İzmir Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izlediğimiz
“Üçkâğıtçı”, yazarın “Müfettişler Müfettişi” ve
“Üçkâğıtçı” romanlarından oluşturulmuş. Malûm, iki
ciltlik romanda bir dolandırıcının serüvenleri
anlatılmakta… Bu yapıt, zamanında edebiyat
çevrelerince Gogol’un “Müfettiş”ine benzetilmiş
benzetilmesine, ama bana sorarsanız “Müfettişler
Müfettişi”ndeki ve “Üçkâğıtçı”daki Türkiye
koşulları, yönetim düzeni, iş ilişkileri, yerli
tipler, saf halk adamları benzerlikten çok özgünlüğü
yansıtıyor. Orhan Kemal’in söz konusu iki romanında,
kendine müfettiş süsü veren Kudret Yanardağ’ın
Anadolu’da kent kent dolaşıp memurları, eşrafı
dolandırması anlatılmış, dolandırılanların da nasıl
başkasının sırtından geçindiklerinin, yalan dolanlı
yollardan nasıl çıkarlar sağladıklarının altı
çizilmiş.
Bir gece vakti, Anadolu’da küçük bir kente gelen
trenden boylu poslu, eli yüzü düzgün, giyim kuşamı
yerinde, elinde evrak çantası, başında şapkasıyla
bir adam iner. Kırk yıldır faytonculuk yapan Kel
Mıstık arabasına alır bu yabancıyı. Adam, ilk olarak
girdiği lokantada tüm dikkatleri üzerine çeker.
Yıllardır bu bakışlara aşina olan yabancının kim
olabileceği hakkında başta Kel Mıstık ve diğerleri
sürekli fikir yürütürler. Böylesi heybetli,
kalantor, kodaman bir adam olsa olsa bir devlet
büyüğüdür! Sağına soluna bakışından, küçük defterine
aldığı notlardan, sesindeki vurucu tınıdan, büyük
olasılıkla “müfettiş” olabileceği kanısına varırlar.
O güne dek kentlerine pek çok müfettiş gelmiştir,
ama böylesini, gecenin bir vakti gelenini ilk kez
görüyorlardır. O yüzden bu müfettiş değil, olsa olsa
müfettişler müfettişidir, çok büyük adamdır! Daha
kente adım atar atmaz başlayan dedikodularla ertesi
sabaha valisinden, emniyet müdürüne, bekçisine,
terzinin karısından tüm esnafa kadar herkes haber
almıştır müfettişler müfettişinin kente gelişini.
Yolda yürürken birbirlerini dürtüp onu gösterirler.
Yerlere kadar eğilerek önünde selam dururlar.
Aslında kahramanımız kaderini kendi yazmamıştır, bu
durumdan da oldukça rahatsızdır, ama evde onu
bekleyen karısı, çocukları, bir de çok sevdiği
anacığı vardır. Bir kez bulaşmıştır bu işlere…
Bu, Orhan Kemal’in ünlü” Müfettişler Müfettişi”
romanının suya tirit özeti. Hem Anadolu’nun küçük
bir ilinde, hem de İstanbul’da geçen bu öyküde her
karakter ayrı bir lezzet, ayrı bir keşiftir.
Kitaptaki müfettiş figürü, insanların belleğinde yer
etmiş ya da hayal dünyasında geliştirmiş olduğu
“büyük devlet adamı” fotoğrafıdır. İnsanların bu
fotoğrafla karşı karşıya kaldıklarında nasıl panik
oldukları ise toplumumuzda pek bilinen bir
gerçektir. Benim halkım korkar! Bu korku ve paniği
bertaraf etmek için kurnazlıkla, ama aynı zamanda
çocuksu, saf davranışlarıyla basit yöntemlerini kısa
sürede devreye sokar! Orhan Kemal’in “müfettiş”
karakteri, Anadolu insanının beynindeki “otoriteye
karşı davranış haritası”nın bence mükemmel ölçüde
mizahi anlatımla irdelenişidir.
“Müfettişler Müfettişi”, Orhan Kemal’in roman
dünyasının sadece yoksul işçilerin yaşam
kavgalarıyla ilgili sananlara adeta atılan bir
tokattır. Ve de “Müfettişler Müfettişi” ile
yetinmemiştir Orhan Kemal. “Arkadaş Islıkları”,
“Sokaklardan Bir Kız”, “Yalancı Dünya”, “Üçkâğıtçı”
gibi toplumsal düzensizlikleri yansıtan romanları
Orhan Kemal’in yelpazesini genişleten yapıtlardır.
“Arkadaş Islıkları”nda gençlik sorunlarını;
“Sokaklardan Bir Kız”da Nuran'ın kötü kadın olmamak
için verdiği savaşı anlatır. “Yalancı Dünya”, yerli
sinemanın iç yüzünü sergiler. “Müfettişler
Müfettişi”nde Kudret Yanardağ'ın polise teslim
edilmesiyle biten roman, “Üçkâğıtçı”da kaldığı
yerden devam eder. Delil yetersizliğinden tahliye
edilen kahramanımız, türlü oyunlar sonunda
milletvekili bile olacaktır.* * *
İzmir Devlet Tiyatrosu, “Üçkağıtçı”yı Ersan
Uysal’ın uyarlaması ve Murat Atak’ın rejisiyle
2008–2009 sezonu oyunu olarak sahnelemekte. Ersan
Uysal, karşılıklı konuşmaları çok ustalıkla bulmuş,
tiyatrocu gözüyle tabloların bağlantısını ustaca
kurmuş, her tablonun biçemini dramatik yönden
fevkalade toparlamış. Gel gelelim ayol dildeki o
tutarsızlık ne öyle! Ne çok yanlış deyim kullanmış
Uysal! “Güneşe karşı işemek” olur mu hiç? “Ağzının
yağını yiyeyim” de nereden çıktı, kim uydurdu, neden
uydurdu? Murat Atak ise, iyi bir dramaturgi
çalışmasıyla ikinci perdesiyle dahi yetinilecek
oyunu, Uysal’ın uyarlamasına fazla “halel”
getirmeden sahnelemiş. Yani kesip biçmemiş. Kesip
biçmeyince de uzuuun mu uzun bir oyun olmuş. Diğer
taraftan, kalabalık tabloların başarılı yönetmeni
olarak tanıdığımız Atak, bu kere de sahne trafiğini
ve kalabalık oyuncu kadrosunu mükemmel yönetmiş.
Ancak İzmir Devlet Tiyatrosu’nun kanımca “plastik
kredi kartı” bağımlısı tipik devlet memuru
zihniyetindeki kadrosu Murat Atak’a pek uyum
sağlayamamış. Uyum sağlayamayınca masanın dört
ayağından biri hikâyesi ortaya çıkmış. Masanın dört
ayağından biri doğal olarak kırılmış.
Behlüldane Tor’un döner sahne tasarımı Atak’ın
black-out’lara yaslanmasını engellemiş ve oyunun
temposuna gerçekten katkı sağlamış Tor’un dekoru
gösterişten uzak, süssüz, Orhan Kemal’in yalın
diline pek uygun bir dekor. Funda Çebi düşünsel
işlevi, anlamsal değeri olan kostümler tasarlamış.
Deve ile Kudret Yanardağ’ın ve Deve’nin
Yardımcıları’nın ne maksatla aynı kravatları
kullandığını anlayamadımsa kusur sanırım benimdir,
cevher Çebi’nindir. Ersen Tunççekiç, sadece sahnenin
bir bölümü için değil, oyun alanı olarak kullanılan
ve bölümlenen her nokta için geçerli üç boyutlu bir
ışıklandırma tasarlamış.
Murat Atak, oyunun belirli bölümlerini Can
Atilla’nın özgün besteleriyle ve danslarla
geliştirmiş. Can Atilla’nın besteleri üzerine İhsan
Bengier’in koreografisini yaptığı danslar,
dansçıların bedenlerindeki yoğunluk ve
devinimsizliğe karşın oyundaki “gerçeklik duygusunu”
kırmayı Murat Atak’ın istediği düzeyde başarmış.
Gene de, Bengier koreografisini keşke parçalara
ayrılabilen bir bütünlük olarak uyumlaştırmak
yerine, ritimleştirmeyi yalıtılmış parçalardan
oluştursaymış demeden geçemeyeceğim.
Sıra oyuncuları deşmeye geldiğinde söyleyeceğim şu
ki, koskoca kadronun içinde birkaçı dışında rolüyle
bütünleşmeye gayret gösteren pek yok gibi.
Canlandırmak zorunda oldukları ve Ersan Uysal’ın
uyarlamasında sözü edilen o oyunun kişisi olduğuna
kendini inandıran ne yazık bir elin parmaklarının
sayısını geçmiyor. Can verdikleri kişinin bir
bütünlük, gerçek yaşamdakine benzer bir varlık
olduğuna inanıyormuş gibi yapıyorlar belki, tamam
da, “rol” dediğimizin aslında seyircide bir insan
yanılsaması üretecek biçimde kendisini tamamlamak
demek olduğunu bilmiyorlar, bilmezden geliyorlar ya
da unutmuşlar. Eksikliklerini gidermek zorunda
oldukları zayıf belirtkeleri aramamışlar ki
bulsunlar.
Oyunculara yönelttiğim bu okların ilk hedefinde
Kudret Yanardağ’da Rüçhan Gürel var. Bir oyuncu
eline geçen fırsatı böyle heba eder mi yahu! Kudret
Yanardağ karakterinin duyguları böylesine harekesiz
yorumlanır mı hiç? Bir oyuncunun hiç mi yaratıcı
doğası olmaz? Murat Çobangil, Kemal Ağa’da neyse ne
de Meyhaneci’de olamazcasına abartılı. Vali
Muavini’nde Çağatay Özçelik de öyle… Gözde Bakşık’a
Şehvar’ı canlandırırken, sesinin tonal
değişikliklerine, farklılıklarına dikkat
göstermesini önereceğim. Repliğinin anlamı için
tonal değişiklikleri, farklılıkları önceden
saptamalı. Bu arada, İfakat Dürdane’de Nalân
Örgüt’ün duygulanımlarını soğukkanlılıkla üretmeyi
bilen bir oyuncu olarak alkışladığımı söyleyeceğim.
İfakat Dürdane’nin duygulanımlarını izleyiciye
başarıyla okutuyor, helal olsun doğrusu. Kel
Mıstık’da Türker Şenyiğit yönetmen ne söylediyse
yapmış, iyi de etmiş. Yılmaz Tüzün canlandırdığı
dört karakterde de “performer” değil oyuncu
olduğunun bilincinde. Oyunculuğunda tutarlığı ve
bütünselliği koruyacak birimleri ve parçalama
yöntemini iyi geliştirmiş.
Nevzat Hakan Dönmez, Fatih Kahraman, Gülay Toprak,
Sevda Çiçek, Alptekin Ertürk, Evren Serter, Recep
Ayyıldız, Tayfun Bakırdöken, Serpil Aktaş, Recep
Sarı, Aytaç Özgür, Özlem Fidan Kamalıoğlu, Derya
Kara, Ender Şeviker, Soner Akçay, Ufuk Bostancı,
Mete Tataroğlu, Ali Sinan Demirkale olamazcasına
ruhsuz ve kurular.
“Kısa kes,” derseniz, eleştirinin kısası, olmayınca
masada bacak, ne yapsın rejisör Murat Atak…
|