Ana Sayfa

Htspor - Sedat Tunalı - 25 Mart 2009

 

TRABZONSPOR! 72. KOĞUŞUN AHMET KAPTANI'DIR!

 

 

En haininden bir zemheri sabahında, elleri demir parmaklıklara yapışmış ve donmuş halde bulurlar “Kaptan!ı, koğuş arkadaşları. Öylesine güçlü bir şekilde sarılmıştır ki o soğuk demirlere, Rizeli Ahmet Kaptan’ın cesedini o parmaklıklardan “almak” büyük çaba gerektirir..
Orhan Kemal’in gerçek yaşamdan portrelerle anlattığı uzun hikayesi 72. Koğuş’un;

Yani tüm cezaevinin en yoksul mahkumlarının , yani “adembabaların” , yani “ayağa kalkmış solucanların” iç yaralayan hayat öykülerinden kesitler veren bir cezaevi koğuşunun içindeyiz..

Cezaevine neden düştüğü konusunda ip ucu vermez yazar, ama Rizeli “Kaptan” Ahmet adembabalara durumunu şu cümlesiyle özetler; “ha bu pok yiyen yere çameden gelmemişum”, yani suçlu olduğunu ve bir bedel ödemek zorunda olduğunu da tevekkülle kabul eden bir yapısı vardır Kaptan’ın. Bir avuç ekmek için kan dökülen yoksulluğun bayram günlerinden birinde, Rize’den bir mektup alır Kaptan. Anacığındandır mektup, hiç unutur mu oğlunu, hem mektup göndermiştir Kaptan’ına hem de paraya dönüştürdüğü tüm varlığını..İçinin burkulduğunu hissedersiniz bu sert adamın, sadece “anacuğum” diye belli belirsiz bir ses duyulur Kaptan’dan, ancak anasına doyamayanların anlayabileceği özlemle…Gözyaşlarını içine akıtır belli ki, ve hemen toparlar kendini, koğuşa müjdeyi verir; “Gardaş mali ortaktur uşaklar, bundan sonra bizim koğuşta da sicak yemek pişecek!” Cezaevinin getir-götür ve “pis” işlerini yapan Bobi’ye seslenir ardından “Popi, al habu parayi bize et pirinç yağ ve kuru fasulya al” der, ve mutluluk tarifi yeni bir madde kazanır koğuşta; Evet, mutluluk uzun yıllardan sonra yenen etli kuru fasulyedir…

Sonra zorla kumara oturturlar Kaptan’ı. Kaptan hile hurda bilmez, cezaevi çakalları önce “yemlerler” Kaptan’ı ve 72. Koğuş her gün yeni mutluluk tarifleri “yaşamaya” devam eder. Mahkumların sırtından geçinen “Pobi” de, Kaptan’ın bir kere görüp “tutulduğu” kadın mahkum Fatma’yı “kullanarak” bu saf Karadenizliyi söğüşlemeye başlar.

Çok geçmez aradan..İşler hızla tersine döner ve Kaptan bir gece tüm varlığını yerdeki pi bezin üzerine bırakır. Yatağı, yorganı, koğuşu soğuktan koruyan pencereleri, üzerindeki elbiseleri, neyi varsa elinden alırlar. “Anacığından” gelen parayla haftalardır beyler paşalar gibi yaşattığı “ayağa kalkmış solucanlar” bir anda terk ederler Kaptan’ı. Ama ne kaybettiği varlıkları ne de arkadaşlarının ihaneti umurunda değildir Kaptan’ın. Bu “sahici” roman kahramanı, üzerinde kalan tek varlığı iç çamaşırlarıyla koğuş penceresinin önüne oturur ve Fatma’sından gelecek yeni bir haberi bekler, yalan da olsa…Fatma’sından haber gelmez Kaptan’ın, ve sabah koğuş parmaklıklarına pençe gibi yapışmış iki el ve donmuş bir ceset olarak, büyük çabalarla “sökerler” hayattan...

Kaptan’ın öyküsü, Orhan Kemal’in eşsiz anlatımıyla insanlığa şunu söyler;

Hayat sizi en karanlık dehlizlerine çekebilir, insanlığınızdan koparıp hayvanlaştırabilir, tarifsiz ihanetlere uğratıp her türden aldatılmışlığın zavallısına da dönüştürebilir…

Ama hiçbir şey, içinizdeki sevgiyi yok edemez. Fatma’sının “hayali için” bile ölümün koynuna giren Kaptan aşkı nasıl tarif ediyorsa, Trabzon ve Trabzonspor’un bizim için tarifi de odur. Biz bu talihsiz şehri, 72. Koğuş’un parmaklıklarına yapışan o ellerin hasreti, özverisi ve sabrı ile sevdik…Kaç kişi anlar beni, bilmem. Ama Kaptan, biliyorum ki, anladı…

 


[email protected]