Ana Sayfa

Bahçeşehir Haber - Cem Kayıran - 22/28 Mart 2010

 

Gelecek nesillere Orhan Kemal

 

                Cihangir’de 2000 yılından beri kapıları herkese açık olan Orhan Kemal Müzesi,  yazarın ölümünün 40’ıncı yılında da gençlerin ilgisini bekliyor. Müzenin kurucusu olan yazarın en küçük oğlu Işık Öğütçü ‘Orhan Kemal umudun yazarıdır, ben de umutluyum’ diyor

Cem Kayıran

                Kahvehaneleri, kültürel mekanları ve sakinliğiyle bilinen Cihangir’de belki de diğer binalardan kolaylıkla sıyrılan çok özel bir bina var: 2000 yılında açılan Orhan Kemal Müzesi. Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Orhan Kemal’in ölümünün 30’uncu yılında açılan bu müzede yazarla ve yaşantısıyla ilgili birçok şey görmek mümkün. Orhan Kemal’in daktilosundan, cezaevindeyken ailesine yazdığı mektuplara kadar oldukça zengin bir koleksiyonu meraklılarına sunan bu müze Orhan Kemal’in en küçük oğlu olan Işık Öğütçü tarafından hazırlanmış. Girişin ücretsiz olduğu bu müzenin hemen yanında da İkbal Kahvesi yer alıyor. İkbal Kahvesi Türk edebiyatının en önemli mekanlarından biri olan ‘İkbal Kıraathanesi’ni anmak amacıyla yine Işık Öğütçü tarafından müze açıldıktan 1 ay sonra açılmış. Eskiden Nuruosmaniye Caddesi’nde yer alan kıraathane Orhan Kemal ve arkadaşlarının uğrak yeriymiş. Birçok yazarın gününün büyük kısmını geçirdiği bu mekana gitme alışkanlığı da Orhan Kemal’e babasından geçmiş bir alışkanlıkmış.

                Orhan Kemal’in ölümünün üzerinden 40 yıl geçti ve yazarın eserleri hala yabancı dillere çevrilmeye devam ediyor.Türkiye’deki gençlerin ilgisi hakkındaki sorumuz karşısında önce tebessüm eden Işık Öğütçü, İstanbullu öğrencilerin ilgisinin son yıllarda biraz daha arttığından bahsediyor. Liseli öğrencilerin müzeye gelip kendisinden Orhan Kemal’le ilgili bilgiler aldığına değinen Öğütçü, İstanbul dışındaki öğrencilerin de web siteleri aracılığıyla yazar hakkında bilgilere ulaştığını belirtiyor. Yine de gençliğin Orhan Kemal’i ne kadar tanıdığıyla ilgili kendini sorgulaması gerektiğini vurgulayan Öğütçü, ‘Orhan Kemal iyimserliğin, umudun yazarıdır. Eğer o umutluysa, ben de umutluyum’ cümleleriyle sözünü bitiriyor.  Orhan Kemal edebiyatının hayatın içinden oluşundan ve sadeliğinden bahseden Öğütçü, ‘Bence en önemi unsur sahte olmayışı, değişik varyasyonlarla kurgulanmamış bir edebiyat olmayışı’ sözleriyle babasının edebiyatı hakkındaki düşüncelerini belirtiyor. 

                ‘Babam 1970 yılında vefat ettiğinde hem arkadaşlarının, hem ailesinin ortak isteği böyle bir müze kurmaktı’ diyen Öğütçü, gerekli imkanların oluşmasının 30 yılı bulduğunu söylüyor. Orhan Kemal’in hatırlanması ve gelecek nesillere taşınması gerekliliğinin altını çizen Öğütçü, ‘Türkiye gibi toplumlarda toplumsal hafıza her şeyi çabucak öğütüyor ve unutuyor, bunun Orhan Kemal’in de başına gelmemesi için bu müzeyi açtık” diyor. Ailecek bu müzeyi hizmete sunduklarının üzerinde duran Öğütçü, herhangi bir sponsordan destek almadıklarını belirtiyor.

                2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da yapılacak etkinliklerle ilgili herhangi bir teklfi gelmemesinden yakınan Işık Öğütçü, ‘Biz babamın İstanbul’la ilgili yazdığı 4-5 cümlelik bir paragrafı İstanbul’a hediyemiz olsun diye web sitemize koyduk. Babamın İstanbul’la ilgili düşüncelerini, İstanbul tarifini merak edenler onu okuyabilirler’ diyor.

 

 

MEKTUP FOTOĞRAFI ALTI

İnternette müze ile ilgili araştırma yaparken, ekşisözlük.com’da karşıma çıkan bir sözlük yazarının yazdıkları oldukça dikkat çekiciydi. Müzenin duvarında asılı olan, yazarın cezaevindeyken ailesine yazdığı mektuptan bahseden yazıda ‘Işık Bey o yazıyı her gün görmeye nasıl dayanıyor?’ diye soruyordu. Mektupta geçen ‘Işık hiç üzülmesin, çıkınca bisikletini alacağım’ cümlesinin hikayesini ve sonrasını Işık Bey şöyle anlatıyor; “Benim o satırlardan hiç haberim yoktu. Müzeyi oluştururken o mektubu da arşivde buldum. Çok enteresan olduğu için büyütüp duvara astık. Çok acı bir şey tabii ki. Babanız tutuklanıp götürülüyor, hiç kimse arkada kalan ailesini, çocukları üzerindeki travmayı düşünmüyor. Sonra 35 gün geçiyor, babanız cezaevinden çıkıyor, hiçbir şey olmamış gibi hayata devam ediliyor ama sizin üzerinizdeki psikolojik etki uzun yıllar sizle kalıyor. Yıllar sonra oturup düşündüğünüz zaman diyorsunuz ki ‘bisikleti geçtim, o hiç gitmeseydi, benden uzakta kalmasaydı’. O tarihlerde ben 9 yaşındaydım. 9 yaşındaki bir çocuk olarak her gün alışıyorsunuz babanızın görüntüsüne; bir anda kayboluyor. Aynısını ölümünde de yaşadım. O zaman 13 yaşındaydım, 5 Mayıs’ta uçağa binip gitmişlerdi Bulgaristan’a, ben de öğrenciydim, sabah uçak çok erken kalktığı için beni de uyandırmamışlardı. Ben vedalaşamadım babamla. Öpemedim, güle güle diyemedim. Bir ay sonra babamın aldığı bisiklete biniyordum. Bizim orada bir postane vardı, oranın önünden geçerken oradan bir memur bana ‘Işık gel’ dedi. ‘Git ablanı çağır’ dedi. Anlamadım ben hiçbir şey. Evde telefon falan da yok. O zaman Bulgaristan hükümeti devreye giriyor, hastaneden aranıyor. Ben gittim ablamı çağırdım. Ablam da hiçbir şeyden habersiz. Telefondaki annemmiş. Babamın öldüğünü söylüyordu. Bu ikisinde de büyük bir şok yaşıyorsun çocuk yaşta.”

 

 


[email protected]