Her yıl Ocak ayının son haftası okulların tatil olmasıyla birlikte
çıktığım İstanbul seyahatinin bu yıl biraz daha farklı olmasını
planlamıştım. İsteğim; sinema tiyatro, sergi, kitapevi, müze
ziyareti ağırlıklı bir kültür gezisiydi. Görmeyi planladığım
yerlerden biriside Türk Edebiyatına 50’den fazla eser kazandıran ve
hemen hemen bütün kitaplarını okuduğum Orhan Kemal’in Cihangir’deki
müzesiydi.
Cihangir İstanbul Beyoğlu ilçesinde, Taksim yakınlarında, mutlaka
bir gününüzü ayırarak sokaklarını dolaşmaktan çok keyif alacağınız,
sanat çevrelerinin ve entelektüel çevrelerin tercih ettiği bir semt.
Adrese dahi bakmaksızın, dolaşarak bulduk. Akarsu Caddesi No:32.
Köşede İkbal Kahvesi, kahvenin içinden de geçilebilen Orhan Kemal
kitapları satış noktası ve hemen yanında üç katlı bir bina. ORHAN
KEMAL MÜZESİ.
Kitap satış noktasına girdik. Müzeyi ziyaret etmek istediğimizi
söyledik, sonradan adının “Yadigar” olduğunu öğrendiğimiz bir genç
bize binanın kapısını açtı. İçeri girdiğimizde inanamadım. İçerde
gerçekten hala bir hayat vardı.
Değerli yazarımızın çoğu Güler tarafından çekilmiş özel yaşamıyla
ilgili 70’e yakın fotoğrafı, ailesiyle ilgili fotoğrafları,
kitaplarının orijinal ilk baskıları, özel mektupları, hakkındaki
yazılar, makaleler ve daktilo tezleri, çalışma odası, yazarın
kullandığı daktilo, yatak, diş fırçası, kalem gibi özel eşyaları ve
öldüğünde yüzünden alınan yüz kalıbı gibi çeşitli materyaller…
Biz büyülenmiş bir şekilde o ortamı yaşarken, her şeyi
fotoğraflamak, alıp yanımda götürmek istedim. Kapıda bekleyen
beyefendiye fotoğraf çekip çekemeyeceğimizi sorduğumda “Elbette
çekebilirsiniz” cevabı çok sevindiriciydi.
Ziyaretimizin sonunda; çıkmak üzereyken o beyefendiyle ayaküstü bir
sohbete başladık. Konu Müze, Orhan Kemal, edebiyat, kitap olunca ve
birde aynı dili konuşan insanlar bir araya gelince, o ayak üstü
sohbet yaklaşık bir saat sürdü. Bu arada Türk Edebiyatında çok
önemli bir yeri olan Yaşar Kemal’i ve benim için çok çok değerli
olan, bütün kitaplarını okuduğum Vedat Türkali’yi de andık. Ölümünün
üzerinden 39 yıl geçmesine rağmen, hala bugün yaşıyormuş gibi
kitaplarının yeni baskılarının yapılması, müzenin bu yaşayan hali,
kitap satış noktası, İkbal Kahvesi, tüm bunların ciddi bir emek
ürünü olduğu belliydi. Beyefendiye bu işle özel olarak ilgilenen
birilerinin olduğunu düşündüğümü bu konuda bir bilgisi olup
olmadığını sorduğumda “çocukları” cevabını aldım. Ne büyük bir
sorumluluk ve vefa örneği, ne hayırlı evlatlar, onca sosyal yaraya
parmak basan bir yazar böyle evlatlar yetiştirmiş olmakla ne çok
gurur duyardı dediğim zaman aldığım cevap karşısında orada yığılıp
kalmadığıma şükrediyorum. Çünkü ayaküstü bir saat bizimle sohbet
eden o beyefendi o anda bana “Zaten şu anda oğluyla konuşuyorsunuz.”
Dediğinde duyduğum heyecanı, mutluluğu, hissettiklerimi
anlatabilmemin imkanı yok.Evet Orhan Kemal’in asıl mesleği Kimya
Mühendisliği olan oğlu Işık Öğütçü’ydü. Benim kimliğini bilmeksizin,
Orhan Kemal’den, Türk Edebiyatından, kitaptan, şiirden, sanattan
sohbet ettiğim o kişi.
Hiç
unutmuyorum ilkokulu bitirdiğim yaz tatili yeni yeni okuma
alışkanlığı kazanıyorum. Elimde bir sürü kitap var. Babam yanıma
geldi, “Kızım okumayı sevdiğini görüyorum, evet elindeki bu
kitapları da okumalısın ama şimdi değil, henüz onlar için erken önce
sen şunları bir oku bakalım.” diye verdi elime Arkadaş Islıkları’nı,
Baba Evi’ni, Avare Yıllar’ı. Orhan Kemal’le böyle tanıştım ben ve
onun kitaplarını okuyarak büyüdüm. Bundan tam 30 yıl sonra Müze’yi
ziyarete gittiğimde de oğlu Işık Öğütçü’yle bir
Perşembe günüydü müzeyi ziyaretimiz ve tanışmamız. Tekrar buluşmamız
ise cumartesi idi.. O güne kadar geçen iki gün herkese bu olayı,
mutluluğumu, hissettiklerimi anlattım, heyecanımı paylaştım.
Cumartesi günü buluştuk, kahvelerimizi içer içmez bize bir sürprizi
olduğunu söyledi, “Ceketlerinizi giyin çünkü dışarı çıkıyoruz.”
dedi. Hemen binanın karşısında bir apartmanın zilini çaldı.Biz tabii
ki neler olduğundan habersiz bekliyoruz. Yukarı çıktık, kapıyı açan
bayan bizi salona aldı. Biraz bekleteceğini söyledi. Kocaman bir
kitaplığı olan sıcacık bir salondu burası ve duvarda genç bir çiftin
fotoğrafı en az 50 yıl önce çekilmiş. Fakat içerde nerde olduğumuza
dair hiçbir işaret yok. Beş dakika sonra bayan geldi, çalışma
odasına geçebileceğimizi söyledi.
İçeri girip de masanın başında Vedat Türkali’yle karşılaşınca ne
yapacağımı bilemedim. İki gün arayla iki müthiş sürpriz, iki
muhteşem an. Sevgili dostum (Dostum diyorum artık çünkü o günden
sonra sürekli birbirini arayıp soran iki arkadaş olduk.) Işık Öğütçü
bana bir sürpriz yapmış, çok sevdiğimi söylediğim Vedat Türkali’ye
götürmüştü beni. Bunu hak edecek ne yaptığımı bilmiyorum ama buradan
ona bir kez daha teşekkür ediyorum.
“Vedat
Türkali’yle onun evinde, onun çalışma odasında, onun çalışma
masasının başında kahve eşliğinde bir saat sohbet müthiş bir anıydı
benim için. Kitaplarını, kahramanlarını, hayatını, hepimizin
hayatını konuştuk. Masasının üzerinde son kitabının ham dosya hali
duruyordu. “Akşam yayınevinden gelecekler, teslim edeceğim.” dedi ve
“Bu da güzel bak bunu da oku” diye tembih etti. Son Kitabı “Yalancı
Tanıklar Kahvesi” okumazmıyım hiç. Sabırsızlıkla bekledim ve hemen
okudum. 90 yaşında hala çalışma masasının başında hala okuyan, yazan
ve üreten bir insan önünde saygıyla eğilmemek imkansız.
Bir tarafta kitaplarıyla büyüdüğüm Türk Edebiyatının usta
yazarlarından Orhan Kemal’in oğlu ile tanışmanın mutluluğu diğer
tarafta kitaplarını tutkuyla okuduğum Vedat Türkali’yi evinde
ziyaret etmenin keyfi. Hayatımda yaşayabileceğim en güzel anlardan
biriydi. Sizlerle paylaşmak istedim. Yolunuz İstanbul’a düştüğünde
lütfen ziyaret edin. Akarsu Caddesi No:32 Orhan Kemal Müzesi.
Mutlaka sizde de bir iz bırakacaktır.
|