Kitapseverlerin
hayatlarındaki en önemli olayı, sevdiği bir yazara kitabının
imzalatılmasıdır. Zaman zaman hayalinizde canlandırdığınız yazar,
gerçekte düşündüğünüz gibi çıkmasa da veya gördüğünüz
davranışlarıyla hayal kırıklığına uğrasanız da sizin adınıza o
kitabın imzalanması her şeye değerdir. O imzanın üstüne titrersiniz.
Kütüphanemde yazarları tarafından imzalanmış pek çok kitabım
bulunmaktadır. Ama en değer verdiğim üç kitabımdır. On üç yaşımda
kaybettiğim babamdan kalan bu imzalı yapıtlar yüreğimde bir sevgi
yumağı olarak daima saklanıp durmaktadır. Babamın
kütüphanesindeki kitapları karıştırırken bulduğum kitabın anısını
çok net anımsıyorum. Aralık ayının bir pazar günü Unkapanı’nda
oturduğumuz evin alt katındaki tek odaya, yanan kömür sobasının
etrafına tüm ev halkı doluşmuştuk. O yıl sekiz yaşındaydım. Babam
üst kattaki mangalla ısınan odasında, çalışma masasının başındaydı.
Yukarı çıkarak, çekinmeden odasına girdim. Nerden estiyse babama,
“Ben de imzalı kitabı olmadığını, bana kitap imzalamasını istedim”.
O, “Elinde kendi kitabı olmadığını yeni kitabı çıkarsa
imzalayacağını” söyledi.
İnat bu ya, illa imzalamasını istedim. Bana kızmadan bütün
sevgisiyle, kütüphanesinde bulunan bir kitabı aldı, tükenmez kalemle
şunları yazdı, “Oğlum Işık Öğütçü’ye, candan sevgilerimle. Baban
Orhan Kemal. 26/12/965”. Gözlüğünü çıkarıp kitabı bana uzattı.
İmzaladığı kitap A.S. Exupery’nin “Küçük Prens”i idi.
Ölümünden yıllar sonra kütüphanesindeki kitapları incelerken, kendi
yapıtlarının bulunduğu rafta arada kalmış iki kitabı sanki
kendilerini göstermeye çalışıyorlardı. Fark ederek aradan çekip
aldım onları. Bir tanesi 72.Koğuş’tu. Sayfaları çevirirken gözlerim
bir an parladı. İç sayfada benim için imzalı bir yazı vardı, “Şeker
oğlum Işık Öğütçü’ye, Merhaba! Orhan Kemal – 26.11.965”. Bu kitabı
yıllar sonra bulmamı sağlayarak bir bahar günü, üstat bana merhaba
demişti. İlahi baba! Bu imzaladığın kitabı söyleseydin başının etini
yemez, bana kitap imzala diye tutturmazdım.
En önemli sürpriz ise son kitaptaydı ki, ben yedi aylıkken bunu
imzalamıştı. Yeni yaşında kendisini anımsamamı istemişti herhalde.
Benim ona vermem gereken doğum günü hediyesini, o böylece yıllar
sonra bana vermişti, “Henüz ‘Baba’ deyişini olsun işitemediğim şeker
oğlum Işık’a. Orhan Kemal. İst. 4.5.1958”. Bu satırları annemi
anlattığı “Cemile”nin içine yazmıştı.
Henüz ‘Baba’ deyişini işitemediğin, hatta Fikret Otyam’a 1958
yılında yazdığın mektupta, “Gecenin saat on birinde başlıyor zır
zıra. Keyfine kalmış artık ondan sonrası. On iki, bir, iki. Bugün
sabaha kadar uyumadı. Sanki büyüyünce başımıza tüy dikecek. (Bu tüy
dikmek sözü de bir tuhaf. Çok mu lazım sanki?) kelimeleriyle
anlattığın oğlun, bugün sana “Doğum Günün Kutlu Olsun Baba” diye
sesleniyor. Aslında sadece ben değil, inanıyorum Türk ve dünya
edebiyatına bıraktığın kalıcı eserler ve insanlığın kültür mirasına
katkılarından dolayı “Türk ve Dünya Halkları” da 95. yaşında, “İyi
ki doğdun Orhan Kemal…” diyerek seni coşkuyla selamlıyorlar... |