Ana Sayfa

turkcelil - M.Ali Sulutaş - 17 Eylül 2009

 

Orhan Kemal 95 Yaşında



Değerlerimizin ve değerli insanlarımızın değerlerini yaşarken bilemediğimiz gibi, öldükten ya da yok olduktan sonra da bil(e)miyoruz. Işığa kavuşanlarımızın cenaze törenlerinde nutuklar atılır, belki birkaç ay ya da yıl daha anılır ve yazılır, ondan sonra unutulur gider. Bu kısır döngünün böyle olmasında kişilerden çok ülkede siyasi, ekonomik ve sanatsal ortamda uygulanan yöntem ve yaklaşımlar etken olmaktadır. Kültürel belleği yok eden yönetimlerin bilinçli ya da bilinçsiz yaklaşım ve eylemleri sonucu bellekler iğdiş ediliyor. Konunun bu yanından çok özüne eğilelim.

Mersin Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, kendi öz çabalarıyla, gösterişsiz ve yalın bir anma toplantısı düzenledi, 15 Eylülde, ünlü yazarlarımızdan Orhan Kemal’in 95inci doğum gününde. Bu sade toplantıyı ve Orhan Kemal’i de sade bir yaklaşımla dillendirmeye çalışalım.

Saygı duruşundan ve Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü’nün gönderdiği duygu ve bilgi dolu mektubun okunmasından sonra, MGC Başkanı, “Sadece gazetecilik alanında değil, edebiyat alanındaki değerlerimize de sahip çıkıyoruz,” diyerek anlamlı bir ileti gönderdi çevreye. Mersin ve Adana’dan davet edilen dört konuşmacı Orhan Kemal’in farklı yönlerini öne çıkaran konuşmalar yaptılar, örnekler verip, bu az katılımlı toplantıyı özde kalabalıklaştırıp yücelttiler. Orhan Kemal ve onun gibi değerler hiç değilse doğum ya da ölüm yıldönümlerinde anılmalı ki, onların değerlerine değer katılsın.

O, yoksul olmasına karşın, duyarlı bir yurttaş olarak topluma hep insancıl yaklaşmıştır. Belki bu nedenle onun öykü ve romanları genelde ekmek ve cinsiyet üzerine kurgulanmıştır. Toprak ağalığına karşı hem yazılı hem sözlü bir savaş vermiştir. Gerçek şu ki, eğer bu toprak ağalığı olmasaydı ya da toprak reformu yapılabilmiş olsaydı, Türkiye’de ne Köy Enstitüleri kapatılabilirdi ne de bugünlerin ana konusu, sözde ‘Kürt Açılımı’ ya da ‘Demokrasi Açılımı’ diye bir geyik muhabbeti insanlarımızı sersem ederdi. Biraz da konuşmacılara kulak verelim:

“Devlet Kuşu ve Gurbet Kuşları romanlarına ‘sanayileşme süreci’ yansımış. Acaba bu süreç mi neden oldu köyden (ve kasabadan) kente göçü?. (Memleketin efendisi) Köylüleri işçi olmaya mı zorladı acaba? Çehov, Gogol, Istrati gibi yazarlardan etkilenmiş gibi ki ürünlerinde onların kokusu hissedilir. Romanlarında bir dağınıklık, bir fazlalık görülse de öyküleri sıkı dokuludur. Şiirle başladı, öyküleriyle ünlendi. Fransızca öğrendi. Ustası Nazım’ın önerisiyle öğretmenlik de yaptı. İnsanlara doğruları ve hakları, bilgiçlik taslamadan, ‘edebiyat’ yapmadan anlatmıştır.”

‘Bekçi (Murtaza), Kaçak, 72. Koğuş, Üç Tekerlekli Bisiklet,Bu Şehrin Belalısı, Avare Mustafa, Meyhanecinin Kızı, Tersine Dünya, …’ sinema ve sahneye de taşınmış ünlü romanlarındandır. Bereketli Topraklar Üzerinde, Kanlı Topraklar, Hanımın Çiftliği, Vukuat Var gibi romanları öteki dillere aktarılıp dünya okurlarına da sunulmalıdır, eğer yapılmadıysa. Çünkü o, hemen bütün roman ve öykülerinde kadını ve hele çocukları öne çıkarmaktadır.

Türkiye’yi ve onun yakın tarihini bir edebiyatçı gözüyle değerlendirdiği için belki Orhan Kemal çok önemli bir Cumhuriyet dönemi yazarıdır. Ülkemizde son yıllarda özlemini duyduğumuz ‘birlik’, ‘dirlik’, ‘düzenlik’ içinde olmamızı vurgular hep, “kimlikleri, bir ayrışma yerine birleşme unsuru olarak görmüş ve yapıtlarına da yaşamına da yansıtmıştır.” Çukurova’nın etnik (insanlık) yapısına, bu kimliklerin dil ve kültür özelliklerine yapıtlarında yer vermiştir.

Ölümünden sonra, iyi ki ailesi onun adına bir ‘Roman Armağanı’ yarışması geleneği oluşturmuş. Yalınlığı, içtenliği, insanın gönlüne dokunabilme yetisi onu ölümsüz yapmıştır. Yoksul gelmiş, yoksul yaşamış ve yoksul gitmiş Orhan Kemal’i gönül zenginliğiyle anarken, onu ve ürünlerini sevenleri, Seyranî’nin bir sözüyle selamlayalım:

“Kimi helâl rızkı yiyip içmiyor.”



 


[email protected]