Ana Sayfa

Tiyatro.Net - Üstün Akmen - 19 Ocak 2009

 

ORHAN KEMAL, İZMİR DEVLET TİYATROSU’NDA… :
“ÜÇKAĞITÇI”

 



İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izlediğimiz “Üçkâğıtçı”, yazarın “Müfettişler Müfettişi” ve “Üçkâğıtçı” romanlarından oluşturulmuş. Malûm, iki ciltlik romanda bir dolandırıcının serüvenleri anlatılmakta… Bu yapıt, zamanında edebiyat çevrelerince Gogol’un “Müfettiş”ine benzetilmiş benzetilmesine, ama bana sorarsanız “Müfettişler Müfettişi”ndeki ve “Üçkâğıtçı”daki Türkiye koşulları, yönetim düzeni, iş ilişkileri, yerli tipler, saf halk adamları benzerlikten çok özgünlüğü yansıtıyor. Orhan Kemal’in söz konusu iki romanında, kendine müfettiş süsü veren Kudret Yanardağ’ın Anadolu’da kent kent dolaşıp memurları, eşrafı dolandırması anlatılmış, dolandırılanların da nasıl başkasının sırtından geçindiklerinin, yalan dolanlı yollardan nasıl çıkarlar sağladıklarının altı çizilmiş.
Bir gece vakti, Anadolu’da küçük bir kente gelen trenden boylu poslu, eli yüzü düzgün, giyim kuşamı yerinde, elinde evrak çantası, başında şapkasıyla bir adam iner. Kırk yıldır faytonculuk yapan Kel Mıstık arabasına alır bu yabancıyı. Adam, ilk olarak girdiği lokantada tüm dikkatleri üzerine çeker. Yıllardır bu bakışlara aşina olan yabancının kim olabileceği hakkında başta Kel Mıstık ve diğerleri sürekli fikir yürütürler. Böylesi heybetli, kalantor, kodaman bir adam olsa olsa bir devlet büyüğüdür! Sağına soluna bakışından, küçük defterine aldığı notlardan, sesindeki vurucu tınıdan, büyük olasılıkla “müfettiş” olabileceği kanısına varırlar. O güne dek kentlerine pek çok müfettiş gelmiştir, ama böylesini, gecenin bir vakti gelenini ilk kez görüyorlardır. O yüzden bu müfettiş değil, olsa olsa müfettişler müfettişidir, çok büyük adamdır! Daha kente adım atar atmaz başlayan dedikodularla ertesi sabaha valisinden, emniyet müdürüne, bekçisine, terzinin karısından tüm esnafa kadar herkes haber almıştır müfettişler müfettişinin kente gelişini. Yolda yürürken birbirlerini dürtüp onu gösterirler. Yerlere kadar eğilerek önünde selam dururlar. Aslında kahramanımız kaderini kendi yazmamıştır, bu durumdan da oldukça rahatsızdır, ama evde onu bekleyen karısı, çocukları, bir de çok sevdiği anacığı vardır. Bir kez bulaşmıştır bu işlere…
Bu, Orhan Kemal’in ünlü” Müfettişler Müfettişi” romanının suya tirit özeti. Hem Anadolu’nun küçük bir ilinde, hem de İstanbul’da geçen bu öyküde her karakter ayrı bir lezzet, ayrı bir keşiftir. Kitaptaki müfettiş figürü, insanların belleğinde yer etmiş ya da hayal dünyasında geliştirmiş olduğu “büyük devlet adamı” fotoğrafıdır. İnsanların bu fotoğrafla karşı karşıya kaldıklarında nasıl panik oldukları ise toplumumuzda pek bilinen bir gerçektir. Benim halkım korkar! Bu korku ve paniği bertaraf etmek için kurnazlıkla, ama aynı zamanda çocuksu, saf davranışlarıyla basit yöntemlerini kısa sürede devreye sokar! Orhan Kemal’in “müfettiş” karakteri, Anadolu insanının beynindeki “otoriteye karşı davranış haritası”nın bence mükemmel ölçüde mizahi anlatımla irdelenişidir.
“Müfettişler Müfettişi”, Orhan Kemal’in roman dünyasının sadece yoksul işçilerin yaşam kavgalarıyla ilgili sananlara adeta atılan bir tokattır. Ve de “Müfettişler Müfettişi” ile yetinmemiştir Orhan Kemal. “Arkadaş Islıkları”, “Sokaklardan Bir Kız”, “Yalancı Dünya”, “Üçkâğıtçı” gibi toplumsal düzensizlikleri yansıtan romanları Orhan Kemal’in yelpazesini genişleten yapıtlardır. “Arkadaş Islıkları”nda gençlik sorunlarını; “Sokaklardan Bir Kız”da Nuran'ın kötü kadın olmamak için verdiği savaşı anlatır. “Yalancı Dünya”, yerli sinemanın iç yüzünü sergiler. “Müfettişler Müfettişi”nde Kudret Yanardağ'ın polise teslim edilmesiyle biten roman, “Üçkâğıtçı”da kaldığı yerden devam eder. Delil yetersizliğinden tahliye edilen kahramanımız, türlü oyunlar sonunda milletvekili bile olacaktır.

* * *

İzmir Devlet Tiyatrosu, “Üçkağıtçı”yı Ersan Uysal’ın uyarlaması ve Murat Atak’ın rejisiyle 2008–2009 sezonu oyunu olarak sahnelemekte. Ersan Uysal, karşılıklı konuşmaları çok ustalıkla bulmuş, tiyatrocu gözüyle tabloların bağlantısını ustaca kurmuş, her tablonun biçemini dramatik yönden fevkalade toparlamış. Gel gelelim ayol dildeki o tutarsızlık ne öyle! Ne çok yanlış deyim kullanmış Uysal! “Güneşe karşı işemek” olur mu hiç? “Ağzının yağını yiyeyim” de nereden çıktı, kim uydurdu, neden uydurdu? Murat Atak ise, iyi bir dramaturgi çalışmasıyla ikinci perdesiyle dahi yetinilecek oyunu, Uysal’ın uyarlamasına fazla “halel” getirmeden sahnelemiş. Yani kesip biçmemiş. Kesip biçmeyince de uzuuun mu uzun bir oyun olmuş. Diğer taraftan, kalabalık tabloların başarılı yönetmeni olarak tanıdığımız Atak, bu kere de sahne trafiğini ve kalabalık oyuncu kadrosunu mükemmel yönetmiş. Ancak İzmir Devlet Tiyatrosu’nun kanımca “plastik kredi kartı” bağımlısı tipik devlet memuru zihniyetindeki kadrosu Murat Atak’a pek uyum sağlayamamış. Uyum sağlayamayınca masanın dört ayağından biri hikâyesi ortaya çıkmış. Masanın dört ayağından biri doğal olarak kırılmış.
Behlüldane Tor’un döner sahne tasarımı Atak’ın black-out’lara yaslanmasını engellemiş ve oyunun temposuna gerçekten katkı sağlamış Tor’un dekoru gösterişten uzak, süssüz, Orhan Kemal’in yalın diline pek uygun bir dekor. Funda Çebi düşünsel işlevi, anlamsal değeri olan kostümler tasarlamış. Deve ile Kudret Yanardağ’ın ve Deve’nin Yardımcıları’nın ne maksatla aynı kravatları kullandığını anlayamadımsa kusur sanırım benimdir, cevher Çebi’nindir. Ersen Tunççekiç, sadece sahnenin bir bölümü için değil, oyun alanı olarak kullanılan ve bölümlenen her nokta için geçerli üç boyutlu bir ışıklandırma tasarlamış.
Murat Atak, oyunun belirli bölümlerini Can Atilla’nın özgün besteleriyle ve danslarla geliştirmiş. Can Atilla’nın besteleri üzerine İhsan Bengier’in koreografisini yaptığı danslar, dansçıların bedenlerindeki yoğunluk ve devinimsizliğe karşın oyundaki “gerçeklik duygusunu” kırmayı Murat Atak’ın istediği düzeyde başarmış. Gene de, Bengier koreografisini keşke parçalara ayrılabilen bir bütünlük olarak uyumlaştırmak yerine, ritimleştirmeyi yalıtılmış parçalardan oluştursaymış demeden geçemeyeceğim.
Sıra oyuncuları deşmeye geldiğinde söyleyeceğim şu ki, koskoca kadronun içinde birkaçı dışında rolüyle bütünleşmeye gayret gösteren pek yok gibi. Canlandırmak zorunda oldukları ve Ersan Uysal’ın uyarlamasında sözü edilen o oyunun kişisi olduğuna kendini inandıran ne yazık bir elin parmaklarının sayısını geçmiyor. Can verdikleri kişinin bir bütünlük, gerçek yaşamdakine benzer bir varlık olduğuna inanıyormuş gibi yapıyorlar belki, tamam da, “rol” dediğimizin aslında seyircide bir insan yanılsaması üretecek biçimde kendisini tamamlamak demek olduğunu bilmiyorlar, bilmezden geliyorlar ya da unutmuşlar. Eksikliklerini gidermek zorunda oldukları zayıf belirtkeleri aramamışlar ki bulsunlar.
Oyunculara yönelttiğim bu okların ilk hedefinde Kudret Yanardağ’da Rüçhan Gürel var. Bir oyuncu eline geçen fırsatı böyle heba eder mi yahu! Kudret Yanardağ karakterinin duyguları böylesine harekesiz yorumlanır mı hiç? Bir oyuncunun hiç mi yaratıcı doğası olmaz? Murat Çobangil, Kemal Ağa’da neyse ne de Meyhaneci’de olamazcasına abartılı. Vali Muavini’nde Çağatay Özçelik de öyle… Gözde Bakşık’a Şehvar’ı canlandırırken, sesinin tonal değişikliklerine, farklılıklarına dikkat göstermesini önereceğim. Repliğinin anlamı için tonal değişiklikleri, farklılıkları önceden saptamalı. Bu arada, İfakat Dürdane’de Nalân Örgüt’ün duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretmeyi bilen bir oyuncu olarak alkışladığımı söyleyeceğim. İfakat Dürdane’nin duygulanımlarını izleyiciye başarıyla okutuyor, helal olsun doğrusu. Kel Mıstık’da Türker Şenyiğit yönetmen ne söylediyse yapmış, iyi de etmiş. Yılmaz Tüzün canlandırdığı dört karakterde de “performer” değil oyuncu olduğunun bilincinde. Oyunculuğunda tutarlığı ve bütünselliği koruyacak birimleri ve parçalama yöntemini iyi geliştirmiş.
Nevzat Hakan Dönmez, Fatih Kahraman, Gülay Toprak, Sevda Çiçek, Alptekin Ertürk, Evren Serter, Recep Ayyıldız, Tayfun Bakırdöken, Serpil Aktaş, Recep Sarı, Aytaç Özgür, Özlem Fidan Kamalıoğlu, Derya Kara, Ender Şeviker, Soner Akçay, Ufuk Bostancı, Mete Tataroğlu, Ali Sinan Demirkale olamazcasına ruhsuz ve kurular.
“Kısa kes,” derseniz, eleştirinin kısası, olmayınca masada bacak, ne yapsın rejisör Murat Atak…
 

 


[email protected]