ORHAN KEMAL’İN KÜÇÜK ADAMIN ROMANI SERİSİNDE
BALKAN GÖÇMENİ KARAKTERLERİ
Türk edebiyatının aydınlık gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal’in ,
kendi yaşamsal öyküsüne yer verdiği Küçük Adamın Romanı serisi,
yazarın Baba Evi ,Avare Yıllar Cemile , Dünya evi , Arkadaş
Islıkları romanlarını ihtiva etmektedir. Serinin ilk kitabından
itibaren Orhan Kemal, hayatında, özellikle de sosyal uyanışında
büyük rol oynayan Balkan göçmeni karakterlerine, eserlerinde sıkça
yer vermiş, Balkan Harbi’nden sonra tüm varlıklarını memleketlerinde
bırakıp gurbette sefalet içerisinde yaşayan göçmenlerin zor ve
hüzünlü yaşamlarını romanlarının konusu yapmıştır. Oldukça otoriter,
çevresinde sayılan ve sevilen, hem fiziki hem de karakteri açıdan
güçlü bir babanın oğlu olan Orhan Kemal, kendisini bir ‘küçük adam’
olarak niteler ve her zaman bunun verdiği ezici psikolojiyle yaşar.
Kendisi ne görünüş ne mevki ne de karakter itibariyle heybetli bir
yapıya sahiptir. Balkan göçmeni karakterlerinin toplumsal
yaşamlarından fiziksel özelliklerine kadar ayrıntılı bir portre
çizen Orhan Kemal, genel itibariyle betimlemelerini hayranlık
belirten ifadelerle oluşturmuştur. “Küçük adam” olmanın verdiği
buhranlı ruh halini bu karakterlere olan özentisinde okuyucuya daha
çok hissettirir. Eserlerinde birçok kesimden ve milletten
karakterlere yer vermiş olan Orhan Kemal’de, Balkan göçmeni
karakteri, Cemile adlı romanında, Cemile karakterine ilham veren eşi
Nuriye Öğütçü ve onun çevresi vesilesiyle önem ve yoğunluk kazanır.
Tam olarak kronolojik bir yapıya sahip olmayan bu otobiyografik
eserlerin ilki olarak kabul edebileceğimiz Baba Evi’nde, yazarın
Adana’da geçen çocukluk yıllarının ardından, milletvekili olan
babasının iktidara karşı sergilediği muhalif tavır dolayısıyla
ailenin Beyrut’a yerleşmek zorunda kalması, burada geçen zor
yılların ardından, yazarın Adana’ya geri dönüşü anlatılır. Seride
birbirinin takibi niteliğinde olan ilk grubu Baba Evi ve Avare
Yıllar romanları oluşturur. Avare Yıllar, yazarın gençlik
senelerinin hikâyesidir. Bu yıllarda, bitirmek için söz verilmiş
okuldan kaçılır, kahvehanelerde, futbol maçlarında serserilik
edilir. İstanbul’a gitmek için para biriktirmeye karar veren yazar
dokuma fabrikasında işçiliğe başlar. Ama işçilik zor gelir, tekrar
haylazlığa döner. Daha sonra babaannesinden aldığı bir miktar
parayla İstanbul’a kaçar. En yakın arkadaşıyla çıktığı İstanbul
serüveni fazla uzun sürmez. Memlekete geri dönerler. Beyrut’tan
sonra Kudüs’e giden ve oradan da dönen aile yoksulluk içindedir.
Okul temelli bırakılır ve eski dokuma fabrikasına kâtip olarak
girilir. Fabrikada işçi olarak çalışan Cemile adlı kıza tutulan
yazarımız eş dosttan aldığı ödünç eşya ve takılarla dünya evine
girer.
Seriye adeta bir parantez olarak açılmış olan üçüncü roman Cemile’de
yazar, Avare Yıllar romanının sonunda birkaç sayfada anlattığı bu
evlilikle sonuçlanan gönül macerasını, müstakil bir roman haline
getirmiştir. Bu romanda, yazar- anlatıcı ilişkisinde bir değişiklik
olmuştur. Artık roman birinci tekil şahsın ağzından değil Kâtip
Necati’nin üzerinden anlatılıyordur. Kâtip Necati aldığı 24 lira 95
kuruş aylıkla geçinmek zorundadır. Babaannesinin yanında yaşayan
Necati, evliliğin maddi yükünü taşıyacak durumda değildir. Fakat
çevrenin en güzel kızı olan Cemile’nin peşinde Necati’nin maddi
açıdan asla yarışamayacağı bir de Deveci Çopur Halil vardır. Ne var
ki Cemile’nin gözü parada pulda değildir. Cemile’nin takibi
niteliğinde olan Dünya Evi’nde genç kâtip, evlilik sorumluluğunu
yüklenmiş olarak çıkar karşımıza. 24 lira 95 kuruşluk aylık bu
romanda geçim sıkıntısının simgesi haline dönüşür. Bir yandan hayat
mücadelesi içine giren kâtip diğer yandan da genç, güzel ve aynı
zamanda hamile eşini peşindeki âşıklarından korumaya çalışmaktadır.
Bu sıkıntılı haller yeni evlilerin arasının açılmasına da sebep
olur. Arkadaş Islıkları’nda ise oldukça genç ve bıçkın bir delikanlı
olan başkahramanın sevdiği kız için her anını beraber geçirdiği,
işsiz güçsüz, serseri arkadaşlarından ve fütursuca geçen günlerinden
vazgeçişi anlatılıyor. Delikanlılıktan aile reisliğine geçiş
sürecinde yaşanan bocalamalar, yine geçim sıkıntısı ve yine
dargınlıklar, ayrılıklar başkahramanın peşini bırakmamaktadır.
rhan Kemal seriye genel olarak Küçük Adamın Notları ismini
vermiştir. Yani Orhan Kemal’e göre kendisi bir küçük adamdır. Yazar
Baba Evi romanının önsözünde şöyle der:
“ “KÜÇÜK ADAM” ı Adana kahvelerinden birinde tanıdım, tesadüfen.
Sakallı yüzünü avuçları içine almış, düşünüyordu. Açık mavi gözleri,
kıvırcık saçları vardı. Birbirimizi uzun uzun gözden geçirdikten
sonra, yanıma geldi. Beni birisine benzettiğini söyledi. Maksadının
konuşma kapısı açmak olduğunu anlıyordum.
Derhal ahbap olduk.
Bana hayat macerasını çok sonra, ısrarlarım üzerine, uzun uzun
anlattı. Bunları yazmasını söyledim, güldü. “Sen yaz istersen!”dedi.
Coşarak anlattığı şeylerden tutuğum notlar bir haylidir. Bir ciltten
sonra ihtimal ikinci, üçüncü, dördüncü ciltler meydana gelecek…
O şimdi nerde mi?
Kim bilir? “ KÜÇÜK ADAM” lara mahsus çileli bir hayatı sürerek,
belki İzmir’de, belki İstanbul’da belki de Van’da?...”(Baba Evi,
s.5)
Küçük adamı, yazar, serinin ilk kitabının önsözünde böyle tanıtır
okuyucuya. Küçük adam denilen tipin nasıl biri olduğunu ve
niteliklerini ise Avare Yıllar romanında Orhan Kemal’in okulu
bırakması üzerine büyük bir hayal kırıklığı yaşayan annesinin
ağzından öğreniriz:
“Hey Allahım, dedi, korktuğuma uğrattın beni! Başkalarının
karşısında el ovalamağa mecbur küçük adamlar mı olmalıydı benim
evlatlarım? Ben ne ummuştum?” (Avare Yıllar, s.75)
Görüldüğü gibi küçük adam çaresiz, zavallı ve bazı şeyler için
küçülmeye katlanmak mecburiyetinde olan bir insan tipidir. Nitekim
Orhan Kemal, ailesinin güvenini bir türlü kazanamamış, sürekli
hakaret ve aşağılamalarına maruz kalmıştır. Babaannesinin:
“Eğer oğlum, dedi, sen adam olursan, sokaktaki köpekler de adam
olur!”(Avare Yıllar, s.59) Sözleri romanda birçok defa yazarın kafa
sesi olarak çıkar karşımıza.
Küçük adamın karşısına çıkan ve hayatında önemli bir yere sahip olan
ilk Balkan göçmeni karakteri, yazarın anılarında:
“… Bu çalıştığım yerin yanı başında bir çikolata fabrikası vardı. Ve
bu fabrikada sarı saçlı mavi gözlü çok güzel bir Rum kızı vardı. Adı
Eleni’ydi. Bütün matbaanın gençleri bu kızın çevresinde pervane gibi
dönerdi. Bense, üstüm başım bilhassa ayakkabılarım çok kötü olduğu
için uzaklarda durur, sokulamazdım. Benimle alay eder korkusuyla hep
kaçardım. Bir gün ters çevrilmiş bir gaz sandığı üzerinde otururken
yanıma geldi… Ben kızı Türkçe bilmez sanırdım, benimle birden Türkçe
konuştu. ‘ Senin adın ne?’ dedi, nereli olduğumu sordu… O günden
sonra o kıza âşık oldum iyice… Ve bir gün ona ayağımdaki pantolondan
utandığımı söyledim. ‘ Sen ne utanıyorsun, zenginlerimiz utansın.
Aldırma böyle şeylere, boş ver’ dedi. İşte bende ilk sosyal uyanış
galiba bu Rum kızı ile başladı.”
Sözleriyle anlattığı Rum kızı Eleni’dir. Bu karakter, Baba Evi
romanında karşımıza çıkar. Orhan Kemal, babasının bir siyasi sürgün
olması sebebiyle ailecek Beyrut’a yerleşmelerinin ardından bir
matbaada çalışmaya başlar. Çalıştığı yerin yanındaki çikolata
fabrikasında işçi olan Eleni ile tanışır. Eleni, bir gün yazarı
ailesiyle tanıştırmak için evine götürür:
“ İçeri girdi, az sonra annesiyle çıktılar. Kadın beni çok hoş
karşıladı. Epeyce genç görünüyordu, ama saçları yarı yarıya
ağarmıştı. Eleni boyuna benden bahsediyordu. Kadının elini öptüm,
sonra eve girdik. Dar, loş bir odaydı. Karşı köşede, kitaplar yığılı
bir masa, masanın orada iri kıyım sert bakışlı, hafif sakallı bir
delikanlı, alçak bir iskemlede oturuyor, sarı deriden ayakkabı
sayaları kesiyor, falçatayı öyle çabuk, öyle ustaca kullanıyordu
ki…” ( Baba Evi, s.58)
Burada hayranlıkla bahsedilen kişi yine bir siyasi sürgün olan
Eleni’ nin ağabeyidir. Yazar:
“ Onu çok beğenmiştim. Büyüdüğüm zaman onun kadar sağlam ve
yakışıklı olsam diye aklımdan geçti.” (Baba Evi, s.58) Sözleriyle bu
hayranlığını ve özentisini açıkça ifade eder. Eleni’nin ağabeyi,
yazarın babası ve bazı önemsediği mevzular üzerinde kafasının
karışmasına sebep olan şeyler söyler:
“— Yaa, dedi, demek baban siyasi? Adı ne babanın?
Babamın adını söyledim.
— Evet, dedi, işitmiştim… Fakat neye yarar? Bu çeşit mücadelelerden
ne çıkar?
…
Birden kızdım. Babamın tenkit edilemez olduğunu sanırdım. Eleni’nin
ağabeyine öfkeyle baktım:
— Benim babam avukattır, dedim, hem de çok okumuş… Sen onun
kitaplarını görseeen…
Aldırmadı.
— Biz memlekette çok zengindik. Gene aldırmadı. Neden sonra:
— Sen dedi, böyle şeyleri kafanda fazla büyütme ve pek çok kıymet
verme… Sen babandan çok, çok, çok ileri olmaya çalış” ( Baba Evi,
s.59)
Orhan Kemal’in babasıyla kıyaslanması, ona yakışır ve hatta ondan
daha ileride görülmek istenmesi meselesi de ilk kez bu diyalogla
karşımıza çıkar ve daha pek çok kere bu cümlelere maruz kalan
yazarda babasına karşı bir nefret duygusu oluşur.
Orhan Kemal’in anılarında bahsettiği ilk sosyal uyanış meselesine
Baba Evi romanında şu diyaloglarda rastlarız:
“ — Biz çok zengindik memlekette, şimdi çok utanıyorum.
— Neden?
—Şu postallarımdan…
—Aldırma…
—Aldırma mı? Ayıp değil mi bunlarla…
—Neden ayıp olsun? Benim bir ağabeyim var, der ki: eski
ayakkabılarımızdan zenginlerimiz utansın…”(Baba Evi, s.57)
Baba Evi’nde, Eleni’nin ağabeyi olarak karşımıza çıkan düzen
karşıtı, aykırı karakterin benzerleri Avare Yıllar, Cemile ve Dünya
Evi’nde İzzet Usta, Arkadaş Islıkları’nda ise İlyas Usta olarak
karşımıza çıkar. Yazar bu karakterlerden “mavi tulumlu işçi
dostlarım” olarak bahseder.
Avare Yıllar ‘da İzzet Usta’nın bahsi ilk olarak şöyle geçer:
“… Az ilerimizde gazete okuyan, mavi tulumlu, siyah gözlüklü bir
işçi dikkatimi çekmişti. Ahmet’e:
“ Bu adam, dedim, sizin dokumalarda mı çalışıyor?”
Baktı:
“ Heye. Ne biliyorsun?”
“ Hani mekik attıydı da, biz orda çalışıyorken… Fabrika sahibine
dikildiydi bu… O değil mi?”
“ Tamam, o işte… İzzet Usta derler ona… Bu Türkiye’de çalışmadığı
fabrika yok, çok dirayetli… Bir de karısı var, bomba gibi avrat,
Boşnak. Kendinin ne millet olduğu belli değil, Kürt diyorlar…” (
Avare Yıllar, s.98,99) (Burada İzzet Usta’nın Kürt olduğuna dair bir
tahmin yürütülse de biz daha sonra bir tesadüf sonucu İzzet Usta’nın
kız kardeşi ve aynı zamanda Cemile’nin en yakın arkadaşı ve komşusu
olan Boşnak Güllü vesilesiyle İzzet Usta’nın da Boşnak olduğunu
öğreniyoruz.)
İzzet Usta’nın gittiği kahveye her gün düzenli olarak gitmeye
başlayan yazar daha sonra onunla ahbap olur. Yazarın dertlerini,
isyanlarını dinleyen İzzet Usta onu isyan etmekte haksız bulur ve
şunları söyler:
“ … Dertsiz insan yok bu dünyada… Hele bizim mahallenin derdi… Ne
dert! Ekmek derdi, yakacak derdi, uyku derdi, verem derdi, sıtma
derdi. Ne bileyim ben? Sizin tabirinizle söylüyorum, Allahın
unuttuğu insanların mahallesi burası… Burada sizden çok öfkelenmesi
icabedenler var!”(Avare Yıllar, s. 102)
İzzet Usta ile yapılan sohbetler yazarın düşünce yapısında büyük
değişikliklere sebebiyet verir. Öncelikle İzzet Usta yazara bir iş
bulup çalışmasını söyler. Yazarın, “ Öbür taraftaki adamın oğluna”
kimsenin iş vermeyeceği ya da ortaokul diploması olmadığı için
memuriyet yapamayacağı gibi bahanelerini kabul etmeyerek ona bu
düşüncelerin bir hastalık olduğunu “ Attan inip eşeğe binenlerin,
daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı” (Avare
Yıllar, s. 105) olduğunu söyler. Ve daha bunun gibi birçok konuda
yazarın zihninin aydınlanmasını sağlayan İzzet Usta, Eleni ve
ağabeyinden sonra yazarın sosyal uyanışı mevzuunda kilometre
taşlarından biri olur.
Cemile’nin komşusu Güllü, bir gün, fabrikada kâtip olarak çalışan
yazarı Cemile ile buluşturmak için evine çağırır. Cemile’yi
babasından istemesini tembihleyen Güllü Cemile’nin babasının
kendisini ne kadar sevdiğinden ve asla kırmayacağından ama abisini
daha çok sevdiğinden bahseder. Yazar abisinin kim olduğunu
sorduğunda Güllü:
“Benim abiym yok şindi… Çok kafalıdır… Süler bir laflar, eh…
Dinlemeğe şayetse…”
…
“ Görürsün bu kitapları? Onundur… Okurdu her gece…”
…
Kafamda şimşek çaktı.
“İsmi ne?”
“İzzet! İzzet Usta derler…
…
“Yahu ahbabım bu benim!” diye bağırdım, dostum benim be…” (Avare
Yıllar, s. 150,151)
Arkadaş Islıkları’nda , yine bir kahvehanede, garsonla girdiği
tartışma esnasında başka bir masada kitap okumakta olan bir işçi
kitabını bırakır ve yazarın haklı olduğunu söyleyerek tartışmaya
dâhil olur. Garsonun, bu işçi hakkındaki bir takım sözleri onunla
ilgili okuyucuya bazı fikirler verir:
“Aştan çıkan nane çöpü, yine karıştın mı? Nerede tımbırtı orada
buluntusun be! İşçiyle patron arasında anlaşmazlık olur, işçilere
arka çıkarsın, alıcıyla satıcı arasında hep alıcıdan yana. Bana bak,
ağzımı açtırtma benim. Bak şerefsizim…”
“Mavi tulumlu, gözlüklü işçinin kızacağını sanmıştım, kızmadı.
Boşnakların konuştuğu Türkçe’yle “ Evet ?”dedi. “ Ne yaparsın?””
(Arkadaş Islıkları s.210)
Boşnak olduğunu öğrendiğimiz işçinin, tartıştığı kişiler tarafından
“ İşçilerin gözlerini açmakla” itham edilmesi yazarın kafasını
karıştırır.
“Bana bak İlyas… Mimli olduğunu unutma, şerefsizim…”(Arkadaş
Islıkları, s.212) Mavi tulumlu işçinin mimli olmasından hiçbir şey
anlamayan yazar tartışmanın kavgaya dönmesi sonucunda karakola
götürüldüklerinde propaganda yapmakla suçlanır. Olayın aslını
anlattığında da tüm davacıların, komiserin sert çıkması sonucu
birden bire üç maymunu oynaması yazarı ve mavi tulumlu işçiyi ceza
almaktan kurtarır. Mavi tulumlu işçi dostlarının, Orhan Kemal’in
siyasi fikirlerinin oluşmasındaki rolü bu şekilde gerçekleşmiştir.
Orhan Kemal’ in Boşnak mahallesine girişi, buradan yaşayan
insanlarla ve onların hikâyeleriyle tanışması ise dokuma
fabrikasında çalışan işçi Cemile’ye olan aşkıyla başlar. Cemile on
dört yaşında dürüst, namuslu ve çalışkan emekçi kadınların Orhan
Kemal romanlarındaki mümessilidir:
“ İçlerinden biri, - ille o-, akça pakça, on dördünde bir Boşnak
kızı vardır ki, mutlaka bakar, güler ve birkaç adım sonra, tekrar
döner, bakar, güler, döner, bakar, güler. Ta köşeyi dönüp
kayboluncaya kadar!” ( Avare Yıllar, s.127)
Yazar bu işçi kıza olan ilgisinden ilk kez bu cümlelerle bahseder
romanında. Cemile’yi iş çıkışı takip eden yazar, Boşnak mahallesine
gelir:
“Fakir Boşnakların mahallesi başlamıştır.
Ceketi geniş ve zayıf omzunda, uzun boylu, duru beyaz yüzlü, gözleri
uyku dolu bir dokumacı, kaba bıyığıyla sertçe bakarak yanımdan
geçer. Hatta duraklar, beni süzer. Köşeyi dönüp kayboluncaya kadar
beni sertçe süzdüğünü sezgimle anlarım, fakat zerrece çekinmem.
Çünkü yirmi iki yaşındayım, aşığım ve cebimdeki parlak demirli
sustalıma güveniyorum.” (Avare Yıllar, s.128, 129)
Tozlu, çamurlu sokaklarda, yıkık dökük, çirkef kokan evlerden oluşan
bu mahallede göçmenler oturmaktadır.
“Onların avlu kapısından zayıf, uzun boylu, harap kıyafetli birtakım
erkekler girer, beyaz başörtülü kadınlar çıkar, şüpheli yahut hırslı
bakışlariyle delikanlılar geçer önümden. Fakat hiç kimse , “…
gözünün üstünde kaşın var!” demez.”(Baba Evi, s. 130)
…
“Bunnar muhacir oğlum… Kafaları bir şeye yattı mı tövbe
çeviremezsin!” (Cemile, s.56)
Bu mahallede oturan insanları genel olarak böyle tarif eder yazar.
Boşnak insanının sağlam karakter yapısını, Cemile, Cemile’nin babası
ihtiyar Malik ve biraz da olsa Malik’in silah arkadaşı Muy
karakterlerinde görmekteyiz. Cemile’nin fabrikada çalışan diğer işçi
kızlara nazaran, peşindeki delikanlılardan kendini koruma ve uzak
tutmadaki tavrını anlatan cümleler onu tanımamıza yardımcı olur:
“Onun gönlü olmazsa ya… Zorla güzellik…”
“Kimseye gönlü düştüğünü ne duydum, ne gördüm, ne de işittim. Onun
öyle bir babası var ki, ne gönül tanır, ne bıçak, ne tabanca…”(
Avare Yıllar, s.135)
Dünya Evi romanında Cemile’nin bir eş olarak sorumluluklarını ne
derece ayrıntılı bir biçimde yerine getirdiğini yazar bize şu
cümlelerle anlatır:
“ Sofra hazırdı. Yemeğe başlayabilirlerdi. Genç kadın kocasının
sofraya gelmesini, ilkin onun başlamasını bekliyordu. Annesinden
böyle görmüştü. Ninesi de böyleydi, ninesinin ninesi de ihtimal.
Yemeğe erkek başlardı ilkin. Erkek, kadının küçük tanrısı!” ( Dünya
Evi, s.18)
Cemile romanının ana karakterlerinden biri olan Cemile’nin babası
ihtiyar Malik, Avare Yıllar romanında da üçüncü tekil şahısların
ağzından kısa da olsa anlatılmış, en azından karakterin ana
hatlarını oluşturacak kadar okuyucuya bilgi verilmiştir:
“Adam memlekette haza derebeydi… Bütün memleket korkardı ondan. Hiç
değilse birkaç yüz gâvurun kellesini kestiğini babalarımızdan
işittik. Şimdi bakma… Elinden de her bir zenaat gelir ama çalışmaz,
yedirmez kendine…”( Avare Yıllar, s. 135.)
Cemile, yazara babasından korkmamasını söylerken şöyle der:
“Babam mert insanları sever, kabadayı adamdır.”( Avare Yıllar, s.
159)
Yazarın Cemile ile evlilikle sonuçlanan gönül macerasını anlattığı
Cemile romanında hem Cemile’yi hem de babası İhtiyar Malik’i
ayrıntılı bir şekilde anlatır. Fabrikanın ortaklarından Kadir
Ağa’nın, yılışık tavırları karşısında kendisine sert çıkan
Cemile’nin kimin nesi olduğunu sorduğu Ustabaşından şunları
öğreniriz:
“Bu göçmen esas, Boşnak… Babası uzun boylu bir adam. Lakin
memleketinde çok ileri, hanedandanmış. Bilenler anlatıyor, çete
başıymış herif, bir tabur gâvuru önüne katar kovalarmış. Tabii
zengin adam, mal mülk çok… Din uğruna, pir aşkına Sırplarla
boğuşurmuş…” (Cemile, s.25)
“ Memleketin eşrafından Amir Ağa’nın teşvikiyle Karadağ Milletvekili
Boşko Boşkoviç’ in öldürülmesi üzerine başlayan katliamdan kurtulmak
için kaçmadan önce, Malik ve Muy ismi, Sırplar üzerinde yıldırım
etkisi yapardı. O kadar ki Malik ve arkadaşlarının korkusu yalnız
ihtiyarların değil, Müslümanların da içlerinde sarsıntılar
yaratırdı.”(Cemile, s. 92)
Bu, tüm malını, mülkünü, şanını, şöhretini memleketinde bırakıp
gurbete göçmüş ihtiyar adam hiçbir işte çalışmaz; diş çekme, çıkık
kırık sarma gibi elinden gelen işlerden ise para talep etmeyi
gururuna yediremez. Oğlu Sadri ve kızı Cemile’yi fabrikada
çalıştırırsa da başlarına bir iş gelmesinden korkar ve sürekli
onları fabrikadan kurtaracağı, memleketine geri döneceği günlerin
hayalini kurar. Malik ve Muy memleketlerinde geçim derdi nedir
bilmeden yaşayan derebeyi torunlarıdır. “Ellerinden ata binmek,
silah kullanmak, pusu kurup kelle biçmekten başkası” gelmez.(Cemil,e
s.93)
“ O zaman talihlerini denemek sırası kadınlara geldi. O kadınlar ki
dalları yerlere değen koyu gölgeli meyve bahçelerinde gülüp türkü
söylemek, süslenip salına salına dolaşmaktan başkasına alışmamış,
rahatlıktan semirmiş kadınlardı. Fabrikaların pamuk tozu yüklü, kola
kokulu, rutubetli havasında hızla kuruyup çirkinleşmeye başladılar.
Gün geldi, ellerinde mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini
dilediler.” (Cemile, s. 93)
Romanda, yer yer Malik’in ve Muy’ un yaşadıklarının somut ifadesi
olan ve bazı durumlar karşısında değişen fiziksel özelliklerine de
yer verilmiştir:
“İhtiyar Malik’in yüzü korkunçlaştı. Kaşları öfkeyle çatıldı.
Yugoslav dağlarının yıllarca önceki azgın çete reisi olmuştu.”
(Cemile, s.77)
“Bir ara önlerine İzzet Usta çıktı. Seli durduracağını umarak
ihtiyar dostunun odun tutan havadaki kolunu yakalamak istedi. Ama
artık bu kol yetmişlik bir ihtiyarın zayıf kolu değildi.”( Cemile,
s. 123)
“ Bir bacağı topal, ufacık bir ihtiyar olan Muy’un bir gözü de
kördü. Bu gözü sanki oyarak çıkarmışlar ve sanki bu iş yapılırken
ihtiyar o kadar bağırmıştı ki… Yüzü bir çığlık gibi kuruydu.” (
Cemile, s. 91)
Göçmenlerin memleket özlemlerini de hüzünlü sahnelerle eserlerine
yansıtan Orhan Kemal, okuyucuya bu özlem duygusunu birebir yaşatan
başarılı betimlemelerde bulunmuştur. Cemile’nin, oturdukları evin
avlusunda çamaşır yıkarken söylediği türkü ve bu türküyü yukarı
kattan dinleyen Tetka Bielka’nın aklından geçenler esere şöyle
yansıtılmıştır:
“ Dilinde türkü, öyle iştahla, öyle canlı yıkıyordu ki. Etrafa
neşeli köpükler saçılıyordu. Türkü zaman zaman yükseliyor, zaman
zaman alçalıyor, arada duruverdikten sonra tekrar başlıyordu.
Boşnakça bir halk türküsüydü bu. Bu türküde bir Avşar kilimindeki
renklerin cümbüşü vardı. Bu türküde hasret vardı, bu türküde arzu,
bu türküde aşk… Bu türkünün motifleri Hint’te, Çin’de Kazablanka’da,
New York’ta, Po Vadisi’nde, Güney Amerika’da da vardı. Bu türkü
insanlığın hasretlerini, arzularını belirten nakışlarla işli bir
türküydü. (Cemile, s.80)
“ Tetka Bielka da gençliğinde bu türküyü söylerdi. Bu türkü Tetka’ya
gençliğini, Saraybosna’ yı, yüklü meyve ağaçlarının hafif hafif
sallandığı aydınlık Bosna gecelerini hatırlatmıştı. Yıllardan beri
yitirdiği pırıl pırıl, rengârenk bir iç âlem başlatmıştı.” (Cemile,
s.80,81)
Arkadaş Islıkları, romanında da yine bir göçmen tamircinin yüz
ifadesine bakarak yazar şunları söyler:
“ Kırmızı sakalı vardı adamın. Minnacık bir ihtiyardı. Açık mavi
gözleriyle bakmış, gülmüştü. Kim bilir hangi Rumeli anısı geçmişti
aklından o sıra?...” (Arkadaş Islıkları, s.55.)
Daha önce de belirttiğimiz gibi yazar, Boşnak insanının fiziksel
özelliklerine karşı bir hayranlık duyar. Dünya Evi romanında baba
olacağını öğrenen Kâtip Necati aklından şunları geçirir:
“… Baba olacaktı. Gelecek günlerde bir torpil de o salacaktı. Mavi
gözlü, sarı saçlı, şipşirin bir kız belki de. Niçin kız? Niçin kara
kaş kara göz değil de, sarı saç mavi gözdü?
…Kız olacaktı, kara kaşlı, kara gözlü değil, sarı saçlı, mavi
gözlü…”(Dünya Evi, s.20)
Bir Boşnak kızıyla evli olan Necati, doğacak çocuğunun da tıpkı
onlar gibi sarı saçlı mavi gözlü olmasını ister. Nedenini kendine
sorduğu halde bir cevap bulamaz ama illa da sarı saç ve mavi gözde
ısrar eder. Orhan Kemal kendini her zaman çirkin bulmuş ve bundan
utanıp sıkıldığını da romanlarında birçok kere belirtmiştir. Kendi,
kara kaşlı kara gözlü bir adamdır. Zayıf ve kısa boyludur. Ama
çocuğunun kendine değil de annesine benzemesini ister. Onun için
güzellik sarı saç ve mavi göz demektir çünkü.
Orhan Kemal’in babaannesinin soyu Bulgaristan’a dayanmaktadır. Bu
vesileyle Adana’da doğup büyüyen yazar, kendisini bir yanıyla da
Balkanlara ait hissetmektedir.
“Orhan Kemal Bulgaristan’da hem gezer, hem de tedavi olur.
Babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri dolaşarak notlar alır. Amacı
ilerde “93’ten Bu Yana” adıyla ailesinin hikâyelerini yazmaktır.”
Orhan Kemal’in, Eleni’nin ağabeyi, İzzet Usta ve İlyas Usta’da
bulduğu ve takdir ettiği bir siyasi tavır vardır. Yazarın
anılarında, Bulgaristan’ın yönetimde uyguladığı bir uygulamadan yine
takdirle bahsettiğini görürüz.
“ … Eğer halkı kırk yıl önce seçime alıştırsaydık, şimdi muhtarını
da, mebusunu da seçkin kimselerden yapardı. Bu kanunu kabul etmekle,
yıllardan beri savsakladığımız göreve doğru ilk adım atılmış olur.
Bulgarlar bu işe 1923’te ve bizden çok geri durumdayken başladılar.
Şimdi bizden ileridirler…”
Sonuç olarak Orhan Kemal’in otobiyografik romanlarında ya da daha
doğru bir ifadeyle, anılar kitabı niteliğindeki bu beş eserinde, Rum
kızı Eleni ve onun ağabeyiyle başlayıp Cemile karakteriyle
romanlarında yer verdiği eşi Nuriye Öğütçü ve onun çevresindeki
Boşnak göçmenleriyle devam eden bir Balkan karakteri vardır. Orhan
Kemal’de, Balkan insanının siyasi tavrına karşı bir beğeni ve
etkilenme söz konusudur. Bununla birlikte kendi küçük adamlığının
verdiği ezik ruh halini bu karakterler vesilesiyle yırtmaya
çalışmıştır. Fiziksel özelliklerinden hayranlıkla bahsettiği bu
insanların sıla özlemlerini hissederek ve okuyucuya hissettirerek
eserlerine taşımıştır. Ayrıca romanlarında ayrıntılı olarak
bahsetmediği yalnız isimlerine ve bazı diyaloglarına yer verdiği
başka Balkan göçmenlerini de yan karakter olarak kullanmıştır.
Yaprak Rüya Bulut
İstanbul Üniversitesi
KAYNAKÇA
Apeçe, Özgül, “Sen Ne Utanıyorsun, Zenginler Utanasın”, K Dergi
Alkım, 26 Ocak 2007.
Aslankara, M. Sadık, “ Eşeleyici Zekâsıyla Orhan”, Cumhuriyet, Kitap
Eki, 23 Kasım 2006.
Bezirci, Asım, Orhan Kemal – Yaşamı, -Sanatı, Eserleri, Anıları-
İstanbul, 1994.
Bilen, Mehmet Yaşar, Yazdıkça, 1980, s. 12–14.
Çelik, Naci, Türkiye Defteri, Ağustos 1974.
Gürson, Eser, Alan, Temmuz, 1967.
Hızlan, Doğan, “Orhan Kemal Hakkında Her Şey” Hürriyet, Kültür
Sanat, 26 Nisan 2003.
Kemal, Orhan, Baba Evi, İstanbul, 2002.
Kemal, Orhan, Avare Yıllar, İstanbul, 1969.
Kemal, Orhan, Cemile, İstanbul, 2006.
Kemal, Orhan, Dünya Evi, İstanbul, 2005.
Kemal, Orhan, Arkadaş Islıkları, İstanbul, 2008.
Narlı, Mehmet, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme,
Ankara, 2002.
Otyam, Fikret, Arkadaşım Orhan Kemal Ve Mektupları, İstanbul, 2005.
Öğütçü, Işık, “ Orhan Kemal Yurtdışında Okunur Mu?”, Tavır, Ekim
2008–78.
Sezer, Sennur, “ Orhan Kemal’in Cemile Karakteri”, Evrensel. Net, 4
Haziran 2007.
Uğurlu, Nurer, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, İstanbul, 2002.
__________________ |