Ana Sayfa

Cumhuriyet - Işık Öğütçü - 15 Eylül 2009

 

BİR DOĞUM GÜNÜ



Kitapseverlerin hayatlarındaki en önemli olayı, sevdiği bir yazara kitabının imzalatılmasıdır. Zaman zaman hayalinizde canlandırdığınız yazar, gerçekte düşündüğünüz gibi çıkmasa da veya gördüğünüz davranışlarıyla hayal kırıklığına uğrasanız da sizin adınıza o kitabın imzalanması her şeye değerdir. O imzanın üstüne titrersiniz.

Kütüphanemde yazarları tarafından imzalanmış pek çok kitabım bulunmaktadır. Ama en değer verdiğim üç kitabımdır. On üç yaşımda kaybettiğim babamdan kalan bu imzalı yapıtlar yüreğimde bir sevgi yumağı olarak daima saklanıp durmaktadır.

Babamın kütüphanesindeki kitapları karıştırırken bulduğum kitabın anısını çok net anımsıyorum. Aralık ayının bir pazar günü Unkapanı’nda oturduğumuz evin alt katındaki tek odaya, yanan kömür sobasının etrafına tüm ev halkı doluşmuştuk. O yıl sekiz yaşındaydım. Babam üst kattaki mangalla ısınan odasında, çalışma masasının başındaydı. Yukarı çıkarak, çekinmeden odasına girdim. Nerden estiyse babama, “Ben de imzalı kitabı olmadığını, bana kitap imzalamasını istedim”. O, “Elinde kendi kitabı olmadığını yeni kitabı çıkarsa imzalayacağını” söyledi.




İnat bu ya, illa imzalamasını istedim. Bana kızmadan bütün sevgisiyle, kütüphanesinde bulunan bir kitabı aldı, tükenmez kalemle şunları yazdı, “Oğlum Işık Öğütçü’ye, candan sevgilerimle. Baban Orhan Kemal. 26/12/965”. Gözlüğünü çıkarıp kitabı bana uzattı. İmzaladığı kitap A.S. Exupery’nin “Küçük Prens”i idi.
 




Ölümünden yıllar sonra kütüphanesindeki kitapları incelerken, kendi yapıtlarının bulunduğu rafta arada kalmış iki kitabı sanki kendilerini göstermeye çalışıyorlardı. Fark ederek aradan çekip aldım onları. Bir tanesi 72.Koğuş’tu. Sayfaları çevirirken gözlerim bir an parladı. İç sayfada benim için imzalı bir yazı vardı, “Şeker oğlum Işık Öğütçü’ye, Merhaba! Orhan Kemal – 26.11.965”. Bu kitabı yıllar sonra bulmamı sağlayarak bir bahar günü, üstat bana merhaba demişti. İlahi baba! Bu imzaladığın kitabı söyleseydin başının etini yemez, bana kitap imzala diye tutturmazdım.



En önemli sürpriz ise son kitaptaydı ki, ben yedi aylıkken bunu imzalamıştı. Yeni yaşında kendisini anımsamamı istemişti herhalde. Benim ona vermem gereken doğum günü hediyesini, o böylece yıllar sonra bana vermişti, “Henüz ‘Baba’ deyişini olsun işitemediğim şeker oğlum Işık’a. Orhan Kemal. İst. 4.5.1958”. Bu satırları annemi anlattığı “Cemile”nin içine yazmıştı.

Henüz ‘Baba’ deyişini işitemediğin, hatta Fikret Otyam’a 1958 yılında yazdığın mektupta, “Gecenin saat on birinde başlıyor zır zıra. Keyfine kalmış artık ondan sonrası. On iki, bir, iki. Bugün sabaha kadar uyumadı. Sanki büyüyünce başımıza tüy dikecek. (Bu tüy dikmek sözü de bir tuhaf. Çok mu lazım sanki?) kelimeleriyle anlattığın oğlun, bugün sana “Doğum Günün Kutlu Olsun Baba” diye sesleniyor. Aslında sadece ben değil, inanıyorum Türk ve dünya edebiyatına bıraktığın kalıcı eserler ve insanlığın kültür mirasına katkılarından dolayı “Türk ve Dünya Halkları” da 95. yaşında, “İyi ki doğdun Orhan Kemal…” diyerek seni coşkuyla selamlıyorlar...


[email protected]