Ana Sayfa

Sergistanbul - Işık Öğütçü - Sultan Sansarcı - Aralık 2008

 

UMUT ETMEYİ ONUN KİTAPLARINDAN ÖĞRENDİ İNSANLAR…

 

Orhan Kemal’in kahramanları, içinde bulundukları zor koşullara, yokluklara, çaresizliklere rağmen, her yeni doğan gün ile birlikte taze umutları yüreklerinde yeşertip büyüten insanlardı. Hayat sahnesinde figüran olmayı reddederek, başrole oynamak için mücadele edenlerin hikâyesiydi onun anlattıkları...

 

 

 

2000’e Dair

 Bin dokuz yüz senesinin 

İki bine yerini  

Verdiğini  

Görmek istiyorum  

Ne zevkli şey olurdu seyretmek torunumu  

Van üniversitesindeki kız arkadaşlarıyla  

Kutbu şimalide kızak kaydığını  

Vaşington’da  Kapitol bahçesinde  

Ren şarabı içip  

Çinli dostu Şin-Fo`yla beraber  

Şankay`dan haber  

Beklemek!  

Adana ‘da gençlik aşımı yaptırıp  

Hindistan’da gerdeğe girmek için  

Arzuhalsiz müracaat etmek  

Hastanelere  

Ve duyduğum sevincin  

Radyografisini gösterip Hindli karıma  

‘Sevgilim bak!’ demek  

Ve Bahrimuhiti Atlasi’de 

 Karımla beraber zıpkın atmak  

Balinalara!  

Ne tadına doyulmaz olurdu  

Misis’li Çopur Ali’nin,  

Sorbone’da  

‘Parçalanan Atomun  

Sanayiye tatbikine dair’  

Konferansını dinlemek  

Ve 1941 harbi için  

“Ne acayip sey!’demek  

Hey gidi 2000senesi hey” 

(1941)

Orhan Kemal

 

 

Üstadın ilk okuduğum eseriydi “Yalancı Dünya”. Tozpembe hayallerinin peşinde sürüklenen Neriman’ın şöhret olma uğruna, kaybettiklerini öylesine çarpıcı bir üslup ile kaleme almıştı ki, her satırda yaşattığı duygu yoğunluğu, üstadın diğer kitapları için de referans oldu.

Orhan Kemal’in kahramanları, içinde bulundukları zor koşullara, yokluklara, çaresizliklere rağmen, her yeni doğan gün ile birlikte taze umutları yüreklerinde yeşertip büyüten insanlardı. Hayat sahnesinde figüran olmayı reddederek, başrole oynamak için mücadele edenlerin hikâyesiydi onun anlattıkları...

Neredeyse bütün eserlerini büyük bir keyifle okuduğum ve bana hayata farklı bir pencereden bakabilme yeteneğini kazandırdığına inandığım üstadın yaşamına ilişkin merak ettiğim ayrıntıları bulabilmek adına ünlü yazarın Cihangir’deki müzesinin kapısını çaldım. Üstadın oğlu Işık Öğütçü’nün eşliğinde Orhan Kemal’in dünyasında hüzünlü, eğlenceli ve unutulmaz bir yolculuğa çıktık…

 

Aşılması güç duvarlar örmedi insanlarla arasına

“Ben evin en küçük çocuğu olarak diğer kardeşlerime nasip olmayan da bir ayrıcalığa sahiptim, babamın günlüklerinde bir tek benim doğumum ile ilgili ayrıntılar yer alıyordu. Bu anlamda da torpilliyim” cümleleriyle anlatıyor Işık Öğütçü farklılığının gerekçesini. Yüzünde aydınlık bir tebessüm, gözlerinde bu ayrıcalığa sahip olmanın verdiği gurur. Doğacak çocukların cinsiyetini öğrenmenin henüz imkânsız olduğu o dönemlerde Orhan Kemal ve ev halkı, bebeklerinin cinsiyeti ne olursa olsun isminin kesinlikle “Işık” olması konusunda ortak bir karara varıyorlar. Ve 1957 yılında sabırsızlıkla bekledikleri “Işık” doğuyor yaşamlarına

Orhan Kemal’in ünlü bir yazar olmanın ötesinde sevgi dolu, şefkatli ve merhametli bir baba profili çizdiğini öğreniyoruz Işık Bey’den, “ Eğer şu an yanımızda olsaydı inanın bana birkaç    dakika içinde sizlerin kalbini fethetmiş olurdu. İnsanlarla arasında öyle güçlü köprüler kurardı ki, belki de onu vazgeçilmez kılan iyi niyeti, içtenliği ve samimiyetiydi. Babam hiçbir zaman kendini büyük, ulaşılmaz biri olarak görmedi. Aşılması güç duvarlar örmedi insanlarla arasına. Sohbeti farklıydı, dostluğu farklıydı”

 

Kuşların getirdiği gofret

Üstadın kalabalık aileyi çok sevdiğini anlatıyor Öğütçü, “onun için en büyük mutluluk pazar sabahları tüm aileyi sofrada bir arada görmekti. Evli olan ablamı ve eşini de davet eder ve hepimizi o gün bir araya toplardı. Evimiz küçük, yerimiz dar ama bunların hiçbir önemi yoktu. Önemli olan bir arada olmaktı. Yer yataklarında yatılır, çoluk çocuk bir arada neşe içinde geçirilirdi o gün. Babamda biraz para varsa anneme verir ve çiğköfte için malzeme alınırdı.  Yapılan çiğköfte hep birlikte afiyet ile yenirdi. O aile sıcaklığı ve birliği başka bir mutluluktu ve babam bunu daima hissettirdi bize. Biz parasız, pulsuzduk ama birlikteydik, mutluyduk ve hep birlikte güçlüydük.En küçük çocuk olduğumdan dolayı babamın bana hep bir torpili vardı. Çalışma aralarında beni yanına çağırır ve yatağının üzerine bir gofret koyar, ‘bunu kuş getirdi oğlum’ derdi. 5-6 yaşlarındaydım o zaman ve o gofreti gerçekten kuşların getirdiğine inanırdım. Öte yandan o parasız dönemlerde zar zor gördüğünüz gofreti yemenin de keyfi bambaşkaydı. Sizin gözünüzde Orhan Kemal’i ünlü bir yazar olmanın ötesinde bir baba olarak onu çok özel kılıyordu ve bu büyü ortaokul 1. sınıfta okurken bozuldu, çünkü babam ölmüştü.”

 

Orhan Kemal’in dünyasına yolculuk

Üstadın yaşarken, kendisi ile ilgili bir müze kurulmasına ilişkin çeşitli temenniler olduğunu dile getiren Işık Öğütçü, “ ancak bu temennileri hayata geçirme noktasında atılmış en ufak bir adım yoktu. Orhan Kemal Müzesi 2000 yılında açtı kapılarını ziyaretçilere. Babamın,  arkadaşlarının dostlarının, edebiyatseverlerin hayalini gerçekleştirdik. Ancak bizim amacımız klişe bir müze anlayışından farklı olarak, ziyaretçiler müzeyi gezdikten, Orhan Kemal’in dünyasına yaptıkları yolculuk sona erdikten sonra, hemen alt kattaki minik kafeteryada içeceklerini yudumlarken bir yandan da Orhan Kemal’in kitaplarını okuyabilsinler” şeklinde konuşuyor.

 

Annemin çabaları olmasaydı

Müzenin oluşumu noktasında annesinin önemli bir payı olduğunu ifade eden Öğütçü, “Burada yer alan tüm eşyaların saklanması, korunması tamamen annemin çabaları neticesinde oldu.  Biz çocukları olarak her birimiz evlendikten sonra kendi evimize götürmek üzere babamızdan hatıra bir eşyayı alsaydık, bu müze kesinlikle açılamazdı. Ancak annem bu işi sahiplendi. 2000 yılında kendisi de hayattaydı. Müzenin açılışını gördü. Bizim için burası Orhan Kemal’i geleceğe taşımak için bir başlangıç noktasıydı. Müze sadece ziyaret edilen bir yer değil, aynı zamanda bir eğitim kurumu. Ziyaretçiler, üstadın tüm emeklerini,yaşamını müzede görme şansına sahipler. Müze tek kat. İlerde belki daha farklı bir konseptte, babamın sergileyemediğimiz el yazmalarını, notlarını, diğer pek çok dokümanını belki ilerde daha geniş bir yerde sergileyebiliriz” diyor.

 

Siyah beyaz fotoğraflarda saklı hüzünler

Işık Öğütçü ile ağır ağır müzeyi gezmeye başlıyoruz. Müzenin girişinde üstadın fotoğrafları karşılıyor ziyaretçileri. Okurları ve sevenleri Orhan Kemal’i genelde kitapların arkasındaki fotoğraflarından tanıyorlar ancak buradaki 70 fotoğraf bir anlamda ünlü yazarın hayatına ışık tutan belgeler niteliğini taşıyor. Bebeklik,  çocukluk yıllarına ait siyah beyaz fotoğraflara, ailesi ve dostları ile çektirdiği, birçoğu Ara Güler imzası taşıyan fotoğraflar eşlik ediyor. 

 

İlk aşk ilk heyecan

Üstadın1915’de babasının kucağında henüz 1 yaşında minicik bir bebekken çekilen fotoğrafı şirin bir kompozisyon çiziyor. Orhan Kemal babası ve ailesi ile birlikte 1931-32 yıllarında Beyrut’a gidiyor. Bu 1 yıllık zaman dilimine koskoca bir aşkı ve ilginç yaşam tecrübelerini sığdırıyor. Lokantalarda, matbaalarda çalışan, işsiz kaldığında ise avarelik yapmanın keyfini süren ünlü yazar hayatında ilk kez Eleni isminde bir Rum kızına aşık oluyor. O günlerin anısını bir kare süslüyor müzenin duvarlarını.

 

Arkadaş ıslıkları…

Bu bölümde ise Orhan Kemal’in arkadaşları ile birlikte çekilmiş görüntülerine yer verilmiş. Orhan Kemal bir karede Mehmet Barlas, Muzaffer Buyrukçu, bir diğerinde İsmet İnönü ile bir başka karede ise Fazıl Hüsnü Dağlarca ile bir arada görünüyor. Dağlarca’nın müzeyi ziyareti sırasında bu fotoğrafı gördüğünü ve çok duygulandığını anlatıyor Işık Öğütçü, “Bir dönem onun Aksaray’daki kitabevinde babamın imza günü vardı. Ben de hem yardım etmek hem de babamla vakit geçirmek için oradaydım. Fazıl Amca tahtaya çiviler çakarak küçük bir oyun tahtası oluşturdu ve parayı çivilerin arasından geçirerek gol atma oyunu oynamıştık. Aslına bakarsanız bu ayrıntıyı unutmuştum. Ama hafızası kuvvetli olan Fazıl Amca bunu hatırlamıştı”

Orhan Kemal, Haldun Taner ve Halit Kıvanç bir futbol maçı öncesi sahada görülüyor bir diğer karede. Işık Öğütçü, Edebiyatçılar Birliği ile Keşanlı Ali oyuncuları arasında gerçekleşen bu maçta Halit Kıvanç’ın  hakem olarak görev yaptığını anlatıyor.  

Müzenin bir köşesinde duran büyük camlı bölmede ise üstadın yayınlanan bütün eserlerinin ilk basım örnekleri yer alıyor.

 

Doğruların savaşını sanatımla yaptım

Orhan Kemal’in kendi yazdığı, ailesi tarafından bir anlamda vasiyeti olarak da değerlendirilen şu cümleler müzenin ilgi çeken bir diğer ayrıntısı olarak göze çarpıyor.  “Eşe dosta selam, inandığım doğruların adamı oldum, öyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.” Işık Öğütçü, babasına ait bu cümlenin, onun yaşam felsefesine de ışık tuttuğunu söylüyor.

 

Abdülkadir Kemal’i Bey’in hatıra defteri

Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey ile ilgili de bir bölüm var müzede. Öğütçü, dedesinin aldığı istiklal madalyası ve üzerinde Atatürk’ün orijinal imzasının bulunduğu istiklal madalyası beratını gösteriyor bize gururla. Aynı zamanda ilk mecliste Kastamonu milletvekili olarak da görev yapan Abdülkadir Kemali Bey’in Nazım Hikmet tarafından yapılan yağlı boya resmi, okuduğu Kuran-ı Kerim’i ve günümüzde 2. baskısı yapılan hatıra defteri camlı bölmede yer alan diğer materyaller.

 

Kişisel eşyalar…

Orhan Kemal’in kişisel eşyalarının bulunduğu cam bir bölmenin önündeyiz. Üzerinde eski Türkçe harflerin yazılı olduğu bir kitap gözümüze ilişiyor. Üstada babası tarafından okunması için verilen bu kitabın kapağına, “Okuyup kütüphaneme geri getirmek üzere oğlum Raşit Öğütçü’ye” şeklinde bir not düşülmüş. Bir havlu, bir tespih ve bir kahve fincanı, Nazım Hikmet’in 1945’de Orhan Kemal’e yazdığı mektup ve bir kahve değirmeni, bir semaver ve çiğköftenin yoğrulduğu bir tepsi, pijamaları ve şapkası kişisel eşyalarından bir kaçı. 

 

Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet ile…

İnsanların düşünceleri yüzünden cezalandırıldığı bir dönemde bu onurlu suçu büyük bir gururla taşıyan Orhan Kemal’in cezaevi günlerine ilişkin materyallerin bulunduğu köşedeyiz şimdi de. Bursa Cezaevinde aynı zamanda koğuş arkadaşı da olan Nazım Hikmet ile aynı  karede üstat. 1966 yılında tutuklanarak 35 gün Sultanahmet Cezaevinde kaldığı günlerde Sultanahmet Adliyesinde çekilmiş bir fotoğraf daha yer alıyor bu köşede.  Cezaevinden yazdığı bir mektupta diyor ki; “Bütün dostlarımın gözlerinden öperim. Işık’çım üzülmesin çıkınca bisikletini alacağım” Işık Öğütçü o mektupta sözü verilen bisikletin tam 3 yıl sonra alındığını anlatıyor ve şöyle noktalıyor cümlesini, “Günümüzde çocuklarımıza istediklerini anında alıyor ve hediye ediyoruz ama koskoca Orhan Kemal oğlunun bu isteğini ancak 3 yıl sonra gerçekleştirebildi”

 

Tavlada yenilmekten hoşlanmazdı

Müzenin bu bölümüne gelince kapıda durdum ve küçük bir çalışma odası havasındaki bu alanı inceledim uzun uzun! Üstadın meşhur fötr şapkası ve paltosu bir askıda, sanki birazdan sahibi gelip onları alacak giyecek ve sokağa çıkacakmışçasına hazır bekliyor. Hemen köşede minik bir kütüphane, her bir kitap yazarı tarafından Orhan Kemal’e imzalanmış. Bir tavla dikkatimi çekiyor raflardan birinde. Işık Öğütçü, parmaklarını şefkatle tavlanın üzerinde gezdirirken mırıldanıyor, “Bu sağlam kalan tavlalardan biri. Babam oynarken zara çok kızardı, yenilmekten de pek hoşlanmadığını söyleyebilirim, sinirinden tavlayı fırlatıp kırdığına çok tanık oldum”. Çok sevdiği Ruhi Su’nun plakları, başka bir ayrıntı. Soğuk kış gecelerinde odun kömür bittiği vakit üstadın ısınmak için kullandığı mangal ve köşede yatağı tabloyu tamamlayan detaylardan sadece bir kaçı.

 

Odası sade, eserleri görkemli

Üzerinde siyah battaniye örtülü yatağa bakıp gülümsüyor Işık Öğütçü, “Bu yatağı gördüğüm zaman duygulanıyorum. Az önce söz etmiştim ya, babamın bana yaptığı en güzel sürprizlerden biri olan ve kuşların getirdiğine inandığım o gofreti işte bu yatağın üzerine koyardı. Bakın yatağın üzerinde de bir mask var, bu babamın öldüğü gün Bulgaristan’daki  yetkililer tarafından alınmış. Onlar sanatçıya kıymet verdikleri için, yarın bir gün bir müzesi açılır orda kullanılabilir diye yüzünün  maskesini çıkarmışlar. Her yazara nasip olmayan bir şey.

Yine bir elbisesi var, duvarlarda Ara Güler’in fotoğrafları. Gaz lambası, bunun ışığında çok eser yazmıştır. Aldığı bir ödülü var burada. Sizinde gördüğünüz üzere babamın sade bir odası ama burada yazdığı görkemli eserleri var” diyor.  

Aynı anda çalışma masasının üzerindeki daktiloya takılıyor gözüm. Büyük bir keyifle okuduğum eserlerin bununla yazıldığını bilmek inanılmaz bir heyecan dalgası yaratıyor yüreğimde. Işık Bey’den izin alıyor ve daktilonun başına oturuyorum. Parmaklarım her bir harfin üzerinde geziniyor usulca. Yıllar öncesine dönüyorum sanki. Orhan Kemal daktilosunun başında, eserinin en heyecanlı bölümünü yazıyor, parmaklarının her dokunuşunda tuşlardan yükselen o ritmik ses dolduruyor odayı. Dışarıda inceden bir yağmur başlıyor, belki de lapa lapa kar yağıyor. Mangaldan yükselen sıcaklığa, bir fincan kahvenin mis gibi kokusu eşlik ediyor. Masasının köşesinde duran, ölgün ışığı ile odayı aydınlatan gaz lambasının aydınlığında üstat yazıyor…yazıyor…yazıyor…

 

35 günde yazılan ünlü roman

 “Vukuat Var” isimli eserinin orijinal metnini görünce şaşırıyorum. Üzerinde “Bu cildin ilk kopyası kitap haline gelmek üzere kitapçıya satılacaktır. Bu cilt saklanacak. İlk cilt kaybolabilir ya da aradan sayfa zayi olabilir. O zaman işe yarar. Asıl önemlisi çıkan kitabın kontrolü için elde bulunması gerek” yazısını okuyorum. Işık Bey, “sizce bu eseri ne kadar sürede yazmış olabilir” diye sorunca, ‘3 ayda olabilir mi?” diyorum,  verdiğim yanıtın doğruluğundan emin olmayarak. Gülümsüyor Işık Bey ve beni hayretler içinde bırakan cümle dökülüyor dudaklarından, “35 günde koca romanı yazmış babam. Filmi oldu, dizisi oldu, yine bir dizi olacak. Hanımın Çiftliği’nin birinci kitabıdır bu.”

 

Yarım kalan eser…

Babasının ölmeden önce  “Murtaza” isimli eserin 2. cildini yazdığını kaydeden Işık Öğütçü, “Ancak ne yazık ki bunu tamamlamaya ömrü yetmedi.  Bakın eserin orijinalinin yazılı olduğu bu dosyanın üzerine şöyle bir not yazmış, ‘Bu dosyada Murtaza’nın ikinci cildini yürütecek olan müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Tape edilmiş bölüm üç nüshadır. Geziden dönüşte devam edilecektir.(Tabii kısmetse… ki elbette kısmettir.) Babam bu notu  2 nisan 1970 de yazmış. Ne yazık ki 2 haziran 1970’de de aramızdan ayrılıyor ve kısmet olmuyor tabii. Babamın yarım eserlerinin hepsini çıkardım. Atatürk’ün bir sözü var: “beni hatırlayınız”, ben de üstat için aynısını söyleyeceğim. Onu hiç unutmasınlar. Kendileri okumuşlarsa Orhan Kemal’in eserlerini başka arkadaşlarına da tavsiye etsinler. Çünkü yazarlar okunarak eserleri gelecek kuşaklara taşınarak yaşatılır” diyor.

 

Biz işçiler hatıran önünde saygı ile eğiliyoruz

Müzenin belki de en hüzünlü köşesi burası, Orhan Kemal’in cenazesiyle ilgili ayrıntıların yer aldığı bölümde, pek çok fotoğraf var bu konu ile ilgili. Üstadın hastanedeki yatağında bir fotoğrafı var, bir anlamda veda fotoğrafı. Bir diğer karede cenaze arabası göze çarpıyor. Işık Öğütçü, bu kare ile ilgili bir ayrıntıyı paylaşıyor bizlerle, “Bu fotoğrafa dikkatle bakarsanız, cenaze arabasının üstünde bir yazı görürsünüz. Bir grup işçi tarafından konulan bu yazıda, ‘Biz işçiler hatıran önünde saygı ile eğiliyoruz’ şeklinde bir cümle yer alıyor.  Bu yazı hala Basınköy’deki evimizde duruyor biliyor musunuz?. Yazıların neredeyse silinmiş olmasına rağmen bizim için önem arz ettiğinden saklıyoruz bunu”  Bir diğer fotoğrafta ise Orhan Kemal’in Şişli Cami’den Zincirlikuyu’ya doğru yürüyen cenaze korteji görülüyor.

 

 

Basında Orhan Kemal (KUTU)

01.Haziran.2000

Cumhuriyet Gazetesi

Oktay Akbal

Dostum Orhan Kemal

Yarın Orhan Kemal'i yitirdiğimiz gün... Tam otuz yıl önce!.. Duyar duymaz işi gücü bırakıp Cağaloğlu meydanında, sokaklarında dolaşmaya çıkmıştım. Nedeni yok! Belki onu buralarda bulabilirim diye! Hiç değilse kahvelerde, köşebaşlarında birini beklerken ya da gideceği yere tam saatinde varmak için oyalanırken..

Otuz yıldır Orhan Kemal yok! Birbirinden güzel kitapları var. Romanlar, öyküler... Bugüne dek "Bereketli Topraklar Üzerinde" kadar etkileyici bir roman okumadım. Benim kuşağımın her zaman anımsanacak, okunacak yazarı... Hele bütün bu çalışmaları nice güçlükler, yoksunluklar içinde yaptığını da düşünürsek...

 

 

4 Ocak 2002

Hürriyet Gazetesi - Doğan Hızlan -

Hayat mı edebiyatı taklit eder, yoksa edebiyat mı hayatı?

BAKİ HOCA (Abdülbaki Gölpınarlı), Orhan Kemal'in kendisini de, eserlerini de çok severdi; Suçlu'nun tefrikasını da her gün heyecanla okurmuş.

Gece evinde okuduğu tefrikadan Cevdet'in hapse gireceğini anlıyor ve uyku tutmuyor, ertesi günü erkenden çat kapı Orhan Kemal'in evine gidiyor.

‘‘Kuzum Orhan’’ diyor, ‘‘Sakın Cevdet'i hapse sokma. Kurtar onu.’’

Orhan Kemal de, Cevdet'in hapse gireceğini, ama gerçek suçluların bulunup onun kurtulacağını söylüyor. Ve verdiği sözü tutarak Cevdet'i kurtarıyor.

 

02.06.2004

 Sabah Gazetesi - Refik Durbas 

Orhan Abi, ikindiyin İstanbul Kız Lisesi önünde kadim dostu Arap Talat ile volta attıktan sonra, Hasıraltı'na gelirdi. Kahvehanenin sahibi Turgut Abi (soyadını bir Orhan Çınar hatırlar şimdi, bir de Bekir Sami Sertöz) Orhan Abi'yi rahatsız edilmesin diye biz gençlerin arasına bırakmaz, çay ocağının bulunduğu camlı bölmeye alırdı. Orhan Abi, daha sonra sanırım, "Bir Filiz Vardı" romanında anlattığı genç kız ile çay ocağında oturur, muhabbetini yaptıktan sonra akşamın karanlığında kaybolurdu.


 


[email protected]