Ana Sayfa

A.Nihat Yılmaz - 20 Haziran 2008

 

İKBAL KAHVESİ...



Meserret kıraathanesinden başka bir de bu kahvehane vardı Orhan Kemal’in hemen her gün gittiği. Sadece çalçene ya da pişpirik-tavla oyunları için değil, aynı zamanda hasbihal için, güncel olayları tartışmak, çıkan yayınları okumak, sanat üstüne konuşmak, belki biraz da yazınsal laklaka...

Şimdilerde kahve olarak Meserret de yok, İkbal de...Ama, Orhan Kemal’in aramızdan ayrılmasından sonra, İkbal Kahvesi’nin izdüşümü iki alanada halen var ve yaşıyor. İlki, Nurer Uğurlu’nun kitabına ad olarak, yaşıyor...öbürü de Cihangir’in iç sokaklarından birinde, Müze olarak...”Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi” Müze’si...

Beni o Müze’ye, aynı zamanda Ceyhan’dan hamşehrisi sayılan, benim dönemimin TRT Ankara radyo program yapımcısı arkadaşım Yaşar Özürküt götürmüştü. Ve orada oğlu Işık Öğütçü ile de tanışmıştık. Müze tam Orhan Kemallik diye resmolmuştur imajımda. İçtiği kahve fincanları, oynadığı muhkem tahtadan yapılmış tavla, ünlü fötr şakası, kullandıkları kimi eşya, fotoğrafları, arkadaş anılarında konuşulan sözleri ve kitapları, dergi yazıları, mektupları, öyküleri, tiyatro oyunları....Uğurlu’nun İkbal Kahvesi’ni orada bulabilmiştim. Geriye kalan yazdıklarını, özellikle romanlarını okumuştum hep. Favori yazarımdır halen. Zaman zaman da açıp okurum yine. Her okuyuşumda bir yeni Orhan Kemal buluyorum çünkü. Döneminde yeni türeyen çırçır gabrikalarını ve daha çok Orta ve Doğu Anadolu kırlıklarından Çukurova’ya gelen köylülerini işçileşirlerken izleyen, yaşadıklarını, çevresini yazan ve geleceğe bağlayan, aydınlık gerçekçi, Türkçenin ustası, inandırıcı kalem, büyük insan Orhan Kemal’i...Ki roman kişileri sanki komşum, arkadaşım, akrabalarım filandırlar. Ve ben BereketliTopraklar Üzerinde’sini okumayanı roman okuru saymıyorum...

Haziran ayı sanki yazarlarımız için bir kıran, bir ölet... afet ayı! Sırasıyla 3 Haziren 1963 Nazım Hikmet, 2 Haziuran 1970 Orhan Kemal ve 2 Haziran 1991 Ahmet Arif’in dünyamızdan ayrıldıklar tarihler. Hep Haziran!

Işık Öğütçü’ye, o gün, 2 Haziran 1970 günkü Ankara’yı anlatmıştım biraz.

Haberim yoktu, öğle üzeri kapısı çalındı Aşağı Ayrancı’daki evimin. İçeriye “Ben Turan, Deli Turan...” diye kendini tanıtan biri girdi. “Perşembeliyim, sen eşimin iş arkadaşı ve benim hemşerimsin...” Biraz şaşırmıştım. Ama O devam etmişti: “Biliyor musun , Orhan Kemal’ı kaybettik!” Ve hiç beklemeden yorumunu ekledi: “Eli ağzına varmadan öldü dostumuz!” Mahvoldum birden. Keşke sadece “öldü” deseydi. Orhan Kemal’in ne zorluklar içinde yaşadığını kim bilmez? Elinden koca koca romanları yok pahasına kapmışlardı Babıali korsanları...Ama son zamanlarda Sosyalist Ülkelerde çevrilip basılan kitaplarının telif ücretleri gelecek diye duyumlarımız da vardı. Bu paralar belki gelmek üzereydi, belki gelmişti de bankadan alamamıştı henüz ya da almıştı da harcamaya zaman bulamamıştıı...Ve işte öyle diyordu Deli Turan: Eli ağzına varmadan...”

Ertesi günü ise Fikret Otyam’ın bir açıklamasını okumuştuk Orhan Kemal için: “Naaşını getirmek üzere şimdi Sofya’ya gidiyorum. Türkiyenin en namuslu adamı öldü...”
Bunlardan ilkini elbet Işık da bilemezdi, ama ikincisini bütün dünya biliyor.
Haziranın ilk günlerinde Işık Öğütçü Londra’daydı . Britanya Turk Kadinlari Dernegi’nin organize ettigi bir kitap etkinliginde babasını anlatacaktı. Toplantıyı, aynı zamanda BTKD kitap kolunun sorumlusu olan Semra Eren-Nijhar yönetecekti. İkbal Kahvesi’nin gidişatını konuştuk başlamadan önce. Ve ardından IşıkÖğütçü babasını anlattı sahiden, bütün ayrıntılarıyla. Doğuşu, büyüyüşü, babası, dedesi, Nazım Hikmetle hapiste geçen üçbuçuk yılı, evliliği, Işık’ın doğuşu sırasındaki sevinç sözleri, herşeyi...Diyebilirim ki, derlenip basılsa “Babam Orhan Kemal” diye bir kocaman kitap bile olurdu. Ve hepimiz sevimli ve sevgili bir aile babası olan Orhan Kemal’i daha ayrıntılı olarak tanımış olurduk..

Ama bir eksikliği de vardı sanki o konferansında Işık’ın. Çünkü Orhan Kemal sadece Işık ve kardeşlerinin babası değildi! O bütün işçilerin, emekçilerin, aydınların, namuslu Türkiye insanlarının, “baba” sıydı, babasıdır...Ve bir de edebiyatçı, romancı, öykücü, oyun yazarı kimliği var ki, bütün dünya emekçilerinin başucunda durur.

1984’te kaybettiğimiz devrimci şairimiz Hasan Hüseyin’in bir dizesi geliyor aklıma: “Haziran’da ölmek zor”

Peki ya, ayrılanları uğurlamak daha mı kolay? Hele,

İKBAL KAHVESİ’nden..


Abdullah Nihat Yılmaz
20 Haziran, 2008, Londra..



 


[email protected]