Ana Sayfa

Radikal - Yıldırım Türker - 6 Şubat 2010

 

Orhan Kemal'in çocukları

 

 

Orhan Kemal’i hatırladığımda, çocuklar yatırıldıktan sonra küçük bir mutfak masasında daktilosunun başında sabaha kadar yazan bir adam geliyor. Ona kıyamıyor, kafamda yanına çıtır çıtır yanan bir soba da koyuyorum. Sobanın üstüne çaydanlığı yerleştirirken kendimi hovarda hissetmeme ne demeli?
Orhan Kemal, kanımca mükemmel bir 19. yüzyıl romanı kahramanıydı.
Kocamadan gittiği kısa ömrüne onca hayat sığdırdı ki ağrılı bir geçiş döneminin tanıklığını onun kadar zengin yaşamış bir başka yazarımız olmamıştır desem yeri.
Babasının siyasi nedenlerle memleketi terk etmesi gerektiğinden 17 yaşında Beyrut’la tanıştı. Orada babasının açtığı lokantada garsonluk ederken ilk olarak işçilerle tanıştı:
“Ortalık yeni yeni ağarmaya başlarken, Niyazi’yle birlikte evden çıkardık. O saatte Beyrut’un yeşil tramvayları bile seyrek işlerdi. Yalnız işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı erkekli çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda olurlardı. Aralarına katılırdık... Tıpkı onlar gibi, ceketlerimiz omuzlarımızda, onların bastıkları parkelere basmak gururu içinde, iş-güç sahibi insanlardık.”
Sonra bir basımevine işçi girdi.
Adana ’ya döndüğünde de çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu.
‘Yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik’ suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giydi. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerini onurlandırdı. En önemlisi 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanıştı. Düzyazı yolunu bulması onun rehberliğinde gerçekleşti. Hapis sonrası ‘muvakkat hamal’lıktan nakliyeciliğe kadar çeşitli işlerde çalıştı.
1950 yılında ailecek İstanbul’a göçtükten sonra ailesinin geçimini de hep kalemiyle kazanacaktı.
Bu arada dört çocuğu olmuştu.
İşte geceleri o mutfakta oturup romanlarını gazetelere tefrika halinde yetiştiriyordu. Bu arada 66 yılında ‘komünistlikten’ bir kez daha tutuklanacaktı.
Unutulmaz oyunlar, romanlar, hikâyeler yazdı. Türk sinemasının da en parlak siyah-beyazına nice senaryo yetiştirmişliği vardır.
Ben onu ilk olarak 12 yaşında anneme Anneler Günü hediyesi olarak almış olduğum ‘Sokakların Çocuğu’nu okuyarak tanıdım. Okuma aşkımı başta ona borçluyum.
Orhan Kemal’in kederden olma sokaklardan doğma çocuklarıyla tanışmışsanız ömür boyu onların gözyaşlarını omzunuzda, kirli bebek kokularını burnunuzda taşırsınız. Yazarın sonsuz şefkati, anlattığı öksüz, boynu bükük, yoksul çocuklarla birlikte sizi de kucaklar.
Orhan Kemal, mükemmel bir anlatıcıdır. Onları mütemadiyen inciten hayatla itişirken,
bir an o sokak çocuklarının, o vahşice hırpalanan küçük kızların burunlarını yeninizle silmiş gibi olmanız bundandır. Kirli saçlarını taramış, başlarını okşamış gibi oluvermeniz. Onlar, sizle birlikte yaşar. Vahşi dünyaya karşı hayatta kalabilmek için kimileyin hırçın bir inatla direnirler. Orhan Kemal’in kitapları, hele genç yaşınızda okumuşsanız size kim bilir kaç kan kardeş kazandırmıştır. İyi bir yazardır. Ama kitaplarını okurken onun aynı zamanda çok iyi bir insan olduğunu anlarsınız. Hattâ apaçık görürsünüz. O kimsesiz sokak çocuklarını anlatırken onlara kıyamaz, sevgisiyle onları kayırır. Onun kanadı kırık küçük melekleri sadece düşlere sığınarak yağmur-çamura, soğuğa, açlığa karşı koyar. Vahşi ve yırtıcı değildirler. Ruhları soyludur. Öldüklerinde masumiyetin ölümüne ağlarsınız. Yıllar sonra onları hatırladığınızda yüreğiniz sızlar. Orhan Kemal böylesine iyi bir insan olmasaydı belki çok büyük bir yazar olabilirdi. O çocukların vahşetle emzirile beslene nasıl vahşileşebildiklerini, iyice kıstırıldıklarında karanlığın yüreğine nasıl dalıverdiklerini anlatabilseydi. Yüreği elverseydi. İyiliğin ahlâkıyla bu kadar dindar olmasaydı. Doğduklarından itibaren hiçbir güvence duygusuna sarılamadan, hiç okşanmadan büyüyen çocukların, ister katil olsunlar, ister hırsız, yanlarında durmaktı, yazarın dini.
Ben de Orhan Kemal’in tanrısına inanıyorum.

 


[email protected]