Ana Sayfa

Remzi Kitabevi Gazetesi - Enver Aysever - Ekim 2009

 

“ORHAN KEMAL NAZIM HİKMET VE MAHPUSLUK”



Kaç zamandır kendini yalnız ve hüzünlü bulur Orhan Kemal Bursa Cezaevi’nde. Sevdiği dostları vardır elbet. Şiire meraklı olanlarıyla koyu söyleşileri de olur. Yine de bir yanı eksiktir işte. Sayılı gündür, geçer diye düşünür ama, sızısı derinden etkiler onu.

Bir gün, bir haber heyecanlandırır Orhan Kemal’i. Nâzım Hikmet geliyor, diye duyar. Hapishaneyi baştan sona, koşarak, çığlık çığlığa ayağa kaldırır. Şöhreti büyüktür Nâzım’ın. Kimileri eskiden tanır onu, birlikte mapus arkadaşlığı etmişlikleri vardır.

Sorar soruşturur Orhan Kemal. Çocuksu bir merak. Heyecanla Nâzım hakkında, nasıl biri olduğu yönünde, araştırmaya koyulur iyiden. Şiirleri ezberindedir. Ona hayrandır. Kendi şiirlerini ona okumak için dayanılmaz bir istek duyar Orhan Kemal. Ürker, böyle büyük bir şaire çiziktirdiklerini göstermenin ayıp olacağını düşünür. Yine de bir fırsat bulup, paylaşmak ister. Bakalım Nâzım onunla dostluk etmek isteyecek midir? İkircikli duygularla başa çıkmak güçtür...

Nâzım’la aynı yerde yatmış olanlardan biri; “Rahatsız edilmekten hoşlanmaz” der. Anlaşılan büyük şairin kibirli bir yanı da vardır. Olsun. Büyük adamların yalnızlığa, düşünmeye gereksinimi vardır. Haklıdır elbet. Çocuksu, sevecen bakışlı, alçakgönüllü, bir yanı hınzır ve yüreği insan sevgisiyle dolu Nâzım gelir sonunda. Hapishane ahalisinde derin bir saygı gözlenir. Müdür, gardiyanlar da tembihlidir sanki. Tuhaf, devletin tehlikeli bulduğunu, mahkûmlar saygın görür. Okumuş adama gösterilen ilgi şaşırtıcıdır. Bir de, hapishanelinin edebiyata düşkünlüğü... Özellikle şiire...

Tanışmanın ardından yer gösterilir Nâzım’a. Tedirgindir. Usulca yanaşır Orhan Kemal’e. Yalnız kalmaktan hoşlanmadığını söyler, eğer o da isterse, birlikte kalabilirler mi, diye sorar. Meşhur biriyle karşılaşmanın iç daraltan, korkutucu havası dağılmıştır bile. Orhan Kemal ve Nâzım Hikmet mahpus arkadaşlığına, kardeşliğine koyulurlar. O gece Nâzım’ın şu sözü yankılanır Orhan Kemal’in kulaklarında ve cezaevinin duvarlarında:

“Hayal bile edemezsiniz nasıl nefret ederim yalnızlıktan... Bir tek satır yazamam, çıldırırım...”

Ona şiirlerini gösterir Orhan Kemal. Korktuğu başına gelir. Süslü püslü, abartılı ve kötüsü, kalabalık imgelemli şiirlerinden ötürü paylar onu Nâzım. Neden halkın diline, güncel yaşama bakmıyorsun, diye ekler. Orhan Kemal hem gücenmiş, hem gururu kırılmış biçimde siner.

Nâzım inatçıdır. “Sizde iyi bir hamur var. Birlikte çalışalım ister misiniz?” diye sorar. Bursa Cezaevi bu soruyla, yazın yaşamımızın en ilginç ve soylu birlikteliklerinden birine tanıklık eder.

Bir yanda babasının işlerinden ötürü, çocukluğun önemli kısmını Beyrut’ta geçirmiş, eğitimini yarıda bırakmış, çırçır işçiliği, dokumacılık, ambar memurluğu yapmış, şiire hevesli, emekçi Orhan Kemal vardır; öte yanda ünlü bir ressam annenin oğlu, seçkin çevrelerde bulunmuş, yabancı dil bilen, sosyalizm militanı olmuş, ünlü şair, yazar Nâzım Hikmet!

İkisi de özgürlük, sanat ve emek peşindedir.

İkisini de devlet kara deftere almıştır.

Mahpusturlar...

Nâzım, yüreğindeki insan sevgisi ve yaşama sevincini her yana hissettirir.

oksulların çalışması, mahpuslukta geçimlerini sağlamaları için dokuma tezgâhları kurdurur. Hesap işlerinde başarılıdır.

Anadolu’nun türlü insanına mekân olan cezaevinde, Memeleketimden İnsan Manzaraları’nın pek çok tipi yatmaktadır. Ziyaret günleri bir başkadır elbet. O günlerde şenliklidir tutsaklar. Nâzım, Piraye geleceği günlerde, bir gece önceden hazırlanır. Tıraş olur, gömleğini, kazağını hazırlar, belli ki düş kurar. Hele ki bayram günleri...

Bir şairi ve romancıyı özgürlüğünden yoksun bıraktığınız zaman, ne türden bir duygu halinde olacağını, nasıl ürünler vereceğini, ne tür yürek çarpıntısıyla, acıyla kıvranacağını bilemezsiniz elbet. Ancak sezmek olanaklıdır. Yıllar sonra, anılar kaleme alınınca, o acı elle tutulacak denli yakınınızdadır...

Nâzım Hikmet, Orhan Kemal’in şiirden hevesini kesmesini sağlayarak, bir büyük romancı, bir büyük emekçi dostu, yazar kazandırmıştır. Bu garip usta-çırak ilişkisi, alçakgönüllü Orhan Kemal’in kaleminden yazılmış, bugün pek rastlayamayacağımız bir yüce gönüllükle bize dek ulaşmıştır.

Mahpusluk zordur elbet. Ama bir romancının kaleminde başkadır da...

“... Hele dışarda gökyüzü kurşun ağırlığında olduğu, lapa lapa kar yağdığı, yahut taş duvarlar arasında bir kat daha çıplaklaşan soğuk günlerin sürüp gittiği zamanlar... Sağa bak duvar, sola bak duvar, ilerin pencere, pencereden dışarda savrulan karlar, kar yoksa aynı dağ parçası, aynı gökyüzü veya aynı sırtlar... Kurşuni bir ağırlık halinde sabah başlar, kurşuni ağırlık halinde öğle olur, kurşuni ağırlıkla akşam... Derinden derine, hapishanenin soğuk ve çıplak duvarlarında akisler bırakan gardiyan düdüklerinin hapishanenin uğultulu gecesine sert çizgiler çizdiği, koğuş demirlerinin çekildiği, koğuş kapılarının dışarıdan kilitlendiği saatlere kadar...”

Nâzım Hikmet çok çalışkandır. Tüm gün şiir düşünür, resim yapar. Annesinin ziyaretlerinde sanat kuramı üzerine, toplumcu sanat üzerine hararetli tartışır. Sadece sanat işlerinde çalışkan değildir Nâzım.

Bir gün marangozhanede bir kutu işler. Kutuyu alır eline, gurur duyar eseriyle. Neredeyse bu işte usta olduğunu savlar. Oysa bu bir tür oyundur. Kendini her zaman şiir çırağı olarak gören Nâzım, günlük işlerdeki başarılarla, el işçiliğiyle övünür. Bu da bir imgedir aslında; yaşam sevincinin, üretmenin ve insan olmanın...

Nâzım, Orhan Kemal’in şiirlerini sevmemiş olsa da, bir tanesi yüreğime dokunur benim. Nâzım için yazmıştır. Onun çocuksu halleri, çocuk yüreği için...

Kırk yaşında çember çevirebilmek,

Sabun balonları üfleyebilmek havaya.

Kilerden reçel çalmak,

Gizli deliklerden gözetlemek komşu kızını!

Pırıl pırıl bir gümüş tatlı kaşığında

kırmızı gül reçelidir, çocukluk.

Kırk yaşında çember çevirebilmek,

Sabun balonları üfleyebilmek havaya!

Sevebilmek dünyayı ve insanları,

Sevebilmek, her şeye rağmen

Sevebilmek, sevebilmek...

Sabun balonları üfleyebilmek havaya!







 


[email protected]