“(2) HEY ORHAN AĞA, YAZIYLA DA OLSA
BURADAYIM MERAKLANMA NEDEN GELMEDİ DİYE.
Sabah saat dokuzdan çok önce, Cağaloğlu Yokuşunu
soldan çıkarım çalıştığım Dünya Gazetesine
giderken..Neden soldan, zira dostlar meskenimiz
Meserret kahvesi soldadır.
Takılmalarımla dellendirdiğim ”Sait
ağabey” (Sait Faik) “bizim Kürt” ( Yaşar Kemal) ,
can verilesi dünyanın en güzel Ermenisi ressam Agop
Arat, Yeditepe dergisinin sahibi “Hüsam” (Hüsamettin
Bozok) sayılası sevilesi A.Kadir ve baş
müdavimlerden, ağabeylerin ağabeyi Rıfat ağabey
(Rıfat Ilgaz) illa görüşmesek olmazlardan “Orhan
ağa” Yani Orhan Kemal hazretleri bile daha teşrif
buyurmamışlar en erkenci bu candı o sabah..
HA BU DİYAR / GEZİ NOTLARI / DOST
YAYINLARI; SAYI I5 / TEMMUZ 1957 / 69 SAYFA / FİYATI
5 LİRA … Kitabımın 28.sayfasında Orhan Kemal’e ithaf
edilmiş ”BİR TAKSİ ÇÖPÇÜYE ÇARPTI” başlıklı yazımdan
azıcık bir bölüm:
“…. Beklediğim romancı arkadaş geldi
sekerek. Yaşının kırkı, sanki yirmi olmuştu. Sivri
burnu parlıyordu pembe pembe. Kır saçlarına vermişti
vazelini. Kıvançla :
Yaşamak güzel şey be.. Vallahi iyi
şey her şeye rağmen.. Merhaba dedi, oturdu. Seslendi
kahveciye. Orta şekerlileri patlattık. Bafra’lar
açıldı ikram ikram üstüne. Geniş pencereden geleni
geçeni seyrettik. İnsanlar keyifliydi. Her zaman
böyle olmalı, yaşadığının farkında olmalılar,
sevinmeliler, kederler, üzüntüler Ebabil kuşları
gibi uçup gitmeli… Dönemeyecekleri bir yere. Rahat,
elden geldiği kadar rahat, rahat olmalı insanlar
diyen bir şarkı geçti içimden.”
Şimdi söyleşiye dönelim, derken
caddenin sağında tatlısı nasıl olur ki “acı bir
fren” sesi / bir şangırtı / bağrışmalar ve anında
meraklı bir kalabalık.
Neden sonra, sorun çözülmüş ki duran
araba hareket etti, kalabalık dağıldı ve kaldırımda
elinde faraşı süpürgesi bir çöpçü… Her zaman
yaptığımız gibi başladık “lan yeğen bu Suvazlı”
“yoooo Çorumluya benziyo lan gardaş !” Bir kahve
daha, sonra topallayan çöpçüyü Ebussuud caddesinde
buldum.
Şimdi de yazımın sonuna gelelim:
“…Geçmiş olsun gardaş. Bi yerin
acıyo mu?
-Sağolasın. Niye soruyon ki?
Şüphelenmişti, çekingenliği arttı,
boş verip tekrar sordum;
-Hani bi yerin acıyosa dedim hastana
mastana yardım edeyim. Nerelisin ki ?
-Çankırılıyım… Ya sen nerelisin ?
Nereli olduğumu söyledim. İyice bir düşündü, sonra
çekinerek, ”bey” dedi “ bi şey soruyum mu?”
-Sor bakalım Çankırılı.
- Bey… Tomafilin camını gırdım !
- Eeeeee ?,
-Ceza muza yazarlar mı ki ?
-Ne cezası lan?
- Hani bilmez değalsın ya!
Biraz ötemizde duran faraşı işaret
etti başıyla, baktım. Faraşın içi farın kırılan
parçalarıyla doluydu… Mavili kırmızı sarılı elvan
elvan parlıyordu güneşe karşı.
-Kırdım diye mi korkuyorsun ? “Evet”
dedi! Kasketini geriye itip alnında boncuk boncuk
biriken terleri sildi. Sonra devam etti:
-Halçam oraya geldi, Allah bilir a
hiç gırmak ister miydim ?Bi gazadır oldu işte.
Aldığım gaç para ki bey camı mamı nasıl öderim?
Pişmandı olanlardan,sanki kasten
yapmıştı.Belki kendi farları ezim ezim edilmişti.
Eğer röportajımın parasını peşin alsaydım vallahi
verirdim Çankırılıya… Bugün Mayısın yirmisi. Haziran
dörtte alacağım parayı… Geç, çok geç. 1954”
Paketi uzattıydım almadı ” bu beni
öskürtür”… Sonra mı? Sonra Meserret’e dönmüştüm
Orhan Kemal’in yanına, ağlamakla gülmek arası,
erkekler ağlamaza sığındım, ”lan Oran” diye başlayıp
anlattım konuşmaları..Orhan’ın da yüzü bi hoş oldu
ve sonunda sinirler boşaldı, adam gülmekten ölür mü,
öyleyiz en çok da “ceza muza yazarlar mı gardaş ” a
! Aslında ağlamaktı bizim ki insanlarımıza… Onları
bu hallara düşürenlere…
Ve sevgili can dostum can arkadaşım,
Orhan Kemal de neredeyse aynı gün , olayı / içten /
en vurucu en insancıl yönleriyle savunduğu aydınlık
gerçeklilik anlayışı içinde tam bir usta malı olarak
öyküye döktü adı : Çöpçü.
Bereketli Topraklar Üzerinde
romanında, ki bu roman Dünya gazetemizde ilk kez
yayımlanırken resimlerini yapmıştım ve Remzi
Kitapevince ilk basımının kapağını da. Yazınımızın
yüz akı bir romandır apaçık söylüyorum bir
şaheserdir bu can için de. Pamuk devşirirken hakkını
alamayanlardan birisi arada bir şalvarının içine de
atar kütlüyü ,avradı görünce hayret ve şaşkınlıkla
nörüyon herif der, işte yanıtı : “ALNIMIZA BU YAZIYI
YAZANLAR UTANSIN...”
Bakın, okumamış olabilirsiniz, ilk
olarak bundan başlayın, Bereketli Topraklar Üzerinde
adlı o şaheserden… Geç kalmış sayılmazsınız nice
baskıları oldu, ilk fırsatta edinin, muhakkak ama
muhakkak okuyun dersem lütfen bana gönül mönül
komayın… Dostu / çileli mapushane yılları arkadaşı
Nazım Hikmet usta da ne diyordu bir şiirinde:
“Henüz vakit varken gülüm..”
SULTANAHMET CEZA VE TEVKİF EVİ
REVİRİ 23 MART 1966/ YÖN’deki yazını pek sevdim.
Daha doğrusu sana yazdığım mektuplardan özetlediğin
yazılarımı. Neden yayınladı diye de kızmadım. Tuhaf
unutmuşum onları. Hani günün birinde kitap halinde
çıkmasını merakla bekleyeceğim. Yer yer kendi halim
içime dokundu” diye mektubuna başlıyordu Orhan
Kemal.
O zamanlar Ergenekon icat
edilmediğinden nice yurtsever “komünizm
propagandası” yaptığı ve Moskova’dan beslendikleri
savıyla evlerinden alınır mapus damına tıkılırdı ve
sevgili Orhan da Sultanahmetlik edildi. Ankara
otobüsünden sabaha karşı inende Cibali Fırın Sokak
2O’nin kapısını çaldım Nuriye yenge açtı, çocukları
da özlemiştim uyandırdım.
Orhan da mı besleniyordu ?Bok boğaz
nafaka uğruna ayrı düştüğümüz 1956 yılından o yana
gönderdiği mektuplara gözüm gibi bakıyordum niceleri
gibi ve o zamanların aydınlık /aydınlatmacı ünlü
dergisi Yön’de çok uzun bir yazım çıktı, Orhan’ın
mapus damından yazdığı mektupta” yer yer kendi halim
içime dokundu” dediği durumları sıralayan, bir örnek
vereyim, ”…biz ekmek peşindeydik… Ne günlerdi
yarabbim ? Ne günlerdi onlar… Ekspres gazetesinde
İstanbul notları yazıyordum, kaç paraya biliyor
musun ?Tam iki buçuk papele, iki buçuk ! Elli
kuruşluk gazyağı, iki ekmek gerisi yol parası!
Fener’de tek odada, çoluk çocuk… Gaz ocağında
ısınırdık, ekmeği katıksız kıvırıp.”
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliğinde yayınlanmış romanları öyküleri vardı
tonla, basın ataşesi dostumun himmetiyle Moskova’dan
gelen listeyi Moskova Büyükelçimiz saygı sevgi ve
rahmetle andığım Fahri Korutürk’e ilettim bir
mektupla. Reşat Nuri varislerine olduğu gibi
birikmiş telif haklarının hiç olmazsa bir bölümünün
yazarımıza da ödenmesi için girişimde bulunulmasını
ricasıyla. Sonradan Cumhurbaşkanımız olan rahmetli
Amiral Korutürk, ilgisiyle Hızır gibi yetişti Orhan
Kemal ailesine... Sık sık hastalanıyordu,
ameliyatlar birbirini izliyordu, Sovyetler Birliği
yasalarına göre telif hakkı olan yazarların parayı
oraya gelip alması zorunluydu, iyi de hiç verilmeyen
pasaport n’olacaktı ? İnanılmaz bir şey, ünlü
İçişleri Bakanımız doktor Faruk Sükan başvurularım
için “komünistlere hep sen aracı oluyorsun” deyince
“Moskova’dan görevliyim doktor“ yanıtım üzerine
basmıştık kahkaları ve Sükan benden bıkmış ki
Cumhuriyet gazetesi çalışanı olarak Parlamentoda
birlikte olduğumuz günlerden bir gün “ “başvursun
vereceğiz” deyiverdi ve sözünde de durunca
İstanbul’a uçtum gidip aldık pasaportu. Emniyet
Müdürlüğü’nden çıktık yürüyoruz Orhan hiç konuşmuyor
, dayanamadım patladım : “ ne o lan,babanı mı
öldürdük bu ne surat ?“
“lan oğlum, peki şimdi ben, pasaport vermiyorlar
diye nasıl öğüneceğim? Gebereyazdık gülmekten.
Sovyet Yazarlar Birliği’nin çağrılısı olarak
Moskova’ya uçtum. Hastanede yeri hazırlandı ve
Orhan, Nuriye ile geldiler hastalıkla da olsa hoş
günler geçirdik, tedbirsiz gelmiş, gabardin
pardösümü verip “amanı bilin mi gardaş iyi maldır
üstüne yatmayak ” diye tenbihledim tanık olsun diye
rehberleri Vera sultan’a uzattım fotoğraf makinemi…
Orhan, Nuriye, bu can ve bin yıllık dostum, Nazım’ın
Çilesi’nin de yazarı Radi Fiş’li fotoğraflarımız
çekildi Kremlin önünde. Emin ellere bırakıp keyifle
döndüm amma adamın ettiğine bakın, bir hafta sonra
mı ne vatan hasreti ağır basmış tüymüş hastaneden,
birikmişlerini de tam alamadan! Kremline bakan Rosia
otelinde gırgırlıyorduk söylemişti de kalamazmış
buralarda, tavla atan yokmuş, çarpışan hamallar
yokmuş Meserret yokmuş ikinci meskenimiz İkbal
kahvesi yokmuş, Adana kebabevi neyim, sıralayıp
durduydu.Gülmesi de yaşamasızdı o an.
Giderek kötüleşiyordu, derdine tam
çare bulunamıyordu. Yine kesip biçmişlerdi, hep
neşeli mektuplar döşeniyordum, hastaneden çıkınca
yazdığı mektuptan bir alıntı:
“21.3.1968 Sevgili Fikret ,
mektubuna şöyle başlıyorsun,” Teessür ve teessüfle
öğrendiğime göre muhterem kıçınızda ...”ULAN AYI,
KİBAR OL BİRAZ KIÇ NE DEMEK ?Ona uzvu nazik” derler!
Evet uzvu nazikimde basur,”fistül” olmuş, oturamaz,
çalışamaz, ağrı ve sancıdan soluk alamaz olmuştum ve
sıralıyordu acı durumunu... Düzenlemem şuydu:
Davetli olduğumuz Bulgaristan’a ve Romanya’ya
gideceğiz, oradan da trenle Moskova’ya yani kaçtığı
hastaneye… Ankara’ya bir gelende onu zorla uçakla
saldım İstanbul’a... İlk kez uçmasında hostesin
ikramıyla yaşadıklarını anlatan mektubuna günlerce
güldüm, yan yana gelende de. Acaba bahşiş vermesi
gerekir miymiş hostese! Demlendiğimiz Adana kebap
evindeyiz mi sanmıştı kendini. Neyse pot kırmamış...
İşverenim Nadir Nadi, ilk kez bir ricada bulundu,
acaba Erzurum’a gider miymişim kendisini yakan
üniversiteli öğrenci için?! Plan bozuldu ver elini
Erzurum ve Orhan’dan acele bir telgraf her zaman ki
gibi, postaneye gitmiş telgraf kağıdını almış TEL
Acele demiş, yazmış zarfa koyup on kuruşluk pul
yapıştırıp giden kutusuna atmış:
Fikret Otyam Cumhuriyet Gazetesi
Ankara Uzun mektubumu aldın mı? Stop Cevap yazman
için çok geç Stop 5.5.970 Salı sabahı Yeşilköy’den
ve Nuriye ile birlikte uçuruyoruz Stop Tabii Hava
alanından ters yüz geri çevrilmezsek Stop Pek
sanmıyorum stop sizi Sofya’da bekleriz Stop bizim
evden sizin eve top yekûn selam, sevgi gene selam
,gene sevgi sevgiler Orhan Kemal.”
Gece gazetede Erzurum’un neredeyse
son yazısını yazıyorum İstanbul’dan Kemali oğuldan
bir telefon, ”ağabey her halde babama bir şeyler
olmuş!”
Sol kesimden herkese pasaport alana
polis pasaport uzatmasını yapmıyor. Bakan gezide
delleniyorum, Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç
‘a yakınıyorum arkadaşım gurbet elde can veriyor
diye! Bir saat sonra pasaportum büroya ulaştırılıyor
nasıl unuturum bu iyiliği?
Eşimle Sofya uçağındayız ve Sofya ve
hastane, doktoru Svetoslav uzun uzun bilgiler
veriyor sonra ekliyor:
“Üstadın çok yakın dostu olduğunuzu biliyoruz, iki
aylık tahnit edilmiş onu sadece sizin görmenize izin
veriyoruz” u nasıl kabul edeyim, yanına gidene kadar
bu değerli arkadaşımın, dostumun, ustamın ölü halini
mi getireyim gözlerimin önüne, istemedim.
Hep derdi” Fikret, insan çekmeden
cart diye ayakta ölmeli” ve öyle oldu hastane
odasında ayaktaydı, o canım yüreği 2 Haziran 1970
saat 21.15 de durdu emeğine son verdi Sofya’da güneş
battı. Kitabımın çıkmasını beklemedin, ilk kez
sözünde durmadın bre Orhan, beşyüz sayfaya yakın bol
fotoğraflı ARKADAŞIM ORHAN KEMAL VE MEKTUPLARI
kitabım üç ayrı kitapevince üç kez basıldı, namuslu
/ yurtsever bir yazarın çoğu kendi kaleminden
yaşamı, acılar, kıvançlar, aşklar, niceleri ve
yalansız dolansız ispatlı şahitli, çıkarsız,
sarsılmaz bir dostluğun, arkadaşlığın ve vefanın
romanı da bir bakıma.Yazman kısmet olmayan o
“Romancının romanı”nın müsvettesi sanki. Bunu ortaya
koyduğum için mutluyum, bana düşen onurlu bir
görevdi yerine getirdim gardaş...
Petrol Mühendisi çıkan adı güzel
oğlun Nazım, yabancı petrol şirketlerinin tonlarca
maaşını elinin tersiyle itip girdiği Türkiye
Petrolleri’nden emekli oldu petrol de bularak,Yıldız
ve eczacı Kemali ile sergiden sergiye görüşüyoruz
İstanbul’da, seni anıp eskilere dalıp gülüyoruz
özleminle. Ama üç kız sahibi olmama bok atarak
İstanbul 1.11.1957 tarihli telgrafında “Erkek adamın
erkek oğlu olur. Bu gece 4 kilo 200 gram olarak
teşrif etti. İsmi Işık hepinize selam eder” dediğin
ve görmeye geldiğimizde evlere şenlik bu sevimli mi
sevimli velet ağlamasıyla kundağına ettiği gibi
uykumuzun da içine ettiği ve Nuriye’nin dizlerine
yatırıp pişpişlerken “a be Fikret üç çocuk büyüttüm
bu canıma okudu dediği şimdi kocaman bir herif ki
seni aratmayan, telefonu açtığımda “amanı bilin mi
gardaş” diye sözüne başlayan kendinde seni bana
yaşatan bir herif, sıpalığının sevimliliği süren.
Çalışmaları, düzenlemeleri bir harika, eserlerin
yedi iklim dört köşede yayınlanıyor. Kutlamaktan
bıktım usandım. Hay çeneme pırtı bu gevezelik değil
yarenlik özlemiydi. Gelemediğime üzülme, geçen yıl
ramak kaldıydı sizlere kavuşmaya, koltuk değneğiyle
yürüyorum yaş seksen üç, kitaplar elliye vardı
,yıllardır yeni hatunla yurt içinde yurt dışında
sergiler açıyoruz, her akşam yatay olarak üç parmak
beyazımı yudumluyorum şaşmadan, sizin için de...
Burada neredeyse yasak oldurulacak,
orada gür gür aktığı muştulanan Kevser marka şarap
nemene, kara mı ak mı sek mi dömisek mi?... Gelirken
bizimkinden getireceğim ama ulan hangimize yetecek?
Anlaşıldı, desene Kevserleyeceğiz. Hepinize özlemim,
içten selamlarım tabiidir...
Haaa Orhan ağa neden mi çöpçüden
başladım sanırım milleti bıktıran yarenliğime…
Çöpçü, çöp denince nedense belediyeler akla gelir,
şu Beşiktaş Belediyesi bir de ne yapıyor biliyor
musun, vefa lan vefa gösteriyor olanlara da
olmayanlara da iyi mi? Yani bugün sanaydı Orhan be,
işte güzelliğin, vefanın, kadir bilirliğin ispatı.
Gel, iyi, kıvançlı coşkulu olanda ki gibi “ Allooooş”
çekelim...
Katılan olur mu gardaş?