Ana Sayfa | |||
İnternette Orhan Kemal |
|||
|
|||
Cumhuriyet Kitap (06-06-2002) |
|||
|
|||
Bereketli Topraklar Üzerinde Sabırla derlenmiş gözlemler, toplumsal gerçekliğin insan gerçekliğiyle birlikte uyumlu bir biçimde verilişi, insanların - idealize edilmeden - içinde yaşadıkları şartlarla bağlantılı olarak ele alınışı, ayrıntıların ustalıkla değerlendirilişi, sanırım Bereketli Topraklar Üzerinde’ yi güçlü kılan başlıca öğeler. Kış aylarında tarım yerinde yapacak hiçbir iş bulamadıkları için ”Orta Anadolu’ nun seksen evlik köylerinden“ birinden iş ve ekmek aramak üzre Çukurova’ ya inen üç köylü arkadaş: İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali, Köse Hasan. Orhan Kemal, bu üç köylü aracılığıyla fabrikalardaki, inşaat işlerindeki çalışma şartlarını, sonra büyük toprak sahiplerinin tarım işletmelerinde çapa çapalama ve harman yerinde buğdayı sapından ayırma işini gözler önüne serer. Orhan Kemal’ in anlattıkları henüz gerçek sanayi işçisi değildir. Bereketli Topraklar Üzerinde’ nin işçileri bir ayağı köyde, bir ayağı kentte olan köylü – işçiler. Orhan Kemal onları anlatabilmek için, onların çalışabilecekleri işleri seçmiş. Bu işler, bir eğitim, bir çıkaklık gerektirmeyen işlerdir çoğunlukla. Romandaki olayların hangi yılda geçtiği kesin olarak belli değil; belli olan, günde 12-18 saat çalışıldığı ve karşılığında üç lira bilmem kaç kuruş alındığı yıllarda geçtiğidir. Çalışma şartları ise bugün artık inanılmayacak kadar berbattır. Fabrika penceresinde cam yerine çuval kullanılır. Sonuç: Zatürree. İşte köylü - işçilerin kaldıkları “ev” : ”oturdukları ev’, iki mahalle aşağıda, mahalle muhtarının bir zamanlar hayvanlarını bağladığı, tabanı hala gübre ile örtülü, genişce bir ahırdı. At sinekleri vınıltılı daireler çizerek uçuyorlardı. Harap kerpiç duvarlar yarı bellerine kadar ıslaktı. Oda ekşi ekşi fışkı kokuyordu.” ( s 75) Köyün besleyemediği, toprağın kente, yani işe ve ekmeğe ittiği köylüler, en ağır iş şartlarında çalışmaya, verilecek herhangi ücreti kabul etmeye, ahırda yatmaya razıdırlar: Yeter ki iş bulsunlar! İş bulabilmek için, patronun sömürüsü yanında ırgatbaşının sömürüsüne de (haraç almasına) razıdırlar. “Irgatbaşıya haraç vermek” ten, Bereketli Topraklar Üzerinde’ nin önemli bir özelliğine geçebiliriz. Romanda anlatılan köylü – işçiler henüz sömürü bilincinden çok uzaktırlar. Bütün özlemleri “Bir tahta araba, pazardan sebze, meyve...” (s 174), ya da “Hafız Ali’nin dükkanı gibi bir dükkan...” dır. ( s .273). Gözleri bireysel çıkar - perdesi ile örtülüdür; el yordamıyla bireysel kurtuluş yolları ararlar. Bu bilinç düzeyi, belirli şartların belirlediği bir bilinç düzeyidir. Bunu çok iyi bilen Orhan Kemal, toplumsal gerçekliğe, biraz da onların görebildiği, anlayabildiği ölçüde yaklaşmaktadır. Sömürü bilincinden uzak emekçiler, sömürünün en belirgin en yüzeydeki, en somut biçimlerini görebilirler genellikle... Sözgelimi fabrikadaki emek - sermaye ilişkisini değil de ırgatbaşının aldığı haracı görürler sömürü adına. Orhan Kemal’ de o kadarını gösterir. Ya da tarım işletmelerinde, ırgatbaşının kumar oynatıp “mono” almasını, kumar oynatmak için faizle para vermesini, işçiyi esrara alıştırmasını, batözde 45 işçi yerine 32 işçi çalıştırmasının ön planda alır sömürü adına. Derine pek inmez. Bile bile. Yararlı değişiklikler Burada Orhan Kemal’in bir çabasına değinmek gerek. Romanın birinci baskısı 1954’te ikinci baskısı 1964’te. Başka türlü söylersek, biri, Demokrat Parti dönemine, öbürü 27 Mayıs ertesinde. Birici baskı 288 sayfa, ikinci baskı 427 sayfa. İkinci baskının kapağında yayınevi şöyle demiş: ”Yayımlandığı sıralar ’yılın en başarılı romanı’ sayılan bu kitabı Orhan Kemal, ikinci baskısı için üzerinde tam bir yıl çalışarak, adeta yeninden yazdı. ”Orhan Kemal gerçek ten çalışmış roman üzerinde. Önce, birinci baskıdaki şive taklitlerini kaldırarak çok akıllıca bir iş yapmış. Sonra romana yer yer bazı ekler yapmış. Bunların bazıları gerçekten yararlı, bazı hareketleri ya da psikolojik durumları daha bir aydınlatan ekler; bazıları romanın örgüsündeki yoğunluğu bozan gereksiz uzatmalar (Genellikle Pehlivan Ali ile ilgili olan ekler); bazıları da 27 Mayız sonrasının getirdiği nispi özgürlük ortamında, Orhan Kemal’ in romanla daha fazla görevler yerine getirmek kaygısıyla yaptığı ekler. Romandaki kişilerin sömürü bilincinden uzak olduklarını belirtmiştim. Birinci baskıda Orhan Kemal, belirli şartların sonucu olan bu gerçek duruma, sonuna kadar bağlı. Oysa ikinci baskıda, ”romanıyla bilinçlendirme çabası“, zaman zaman var olması mümkün de olmayan bir bilinci de varmış gibi göstermesine yol açmış. Örnekse birinci baskı da” Pehlivan Ali kocaman yumruklarını sıkmış öfkeyle bakıyordu. Hasan’ a değil onu bu hallere sokan kahpe feleğe. ”(s.117) Oysa, Orhan Kemal’ in bütün roman boyunca ayrıntılarıyla gösterdiği gibi, Pehlivan Ali “devrin, devranın kahpe feleğin” farkına varmadan öbür dünyayı boylayacaktır. Bir de allahla, dinle, agalarla ilgili ekler var. Örnekse “Bu allah da hep onların allahı mıdır nedir? Fakir fukaraya garaz tekmil...” (s.250) Birinci baskıda topal, ”Allahın acımadığına” diyince Hidayet’ in oğlu “Ne biliyorsun acımadığını” (s.86) derken ikinci baskıda “insan ol da sen acı” (s.125) der. İkinci baskıya eklene bir cümle de şu: “Sen, ben hatta aga olmasa da işler yürür ama, onlar (işçiler) olmasa yürümez!” (s.261). Batöz ustası söyler bunu. Zaten bütün roman da olan bitenin farkına olan iki emekçi vardır. İkisi de işçi sınıfından gelme batöz ustası. Orhan Kemal’ in sömürülenleri uyandırmak için romanıyla bir şeyler söyleme çabasını anlıyorum: Ama bu eklerin, belirli bir gerçeklik içinde, yama gibi kaldığını da söylemeden edemeyeceğim. Çünkü Bereketli Topraklar Üzerinde, bir bilinçsizliğin romanıdır; bu tür ekler, ister istemez, romanın bütünlüğüne zarar verecektir. “ Orhan Kemal bakışı” Orhan Kemal, insanlara hep umutla, hep iyimserlikle bakar. Türk romanında bir “Orhan Kemal bakışı” vardır. O her insanda her şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan bulabileceğine inanır. Bunu eserlerinde gösterirken, anlattığı toplumsal, ekonomik şartlara kimi zaman boş verdiği bile olur. Oysa, Bereketli Topraklar Üzerinde’ de, severek, kahrolarak baktığı insanları, hoş görüyle ama olduğu gibi gösterir. Onların birbirine güvensizliklerini, yalancılıklarını, birbirlerini gammazlamalarını, gösterişçiliklerini bütün çıplaklığı ile gösterir. Kürt Zeynel’ in söylediği “Onların sekseninden bir mezelik yürek çıkmaz” (s.400) sözü, bu gerçekçi bakışın özeti gibidir. Ama, o insanlar, içinde yaşadıkları şartlarda başka türlü de davranamazlardı. Orhan Kemal, bunu büyük bir ustalıkla gösterir. Tiksinerek öfkeyle bakmaz onlara, anlayarak bakar. Sebep ortadadır: İflahsızın Yusuf, ”Hepimizin bir ekmek derdi mesala. Öyle değil mi?” deyince arkadaşı Köse Hasan, ”Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu yuvamızı ne diye teptik.?” Der.(s.10) “Bir ekmek derdi”: Bereketli Topraklar Üzerinde, bunun romanıdır. Bunun içindir ki “anca beraber, kanca beraber” (s.6) diyen üç arkadaş birbirinden ayrılır, hiçbiri ötekiyle ilgilenmez , birlikte iş aramaya çıktıkları köylülerini ölüme terk ederler. Bunun içindir ki Kemal Cesur durmadan ikiyüzlülük eder. Ama Orhan Kemal, birden aşağılık bir insan diye tanıdığımız Hidayet’ in oğlunun bir davranışını yakalar ve biz o umutlu, o iyimser Orhan Kemal bakışını ete kemiğe bürünmüş olarak görüveririz. Para uğruna adam öldürecek olan Hidayet’ in oğlu, köylülerinin terk ettiği Köse Hasan’ ı sırtına alıp helaya götürür. Dahası var: “Hela çukurunu çevrelemeye çalışan seki çuval parçasından birinin ucuyla Köse Hasan’ ın kıçını sildikten sonra adamı kıyıya aldı, donunu çekti, uçkurunu bağladı, yeniden sırtlayıp odaya getirdi, yatağa yatırdı. ”Bitmedi: Hidayet’ in oğlu günlerdir sıcak yemek yemediği halde sıcak yemeği çalmaya kalktığı halde, kendisine verilen yemeği Köse Hasan’ a ikram eder. Ve inanırsınız Orhan Kemal’ e: Verebilir. Ya da Kürt Zeynep gibi biri Selvi için. Kerhaneye düşen “fıkara Selvi” için ağlayabilir. İnanırsınız. Güçlü ve kalıcı roman Çukurova’ya birlikte inen üç arkadaştan Köse Hasan zatürreeden ölür. Pehlivan Ali ayağını batöze kaptırır; toprak ağası, arabası kirlenmesin diye arabasına almaz, kan kaybından ölür. (Toprak ağasının daha yoğun çalışmaları için ırgatları kışkırttığı parça (ss.385-396) ki Pehlivan Ali’ nin ölümüyle sonuçlanacaktır - romanın en unutulmaz bölümlerinden biridir). Üç arkadaştan sadece İflahsızın Yusuf kurtarır kendini, duvarcı ustası olur. Çukurova’ ya inmeden tek bir bilgi kaynağı “emmisi” nin sözleriydi; hep onun sözlerini tekrarladı; şimdi artık ustasının sözlerini tekrarlamaktadır. Çukurova’ ya gelirken “Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar.” (s.6) diyordu; şimdi -usta olduktan sonra- artık, ”Bu şehirli kısmı pek enayi oluyor”, ”(s.409) demektedir. Ve artık çoluk çocuğu toplayıp köyden kentte yerleşmeyi tasarlamaktadır. (s.413) Yusuf, kendiliğinden bir gelişmenin tek olumlu simgesidir. Kavgasız, uzlaşmacı; ama bireysel gücü ile “duvarcı ustası” olan, okumayı söktüren bir köylü; bireysel gücüyle bireysel kurtuluş çabasını sürdüren bir köylü. Bereketli Topraklar Üzerinde’ de, her şey, nesnel şartlar gereği olarak bireysel plandadır. Zeynel, kötü yemeği, taşlı pilavı protesto için bile ırgatları toplu harekete geçiremez. Zeynel’ in kavgası da bireyseldir; İşten atıldığına değil, aldatılmasına kızar. Ağa ile hesaplaşmaz, ırgatbaşıyı arar. Harmanı yakar, ırgatbaşıyı bulamadığı için! “Çukurova’ daki bahar harikadır! Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurova’ nın bereketli toprağını dört kilo çiğ at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin!” (s.186) Ve bu bereketli topraklar üzerindeki emekçiler, kendi küçük ve dar dünyalarında, bir başına çırpınıp durmaktadır. Toprak reformu yapmamış, sanayileşmesini gerçekleştirememiş bir az gelişmiş ülkede, Türkiye’de, köylü işçilerin kahırlı yaşamlarını mükemmel bir biçimde yansıtır. Orhan Kemal. Roman, belirli bir tarihsel anı unutulmayacak bir ustalıkla tespit ettiği için, tarihsel ve toplumsal gerçekliği, ele aldığı insanları gerçeğe uygun olarak gösterdiği için güçlü ve kalıcı. Orhan Kemal’in en güçlü romanı, bence. |
|||
|
|||