Ana Sayfa

Saint Pulcherie Fransız Lisesi / Panel - Işık Öğütçü - 19 Nisan 2008

 

4.OTURUM: IŞIK ÖĞÜTÇÜ – ERDEN KIRAL—SAINT PULCHERIE LİSESINDE PANEL—19.04.2008

 

 

 

 

IŞIK ÖĞÜTÇÜ

Orhan Kemal’in oğlu olarak yazarın kitapları ve sinemaya aktarılan romanları hakkında konuşmasına başlayan Öğütçü şunları dile getirdi: Orhan Kemal bir derya, ben aslında babamı 2000 yılında , müzesini açtıktan sonra daha iyi tanıdım. Onu gerçek anlamda tanıdıktan sonra benim dünyam değişti. Babamın “Bereketli Topraklar Üzerinde” kitabı 1954 yılında ilk kez yayımlandı. İkinci baskısında, kapak içi yazısında şunlar yazılıdır : “Bu kitap, kendi bilgi ve görgülerim dışında, bir lokma ekmek için kötü iş şartları içinde zehir gibi bir hayatı yaşayanlardan derlenmiş malzemeyle meydana gelmiştir. Yayımlanmadan önce, çeşitli ırgat, usta,usta yardımcısını toplayarak bir gece sabaha kadar okudum onlara. Dinlediler. Pardon, dediler, bu bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik bile. Çukurova’nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın…” Gerçekten Çukurova’yı anlatan beşin üzerinde kitabı vardır.  Nedim Gürsel bir yazısında; “Murtaza’yı okurken Adana’nın kenar mahallelerinde, işçi semtlerinde dolaşmayız” der: “Orhan Kemal’in romanlarının içinde dolaşırız. Yazar bu dolaşmayı kolaylaştırdığı,okuru kendi dünyasına sokabildiği ölçüde başarılıdır.Yoksa romanın içeriği ne denli çarpıcı olursa olsun,metin röportaj düzeyini aşıp sanat yapıtına dönüşemez.”. Gerçekten de iyi bir senarist onun tüm romanlarını filme dönüştürebilir. Eserleri niye bu kadar çekici ? Çünkü konuları yaşamın içinden geliyor. “Arka Sokak” isimli öykü kitabı bir tarihte suçlu görülerek mahkemeye verildi. Hakim; “Neden hikayelerinizde hep fakir fukarayı konu alıyorsunuz?” diye sorunca, üstat da şöyle cevap vermiş : “Unkapanı’nında oturuyorum, oturduğum semtte Cibali Tütün Fabrikası var. Her gün evimin önünden, orada çalışan işçiler, memurlar geçer. Çevremde küçük esnafı, emeklileri, yaşamlarını zar zor geçiren küçük insanları görüyorum, gerçekçi bir yazar olduğum içinde gördüğüm insanların hayatlarını konu eden hikayeler yazıyorum. Zengin vatandaşların yaşayışından haberim yok” diyerek, beraat etmiş. Hayatın içinde olan yazarın, mutlaka konuları da gerçek olacaktır. “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanında “patoz” makinesinden söz edilir. Patozu yıllar önce ben gördüm. Müzede çalışan bir arkadaşımız kitabı okurken patozu görünce çok şaşırdı. “Ben köyde patozda çalıştım” dedi.

 

Bereketli Topraklar Üzerinde’nin bir veda bölümü vardır. Köse Hasan ölmek üzeredir. Kızına çok basit bir hediye almıştır. Saç tokası ile alelade bir tarak.Arkadaşlarına bunları kızına vermelerini söyler.. Babam bu kısmın hikayesini, daha sonra bir gazeteciye şöyle anlatır. “Kitabın ilk yazılışında Adanadaydım. Kafamda bu öz ve biçimi tespit etmişim de romanı yaşıyorum. Köse Hasan’ın ölüm sahnesine takılmışım. O sırada tam Seyhan kıyısındayım. Kendi kendime mırıldanarak, Köse Hasan’ın hemşerisine vasiyetini en iyi şekilde vermek için nasıl dedirtmeliyim diye, bir, beş, on tekrarlar yapıyorum. Birden istediğim klişe düştü kafama ‘Kardaşlar, beraber tuz ekmek yedik. Ola ki, bana hakkınız geçti. Benim gücüm yok…’ falan der ya! Oralara gelince birden Köse Hasan oldum sanki. Elimde kızım için aldığım saç tokası. Hemşerilerime bunu kızıma götürmelerini vasiyet ediyorum. Öyle dokundu ki, başladım ağlamaya. Çevremde insanlar. Görmelerinden de çekiniyorum. Açtım adımlarımı ama, hemen kağıda kaleme sarılıp o pasajı notladım..” Babamın her satırında bir gerçekçilik vardır.

 

 Kitaplarını okurken bazen yanlışlarını bulmaya çalışıyorum. Yanlışını mantık hatasını bile bulamıyorum. Ben onun yazdıklarını yazsaydım mutlaka bir yerlerde tıkanır kalırdım. Ama o bir kelime bir cümleyle olayı bambaşka bir yere götürüyor. Bunun için onu kıskanıyorum. Orhan Kemal’in Türk sinemasına çok büyük emeği vardır. Sayısını kendisinin de bilmediği pek çok senaryosu vardır.. Atilla İlhan’la bir anısı vardır. İlhan ile Beyoğlu’nda karşılaşırlar. Atilla İlhan Orhan Kemal’den yakınır. Ararında şu konuşma geçer: “Ağabey, ne olursun beni biraz dinle… Verme yahu bu adamlara bu kadar ucuz senaryo… Geçen gün bir filmci benden iş istedi… Çağırdı, gittim… Konuyu anlattı… Konu tam bana göre… Kaçakçılık yapan bir ‘kaptan’ın serüveni… İyi, güzel yazarım. Ne zaman istersiniz? Şu gün… Tamam… Kaç para istersin? Üç bin… Ne, üç bin mi? Evet, üç bin… Yahu sen aklını mı kaçırdın, dediler… Biz değil sana, adı sanı olan koca Orhan Kemal’e beş yüz liraya yazdırıyoruz… Adam ağzını açıp bir kelime söylemiyor… Sen iş teslim, para teslim diyorsun… Orhan Kemal’e bir bono ver, gerisine karışma… Yok arkadaş seninle çalışamayız, dediler….Bu adamlara beş yüz liraya senaryo yazılır mı? Allah iyiliğini versin…”

1967’den sonra biraz para yüzü gördü. Borçlanarak Basınköy’de bir ev aldı. Zaman zaman “kira vermeden oturmak ne güzelmiş” derdi. Evin kirasını hep geç öderdi. Unkapanı’nındaki komşularımız çok sıkıntı çektiklerini anlatırlardı, hayatı hep böyle borç harç içinde geçti. Böyle bir tempoda yaşadı; ama bizim için babam mutluluk kaynağıydı. Hatırlarım bir hikaye bile okusa vurgularıyla okur, şive taklitleri yapar, oyuncu gibi canlandırırdı. Ben 13 yaşımda babamı kaybettim, ama 2000 yılında yeniden tanıştım onunla. Aslında Orhan Kemal’i anlamak ve yaşatmak  tüm Türk halkının  görevi. O, kültür hazinemiz bence. Bir kitabı bu mayısta İngiltere’de yayımlanacak. Kitabın üzerindeki tavsiye yazısını  PEN gibi ciddi bir kuruluş bir saat içinde onayladı.

Böyle bir günde burada olmak beni çok mutlu etti. Dilim döndüğünce size Orhan Kemal’i yorumlamaya ve anlatmaya çalıştım. Bu güzel sempozyum için tüm Sainte Pulchérie ailesine sonsuz teşekkürlerimi sunarım...

 

 


[email protected]