Ana Sayfa

Haberturk - Sedat Tunalı - 3 Haziran 2009

 

Bir Orhan Kemal ve Nazım Hikmet yazısı!


Spor ağırlıklı yazıyor olmamız, otçul olduğumuz anlamına gelmez. "Çarşı" nasıl sosyal tepkiler veriyorsa, yazar da vermeli...Spor okuyucusu da ot değil, hatırlatalım..

Haziran ayının 2' si ve 3'ü, Türkçe'mize onur ve şahsiyet katan iki büyük insanı kaybettiğimiz tarihler. Bunlardan biri Nazım Hikmet, diğeri de Orhan Kemal...Üstad Nazım'ı yazan çok olur, ama Orhan Kemal'i bir kez daha anmak benim boynumun borcudur. O'nun doyumsuz hikaye ve romanlarıyla büyüdüm, tek başına 72. Koğuş, Orhan Kemal'e bir ömür saygı duymama yeter de artar..Hoş, Orhan Kemal'i yazmak , biraz da Nazım Hikmet yazmaktır aslında..

Edebiyatımızın “3 Kemaller”inden biri, tarafımızca en çok sevileni ve maalesef ona sunulan hayatın tadını en az çıkarabileni. 1970 yılı Haziran ayında , hep “kaybedenlerin” safında yer almanın onuruyla hayata gözlerini kapadı.

Gerçek adı Raşit Öğütçü’dür Orhan Kemal’in. Babası Abdülkadir Kemali bey, varlıklı bir aile geleneğine sahip ve TBMM 1. Dönem milletvekillerinden biriydi. Annesinin de öğretmen olması, ondaki yazarlık yeteneklerinin öncülleri olarak algılanabilir. Ama Kemal’in hayatına asıl yön verecek iki olay vardır kişisel tarihinde.

Birincisi ; askerliğini yaptığı Niğde’de, üstlerinden gelen galiz küfürlere isyan edip ve “Yeter be! Biz buraya anamıza avradımıza sövdürmek için gelmedik.allah yok be!” isyanıdır.Hemen hakkında işlem yapıldı, "uygun" şahitler bulundu ve bu yiğit delikanlı hakim karşısında da söylediklerini aynı ataklık ve tedbirsizlikle yineleyince 5 yıl hüküm giydi.

Raşit Öğütçü’yü Orhan Kemal’e dönüştüren ikinci olay ise mapus yattığı Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanışmasıdır.

Başlarda şiirler yazmaktadır genç Raşit. Ve bu şiirlerini dönemin en büyük şairlerinden biri olarak bilinen Nazım Hikmet’e okutmaktadır. Nazım, birgün azarlar Raşit’i: “Bırak bu şiiri miiri birader, hikaye yaz, roman yaz sen. Şiirle ne uğraşıyorsun, senin hamurunda roman var”

Bu yüksek perdeden uyarı etkisini gösterir ve Raşit hikaye yazmakla başlar işe. Ve bugün Türk Edebiyatının, yoksuldan, kaybedenden yana en değerli eserleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. El Kızı’ndan Bereketli Topraklar Üzerinde’ye; 72.Koğuş’dan Murtaza’ya kadar onlarca eser Türk halkına gerçek bir roman tadı sunar ve sunmaya devam ediyor.

Orhan Kemal, egemen edebiyat eliti tarafından çok zaman hep ikinci plana atıldı, görmezden gelindi. Bugün Nihat Genç’e karşı takınılan “yokmuş gibi davranma” haysiyetsizliği o dönemlerde de Orhan Kemal’e uygulanıyordu. Ama kitapları, adına hikayeler, romanlar yazdığı halkı tarafından sahiplenildi, yaktığı ateş hiç sönmedi.

Siz bakmayın gözümüze gözümüze sokulan Orhan Pamuk’ların, Ahmet Altan’ların Elif Şafak'ların populer kültürün cilalamasıyla “büyük yazar”mış gibi sunulmalarına. Halkından beslenmeyen hiçbir yazar, hayatı Teşvikiye , Nişantaşı gibi boyalı sokakların verileriyle algılama sığlığından öte geçemeyen hiçbir koza, miskinliğinden silkinip gerçek hayata karışamaz.

Orhan Kemal yoksulluk içinde kıvrandığı, sırtında bir paltosundan başka hiçbir şeyinin olmadığı günlerini Cağaloğlu’ndaki “İkbal” ve “Kömürcünün Kahvesi”nde (ikisi de artık yok) geçirirken, kağıt ve kalem bulabildiği her fırsatta da yazmaya devam ederdi. Çevresindeki en yakın arkadaşları Yusuf Kenan Karacanlar ve Muzaffer Buyrukçu’dur. Hemen her gün parasız pulsuzdurlar, çoğu zaman çay parasını bile zor bulmakta ve yazdığı öyküleri dergilere gazetelere satmaya uğraşmaktadırlar.

Tam bir halk adamıydı Kemal. Alın size Kömürcünün kahvesinden bir sahne. Bir oyun masası ve masanın 4 kolu: Orhan kemal, Muzaffer Buyrukçu, Talat Kılıç ve Y.Kenan Karacanlar. Oyun iyice kızışmıştır ve Orhan Kemal arda arda canlı renklerle boyalı kağıtları masaya küt küt vurmaktadır:”ha ha haa bulümmm”

Sadece bu sahne bile Orhan Kemal’le , Orhan’ın Pamuk olanı arasındaki farkı anlatmaya yeter. Biri halkın içinden geliyordu, hatta gelmiyordu bile hep oradaydı, diğeri halkın olduğu hiçbir yerde yoktu, olamıyordu. Biri yaşadıklarını yazıyordu, diğeri yaşanmış hayatların kitaplaşmış hallerini hırsızlıyordu. Ama maalesef çocuklarımız birini hiç tanımazken, kucağına kondurulan pamuk yumuşağı ile baş başa bırakılıyordu.

Lafı uzattık. Alın size Orhan Kemal’in, diğer 2 Kemal'le ilgili düşüncelerini. Yusuf Kenan Karacanlar’ın “ Orhan Kemal” adlı 1974 baskılı eserinden;

“Yaşar Kemal’mi? Düşünün bir, beni aradığının bilinmesi için vaktini öldürmek zorunda kalmış. Zeki bir insan, gerçek bir kurnaz! Zaman zaman aramızdaki buzları eritmek için böyle davranıyor. Dedim ya, içedönük biri değil, atılgan ama hesabi..

Hem yetenekli romancı, hem güçlü bir girişim ruhuna sahip ticaret adamı. Beni biraz can sıkıcı buluyorsa da, bana karşı dostça duygular besliyor, sanırım. Ne de olsa, el el üstüne amacına ulaşanlardan biri. Ama yolumun dikenlerle sarıldığı bir gün ve beni kurtarmak için yalnızca bir tek yol kaldığında, el uzatmaktan çekinecektir. O’nu Adana’dan beri iyi tanırım”

“Kemal Tahir de kim? Dağ gibi bir yazar olan Yaşar Kemal’le kıyaslanabilir mi? Bunu düşünmeyiniz bile. Ah, ne acınacak bir durum! Birtakımları, adlarımızı, böyle çağına ayak uyduramamış, kavgasız ve halkını hor gören Kemal Tahir’i, bizim görüşümüzle oluşturarak “üç Kemaller”e çıkarmışlar. Ne anlamsız tanım!”

Çocuklarımız başta olma üzre, Orhan Kemal’i okumamak, okutmamak en başta edebiyata, sonra da kendi gerçeklerimize yüz çevirmektir. Romancı diye gözlerimize sokulan medya maymunlarını düşünün önce, sonra da yoksulluk içinde ölen ama hiç baş eğmeyen namuslu adamları. Seçim sizin..

Saygı ile eğiliyorum...İyi ki sizleri okuyabildim, iyi ki bu ülkede doğdum...

[email protected]