Bir Orhan Kemal ve Nazım Hikmet yazısı! |
|
|
Spor ağırlıklı yazıyor olmamız, otçul olduğumuz anlamına
gelmez. "Çarşı" nasıl sosyal tepkiler veriyorsa, yazar da
vermeli...Spor okuyucusu da ot değil, hatırlatalım..
Haziran ayının 2' si ve 3'ü, Türkçe'mize onur ve şahsiyet
katan iki büyük insanı kaybettiğimiz tarihler. Bunlardan
biri Nazım Hikmet, diğeri de Orhan Kemal...Üstad Nazım'ı
yazan çok olur, ama Orhan Kemal'i bir kez daha anmak benim
boynumun borcudur. O'nun doyumsuz hikaye ve romanlarıyla
büyüdüm, tek başına 72. Koğuş, Orhan Kemal'e bir ömür saygı
duymama yeter de artar..Hoş, Orhan Kemal'i yazmak , biraz da
Nazım Hikmet yazmaktır aslında..
Edebiyatımızın “3 Kemaller”inden biri, tarafımızca en çok
sevileni ve maalesef ona sunulan hayatın tadını en az
çıkarabileni. 1970 yılı Haziran ayında , hep “kaybedenlerin”
safında yer almanın onuruyla hayata gözlerini kapadı.
Gerçek adı Raşit Öğütçü’dür Orhan Kemal’in. Babası
Abdülkadir Kemali bey, varlıklı bir aile geleneğine sahip ve
TBMM 1. Dönem milletvekillerinden biriydi. Annesinin de
öğretmen olması, ondaki yazarlık yeteneklerinin öncülleri
olarak algılanabilir. Ama Kemal’in hayatına asıl yön verecek
iki olay vardır kişisel tarihinde.
Birincisi ; askerliğini yaptığı Niğde’de, üstlerinden gelen
galiz küfürlere isyan edip ve “Yeter be! Biz buraya anamıza
avradımıza sövdürmek için gelmedik.allah yok be!”
isyanıdır.Hemen hakkında işlem yapıldı, "uygun" şahitler
bulundu ve bu yiğit delikanlı hakim karşısında da
söylediklerini aynı ataklık ve tedbirsizlikle yineleyince 5
yıl hüküm giydi.
Raşit Öğütçü’yü Orhan Kemal’e dönüştüren ikinci olay ise
mapus yattığı Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le
tanışmasıdır.
Başlarda şiirler yazmaktadır genç Raşit. Ve bu şiirlerini
dönemin en büyük şairlerinden biri olarak bilinen Nazım
Hikmet’e okutmaktadır. Nazım, birgün azarlar Raşit’i: “Bırak
bu şiiri miiri birader, hikaye yaz, roman yaz sen. Şiirle ne
uğraşıyorsun, senin hamurunda roman var”
Bu yüksek perdeden uyarı etkisini gösterir ve Raşit hikaye
yazmakla başlar işe. Ve bugün Türk Edebiyatının, yoksuldan,
kaybedenden yana en değerli eserleri yavaş yavaş ortaya
çıkmaya başlar. El Kızı’ndan Bereketli Topraklar
Üzerinde’ye; 72.Koğuş’dan Murtaza’ya kadar onlarca eser Türk
halkına gerçek bir roman tadı sunar ve sunmaya devam ediyor.
Orhan Kemal, egemen edebiyat eliti tarafından çok zaman hep
ikinci plana atıldı, görmezden gelindi. Bugün Nihat Genç’e
karşı takınılan “yokmuş gibi davranma” haysiyetsizliği o
dönemlerde de Orhan Kemal’e uygulanıyordu. Ama kitapları,
adına hikayeler, romanlar yazdığı halkı tarafından
sahiplenildi, yaktığı ateş hiç sönmedi.
Siz bakmayın gözümüze gözümüze sokulan Orhan Pamuk’ların,
Ahmet Altan’ların Elif Şafak'ların populer kültürün
cilalamasıyla “büyük yazar”mış gibi sunulmalarına. Halkından
beslenmeyen hiçbir yazar, hayatı Teşvikiye , Nişantaşı gibi
boyalı sokakların verileriyle algılama sığlığından öte
geçemeyen hiçbir koza, miskinliğinden silkinip gerçek hayata
karışamaz.
Orhan Kemal yoksulluk içinde kıvrandığı, sırtında bir
paltosundan başka hiçbir şeyinin olmadığı günlerini
Cağaloğlu’ndaki “İkbal” ve “Kömürcünün Kahvesi”nde (ikisi de
artık yok) geçirirken, kağıt ve kalem bulabildiği her
fırsatta da yazmaya devam ederdi. Çevresindeki en yakın
arkadaşları Yusuf Kenan Karacanlar ve Muzaffer Buyrukçu’dur.
Hemen her gün parasız pulsuzdurlar, çoğu zaman çay parasını
bile zor bulmakta ve yazdığı öyküleri dergilere gazetelere
satmaya uğraşmaktadırlar.
Tam bir halk adamıydı Kemal. Alın size Kömürcünün
kahvesinden bir sahne. Bir oyun masası ve masanın 4 kolu:
Orhan kemal, Muzaffer Buyrukçu, Talat Kılıç ve Y.Kenan
Karacanlar. Oyun iyice kızışmıştır ve Orhan Kemal arda arda
canlı renklerle boyalı kağıtları masaya küt küt
vurmaktadır:”ha ha haa bulümmm”
Sadece bu sahne bile Orhan Kemal’le , Orhan’ın Pamuk olanı
arasındaki farkı anlatmaya yeter. Biri halkın içinden
geliyordu, hatta gelmiyordu bile hep oradaydı, diğeri halkın
olduğu hiçbir yerde yoktu, olamıyordu. Biri yaşadıklarını
yazıyordu, diğeri yaşanmış hayatların kitaplaşmış hallerini
hırsızlıyordu. Ama maalesef çocuklarımız birini hiç
tanımazken, kucağına kondurulan pamuk yumuşağı ile baş başa
bırakılıyordu.
Lafı uzattık. Alın size Orhan Kemal’in, diğer 2 Kemal'le
ilgili düşüncelerini. Yusuf Kenan Karacanlar’ın “ Orhan
Kemal” adlı 1974 baskılı eserinden;
“Yaşar Kemal’mi? Düşünün bir, beni aradığının bilinmesi için
vaktini öldürmek zorunda kalmış. Zeki bir insan, gerçek bir
kurnaz! Zaman zaman aramızdaki buzları eritmek için böyle
davranıyor. Dedim ya, içedönük biri değil, atılgan ama
hesabi..
Hem yetenekli romancı, hem güçlü bir girişim ruhuna sahip
ticaret adamı. Beni biraz can sıkıcı buluyorsa da, bana
karşı dostça duygular besliyor, sanırım. Ne de olsa, el el
üstüne amacına ulaşanlardan biri. Ama yolumun dikenlerle
sarıldığı bir gün ve beni kurtarmak için yalnızca bir tek
yol kaldığında, el uzatmaktan çekinecektir. O’nu Adana’dan
beri iyi tanırım”
“Kemal Tahir de kim? Dağ gibi bir yazar olan Yaşar Kemal’le
kıyaslanabilir mi? Bunu düşünmeyiniz bile. Ah, ne acınacak
bir durum! Birtakımları, adlarımızı, böyle çağına ayak
uyduramamış, kavgasız ve halkını hor gören Kemal Tahir’i,
bizim görüşümüzle oluşturarak “üç Kemaller”e çıkarmışlar. Ne
anlamsız tanım!”
Çocuklarımız başta olma üzre, Orhan Kemal’i okumamak,
okutmamak en başta edebiyata, sonra da kendi gerçeklerimize
yüz çevirmektir. Romancı diye gözlerimize sokulan medya
maymunlarını düşünün önce, sonra da yoksulluk içinde ölen
ama hiç baş eğmeyen namuslu adamları. Seçim sizin..
Saygı ile eğiliyorum...İyi ki sizleri okuyabildim, iyi ki bu
ülkede doğdum... |
| |