Orhan Kemal’in kahramanları,
içinde bulundukları zor koşullara, yokluklara,
çaresizliklere rağmen, her yeni doğan gün ile
birlikte taze umutları yüreklerinde yeşertip büyüten
insanlardı. Hayat sahnesinde figüran olmayı
reddederek, başrole oynamak için mücadele edenlerin
hikâyesiydi onun anlattıkları...
2000’e Dair
Bin dokuz yüz
senesinin
İki bine yerini
Verdiğini
Görmek istiyorum
Ne zevkli şey olurdu seyretmek
torunumu
Van üniversitesindeki kız
arkadaşlarıyla
Kutbu şimalide kızak
kaydığını
Vaşington’da Kapitol
bahçesinde
Ren şarabı içip
Çinli dostu Şin-Fo`yla
beraber
Şankay`dan haber
Beklemek!
Adana ‘da gençlik aşımı
yaptırıp
Hindistan’da gerdeğe girmek
için
Arzuhalsiz müracaat etmek
Hastanelere
Ve duyduğum sevincin
Radyografisini gösterip Hindli
karıma
‘Sevgilim bak!’ demek
Ve Bahrimuhiti Atlasi’de
Karımla beraber zıpkın atmak
Balinalara!
Ne tadına doyulmaz olurdu
Misis’li Çopur Ali’nin,
Sorbone’da
‘Parçalanan Atomun
Sanayiye tatbikine dair’
Konferansını dinlemek
Ve 1941 harbi için
“Ne acayip sey!’demek
Hey gidi 2000senesi hey”
(1941)
Orhan Kemal
Üstadın ilk okuduğum eseriydi
“Yalancı Dünya”. Tozpembe hayallerinin peşinde
sürüklenen Neriman’ın şöhret olma uğruna,
kaybettiklerini öylesine çarpıcı bir üslup ile
kaleme almıştı ki, her satırda yaşattığı duygu
yoğunluğu, üstadın diğer kitapları için de referans
oldu.
Orhan Kemal’in kahramanları,
içinde bulundukları zor koşullara, yokluklara,
çaresizliklere rağmen, her yeni doğan gün ile
birlikte taze umutları yüreklerinde yeşertip büyüten
insanlardı. Hayat sahnesinde figüran olmayı
reddederek, başrole oynamak için mücadele edenlerin
hikâyesiydi onun anlattıkları...
Neredeyse bütün eserlerini
büyük bir keyifle okuduğum ve bana hayata farklı bir
pencereden bakabilme yeteneğini kazandırdığına
inandığım üstadın yaşamına ilişkin merak ettiğim
ayrıntıları bulabilmek adına ünlü yazarın
Cihangir’deki müzesinin kapısını çaldım. Üstadın
oğlu Işık Öğütçü’nün eşliğinde Orhan Kemal’in
dünyasında hüzünlü, eğlenceli ve unutulmaz bir
yolculuğa çıktık…
Aşılması güç duvarlar örmedi
insanlarla arasına
“Ben evin en küçük çocuğu
olarak diğer kardeşlerime nasip olmayan da bir
ayrıcalığa sahiptim, babamın günlüklerinde bir tek
benim doğumum ile ilgili ayrıntılar yer alıyordu. Bu
anlamda da torpilliyim” cümleleriyle anlatıyor Işık
Öğütçü farklılığının gerekçesini. Yüzünde aydınlık
bir tebessüm, gözlerinde bu ayrıcalığa sahip olmanın
verdiği gurur. Doğacak çocukların cinsiyetini
öğrenmenin henüz imkânsız olduğu o dönemlerde Orhan
Kemal ve ev halkı, bebeklerinin cinsiyeti ne olursa
olsun isminin kesinlikle “Işık” olması konusunda
ortak bir karara varıyorlar. Ve 1957 yılında
sabırsızlıkla bekledikleri “Işık” doğuyor
yaşamlarına
Orhan Kemal’in ünlü bir yazar
olmanın ötesinde sevgi dolu, şefkatli ve merhametli
bir baba profili çizdiğini öğreniyoruz Işık Bey’den,
“ Eğer şu an yanımızda olsaydı inanın bana birkaç
dakika içinde sizlerin kalbini fethetmiş olurdu.
İnsanlarla arasında öyle güçlü köprüler kurardı ki,
belki de onu vazgeçilmez kılan iyi niyeti, içtenliği
ve samimiyetiydi. Babam hiçbir zaman kendini büyük,
ulaşılmaz biri olarak görmedi. Aşılması güç duvarlar
örmedi insanlarla arasına. Sohbeti farklıydı,
dostluğu farklıydı”
Kuşların getirdiği gofret
Üstadın kalabalık aileyi çok
sevdiğini anlatıyor Öğütçü, “onun için en büyük
mutluluk pazar sabahları tüm aileyi sofrada bir
arada görmekti. Evli olan ablamı ve eşini de davet
eder ve hepimizi o gün bir araya toplardı. Evimiz
küçük, yerimiz dar ama bunların hiçbir önemi yoktu.
Önemli olan bir arada olmaktı. Yer yataklarında
yatılır, çoluk çocuk bir arada neşe içinde
geçirilirdi o gün. Babamda biraz para varsa anneme
verir ve çiğköfte için malzeme alınırdı. Yapılan
çiğköfte hep birlikte afiyet ile yenirdi. O aile
sıcaklığı ve birliği başka bir mutluluktu ve babam
bunu daima hissettirdi bize. Biz parasız, pulsuzduk
ama birlikteydik, mutluyduk ve hep birlikte
güçlüydük.En küçük çocuk olduğumdan dolayı babamın
bana hep bir torpili vardı. Çalışma aralarında beni
yanına çağırır ve yatağının üzerine bir gofret
koyar, ‘bunu kuş getirdi oğlum’ derdi. 5-6
yaşlarındaydım o zaman ve o gofreti gerçekten
kuşların getirdiğine inanırdım. Öte yandan o parasız
dönemlerde zar zor gördüğünüz gofreti yemenin de
keyfi bambaşkaydı. Sizin gözünüzde Orhan Kemal’i
ünlü bir yazar olmanın ötesinde bir baba olarak onu
çok özel kılıyordu ve bu büyü ortaokul 1. sınıfta
okurken bozuldu, çünkü babam ölmüştü.”
Orhan Kemal’in dünyasına
yolculuk
Üstadın yaşarken, kendisi ile
ilgili bir müze kurulmasına ilişkin çeşitli
temenniler olduğunu dile getiren Işık Öğütçü, “
ancak bu temennileri hayata geçirme noktasında
atılmış en ufak bir adım yoktu. Orhan Kemal Müzesi
2000 yılında açtı kapılarını ziyaretçilere.
Babamın, arkadaşlarının dostlarının,
edebiyatseverlerin hayalini gerçekleştirdik. Ancak
bizim amacımız klişe bir müze anlayışından farklı
olarak, ziyaretçiler müzeyi gezdikten, Orhan
Kemal’in dünyasına yaptıkları yolculuk sona erdikten
sonra, hemen alt kattaki minik kafeteryada
içeceklerini yudumlarken bir yandan da Orhan
Kemal’in kitaplarını okuyabilsinler” şeklinde
konuşuyor.
Annemin çabaları olmasaydı
Müzenin oluşumu noktasında
annesinin önemli bir payı olduğunu ifade eden
Öğütçü, “Burada yer alan tüm eşyaların saklanması,
korunması tamamen annemin çabaları neticesinde
oldu. Biz çocukları olarak her birimiz evlendikten
sonra kendi evimize götürmek üzere babamızdan hatıra
bir eşyayı alsaydık, bu müze kesinlikle açılamazdı.
Ancak annem bu işi sahiplendi. 2000 yılında kendisi
de hayattaydı. Müzenin açılışını gördü. Bizim için
burası Orhan Kemal’i geleceğe taşımak için bir
başlangıç noktasıydı. Müze sadece ziyaret edilen bir
yer değil, aynı zamanda bir eğitim kurumu.
Ziyaretçiler, üstadın tüm emeklerini,yaşamını müzede
görme şansına sahipler. Müze tek kat. İlerde belki
daha farklı bir konseptte, babamın
sergileyemediğimiz el yazmalarını, notlarını, diğer
pek çok dokümanını belki ilerde daha geniş bir yerde
sergileyebiliriz” diyor.
Siyah beyaz fotoğraflarda
saklı hüzünler
Işık Öğütçü ile ağır ağır
müzeyi gezmeye başlıyoruz. Müzenin girişinde üstadın
fotoğrafları karşılıyor ziyaretçileri. Okurları ve
sevenleri Orhan Kemal’i genelde kitapların
arkasındaki fotoğraflarından tanıyorlar ancak
buradaki 70 fotoğraf bir anlamda ünlü yazarın
hayatına ışık tutan belgeler niteliğini taşıyor.
Bebeklik, çocukluk yıllarına ait siyah beyaz
fotoğraflara, ailesi ve dostları ile çektirdiği,
birçoğu Ara Güler imzası taşıyan fotoğraflar eşlik
ediyor.
İlk aşk ilk heyecan
Üstadın1915’de babasının
kucağında henüz 1 yaşında minicik bir bebekken
çekilen fotoğrafı şirin bir kompozisyon çiziyor.
Orhan Kemal babası ve ailesi ile birlikte 1931-32
yıllarında Beyrut’a gidiyor. Bu 1 yıllık zaman
dilimine koskoca bir aşkı ve ilginç yaşam
tecrübelerini sığdırıyor. Lokantalarda, matbaalarda
çalışan, işsiz kaldığında ise avarelik yapmanın
keyfini süren ünlü yazar hayatında ilk kez Eleni
isminde bir Rum kızına aşık oluyor. O günlerin
anısını bir kare süslüyor müzenin duvarlarını.
Arkadaş ıslıkları…
Bu bölümde ise Orhan Kemal’in
arkadaşları ile birlikte çekilmiş görüntülerine yer
verilmiş. Orhan Kemal bir karede Mehmet Barlas,
Muzaffer Buyrukçu, bir diğerinde İsmet İnönü ile bir
başka karede ise Fazıl Hüsnü Dağlarca ile bir arada
görünüyor. Dağlarca’nın müzeyi ziyareti sırasında bu
fotoğrafı gördüğünü ve çok duygulandığını anlatıyor
Işık Öğütçü, “Bir dönem onun Aksaray’daki
kitabevinde babamın imza günü vardı. Ben de hem
yardım etmek hem de babamla vakit geçirmek için
oradaydım. Fazıl Amca tahtaya çiviler çakarak küçük
bir oyun tahtası oluşturdu ve parayı çivilerin
arasından geçirerek gol atma oyunu oynamıştık.
Aslına bakarsanız bu ayrıntıyı unutmuştum. Ama
hafızası kuvvetli olan Fazıl Amca bunu hatırlamıştı”
Orhan Kemal, Haldun Taner ve
Halit Kıvanç bir futbol maçı öncesi sahada görülüyor
bir diğer karede. Işık Öğütçü, Edebiyatçılar Birliği
ile Keşanlı Ali oyuncuları arasında gerçekleşen bu
maçta Halit Kıvanç’ın hakem olarak görev yaptığını
anlatıyor.
Müzenin bir köşesinde duran
büyük camlı bölmede ise üstadın yayınlanan bütün
eserlerinin ilk basım örnekleri yer alıyor.
Doğruların savaşını
sanatımla yaptım
Orhan Kemal’in kendi yazdığı,
ailesi tarafından bir anlamda vasiyeti olarak da
değerlendirilen şu cümleler müzenin ilgi çeken bir
diğer ayrıntısı olarak göze çarpıyor. “Eşe dosta
selam, inandığım doğruların adamı oldum, öyle
yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını
daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma
hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.”
Işık Öğütçü, babasına ait bu cümlenin, onun yaşam
felsefesine de ışık tuttuğunu söylüyor.
Abdülkadir Kemal’i Bey’in
hatıra defteri
Orhan Kemal’in babası
Abdülkadir Kemali Bey ile ilgili de bir bölüm var
müzede. Öğütçü, dedesinin aldığı istiklal madalyası
ve üzerinde Atatürk’ün orijinal imzasının bulunduğu
istiklal madalyası beratını gösteriyor bize gururla.
Aynı zamanda ilk mecliste Kastamonu milletvekili
olarak da görev yapan Abdülkadir Kemali Bey’in Nazım
Hikmet tarafından yapılan yağlı boya resmi, okuduğu
Kuran-ı Kerim’i ve günümüzde 2. baskısı yapılan
hatıra defteri camlı bölmede yer alan diğer
materyaller.
Kişisel eşyalar…
Orhan Kemal’in kişisel
eşyalarının bulunduğu cam bir bölmenin önündeyiz.
Üzerinde eski Türkçe harflerin yazılı olduğu bir
kitap gözümüze ilişiyor. Üstada babası tarafından
okunması için verilen bu kitabın kapağına, “Okuyup
kütüphaneme geri getirmek üzere oğlum Raşit
Öğütçü’ye” şeklinde bir not düşülmüş. Bir havlu, bir
tespih ve bir kahve fincanı, Nazım Hikmet’in 1945’de
Orhan Kemal’e yazdığı mektup ve bir kahve değirmeni,
bir semaver ve çiğköftenin yoğrulduğu bir tepsi,
pijamaları ve şapkası kişisel eşyalarından bir
kaçı.
Bursa Cezaevi’nde Nazım
Hikmet ile…
İnsanların düşünceleri yüzünden
cezalandırıldığı bir dönemde bu onurlu suçu büyük
bir gururla taşıyan Orhan Kemal’in cezaevi günlerine
ilişkin materyallerin bulunduğu köşedeyiz şimdi de.
Bursa Cezaevinde aynı zamanda koğuş arkadaşı da olan
Nazım Hikmet ile aynı karede üstat. 1966 yılında
tutuklanarak 35 gün Sultanahmet Cezaevinde kaldığı
günlerde Sultanahmet Adliyesinde çekilmiş bir
fotoğraf daha yer alıyor bu köşede. Cezaevinden
yazdığı bir mektupta diyor ki; “Bütün dostlarımın
gözlerinden öperim. Işık’çım üzülmesin çıkınca
bisikletini alacağım” Işık Öğütçü o mektupta sözü
verilen bisikletin tam 3 yıl sonra alındığını
anlatıyor ve şöyle noktalıyor cümlesini, “Günümüzde
çocuklarımıza istediklerini anında alıyor ve hediye
ediyoruz ama koskoca Orhan Kemal oğlunun bu isteğini
ancak 3 yıl sonra gerçekleştirebildi”
Tavlada yenilmekten
hoşlanmazdı
Müzenin bu bölümüne gelince
kapıda durdum ve küçük bir çalışma odası havasındaki
bu alanı inceledim uzun uzun! Üstadın meşhur fötr
şapkası ve paltosu bir askıda, sanki birazdan sahibi
gelip onları alacak giyecek ve sokağa
çıkacakmışçasına hazır bekliyor. Hemen köşede minik
bir kütüphane, her bir kitap yazarı tarafından Orhan
Kemal’e imzalanmış. Bir tavla dikkatimi çekiyor
raflardan birinde. Işık Öğütçü, parmaklarını
şefkatle tavlanın üzerinde gezdirirken mırıldanıyor,
“Bu sağlam kalan tavlalardan biri. Babam oynarken
zara çok kızardı, yenilmekten de pek hoşlanmadığını
söyleyebilirim, sinirinden tavlayı fırlatıp
kırdığına çok tanık oldum”. Çok sevdiği Ruhi Su’nun
plakları, başka bir ayrıntı. Soğuk kış gecelerinde
odun kömür bittiği vakit üstadın ısınmak için
kullandığı mangal ve köşede yatağı tabloyu
tamamlayan detaylardan sadece bir kaçı.
Odası sade, eserleri
görkemli
Üzerinde siyah battaniye örtülü
yatağa bakıp gülümsüyor Işık Öğütçü, “Bu yatağı
gördüğüm zaman duygulanıyorum. Az önce söz etmiştim
ya, babamın bana yaptığı en güzel sürprizlerden biri
olan ve kuşların getirdiğine inandığım o gofreti
işte bu yatağın üzerine koyardı. Bakın yatağın
üzerinde de bir mask var, bu babamın öldüğü gün
Bulgaristan’daki yetkililer tarafından alınmış.
Onlar sanatçıya kıymet verdikleri için, yarın bir
gün bir müzesi açılır orda kullanılabilir diye
yüzünün maskesini çıkarmışlar. Her yazara nasip
olmayan bir şey.
Yine bir elbisesi var,
duvarlarda Ara Güler’in fotoğrafları. Gaz lambası,
bunun ışığında çok eser yazmıştır. Aldığı bir ödülü
var burada. Sizinde gördüğünüz üzere babamın sade
bir odası ama burada yazdığı görkemli eserleri var”
diyor.
Aynı anda çalışma masasının
üzerindeki daktiloya takılıyor gözüm. Büyük bir
keyifle okuduğum eserlerin bununla yazıldığını
bilmek inanılmaz bir heyecan dalgası yaratıyor
yüreğimde. Işık Bey’den izin alıyor ve daktilonun
başına oturuyorum. Parmaklarım her bir harfin
üzerinde geziniyor usulca. Yıllar öncesine dönüyorum
sanki. Orhan Kemal daktilosunun başında, eserinin en
heyecanlı bölümünü yazıyor, parmaklarının her
dokunuşunda tuşlardan yükselen o ritmik ses
dolduruyor odayı. Dışarıda inceden bir yağmur
başlıyor, belki de lapa lapa kar yağıyor. Mangaldan
yükselen sıcaklığa, bir fincan kahvenin mis gibi
kokusu eşlik ediyor. Masasının köşesinde duran,
ölgün ışığı ile odayı aydınlatan gaz lambasının
aydınlığında üstat yazıyor…yazıyor…yazıyor…
35 günde yazılan ünlü roman
“Vukuat Var” isimli eserinin
orijinal metnini görünce şaşırıyorum. Üzerinde “Bu
cildin ilk kopyası kitap haline gelmek üzere
kitapçıya satılacaktır. Bu cilt saklanacak. İlk cilt
kaybolabilir ya da aradan sayfa zayi olabilir. O
zaman işe yarar. Asıl önemlisi çıkan kitabın
kontrolü için elde bulunması gerek” yazısını
okuyorum. Işık Bey, “sizce bu eseri ne kadar sürede
yazmış olabilir” diye sorunca, ‘3 ayda olabilir mi?”
diyorum, verdiğim yanıtın doğruluğundan emin
olmayarak. Gülümsüyor Işık Bey ve beni hayretler
içinde bırakan cümle dökülüyor dudaklarından, “35
günde koca romanı yazmış babam. Filmi oldu, dizisi
oldu, yine bir dizi olacak. Hanımın Çiftliği’nin
birinci kitabıdır bu.”
Yarım kalan eser…
Babasının ölmeden önce
“Murtaza” isimli eserin 2. cildini yazdığını
kaydeden Işık Öğütçü, “Ancak ne yazık ki bunu
tamamlamaya ömrü yetmedi. Bakın eserin orijinalinin
yazılı olduğu bu dosyanın üzerine şöyle bir not
yazmış, ‘Bu dosyada Murtaza’nın ikinci cildini
yürütecek olan müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape
edilmiş bölüm vardır. Tape edilmiş bölüm üç
nüshadır. Geziden dönüşte devam edilecektir.(Tabii
kısmetse… ki elbette kısmettir.) Babam bu notu 2
nisan 1970 de yazmış. Ne yazık ki 2 haziran 1970’de
de aramızdan ayrılıyor ve kısmet olmuyor tabii.
Babamın yarım eserlerinin hepsini çıkardım.
Atatürk’ün bir sözü var: “beni hatırlayınız”, ben de
üstat için aynısını söyleyeceğim. Onu hiç
unutmasınlar. Kendileri okumuşlarsa Orhan Kemal’in
eserlerini başka arkadaşlarına da tavsiye etsinler.
Çünkü yazarlar okunarak eserleri gelecek kuşaklara
taşınarak yaşatılır” diyor.
Biz işçiler hatıran önünde
saygı ile eğiliyoruz
Müzenin belki de en hüzünlü
köşesi burası, Orhan Kemal’in cenazesiyle ilgili
ayrıntıların yer aldığı bölümde, pek çok fotoğraf
var bu konu ile ilgili. Üstadın hastanedeki
yatağında bir fotoğrafı var, bir anlamda veda
fotoğrafı. Bir diğer karede cenaze arabası göze
çarpıyor. Işık Öğütçü, bu kare ile ilgili bir
ayrıntıyı paylaşıyor bizlerle, “Bu fotoğrafa
dikkatle bakarsanız, cenaze arabasının üstünde bir
yazı görürsünüz. Bir grup işçi tarafından konulan bu
yazıda, ‘Biz işçiler hatıran önünde saygı ile
eğiliyoruz’ şeklinde bir cümle yer alıyor. Bu yazı
hala Basınköy’deki evimizde duruyor biliyor
musunuz?. Yazıların neredeyse silinmiş olmasına
rağmen bizim için önem arz ettiğinden saklıyoruz
bunu” Bir diğer fotoğrafta ise Orhan Kemal’in Şişli
Cami’den Zincirlikuyu’ya doğru yürüyen cenaze
korteji görülüyor.
Basında Orhan Kemal (KUTU)
01.Haziran.2000
Cumhuriyet Gazetesi
Oktay Akbal
Dostum Orhan Kemal
Yarın Orhan Kemal'i
yitirdiğimiz gün... Tam otuz yıl önce!.. Duyar
duymaz işi gücü bırakıp Cağaloğlu meydanında,
sokaklarında dolaşmaya çıkmıştım. Nedeni yok! Belki
onu buralarda bulabilirim diye! Hiç değilse
kahvelerde, köşebaşlarında birini beklerken ya da
gideceği yere tam saatinde varmak için oyalanırken..
Otuz yıldır Orhan Kemal yok!
Birbirinden güzel kitapları var. Romanlar,
öyküler... Bugüne dek "Bereketli Topraklar Üzerinde"
kadar etkileyici bir roman okumadım. Benim kuşağımın
her zaman anımsanacak, okunacak yazarı... Hele bütün
bu çalışmaları nice güçlükler, yoksunluklar içinde
yaptığını da düşünürsek...
4 Ocak 2002
Hürriyet Gazetesi - Doğan
Hızlan -
Hayat mı edebiyatı taklit
eder, yoksa edebiyat mı hayatı?
BAKİ HOCA (Abdülbaki Gölpınarlı),
Orhan Kemal'in kendisini de, eserlerini de çok
severdi; Suçlu'nun tefrikasını da her gün heyecanla
okurmuş.
Gece evinde okuduğu tefrikadan
Cevdet'in hapse gireceğini anlıyor ve uyku tutmuyor,
ertesi günü erkenden çat kapı Orhan Kemal'in evine
gidiyor.
‘‘Kuzum Orhan’’ diyor, ‘‘Sakın
Cevdet'i hapse sokma. Kurtar onu.’’
Orhan Kemal de, Cevdet'in hapse
gireceğini, ama gerçek suçluların bulunup onun
kurtulacağını söylüyor. Ve verdiği sözü tutarak
Cevdet'i kurtarıyor.
02.06.2004
Sabah Gazetesi - Refik
Durbas
Orhan
Abi, ikindiyin İstanbul Kız Lisesi önünde kadim
dostu Arap Talat ile volta attıktan sonra,
Hasıraltı'na gelirdi. Kahvehanenin sahibi Turgut
Abi (soyadını bir Orhan Çınar hatırlar
şimdi, bir de Bekir Sami Sertöz) Orhan Abi'yi
rahatsız edilmesin diye biz gençlerin arasına
bırakmaz, çay ocağının bulunduğu camlı bölmeye
alırdı. Orhan Abi, daha sonra sanırım, "Bir Filiz
Vardı" romanında anlattığı genç kız ile çay
ocağında oturur, muhabbetini yaptıktan sonra akşamın
karanlığında kaybolurdu.