Ana Sayfa

balkanskidom.com - Yaprak Ruya Bulut - 22 Ocak 2009

 

Orhan Kemal Kitaplarında Balkan Göçmeni Karakterleri

ORHAN KEMAL’İN KÜÇÜK ADAMIN ROMANI SERİSİNDE
BALKAN GÖÇMENİ KARAKTERLERİ

Türk edebiyatının aydınlık gerçekçi yazarlarından Orhan Kemal’in , kendi yaşamsal öyküsüne yer verdiği Küçük Adamın Romanı serisi, yazarın Baba Evi ,Avare Yıllar Cemile , Dünya evi , Arkadaş Islıkları romanlarını ihtiva etmektedir. Serinin ilk kitabından itibaren Orhan Kemal, hayatında, özellikle de sosyal uyanışında büyük rol oynayan Balkan göçmeni karakterlerine, eserlerinde sıkça yer vermiş, Balkan Harbi’nden sonra tüm varlıklarını memleketlerinde bırakıp gurbette sefalet içerisinde yaşayan göçmenlerin zor ve hüzünlü yaşamlarını romanlarının konusu yapmıştır. Oldukça otoriter, çevresinde sayılan ve sevilen, hem fiziki hem de karakteri açıdan güçlü bir babanın oğlu olan Orhan Kemal, kendisini bir ‘küçük adam’ olarak niteler ve her zaman bunun verdiği ezici psikolojiyle yaşar. Kendisi ne görünüş ne mevki ne de karakter itibariyle heybetli bir yapıya sahiptir. Balkan göçmeni karakterlerinin toplumsal yaşamlarından fiziksel özelliklerine kadar ayrıntılı bir portre çizen Orhan Kemal, genel itibariyle betimlemelerini hayranlık belirten ifadelerle oluşturmuştur. “Küçük adam” olmanın verdiği buhranlı ruh halini bu karakterlere olan özentisinde okuyucuya daha çok hissettirir. Eserlerinde birçok kesimden ve milletten karakterlere yer vermiş olan Orhan Kemal’de, Balkan göçmeni karakteri, Cemile adlı romanında, Cemile karakterine ilham veren eşi Nuriye Öğütçü ve onun çevresi vesilesiyle önem ve yoğunluk kazanır.

Tam olarak kronolojik bir yapıya sahip olmayan bu otobiyografik eserlerin ilki olarak kabul edebileceğimiz Baba Evi’nde, yazarın Adana’da geçen çocukluk yıllarının ardından, milletvekili olan babasının iktidara karşı sergilediği muhalif tavır dolayısıyla ailenin Beyrut’a yerleşmek zorunda kalması, burada geçen zor yılların ardından, yazarın Adana’ya geri dönüşü anlatılır. Seride birbirinin takibi niteliğinde olan ilk grubu Baba Evi ve Avare Yıllar romanları oluşturur. Avare Yıllar, yazarın gençlik senelerinin hikâyesidir. Bu yıllarda, bitirmek için söz verilmiş okuldan kaçılır, kahvehanelerde, futbol maçlarında serserilik edilir. İstanbul’a gitmek için para biriktirmeye karar veren yazar dokuma fabrikasında işçiliğe başlar. Ama işçilik zor gelir, tekrar haylazlığa döner. Daha sonra babaannesinden aldığı bir miktar parayla İstanbul’a kaçar. En yakın arkadaşıyla çıktığı İstanbul serüveni fazla uzun sürmez. Memlekete geri dönerler. Beyrut’tan sonra Kudüs’e giden ve oradan da dönen aile yoksulluk içindedir. Okul temelli bırakılır ve eski dokuma fabrikasına kâtip olarak girilir. Fabrikada işçi olarak çalışan Cemile adlı kıza tutulan yazarımız eş dosttan aldığı ödünç eşya ve takılarla dünya evine girer.

Seriye adeta bir parantez olarak açılmış olan üçüncü roman Cemile’de yazar, Avare Yıllar romanının sonunda birkaç sayfada anlattığı bu evlilikle sonuçlanan gönül macerasını, müstakil bir roman haline getirmiştir. Bu romanda, yazar- anlatıcı ilişkisinde bir değişiklik olmuştur. Artık roman birinci tekil şahsın ağzından değil Kâtip Necati’nin üzerinden anlatılıyordur. Kâtip Necati aldığı 24 lira 95 kuruş aylıkla geçinmek zorundadır. Babaannesinin yanında yaşayan Necati, evliliğin maddi yükünü taşıyacak durumda değildir. Fakat çevrenin en güzel kızı olan Cemile’nin peşinde Necati’nin maddi açıdan asla yarışamayacağı bir de Deveci Çopur Halil vardır. Ne var ki Cemile’nin gözü parada pulda değildir. Cemile’nin takibi niteliğinde olan Dünya Evi’nde genç kâtip, evlilik sorumluluğunu yüklenmiş olarak çıkar karşımıza. 24 lira 95 kuruşluk aylık bu romanda geçim sıkıntısının simgesi haline dönüşür. Bir yandan hayat mücadelesi içine giren kâtip diğer yandan da genç, güzel ve aynı zamanda hamile eşini peşindeki âşıklarından korumaya çalışmaktadır. Bu sıkıntılı haller yeni evlilerin arasının açılmasına da sebep olur. Arkadaş Islıkları’nda ise oldukça genç ve bıçkın bir delikanlı olan başkahramanın sevdiği kız için her anını beraber geçirdiği, işsiz güçsüz, serseri arkadaşlarından ve fütursuca geçen günlerinden vazgeçişi anlatılıyor. Delikanlılıktan aile reisliğine geçiş sürecinde yaşanan bocalamalar, yine geçim sıkıntısı ve yine dargınlıklar, ayrılıklar başkahramanın peşini bırakmamaktadır.
rhan Kemal seriye genel olarak Küçük Adamın Notları ismini vermiştir. Yani Orhan Kemal’e göre kendisi bir küçük adamdır. Yazar Baba Evi romanının önsözünde şöyle der:
“ “KÜÇÜK ADAM” ı Adana kahvelerinden birinde tanıdım, tesadüfen. Sakallı yüzünü avuçları içine almış, düşünüyordu. Açık mavi gözleri, kıvırcık saçları vardı. Birbirimizi uzun uzun gözden geçirdikten sonra, yanıma geldi. Beni birisine benzettiğini söyledi. Maksadının konuşma kapısı açmak olduğunu anlıyordum.
Derhal ahbap olduk.
Bana hayat macerasını çok sonra, ısrarlarım üzerine, uzun uzun anlattı. Bunları yazmasını söyledim, güldü. “Sen yaz istersen!”dedi. Coşarak anlattığı şeylerden tutuğum notlar bir haylidir. Bir ciltten sonra ihtimal ikinci, üçüncü, dördüncü ciltler meydana gelecek…
O şimdi nerde mi?
Kim bilir? “ KÜÇÜK ADAM” lara mahsus çileli bir hayatı sürerek, belki İzmir’de, belki İstanbul’da belki de Van’da?...”(Baba Evi, s.5)
Küçük adamı, yazar, serinin ilk kitabının önsözünde böyle tanıtır okuyucuya. Küçük adam denilen tipin nasıl biri olduğunu ve niteliklerini ise Avare Yıllar romanında Orhan Kemal’in okulu bırakması üzerine büyük bir hayal kırıklığı yaşayan annesinin ağzından öğreniriz:
“Hey Allahım, dedi, korktuğuma uğrattın beni! Başkalarının karşısında el ovalamağa mecbur küçük adamlar mı olmalıydı benim evlatlarım? Ben ne ummuştum?” (Avare Yıllar, s.75)
Görüldüğü gibi küçük adam çaresiz, zavallı ve bazı şeyler için küçülmeye katlanmak mecburiyetinde olan bir insan tipidir. Nitekim Orhan Kemal, ailesinin güvenini bir türlü kazanamamış, sürekli hakaret ve aşağılamalarına maruz kalmıştır. Babaannesinin:
“Eğer oğlum, dedi, sen adam olursan, sokaktaki köpekler de adam olur!”(Avare Yıllar, s.59) Sözleri romanda birçok defa yazarın kafa sesi olarak çıkar karşımıza.

Küçük adamın karşısına çıkan ve hayatında önemli bir yere sahip olan ilk Balkan göçmeni karakteri, yazarın anılarında:
“… Bu çalıştığım yerin yanı başında bir çikolata fabrikası vardı. Ve bu fabrikada sarı saçlı mavi gözlü çok güzel bir Rum kızı vardı. Adı Eleni’ydi. Bütün matbaanın gençleri bu kızın çevresinde pervane gibi dönerdi. Bense, üstüm başım bilhassa ayakkabılarım çok kötü olduğu için uzaklarda durur, sokulamazdım. Benimle alay eder korkusuyla hep kaçardım. Bir gün ters çevrilmiş bir gaz sandığı üzerinde otururken yanıma geldi… Ben kızı Türkçe bilmez sanırdım, benimle birden Türkçe konuştu. ‘ Senin adın ne?’ dedi, nereli olduğumu sordu… O günden sonra o kıza âşık oldum iyice… Ve bir gün ona ayağımdaki pantolondan utandığımı söyledim. ‘ Sen ne utanıyorsun, zenginlerimiz utansın. Aldırma böyle şeylere, boş ver’ dedi. İşte bende ilk sosyal uyanış galiba bu Rum kızı ile başladı.”
Sözleriyle anlattığı Rum kızı Eleni’dir. Bu karakter, Baba Evi romanında karşımıza çıkar. Orhan Kemal, babasının bir siyasi sürgün olması sebebiyle ailecek Beyrut’a yerleşmelerinin ardından bir matbaada çalışmaya başlar. Çalıştığı yerin yanındaki çikolata fabrikasında işçi olan Eleni ile tanışır. Eleni, bir gün yazarı ailesiyle tanıştırmak için evine götürür:
“ İçeri girdi, az sonra annesiyle çıktılar. Kadın beni çok hoş karşıladı. Epeyce genç görünüyordu, ama saçları yarı yarıya ağarmıştı. Eleni boyuna benden bahsediyordu. Kadının elini öptüm, sonra eve girdik. Dar, loş bir odaydı. Karşı köşede, kitaplar yığılı bir masa, masanın orada iri kıyım sert bakışlı, hafif sakallı bir delikanlı, alçak bir iskemlede oturuyor, sarı deriden ayakkabı sayaları kesiyor, falçatayı öyle çabuk, öyle ustaca kullanıyordu ki…” ( Baba Evi, s.58)
Burada hayranlıkla bahsedilen kişi yine bir siyasi sürgün olan Eleni’ nin ağabeyidir. Yazar:
“ Onu çok beğenmiştim. Büyüdüğüm zaman onun kadar sağlam ve yakışıklı olsam diye aklımdan geçti.” (Baba Evi, s.58) Sözleriyle bu hayranlığını ve özentisini açıkça ifade eder. Eleni’nin ağabeyi, yazarın babası ve bazı önemsediği mevzular üzerinde kafasının karışmasına sebep olan şeyler söyler:
“— Yaa, dedi, demek baban siyasi? Adı ne babanın?
Babamın adını söyledim.
— Evet, dedi, işitmiştim… Fakat neye yarar? Bu çeşit mücadelelerden ne çıkar?

Birden kızdım. Babamın tenkit edilemez olduğunu sanırdım. Eleni’nin ağabeyine öfkeyle baktım:
— Benim babam avukattır, dedim, hem de çok okumuş… Sen onun kitaplarını görseeen…
Aldırmadı.
— Biz memlekette çok zengindik. Gene aldırmadı. Neden sonra:
— Sen dedi, böyle şeyleri kafanda fazla büyütme ve pek çok kıymet verme… Sen babandan çok, çok, çok ileri olmaya çalış” ( Baba Evi, s.59)
Orhan Kemal’in babasıyla kıyaslanması, ona yakışır ve hatta ondan daha ileride görülmek istenmesi meselesi de ilk kez bu diyalogla karşımıza çıkar ve daha pek çok kere bu cümlelere maruz kalan yazarda babasına karşı bir nefret duygusu oluşur.

Orhan Kemal’in anılarında bahsettiği ilk sosyal uyanış meselesine Baba Evi romanında şu diyaloglarda rastlarız:
“ — Biz çok zengindik memlekette, şimdi çok utanıyorum.
— Neden?
—Şu postallarımdan…
—Aldırma…
—Aldırma mı? Ayıp değil mi bunlarla…
—Neden ayıp olsun? Benim bir ağabeyim var, der ki: eski ayakkabılarımızdan zenginlerimiz utansın…”(Baba Evi, s.57)

Baba Evi’nde, Eleni’nin ağabeyi olarak karşımıza çıkan düzen karşıtı, aykırı karakterin benzerleri Avare Yıllar, Cemile ve Dünya Evi’nde İzzet Usta, Arkadaş Islıkları’nda ise İlyas Usta olarak karşımıza çıkar. Yazar bu karakterlerden “mavi tulumlu işçi dostlarım” olarak bahseder.
Avare Yıllar ‘da İzzet Usta’nın bahsi ilk olarak şöyle geçer:
“… Az ilerimizde gazete okuyan, mavi tulumlu, siyah gözlüklü bir işçi dikkatimi çekmişti. Ahmet’e:
“ Bu adam, dedim, sizin dokumalarda mı çalışıyor?”
Baktı:
“ Heye. Ne biliyorsun?”
“ Hani mekik attıydı da, biz orda çalışıyorken… Fabrika sahibine dikildiydi bu… O değil mi?”
“ Tamam, o işte… İzzet Usta derler ona… Bu Türkiye’de çalışmadığı fabrika yok, çok dirayetli… Bir de karısı var, bomba gibi avrat, Boşnak. Kendinin ne millet olduğu belli değil, Kürt diyorlar…” ( Avare Yıllar, s.98,99) (Burada İzzet Usta’nın Kürt olduğuna dair bir tahmin yürütülse de biz daha sonra bir tesadüf sonucu İzzet Usta’nın kız kardeşi ve aynı zamanda Cemile’nin en yakın arkadaşı ve komşusu olan Boşnak Güllü vesilesiyle İzzet Usta’nın da Boşnak olduğunu öğreniyoruz.)
İzzet Usta’nın gittiği kahveye her gün düzenli olarak gitmeye başlayan yazar daha sonra onunla ahbap olur. Yazarın dertlerini, isyanlarını dinleyen İzzet Usta onu isyan etmekte haksız bulur ve şunları söyler:
“ … Dertsiz insan yok bu dünyada… Hele bizim mahallenin derdi… Ne dert! Ekmek derdi, yakacak derdi, uyku derdi, verem derdi, sıtma derdi. Ne bileyim ben? Sizin tabirinizle söylüyorum, Allahın unuttuğu insanların mahallesi burası… Burada sizden çok öfkelenmesi icabedenler var!”(Avare Yıllar, s. 102)
İzzet Usta ile yapılan sohbetler yazarın düşünce yapısında büyük değişikliklere sebebiyet verir. Öncelikle İzzet Usta yazara bir iş bulup çalışmasını söyler. Yazarın, “ Öbür taraftaki adamın oğluna” kimsenin iş vermeyeceği ya da ortaokul diploması olmadığı için memuriyet yapamayacağı gibi bahanelerini kabul etmeyerek ona bu düşüncelerin bir hastalık olduğunu “ Attan inip eşeğe binenlerin, daha doğrusu eşeği de bulamayıp yayan yürüyenlerin hastalığı” (Avare Yıllar, s. 105) olduğunu söyler. Ve daha bunun gibi birçok konuda yazarın zihninin aydınlanmasını sağlayan İzzet Usta, Eleni ve ağabeyinden sonra yazarın sosyal uyanışı mevzuunda kilometre taşlarından biri olur.

Cemile’nin komşusu Güllü, bir gün, fabrikada kâtip olarak çalışan yazarı Cemile ile buluşturmak için evine çağırır. Cemile’yi babasından istemesini tembihleyen Güllü Cemile’nin babasının kendisini ne kadar sevdiğinden ve asla kırmayacağından ama abisini daha çok sevdiğinden bahseder. Yazar abisinin kim olduğunu sorduğunda Güllü:
“Benim abiym yok şindi… Çok kafalıdır… Süler bir laflar, eh… Dinlemeğe şayetse…”

“ Görürsün bu kitapları? Onundur… Okurdu her gece…”

Kafamda şimşek çaktı.
“İsmi ne?”
“İzzet! İzzet Usta derler…

“Yahu ahbabım bu benim!” diye bağırdım, dostum benim be…” (Avare Yıllar, s. 150,151)

Arkadaş Islıkları’nda , yine bir kahvehanede, garsonla girdiği tartışma esnasında başka bir masada kitap okumakta olan bir işçi kitabını bırakır ve yazarın haklı olduğunu söyleyerek tartışmaya dâhil olur. Garsonun, bu işçi hakkındaki bir takım sözleri onunla ilgili okuyucuya bazı fikirler verir:
“Aştan çıkan nane çöpü, yine karıştın mı? Nerede tımbırtı orada buluntusun be! İşçiyle patron arasında anlaşmazlık olur, işçilere arka çıkarsın, alıcıyla satıcı arasında hep alıcıdan yana. Bana bak, ağzımı açtırtma benim. Bak şerefsizim…”
“Mavi tulumlu, gözlüklü işçinin kızacağını sanmıştım, kızmadı. Boşnakların konuştuğu Türkçe’yle “ Evet ?”dedi. “ Ne yaparsın?”” (Arkadaş Islıkları s.210)
Boşnak olduğunu öğrendiğimiz işçinin, tartıştığı kişiler tarafından “ İşçilerin gözlerini açmakla” itham edilmesi yazarın kafasını karıştırır.
“Bana bak İlyas… Mimli olduğunu unutma, şerefsizim…”(Arkadaş Islıkları, s.212) Mavi tulumlu işçinin mimli olmasından hiçbir şey anlamayan yazar tartışmanın kavgaya dönmesi sonucunda karakola götürüldüklerinde propaganda yapmakla suçlanır. Olayın aslını anlattığında da tüm davacıların, komiserin sert çıkması sonucu birden bire üç maymunu oynaması yazarı ve mavi tulumlu işçiyi ceza almaktan kurtarır. Mavi tulumlu işçi dostlarının, Orhan Kemal’in siyasi fikirlerinin oluşmasındaki rolü bu şekilde gerçekleşmiştir.

Orhan Kemal’ in Boşnak mahallesine girişi, buradan yaşayan insanlarla ve onların hikâyeleriyle tanışması ise dokuma fabrikasında çalışan işçi Cemile’ye olan aşkıyla başlar. Cemile on dört yaşında dürüst, namuslu ve çalışkan emekçi kadınların Orhan Kemal romanlarındaki mümessilidir:
“ İçlerinden biri, - ille o-, akça pakça, on dördünde bir Boşnak kızı vardır ki, mutlaka bakar, güler ve birkaç adım sonra, tekrar döner, bakar, güler, döner, bakar, güler. Ta köşeyi dönüp kayboluncaya kadar!” ( Avare Yıllar, s.127)
Yazar bu işçi kıza olan ilgisinden ilk kez bu cümlelerle bahseder romanında. Cemile’yi iş çıkışı takip eden yazar, Boşnak mahallesine gelir:
“Fakir Boşnakların mahallesi başlamıştır.
Ceketi geniş ve zayıf omzunda, uzun boylu, duru beyaz yüzlü, gözleri uyku dolu bir dokumacı, kaba bıyığıyla sertçe bakarak yanımdan geçer. Hatta duraklar, beni süzer. Köşeyi dönüp kayboluncaya kadar beni sertçe süzdüğünü sezgimle anlarım, fakat zerrece çekinmem. Çünkü yirmi iki yaşındayım, aşığım ve cebimdeki parlak demirli sustalıma güveniyorum.” (Avare Yıllar, s.128, 129)
Tozlu, çamurlu sokaklarda, yıkık dökük, çirkef kokan evlerden oluşan bu mahallede göçmenler oturmaktadır.
“Onların avlu kapısından zayıf, uzun boylu, harap kıyafetli birtakım erkekler girer, beyaz başörtülü kadınlar çıkar, şüpheli yahut hırslı bakışlariyle delikanlılar geçer önümden. Fakat hiç kimse , “… gözünün üstünde kaşın var!” demez.”(Baba Evi, s. 130)

“Bunnar muhacir oğlum… Kafaları bir şeye yattı mı tövbe çeviremezsin!” (Cemile, s.56)
Bu mahallede oturan insanları genel olarak böyle tarif eder yazar. Boşnak insanının sağlam karakter yapısını, Cemile, Cemile’nin babası ihtiyar Malik ve biraz da olsa Malik’in silah arkadaşı Muy karakterlerinde görmekteyiz. Cemile’nin fabrikada çalışan diğer işçi kızlara nazaran, peşindeki delikanlılardan kendini koruma ve uzak tutmadaki tavrını anlatan cümleler onu tanımamıza yardımcı olur:
“Onun gönlü olmazsa ya… Zorla güzellik…”
“Kimseye gönlü düştüğünü ne duydum, ne gördüm, ne de işittim. Onun öyle bir babası var ki, ne gönül tanır, ne bıçak, ne tabanca…”( Avare Yıllar, s.135)
Dünya Evi romanında Cemile’nin bir eş olarak sorumluluklarını ne derece ayrıntılı bir biçimde yerine getirdiğini yazar bize şu cümlelerle anlatır:
“ Sofra hazırdı. Yemeğe başlayabilirlerdi. Genç kadın kocasının sofraya gelmesini, ilkin onun başlamasını bekliyordu. Annesinden böyle görmüştü. Ninesi de böyleydi, ninesinin ninesi de ihtimal. Yemeğe erkek başlardı ilkin. Erkek, kadının küçük tanrısı!” ( Dünya Evi, s.18)
Cemile romanının ana karakterlerinden biri olan Cemile’nin babası ihtiyar Malik, Avare Yıllar romanında da üçüncü tekil şahısların ağzından kısa da olsa anlatılmış, en azından karakterin ana hatlarını oluşturacak kadar okuyucuya bilgi verilmiştir:
“Adam memlekette haza derebeydi… Bütün memleket korkardı ondan. Hiç değilse birkaç yüz gâvurun kellesini kestiğini babalarımızdan işittik. Şimdi bakma… Elinden de her bir zenaat gelir ama çalışmaz, yedirmez kendine…”( Avare Yıllar, s. 135.)
Cemile, yazara babasından korkmamasını söylerken şöyle der:
“Babam mert insanları sever, kabadayı adamdır.”( Avare Yıllar, s. 159)

Yazarın Cemile ile evlilikle sonuçlanan gönül macerasını anlattığı Cemile romanında hem Cemile’yi hem de babası İhtiyar Malik’i ayrıntılı bir şekilde anlatır. Fabrikanın ortaklarından Kadir Ağa’nın, yılışık tavırları karşısında kendisine sert çıkan Cemile’nin kimin nesi olduğunu sorduğu Ustabaşından şunları öğreniriz:
“Bu göçmen esas, Boşnak… Babası uzun boylu bir adam. Lakin memleketinde çok ileri, hanedandanmış. Bilenler anlatıyor, çete başıymış herif, bir tabur gâvuru önüne katar kovalarmış. Tabii zengin adam, mal mülk çok… Din uğruna, pir aşkına Sırplarla boğuşurmuş…” (Cemile, s.25)
“ Memleketin eşrafından Amir Ağa’nın teşvikiyle Karadağ Milletvekili Boşko Boşkoviç’ in öldürülmesi üzerine başlayan katliamdan kurtulmak için kaçmadan önce, Malik ve Muy ismi, Sırplar üzerinde yıldırım etkisi yapardı. O kadar ki Malik ve arkadaşlarının korkusu yalnız ihtiyarların değil, Müslümanların da içlerinde sarsıntılar yaratırdı.”(Cemile, s. 92)
Bu, tüm malını, mülkünü, şanını, şöhretini memleketinde bırakıp gurbete göçmüş ihtiyar adam hiçbir işte çalışmaz; diş çekme, çıkık kırık sarma gibi elinden gelen işlerden ise para talep etmeyi gururuna yediremez. Oğlu Sadri ve kızı Cemile’yi fabrikada çalıştırırsa da başlarına bir iş gelmesinden korkar ve sürekli onları fabrikadan kurtaracağı, memleketine geri döneceği günlerin hayalini kurar. Malik ve Muy memleketlerinde geçim derdi nedir bilmeden yaşayan derebeyi torunlarıdır. “Ellerinden ata binmek, silah kullanmak, pusu kurup kelle biçmekten başkası” gelmez.(Cemil,e s.93)
“ O zaman talihlerini denemek sırası kadınlara geldi. O kadınlar ki dalları yerlere değen koyu gölgeli meyve bahçelerinde gülüp türkü söylemek, süslenip salına salına dolaşmaktan başkasına alışmamış, rahatlıktan semirmiş kadınlardı. Fabrikaların pamuk tozu yüklü, kola kokulu, rutubetli havasında hızla kuruyup çirkinleşmeye başladılar. Gün geldi, ellerinde mendil, küt küt öksürerek, iki iyilikten birini dilediler.” (Cemile, s. 93)
Romanda, yer yer Malik’in ve Muy’ un yaşadıklarının somut ifadesi olan ve bazı durumlar karşısında değişen fiziksel özelliklerine de yer verilmiştir:
“İhtiyar Malik’in yüzü korkunçlaştı. Kaşları öfkeyle çatıldı. Yugoslav dağlarının yıllarca önceki azgın çete reisi olmuştu.” (Cemile, s.77)
“Bir ara önlerine İzzet Usta çıktı. Seli durduracağını umarak ihtiyar dostunun odun tutan havadaki kolunu yakalamak istedi. Ama artık bu kol yetmişlik bir ihtiyarın zayıf kolu değildi.”( Cemile, s. 123)
“ Bir bacağı topal, ufacık bir ihtiyar olan Muy’un bir gözü de kördü. Bu gözü sanki oyarak çıkarmışlar ve sanki bu iş yapılırken ihtiyar o kadar bağırmıştı ki… Yüzü bir çığlık gibi kuruydu.” ( Cemile, s. 91)
Göçmenlerin memleket özlemlerini de hüzünlü sahnelerle eserlerine yansıtan Orhan Kemal, okuyucuya bu özlem duygusunu birebir yaşatan başarılı betimlemelerde bulunmuştur. Cemile’nin, oturdukları evin avlusunda çamaşır yıkarken söylediği türkü ve bu türküyü yukarı kattan dinleyen Tetka Bielka’nın aklından geçenler esere şöyle yansıtılmıştır:
“ Dilinde türkü, öyle iştahla, öyle canlı yıkıyordu ki. Etrafa neşeli köpükler saçılıyordu. Türkü zaman zaman yükseliyor, zaman zaman alçalıyor, arada duruverdikten sonra tekrar başlıyordu. Boşnakça bir halk türküsüydü bu. Bu türküde bir Avşar kilimindeki renklerin cümbüşü vardı. Bu türküde hasret vardı, bu türküde arzu, bu türküde aşk… Bu türkünün motifleri Hint’te, Çin’de Kazablanka’da, New York’ta, Po Vadisi’nde, Güney Amerika’da da vardı. Bu türkü insanlığın hasretlerini, arzularını belirten nakışlarla işli bir türküydü. (Cemile, s.80)
“ Tetka Bielka da gençliğinde bu türküyü söylerdi. Bu türkü Tetka’ya gençliğini, Saraybosna’ yı, yüklü meyve ağaçlarının hafif hafif sallandığı aydınlık Bosna gecelerini hatırlatmıştı. Yıllardan beri yitirdiği pırıl pırıl, rengârenk bir iç âlem başlatmıştı.” (Cemile, s.80,81)
Arkadaş Islıkları, romanında da yine bir göçmen tamircinin yüz ifadesine bakarak yazar şunları söyler:
“ Kırmızı sakalı vardı adamın. Minnacık bir ihtiyardı. Açık mavi gözleriyle bakmış, gülmüştü. Kim bilir hangi Rumeli anısı geçmişti aklından o sıra?...” (Arkadaş Islıkları, s.55.)

Daha önce de belirttiğimiz gibi yazar, Boşnak insanının fiziksel özelliklerine karşı bir hayranlık duyar. Dünya Evi romanında baba olacağını öğrenen Kâtip Necati aklından şunları geçirir:
“… Baba olacaktı. Gelecek günlerde bir torpil de o salacaktı. Mavi gözlü, sarı saçlı, şipşirin bir kız belki de. Niçin kız? Niçin kara kaş kara göz değil de, sarı saç mavi gözdü?
…Kız olacaktı, kara kaşlı, kara gözlü değil, sarı saçlı, mavi gözlü…”(Dünya Evi, s.20)
Bir Boşnak kızıyla evli olan Necati, doğacak çocuğunun da tıpkı onlar gibi sarı saçlı mavi gözlü olmasını ister. Nedenini kendine sorduğu halde bir cevap bulamaz ama illa da sarı saç ve mavi gözde ısrar eder. Orhan Kemal kendini her zaman çirkin bulmuş ve bundan utanıp sıkıldığını da romanlarında birçok kere belirtmiştir. Kendi, kara kaşlı kara gözlü bir adamdır. Zayıf ve kısa boyludur. Ama çocuğunun kendine değil de annesine benzemesini ister. Onun için güzellik sarı saç ve mavi göz demektir çünkü.

Orhan Kemal’in babaannesinin soyu Bulgaristan’a dayanmaktadır. Bu vesileyle Adana’da doğup büyüyen yazar, kendisini bir yanıyla da Balkanlara ait hissetmektedir.
“Orhan Kemal Bulgaristan’da hem gezer, hem de tedavi olur. Babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri dolaşarak notlar alır. Amacı ilerde “93’ten Bu Yana” adıyla ailesinin hikâyelerini yazmaktır.”
Orhan Kemal’in, Eleni’nin ağabeyi, İzzet Usta ve İlyas Usta’da bulduğu ve takdir ettiği bir siyasi tavır vardır. Yazarın anılarında, Bulgaristan’ın yönetimde uyguladığı bir uygulamadan yine takdirle bahsettiğini görürüz.
“ … Eğer halkı kırk yıl önce seçime alıştırsaydık, şimdi muhtarını da, mebusunu da seçkin kimselerden yapardı. Bu kanunu kabul etmekle, yıllardan beri savsakladığımız göreve doğru ilk adım atılmış olur. Bulgarlar bu işe 1923’te ve bizden çok geri durumdayken başladılar. Şimdi bizden ileridirler…”

Sonuç olarak Orhan Kemal’in otobiyografik romanlarında ya da daha doğru bir ifadeyle, anılar kitabı niteliğindeki bu beş eserinde, Rum kızı Eleni ve onun ağabeyiyle başlayıp Cemile karakteriyle romanlarında yer verdiği eşi Nuriye Öğütçü ve onun çevresindeki Boşnak göçmenleriyle devam eden bir Balkan karakteri vardır. Orhan Kemal’de, Balkan insanının siyasi tavrına karşı bir beğeni ve etkilenme söz konusudur. Bununla birlikte kendi küçük adamlığının verdiği ezik ruh halini bu karakterler vesilesiyle yırtmaya çalışmıştır. Fiziksel özelliklerinden hayranlıkla bahsettiği bu insanların sıla özlemlerini hissederek ve okuyucuya hissettirerek eserlerine taşımıştır. Ayrıca romanlarında ayrıntılı olarak bahsetmediği yalnız isimlerine ve bazı diyaloglarına yer verdiği başka Balkan göçmenlerini de yan karakter olarak kullanmıştır.


Yaprak Rüya Bulut

İstanbul Üniversitesi

KAYNAKÇA

Apeçe, Özgül, “Sen Ne Utanıyorsun, Zenginler Utanasın”, K Dergi Alkım, 26 Ocak 2007.

Aslankara, M. Sadık, “ Eşeleyici Zekâsıyla Orhan”, Cumhuriyet, Kitap Eki, 23 Kasım 2006.

Bezirci, Asım, Orhan Kemal – Yaşamı, -Sanatı, Eserleri, Anıları- İstanbul, 1994.

Bilen, Mehmet Yaşar, Yazdıkça, 1980, s. 12–14.

Çelik, Naci, Türkiye Defteri, Ağustos 1974.

Gürson, Eser, Alan, Temmuz, 1967.

Hızlan, Doğan, “Orhan Kemal Hakkında Her Şey” Hürriyet, Kültür Sanat, 26 Nisan 2003.

Kemal, Orhan, Baba Evi, İstanbul, 2002.

Kemal, Orhan, Avare Yıllar, İstanbul, 1969.

Kemal, Orhan, Cemile, İstanbul, 2006.

Kemal, Orhan, Dünya Evi, İstanbul, 2005.

Kemal, Orhan, Arkadaş Islıkları, İstanbul, 2008.

Narlı, Mehmet, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, Ankara, 2002.

Otyam, Fikret, Arkadaşım Orhan Kemal Ve Mektupları, İstanbul, 2005.

Öğütçü, Işık, “ Orhan Kemal Yurtdışında Okunur Mu?”, Tavır, Ekim 2008–78.

Sezer, Sennur, “ Orhan Kemal’in Cemile Karakteri”, Evrensel. Net, 4 Haziran 2007.

Uğurlu, Nurer, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, İstanbul, 2002.
__________________


[email protected]