve
hikâyelerinde anlattığı şeyleri görmekle kalmamış
aynı zamanda yaşamış bir insandır. Hattâ sırf
yaşadığı şeyleri yazdığını ısrarla
belirtmektedir:"Ben, köylüyü, köyünde (iken)
yazmıyorum. Çok iyi bildiğim şeyi yazmak
taraflısıyım. Görmeliyim, yaşamalıyım ve içimdeki o
sanatkârlığın verdiği hız, beni itmeli. Adana'da
Millî Mensucat Fabrikasında uzun seneler, küçük
memurluklar, kâtiplikler yaptım. Bu sırada gurbete
çıkmış orta Anadolu köylüleriyle tanıştım. Çırçır
işçileri filân. Bu ham vatandaşların, şehir
madrabazları elinde nasıl istismar edildiklerini
gördüm."Yazar, "bir çeşit kabartma sinema tekniği"
kullandığını "kendisini aradan çekip okuyucuyu,
anlattığı şeylerle başbaşa bıraktığını" söylüyorsa
da, bunun yalnız bir dilek olarak kaldığı
şüphesizdir. Çünkü kahramanlarının kimine acıyarak,
kimini severek, kiminden nefret ettiğini belli
ederek "kendini aradan çekme" ilkesinden uzaklaşır.
Olayları sık sık yorumlayarak normal akışlarına
engel olur. Çevre ve kişilere realist gözlemci gibi
değil, davacı bir adamın hinciyle bakmaktadır.Orhan
Kemal'in sayıca otuz kitap dolduran roman ve
hikâyeleri konulan açısından üç bölükte
toplanabilir:a) Kendi hayatını anlatan eserler: Baba
Evi, Avare Yıllar, Murtaza, Grev, Cemile vb.b)
Çukurova toprak ve çırçır işçilerini anlatan
eserler: Bereketli Topraklar Üzerinde, Vukuat Var,
Hanınım Çiftliği, Eskici ve Oğullan, Kanlı
Topraklar vb.c) İstanbul'un yoksul insanlarını
anlatan hikâyeler: Suçlu, Devlet Kuşu, Sokakların
Çocuğu, Gurbet Kuşları vb.OlaylarOrhan Kemal, bir
konuşmasında diyor ki:"Hikâye ve romanlarım için
bazen şöyle sorarlar:- Bu anlattıklarınız gerçekten
oldu mu? Cevap veririm:- Okuduğunuz şeyler gerçekten
olabilir mi, olamaz mı?- Olabilir, olup duruyor...-
Şu halde önemli taraf, gerçekten olmuş olmam değil,
olabilip olamamasıdır."Böylece Orhan Kemal,
gözlemlerine dayanarak, "olabilir" şeyleri, ama
mübalağalandırarak, tek yanlı bakarak, tek açıdan
yorumlayarak yazmaktadır. Özellikle: En fazla ekmek
veya aşk peşinde tükenen hayatlar, toprak ağası ile
ırgadın çatışmaları, köylünün makine karşısındaki
şaşkınlıkları, köyden şehre göçün doğurduğu
meseleler, gurbetçilerin büyük şehirde
harcanmaları, yurdumuzda orta tabakanın
yoksullaşması, kötü terbiye veya bakımsızlık
yüzünden telef olan çocuklar, kaba erkeklerin
baskısı altında perişan kadınlar, türlü çevrelerde
bayağılaşan aşklar... gibi konu ve temaları
işlemesi bundandır. KişilerOrhan Kemal'in, Hüseyin
Rahmi gibi kalabalık bir kişi kadrosu vardır. "Küçük
adamlar" dediği bu kadro içinde işçiler, ırgatlar,
fahişeler, yosmalar, suçlu çocuklar, mahpuslar,
gardiyanlar, işçi kâhyaları, dilenciler, çöpçüler,
işten atılmış memurlar, köyden kopmuş rençperler,
gurbetçiler, kürtajcı doktorlar, onlara müşteri
sağlayan simsarlar, ağalar, patronlar, emekliler,
dullar, ihtiyarlar... velhasıl, ekmek peşinde koşan,
aşk ihtiyacıyla çırpınan, haksızlıklar,
düzensizlikler içinde ezilmiş, hırpalanmış olan,
günahı olmaksızın başkalarının kahrım çeken veya
eziyet eden, atlatan, sömüren, boğuşan bir alay
insan kaynaşır durur.Yazara göre bu kişilerin kimi
ak kimisi karadır. Bir kısmı suçlu, fakat büyük
çoğunluğu o suçluların kurbanıdır. Bu kurbanlar, bir
kötü düzenin sonucudur. Yazar, bu kurbanlarına
acır:"Ben bu gurbetçi işçileri seviyor muyum? Acıyor
muyum onlara? Yoksa bunların iptidailiğine,
cahilliğine, kepazeliğine kızıyor muyum? E, şöyle
bir kendimi yokladığım zaman acıyorum... Çünkü onu
ben, kendi çocuğum, kendi evlâdım yerinde görüyorum.
İstemiyorum yumruklanmasını, parçalanmasını,
ezilmesini."Bu anlattığı kişilerin bir kısmını, iyi
tanır. Neyle geçindiklerini, neler özlediklerini
bilir. Onları büsbütün aşağılatmaz. Direnişlerini
sağlamaya çalışır. Bugünkü sıkıntılarıyla birlikte
gelecek umutlarını da anlatır. En kötü şartlar
altında hile, onlarda kalan insan cevherini ortaya
koymak ister. Ne var ki, bazı sınıf ve zümre
kişilerinin kötü ve ıslâh kabul etmez olduğuna
önceden karar vermiştir. Onlara hiçbir "insanlık"
yakıştırmaz.Romanlarında iyi duygulu, becerikli,
mücadeleci, bazı coşkun kişiler vardır Yazarın
kendi kendisini yaşattığı bu kişiler vakanın
sonucunu olumlu kılarlar. İçinde yaşadığı geçim
şartlarına baş kaldıran, başkalarının refahını
kıskanan, isyancı genç adamlar yakışıklı ve
çalımlıdırlar. Çok defa zalim patronların göz
koyduğu işçi kızlarla sevişirler.Kadınlarının bîr
kısmı ihtiyaç için kötü yola düşmüş, zorla
kirletilip bir yana atılmış, erkek zorbalığı altında
kıvranan düşkünlerdir. Fakat bir kısmının üstün
kişilikleri vardır. Cemile gibi iyiliksever kadınlar
temiz aileler kurarlar.ÇevreOrhan Kemal, toplumun
alt katının ve hayatını güçlükle kazananların
yaşadıkları çevre ve muhitleri yazmıştır. Adana işçi
muhitleri, Çukurova tarlaları ve İstanbul'un
bakımsız fukara semtleri, en çok ele aldığı
yerlerdir. Bunun yanında, çocukluğunun geçtiği
yöreler, hapishanedeki 72. Koğuş, sübyan koğuşları,
işçi mahallelerinin ve gecekonduların açması
halleri, ırgat pazarları, "ayaktakımının" dolaştığı
semtler, viraneler, Çukurova'nın kızgın güneşi
altındaki "iş cehennemi" fabrika içleri vb. özel bir
dikkatle canlandırılır. Yazar, bu çevrelerin
ayrıntılı ve hareketli tasvirinde ustadır. Bu yoksul
ve düşkün insanları da hem acıma hem sevgiyle
anlatmaktadır.ÜslupOrhan Kemal'in en çok tenkit
götüren bir yanı üslûbudur. Kendisi zaten biçimden
çok muhtevayı, üslûptan çok konuyu Önemsediğini
birçok defa söylemiştir.Üslûptaki ihmalciliğinin
asıl sebebi, çok yazması, bir de kültür
yufkalığıdır. Ne var ki sanatçı damarı tuttuğu bazı
yerlerde güzel sayfalar yazabilmiştir.Hikâye ve
romanlarında çok yer tutan söyleşmelerle hareket
sağlamayı başarır. Kısa ve canlı olan bu konuşmalar
arasında "çirkin ve ayıp" sayılan kelimeler
çoktur.Söyleşmelerde en çok şive taklidi yapan
romancı Orhan Kemal'dir. Bu konuda Hüseyin Rahmi ve
meddahlar geleneğini sürdürmüş ve aşın götürmüştür.
Bunlar arasına güldürücü deyişler de sokuşturur.
Laz, Kürt, Arap, Yanyalı, Giritli, Boşnak, Arnavut,
Fahişe, Mahalle karısı vb. ağızlarını başarıyla
taklit eder.Yazar, bu konuda, çokça tenkit edildiği
için son eserlerinde, şive taklitlerini biraz
azaltmıştır. Ne var ki, o bu "mukallitliği"sosyal
gerçekçiliğin icabı diyerek
savunmaktadır:"Tiplerimin ruh tahlillerini ben
yapamıyor, bizzat kendilerine yaptırmak istiyorum.
Bunun için de şive farklarını korumaya mecburum....
Aksi halde tipler arasındaki özellik kaybolur. Bütün
tipler aynı dille, yazarın diliyle konuşur ki, bu
yalancılıktır."Orhan Kemal, söyleşmeler dışında da
savruk, gelişigüzel fakat rahat okunur bir tahkiye,
hitap ve tasvir çeşnisi bulmuştur. Öbür gerçekçiler
gibi o da, İstanbul kültür dilinden uzaklaşıp
Anadolu kelimeleri ve cümle yapılarına dayanan bir
anlatımda karar kılmıştır.OKUNACAK ESERLERAcaroğlu,
M. Türker : Edebî Eserler Sözlüğü, 1965.Aktaş, Prof.
Dr. Şerif :Türk Dili, 463, Temmuz 1990 sayısında,
(s. 34-45) 11 sayfalık bir incelemeAlangu, Tahir :
Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman, (c. 2, 1964, s.
375-418)Altınkaynak, Hikmet : Hikâye Yazan Orhan
Kemal, 1983.Baydar, Mustafa : Edebiyatçılarımız Ne
Diyorlar, 1960. Bezirci, Asım :Orhan Kemal, 1977.Beş
Romancı Tartışıyor : Fakir Baykurt, Kemal Tahir,
Mahmut Makal, Orhan Kemal, Talip Apaydın.Buyrukçu,
Muzaffer : Arkadaş Anılarında Orhan Kemal,
1983.Kudret, Cevdet :Türk Edebiyatında Hikâye ve
Roman,(c. 3. 1990, s. 267-299)Naci, Fethi
:Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme.1990, (s.
343-349.)Kutlu, Şemsettin : Başlangıçtan Günümüze
Kadar TürkRomanları, 1970.Moran, Berna :Türk
Romanına Eleştirel Bir Bakış, cilt 2,s.
36-58Mutluay, Rauf : 50 Yılın Türk Edebiyatı,
1973.Türk Dili Dergisi :Roman Özel Sayısı, Temmuz,
1964.Tatarlı, İbrahim Rıza Mollof :Marksist Açıdan
Türk Romanı, 1969. Uğurlu; Nurer :Orhan Kemal'in
İkbal Kahvesi, 1973.CEMİLE’den(Cemile, Sırbistan'dan
Çukurova'ya göçmüş eski bir derebeyi ve çete reisi
olan ihtiyar Malik'in kızıdır. Kardeşi Sadri'yle
birlikte bir pamuk fabrikasında çalışmakta olan bu
güzel kız, herkesin dikkatini çekmekte, özellikle
Çapur Ali adlı biri, onu kaçırmak
istemektedir.Cemile, o fabrikada çalışan yoksul bir
memura gönüllüdür ve onunla evlenecektir.' Kırların
ve dağların hür havasına tutkun olan Malik ise
çocuklarının fabrikada çalışmasını istememekte,
arkadaşı Muy'un çocuklarına olduğu gibi, onların da
başına bir iş gelmesinden korkmaktadır. Nitekim
Cemile ile Sadri'yi alıp bir toprak parçası üzerine
yerleşmeyi hayâl ediyor:Cemile yazarın sembol ve
ideal kadınıdır. Fabrikada kâtip olarak çalışırken,
âşık olduğu genç kızdır. Zağrep 'te doğmuş bir
Boşnak güzelidir. 5 Mayıs 1937'de onunla
evlenmiştir. Eşinin yani Cemile' nin asıl adı
Nuriye'dir.Cemile' nin babası da Orhan Kemal'in
babası gibi, zenginlikten yoksulluğa
düşmüşlerdendir.)“ihtiyar Muy, ihtiyar Malik'in
hemşehrisi, çocukluk arkadaşıydı. Tara ırmağı
boyundaki (.............) kasabasında birlikte
büyümüşler, birlikte silâh kullanmaya başlamışlardı,
içtikleri su ayrı giderdi yalnız. Malik hâlâ onu, o
kadar severdi ki, onun için kan dökebilir, bu
ihtiyar yaşına; Sadri' ye, Cemile' ye rağmen,
hapislere girebilirdi.Muy'un bir tek oğlundan başka
kimsesi kalmamıştı. O da Doğu' da çok uzak bir yerde
askerdi.Memleketin eşrafından Amir Ağa'nın
teşvikiyle Karadağ Milletvekili Boşko Boşkoviç'in
Öldürülmesi üzerine başlayan katliamdan kurtulmak
için kaçmadan önce, Malik ve Muy ismi, Sırplar
üzerinde yıldırım etkisi yapardı.İstanbul limanına
birkaç parça mücevherle ayak basan kalabalık iki
ailenin elindeki, avucundakiler şaşılacak bîr hızla
eriyiverince, Malik'le Muy hayatlarında ilk defa
geçim derdi diye bîr şey olduğunu öğrendiler.İki
erkek ekmek kavgasına atıldı, olmadı. Ata binmek,
silâh kullanmaktan pusu kurup kelle biçmekten
başkasını bilmiyorlardı. Şehir ise bundan
anlamıyordu.Fabrikaları ve pamuk tarlalarıyla ünlü
bir güney Anadolu şehrine göçüldü. Ne yapıldıysa
boş. Beceriksiz derebey torunları elleri
böğürlerinde kaldılar. O zaman talihlerini denemek
sırası kadınlara geldi. O kadınlar ki, dalları
yerlere kadar eğilen koyu gölgeli meyve bahçelerinde
gülüp türkü söylemek, süslenip, salına salına
dolaşmaktan başkasına alışmamış, rahatlıktan
semirmiş kadınlardı. Fabrikada hızla kuruyup
çirkinleşmeye başladılar. Gün geldi, ellerinde
mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini
dilediler.Daha sonraları kadınlar toprağa verildi,
çocuklar fabrikalara...Çok geçmeden Muy'un büyük
kızı bir Çingene çalgıcının peşine takılıp gitti.
Küçüğe gelince... Bu sessiz, akıllı bir kızdı. Çok
da güzeldi. Paydoslarda peşine delikanlılar düşerdi
de, o hiç birine yüz vermezdi.Bir gece yarısı saat
on ikiden sonra, fırtına, yağmur... Yer yerinden
oynarken, Muy'un kızı kendi kendine sokularak
mahallenin dar sokaklarında yapayalnız işten
geliyordu ki, önüne bir takım insanlar çıktı, kızın
ağzını sıkıca kapayıp köşede bekleyen eski bir
Ford'a sokup uzaklaştılar.Gidiş o gidiş...Yemek,
içmekten kesilen Muy, haftalarca çılgına döndü,
sokaklarda yan deli; dolaştı durdu. Neden sonra bir
gün bir çoban, barsaklarını köpeklerin çekiştirdiği,
başı taşla ezilmiş bir cesetten söz açınca her şey
anlaşıldı.İhtiyar Muy o gün, bugün yarı delidir.
Guslisi koltuğunun altında, canı istediği zaman
çalar, söyler; ağlar”.ELEŞTİRİLER - YORUMLAROrhan
Kemal'in hikâyelerinde bir konular çokluğu var. Ama
bu bizi İçerik çokluğuna götürmez. Böylece de onun
bildirisini daha net saptayabiliriz.Türkiye
insanının, basta isçisinin, köylüsünün, issizinin,
küçük insanının, çocukların, hapishanedeki
hükümlünün gerçeklerini sunmuştur Orhan Kemal. Bu
gerçek ekmek için verilen savaş olarak
toplanabilir. Bu gerçeklerin ardında yatan sorunlar,
düşünceler vardır. Ve bu savaş içerisinde isçinin,
köylünün, küçük insanın, mahpusun ve hatta
çocukların yeri iyi belirlenmiştir.Bir hikayeci
olarak Orhan Kemal, gerçekleri çok iyi yakalamasını
bilmiştir. Yaşadığı çevrenin toplumcu gerçeklerini
olaylara bağlı olarak, somut örnekleriyle
vermiştir...Hikmet ALTINKAYNAK Orhan Kemal,
1983Öykülerinde ekmek kavgası içindeki küçük
memurlar, çöpçüler, dilenciler, kâhyalık yapan ya
da fabrikalarda çalışan erkek çocuklar, sokağa düşen
kadınlar, kendilerini satan küçük kızlar, köyden
ekmek parası için kente gelen köylüler,
tutukevlerinde, cezaevlerinde başkalarına hizmet
edenler daha çok yoksulluğa düşmemek için
çalışırlar. Bu insanların yaşamalarını
sürdürdükleri ortam olarak da gecekondu bölgeleri,
İstanbul'un yoksul semtleri, fabrikalar,
tutukevleri, cezaevleri Öykülerindeki olayların
geçtiği çevrelerdir.Öykülerinin bu özellikleriyle
Orhan Kemal edebiyatımızda izlenimci- gerçekçi
öykülerin en güzel örneklerini veren yazarımız
olarak ayrı bir yer taşır.Olcay ÖNERTOY Cumhuriyet
Dönemi, Türk Roman ve Öyküsü, 1984Orhan Kemal, yasam
savaşımı veren, birincil sorunları geçim kaygısı
olan insanları öykülemiştir hep. Hapishaneler,
fabrikalar, gecekondu semtleri, özellikle Çukurova
bölgesi tarım isçileri çevresi, tüm açıklığı,
çıplaklığıyla sergilenmiştir öykülerin. İşçiler,
küçük memurlar, lümpenler, kısacası düzenin baskısı
altında soluk alamayanlar, ezilenler, hafta
düşkünlerdir öykülerinin kişileri. Toplumsal
sorunların öne çıkıp, bireysel sorunların hemen
hemen hiç ele alınmadığı ya da derinleştirilmediği
Orhan Kemal Öyküsü, Sabahattin Ali öyküsüyle
birlikte günümüz toplumcu öykücülerinin çoğuna
kaynaklık etmiştir. Orhan Kemal'deki konu ve
malzeme zenginliğine, çeşitliliğine karşın; dilde,
öykülemede, yazınsal bütünlük sağlamada;
öykülerinde saptadığımız dünya görüşünün
sağlamlığını ve tutarlılığını bulamayız. Adeta
telaş içinde, çalakalem yazmıştır çoğunca. Bu biraz
da Öykülerindeki kişilerin "ekmek kavgası" telasına
koşut görülebilir, nedenleri açıklanabilir...Füsun
ALTIOK Milliyet Sanat Dergisi, 17 Nisan 1978Orhan
Kemal'in öykü uygulayımında (tekniğinde)
konuşmaların önemli yeri vardır. Konuşmalar, onun
vermek istediği zıtlığı, ikiliği ortaya koyan;
kişilerin iç dünyasını, ruhsal yaşamını açıklayan,
kişilerinin iç dünyalarını bir burgu gibi derinlere
girerek ortaya çıkaran bölümlerdir. Orhan Kemal,
özellikle, yan tutmadığı bu konuşmalarla verir
kişisinin içini...İlk öykülerinden son öykülerine
kadar, değişik düzede (dozda) konuşmalar yer alır.
Ancak, konuşmalardaki bu yoğunluğa karşı, Orhan
Kemal'in anlatımı yoğun sayılamaz. Seyrek dokunmuş
bezler gibidir diyebiliriz buna bîr bakıma. Bu
durum, okurları sıkmaz v» öyküleri bu yüzden kolay
okunur. Bu Özelliği nedeniyle Ömer Seyfettin'e
benzetebiliriz onun öykülerini. Bîr iki fırça
vuruşuyla tablolar yaratan ressamlar gibi, kısa ve
kolay kurulmuş; ama birbirine ustaca bağlanmış
tümcelerle öyküsünü çatıverir. Dili süslü değildir;
sıfatlardan kaçınır. Betimlemelere fazlaca yer
vermez. Ne doğa, ne de insan betimlemesi vardır uzun
uzadıya. Çetrefil olmayan, dolaysız, rahat bir
anlatımı vardır. Doğa da, insanlar da, içinde
bulunulan ortam da (tutuklarevi, İçkievi,
sayrılarevi, kahve ve çay içilen bir yer, bir cadde)
bu anlatım yardımı ile somutlaşır; vermek istediği,
göstermeye çağırdığı ortam böylece canlanır
gözümüzde ve insanları o çevre, o ortam İçinde bütün
devinimleri ve iç yaşamları ile görür ve onlarla
birlikte oluruz. Sefilliği, açlığı, hileciliği, her
türlü kötü davranışları, iyiliği, gönüllerin
istediğini, gönül (ikinci benlik) ile çatışmayı,
varsıl ile yoksul arasındaki uçurumları onun
yansıtacında bütün boyutları ve berraklığı ile
görürüz.Çok ve hızlı yazmaktan ileri gelen bazı
hatalar yok değildir öykülerinde. Ama, bunları,
sonraki yayımlarda düzeltme yolunu seçmiştir.
Muzaffer UYGUNER Türk Dili D., Temmuz 1975Orhan
Kemal'i, yazı yazmaya zorlayan neden, ne edebî ne
teknik nedenlerdir. O, etiyle kemiğiyle bağlı olduğu
bir sınıf insanının kaderiyle, geleceğiyle
ilgilidir. Hikayeleriyle, romanlarıyla "İnsan
soyuna faydalı olmak" insanları bilinçlendirmek
istiyor. Vedat GÜNYOL Dile Gelseler, J 966Orhan
Kemal'in yapıtlarında bugün yaygın olan
yabancılaştırma sorununa ya da yalnızlık
felsefesine değinilmiyor. Yazar, kendini biçimsel
deneylere de kaptırmıyor. Bu düzyazı yazarının
geleneksel gerçekçilik yaklaşımıyla yazdığı tüm
yapıtlarında Türk emekçisinin, sönük, gündelik
yaşamından, onun yoksullarla dolu çevresinden,
devrimci, ilerici bir sanatçının bilincinden ve
ruhundan yükselen bir gerçekçilik var. Svetlana
UTURGAUKİSovyet Türkologlarının Türk Edebiyatı
incelemeleri, 1980Orhan Kemal, toplumsal
değişimlerin, oluşumların, kaynaşmaların köyden
kasabaya, buradan büyük şehirlere sıçradığını,
sorunların böyle bir süreçte İncelenmesi gerektiğini
anlatır romanlarında. Onun eserinde; bir üstten
bakıştık, bir misyonerlik edası yoktur. O,
kaynaştığı adamların içinden parmak kaldırıp konuşan
bîr sınıf mümessilinin alçakgönüllülüğünü taşır.
Bunun sonucunda da "el için nâra yanmayan" kişilere
karsı her zaman müsamahasızdır.Kimileri ne denli
çaresizlik içinde bulunurlarsa bulunsunlar dünyaya,
değiştirilmez bir karamsarlıkla bakmazlar, aksine en
kötü koşullar altında bile aydınlık bir yan
bulurlar. Bu özelliği onun insan gerçeğini eksiksiz
tanımasının ve yansıtmasının bir sonucudur.Onun
eserleri yalnız edebiyatla ilgilenenler için önem ve
değer taşımazlar. Türk toplumunun bu kadar doğru,
bu kadar ayrıntılı saptayımını yapmış bir ustanın
eserleri; sosyologlar için de mutlaka eğilinmesi
gereken kaynaklardır. Türk İnsanını tanımak, ortaya
koymak isteyenler Orhan Kemal'de en zengin kaynağı
bulacaklardır. Kasabadan şehirlere kadar uzanan tip
sergilemesi fabrika bekçilerinden film piyasasına
düşen kızlara kadar bütün emekçilerin tablosu onun
kaleminden çıkmıştır. Doğan HIZLAN Yazılı İlişkiler,
1983Orhan Kemal hayatın içinden yetişmiş,
okuduklarından çok gördükleriyle oluşmuş bir
yazardır. Düzenli bilgi eksikliklerine karşılık,
günlük hayattan gelme kulak dolgunluğu ve tecrübe
bolluğu bütün yazılarında göze çarpar...Orhan Kemal,
sosyal gerçekçilerin aşırılarından o/on bir
yazardır. Toplumculuğu, kolayca sınırlanmayan ve
kendisinin de belirleyemediği bir sosyalizm olarak
görmüş ve o görüsü türlü olaylar, gözlemler içinde
telkin eden romanlar yazmıştır. Roman sanatının
gerçekleriyle, ruh tahlilleriyle uğraşmayı bir "boş
is" saymıştır. Onca roman, kendince doğru olan
şeyleri, okuyucuya, cazibeyle sunmaya yarayan bir
vasıtadır...Onca, hiçbir insan kötü değildir,
insanları kötü yapan toplumun sosyal şartlandır. Bu
şartlar, sosyalist metotla düzeltilecek olursa,
insanlar iyileşecek; ağa-ırgat, isçi-patron ve
sınıf, zümre çekişmeleri kalkacaktır. Yazar bugünkü
düzenin bozukluğunu göstermek için o çekişmeleri,
yolsuzlukları ve haksızlıkları, mübalağalı bîr
tarzda yazmayı tercih ediyor.Orhan Kemal'in Hüseyin
Rahmi gibi kalabalık bir kişi kadrosu vardır... Bu
anlattığı kişilerin bir kısmını iyi tanır.Orhan
Kemal'in en çok tenkit götürür yanı üslûbudur.
Kendisi zaten biçimden çok muhtevayı, üslûptan çok
konuyu önemsediğini birçok defa
söylemiştir.Üslûptaki ihmalciliğinin asıl sebebi,
çok yazması, bir de kültür yufkalığıdır. Ne var ki
sanatçı damarı tuttuğu bazı yerlerde güzel sayfalar
yazabilmiştir.Hikâye ve romanlarında çok yer Man
söyleşmelerde hareket sağlamayı başarır.
Söyleşmelerde en çok şive taklidi yapan romancı
Orhan Kemal'dir. Ahmet KABAKLI Türk Edebiyatı 3.,
1983Orhan Kemal insanı, çalışan insanı, yoksul
insanı çok sever ve onların iyi yanlarını
göstermeye önem verir. O, küçük adamların dünyasını
aydınlatmayı görev bilir. Bu küçük adamlarda yer
yer yazarın bîr yanı, bir serüveni de yaşatılır, ama
tıpatıp, hiçbir portresinde tam kendisi verilmez. O,
tip çizimlerinden daha çok konuşmalarda insanı
şaşırtıcı bir sürükleyicilikle basanlarını her
yapıtında sürdürür. Diyebiliriz ki Orhan Kemal,
tipinin çevresine, yaşına o sosyal, kültürel
durumuna göre onları kendi şiveleriyle konuşturur,
ama aşırıya kaçmaz, yerel sözcüklere zorunlu
hallerde yer verir, böylece hem konu, hem de
kişiler olanca inanırlık/arıyla ortaya çıkarlar.
Küçük memurlar, basit kişilerle ilgili
hikâyelerdekileri ya biz tanırız, ya arkadaşlarımız
tanıdıklarını söyler. Çocukları konu yapan
öykülerde de böyle olur. Kemal SÜLKER Cumhuriyetten
Bu YanaTürk Edebiyatı (Gösteri D. eki, 1984)Akıcı,
zorlamasız, açık anlatımlı bir üslûbu vardı.
Karakterleri en can alacak yerlerinden yakalar,
verirdi. Kişilerini hep bir aile ilişkisi içinde
yansıtmayı adet edinmişti. Diyalogları yaşamdan
alınmış gibi doğal ve canlı idi. Tiyatro tekniğini
iyi bilmemesine karsın, sırf bu iki niteliğinden,
güçlü karakter ve canlı diyalog kurma yeteneğinden,
başarılı oyunlar yazdı. 72. Koğuş, Kardeş Payı, Ulvi
Uraz'ın ölmezleştirdiğî Murtaza bunların başında
gelir. Haldun TANER Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesİ
Değil, 1983
|
|
| |