Ana Sayfa

Vatan Kitap - Mehmet Tezkan - 16 Haziran 2009

 

Osmanlı'nın gerçek yüzü

 

 

Ön yargılı yaklaştım.. "Şöyle bir karıştırır, orasını burasını didikler, bir kenara koyarım" diye düşündüm..

Yalan yok, ilk sayfayı bu düşünceyle açtım..

Bir baktım 50'nci sayfayı bulmuşum.. İnanın farkında değilim..

Ön yargım şundandı..

"Abdülkadir Kemali Bey'in Anıları" ne olabilirdi ki? Politik görüşlerini anlattığı metinler..

Bambaşka bir dünya ile karşılaştım.. Kemali Bey yaşadıklarını, başından geçenleri sade akıcı bir dille anlatıyor.. Okul yılları, savcılık dönemi, Siirt tayini, Basra görevi, Bilecik ayları..

Ama gördüm ki anlattığı Osmanlı'nın son dönemi..

Osmanlı'nın canlı hayatı.. Sokaktaki yaşamı..

Resmi tarih değil.. Anladığım kadarı ile anılarını yıllar sonra kaleme alırken "Şu ülkenin başından geçenleri anlatayım" diye düşünmemiş..

Kendi yaşadıklarını anlatmış..

Aslında Osmanlı I. Dünya Savaşı ile bitmemiş, uzun yıllar önce bitmiş.. Kemali Bey, anılarında diyor ki, "Benim gençlik yıllarımdan beri zaten yoktu.." (Doğumu 1889)

Peki Kemali Bey kimdir?

Orhan Kemal'in babası.. Başka kimdir?

BENİM OĞLAN GAVUR OLDU

İstibdat dönemini yaşamış, Meşruiyet'in ilanıyla hüngür hüngür ağlamış, idealist bir hukukçu, savcı, hakim, 1. dönem milletvekili (1920), İstiklal Mahkemesi Başkanı aynı zamanda istiklal Mahkemesi'nde yargılanmış bir sanık. Muhalif, sürgün görmüş parti kurmuş, gazete yayınlamış.. Kısaca çileli yılların aydını..

1800’lerin sonu.. Yoksulluk, cehalet kol gezer.

Mesela mı?

Kemali Bey babasını anlatır.. Bence çarpıcı bölümlerinden biri de burası. Niye yerimizde saydığımızın kısa öyküsü bu..

Yer; Adana.. Dedesi bir gün koşa koşa eve gelir.. Ağlamaklıdır, "Benim oğlan gavur oldu" der.. Çifte tüfeğini yerinden alarak oğlunu vurmak için peşine düşer.. Ninesi "Ne oldu ağam" diye sorar..

Ne olacak der; "Fransızca ve Ermenice öğreniyormuş.."

Vurulacak adamın, Bekir Bey'in oğlu Kemali Bey Siirt'te savcılık yaptığı yıllarda şu notu düşer: "Güneydoğu Anadolu'da uğradığım köylerin Kürt veya Ermeni köyü olduğunu anlamak pek kolaydı. Çünkü Ermenilerin yoğun olduğu köyde mutlaka uzaktan mektep olduğu anlaşılan taş bir bina göze çarpardı."

Kemali Bey idealisttir de.. Kendine verilen bütün görevleri kabul eder.. Siirt'ten tayini Basra'ya çıkar.. 60 günde bin bir eziyetle gider; gider görür ki Osmanlı savcısı olarak atandığı Basra'da artık Osmanlının parası geçmemektedir..

İdealist dedik.. İstanbul yıllarına dönelim..

Bir anısı var ki; 2009 Türkiye'siyle bire bir olmasa bile fazlaca uyuşuyor.. 1980 ihtilalinin uygulamalarıyla aynı..

Kemali Bey Aksaray'daki Hasan Paşa Karakolu'na gider.. Zaptiye müdürü çağırmıştır.. Beklerken hapishane gibi koğuşu görür.. Kapı açıktır ve bir sürü adam yataklarını yapmış üzerlerine oturup beklemektedir..

Birine sorar, üç aydır sorgusuz sualsiz oradadır.. Oysa istibdat rejimi yıkılmış, hürriyet gelmiştir.. Zabıtanın bir insanı alı koyma süresi 24 saattir..

Kemali Bey anlar ki her şey kanun değil.. Zabıta kayıt tutmadan bir sürü adamı aylarca tutmaktadır.. Kayda geçse mahkemeye çıkarmak zorundadır, cezayı kendi kesmiştir.. Bu alışkanlıktır.. Günümüze kadar süren alışkanlık; cezayı idarenin vermesi, mahkemeye bırakmaması! Kemali Bey, "Her şey aynıysa meşrutiyet niye ilan edildi?" diye düşünür.. İttihatçılar ne amaçla geldi?

KOLTUĞUN VAZGEÇİLMEZ CAZİBESİ

İstibdat döneminde olduğu gibi insanlar "Ne dolaşıyorsun?" diye yoldan çevrilip karakola tıkılmıyordur, bir gecede Trablus'a yollanmıyordur ama zihniyet aynı zihniyettir.. Ve Kemali Bey o zihniyeti notlarına şöyle yazacaktır: "Hürriyet diye bağıranlar da devletin başına geçtikten sonra kendilerinden öncekiler gibi zalim ve zorba olabilirlermiş." Ah iktidar ah..

O koltuğu ele geçiren o koltuğun neden kendine verildiğini o saniye unutuyor herhalde.. Koltuğun cazibesi mi ne, yüzyıllardır sürüyor..

Kemali Bey'in görev yaptığı yıllarda devlet dediğimiz kavram İstanbul ile sınırlıdır.. Haydarpaşa mendireğini aşıp Anadolu'ya ulaşamamıştır.. Trabzon'dan Şam'a, Basra'dan Filistin'e yani başımızdaki Bilecik'e kadar her yere çeteler hakimdir.. Kanun vardır ama uygulayan yoktur.. Devletin çoğu görevlisi çetelerle işbirliği yaparak halkı soymaktadır..

Anadolu yoktur aslında..

Kemali Bey şöyle der: "Halep'ten Diyarbakır'a kadar yalnız bir yerde yarım saatlik şoseye tesadüf ettiğim zaman saltanat devrinin vatanı bu kadar ihmal etmiş olmasına üzüldüm."

Hele Siirt'in bir köyünde yaşlı bir amcanın sorusu vardır ki ibret vericidir: "Tekerlek diye bir şey varmış üzerine tahta koyarlarmış insanlar biner istedikleri yerlere rahat giderlermiş."

BİRDEN KESİLEN ANILAR

Anılar uzun, anılar çok.. Ama 1919'da kesiliyor.. Sonrası yok.. Kurtuluş Savaşı yılları, Siyasal mücadelesi, milletvekilliği dönemi, sürgün nedeni, yeniden yurda dönüşü yok..

Torunu, kitabı yayına hazırlayan Işık Öğütçü'ye sordum "Yok" dedi.. Kemali Bey'in ifadesiyle bu döneme ilişkin anı notları kaybolmuş..

Belki de çalındı, belki de el koyuldu.. Bilemiyoruz..

Işık araştırıyor, Ankara'da, Adana'da arşivlerin tozlu raflarından çıkar diye.. Bulunursa çok ilginç olur! VK

 

 


[email protected]