Ana Sayfa

Evrensel - Üstün Akmen - 17 Eylül 2008

 

6. KIBRIS TİYATRO FESTİVALİ

 



“6. Kıbrıs Tiyatro Festivali” ile ilgili olarak gittiğim Lefkoşa’dan dün döndüm. Cuma günkü köşemde altını çizdiğim gibi, izlediğim oyunların eleştirilerine “tiyatro… tiyatro” dergisinin ekim sayısında yer vereceğim. Ama geçtiğimiz perşembe akşamı, Sivas Devlet Tiyatrosunun mükemmele yakın bir çalışmasına tanık olduğumu burada belirtmeden geçemeyeceğim.

Sivas Devlet Tiyatrosu, 2006-2007 sezonu oyunu olan ve geçtiğimiz sezon da sahnelemeyi sürdürdükleri Orhan Kemal’in “72. Koğuş”uyla gelmişti festivale. Orhan Kemal’in sahnelenmiş beş oyunundan biriydi “72. Koğuş”. İlk kez, Ankara Şehir Tiyatrosunda 1967 yılında (ışığı bol olası) Asaf Çiğiltepe’nin rejisiyle sahnelendiğini anımsıyorum. Orhan Kemal’in bu eserinin sahnelenişinde, Asaf Çiğiltepe’nin katkısının öneminden çok söz edilmiş, ancak Orhan Kemal’in tüm öykülerinde, romanlarında ve oyunlarında bulunan oyunlaştırmaya çok elverişli malzeme de göz ardı edilmemişti. Orhan Kemal, insan gerçeğini insanın sözlerinin ve davranışlarının dışa yansıyan yanından yakalamaya çalışıyordu. Ortaladığı gerçekler karmaşık fakat düzenliydi. Belli bir gelişimin tipik ve mantığa uygun halkalarıydı. Işıklar içinde yatsın Asım Bezirci’nin de dediği gibi: “Gerçekçi oyun yazarı gözlemine serilen yalınlık, ardındaki karmaşıklığı, derbederlik arkasındaki düzeni, dağınıklık ardındaki bütünlüğü, dış görünümün gelişigüzelliğini, renkliliğini, canlılığını bozmadan iletmeye çalışıyordu.” Roman ya da öyküde yararlanabileceği anlatım kolaylıklarından yoksundu. Sözü ve hareketi hem gerçekçi, hem işlevsel, hem de anlamlı kılmak zorundaydı. Her gelişigüzel söz, görünmez bir iplikle mantıklı bir nedene dayandırılmalı, her rastlantısal hareket bir nedenle, hiç de belli edilmeden açıklanmalıydı. Roman ve öykülerinde konuşmayı, hareketi böyle kullanıyor, yaşamsal canlılığı, renkliliği ve çocuksuluğu bozmadan onları anlamla donatıyordu. Bu roman ve öykülerdeki karşılıklı konuşmaya bolca yer verilmesinin oyunlaştırmaya kolaylık sağladığı kuşkusuz bir gerçekti. Gene Bezirci’nin dediği gibi, konuşmalarda yerel ağızların kullanılması, olayları belli bir yöreye mal etmekten çok, yaşamdaki canlılıklarını, renkliliklerini korumak içindi ve bu yönü ile de tiyatroda işlevsel olmuştu.

Orhan Kemal’in öykülerinde, romanlarında ve oyunlarında işlenen hareketin, bazen bir oyunun devinimini sağlamaya yetmediği, oyunlaştırmada malzemeye yeni olaylar eklemek gereksinimi yarattığıysa pek bilinen bir gerçek. “72. Koğuş” da bana göre böyle bir oyun. Roman “adem babalar” koğuşunun geçici varlık döneminden sonra eski yoksulluğuna dönüşü ve koğuşta oturanların baştaki bilinçsiz tavırlarını sürdürüşleri ile son bulur. Oysa hep düşünmüşümdür, oyunda Kaptan’ın ölümü koğuşta yaşayanların bilinçlenmelerini ve onları sömürenlere karşı direnmelerini sağlasa daha iyi olmaz mıydı diye. Bu güne değin “72. Koğuş”u sahneye koyan yönetmenlerden herhangi biri finali böyle değiştirse kıyamet mi kopardı?

Gene de Sivas Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izlediğim “72. Koğuş”ta Usta’nın eserini eylemden çok söze dayandırdığı halde, devinim eksikliğini savsaklamadığına yeniden tanık oldum, alkışladım. Çünkü sözler iç devinimi yansıtıyordu. Kişilerin düşüncelerindeki değişmeler dönüşler, büklümler konuşmaları ile yansıtılmıştı. Fuat Çiğiltepe de güçlü oyunculuğu arkasına alıp, ritmi “metronom” titizliği içinde ele alınca ortaya keyifle izlenen bir çalışma çıkmıştı.
 


[email protected]