Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Dulda (Kasım-Aralık 2002)

Işık Öğütçü

 

BABAM ORHAN KEMAL

Herkes hayatım romandır der. Doğrudur. Herkesin anlatacağı pek çok hikayesi vardır. Bu hikayeler kimi zaman gün ışığına çıkar kimi zaman insan hayatından silinir gider. Oysa Orhan Kemal’ in yaşamı gerçek bir romandır.

Kendisinin de üzerinde çalıştığı büyük projesini (Romancının Romanı), şayet erken yaşta ölmeseydi, kendi romanını (her ne kadar daha önce yazdığı biyogrofik romanları olsa da) büyük coşkuyla yazacaktı. ”...Yüksek ağaçların tepesinden vurup sık yapraklardan süzülerek nemli toprağa parça parça dökülen güneş. Kaçıyordu ziynet Nemli orman toprağına dökülmüş güneş parçalarını çiğneyerek kaçıyor, kaçıyordu...”

1914’ de Ceyhan’ da dünya’ ya geldiğinde, dedesi Çanakkale’ de topçu subayı olarak görev yapan babasına telgrafla doğum müjdesini verir. Orhan Kemal’ in ağzından şöyle yazar: ”Ben de bu dünyanın sıkıntısını çekmeye geldim.” Macera da böylece başlar.

Babasının ayrı bir tarihi kişiliği vardır. Abdülkadir Kemali Bey, Osmanlı İmparatorluğu’ nda bir çok devlet görevi almış, İttihat ve Terakki’ ye hayran bir hukukçu, aynı zamanda gazetecidir. Yazdığı yazılardan hakkında soruşturmalar açılır, zaman zaman cezaevinde yatar.

Kendi deyişiyle 9 defa tutuklanmış, toplam 4,5 yıl hapiste yatmıştır. ( “Hatıratım” adı altında tuttuğu notlar yakında gün ışığına çıkacaktır). İlk Meclis’ te (1920 - 1923) Kastamonu Milletvekilidir. Daha sonra serbest avukatlık ve çiftçilik yapar. 1930 yılına geldiğimizde Serbest Fıkra kurulunca, artık parti kurmak serbest düşüncesiyle Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurar. Ama yanılır. Önce Serbest Fırka kapatılır. Abdülkadir Kemali Bey’ de partisini kapatır ve yurt dışına sürgüne gönderilir. Bu sürgün tam 9 yıl sürecektir. Orhan Kemal 1931 - 1932 yıllarında Beyrut’ ta babası ile birlikte lokanta işletecek, Eleni’ ye aşık olacak ve yurt hasreti ağır basarak Türkiye’ ye geri dönecektir. 1937 yılına kadar çeşitli işlerde çalışır, futbol oynar ve okur. Katip olarak çalıştığı Milli Mensucat Fabrikasında, dokumalarda çalışan boşnak kızına fena tutulur. 1937’ de evlenirler.

1938’de ilk çocuğu olan kızı dünyaya gelir. 1940 yılında cezaevinde iki yaşındaki kızına şiir yazar: ”Bir parçacık et gibi dünyaya gelen kızım / Yaşamışsın ölmüşsün... ne kadar kayırsızım / Çünkü baban bilir ki ölmek de yaşamaktır /... / Onun için korkma kızım sen mutlaka yaşarsın / Merak edip geldiğin bu yolları aşarsın / Hem bil ki yaşayanlar günahı sevenlerdir / Her gün biten yaprağı çevirebilenlerdir...”

1938 yılının ilk baharında askere gider. Kendi yaşamının, duygularının verdiği coşkuyla ülke sorunlarını, sanat, edebiyat, politika konularında devamlı konuşmaktadır. Bu konuşmaları doğal olarak, birileri mutlaka takip etmektedir ve beklenen sonuç gecikmez. Yasanın 54. maddesine muhalefetten beş yıl hüküm giyer. Kendisi şöyle yazar: ”... bu babası politikacı olan bir genç adamın, babası gibi politik bir meseleden dolayı tutuklanması gururumu okşamış, kedimi ’devletin uğraştığı önemli bir adam’ gibi görmeye başlamıştım. Hazır o sırada Nazım Hikmet’ te tutuklanmıştı. Demek ki ben de onun kadar değilse bile, ona yakın bir siyasiydim, cezaevine yollandım. Mahkumlar beni düşüncelerime uygun şekilde, bir kahraman gibi karşıladılar. Elim kalem tutuyordu. Fakir fukaraya dilekçeler, hatta temyiz layihaları yazıyor, karşılığın da on para bile almıyordum. Bunun için seviyorlardı beni...”

Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yatar. Bursa cezaevinde Nazım Hikmet’ le tanışması sanatının yönünü de tayin eder. Nazım Hikmet bir gün düz yazısını okur. Arkasından “aman kardeşim! bırak şiiri. Sen nesir adamısın. Hikaye yaz, roman yaz” der... bu suretle realist yolu kendime seçtim. Hikayeler yazıyorum artık. Hemde büyük bir coşkunlukla. Bol ve zengin bir yaşantım vardı. Edebiyatımıza hiç girmemiş “fabrika” yı gayet iyi biliyordum. İşçi hayatı yabancım değildi... 26 Eylül 1943’ te cezaevinden çıkar. Babası da sürgünden dönmüştür. Evini geçindirmesi için çalışması gerekmektedir. Tekrar katiplik, hamallık, puantörlük, sebze komisyonculuğu, Verem Savaş ve Adana Bağ ve Bahçeler Derneklerinde muhasiplik yapar. Bu arada yazmaktadır ve 1949’ da ilk kitabı Varlık’ ta yayınlanır. ”Baba Evi”. 1944 ve 1949‘ da iki çocuğu daha dünyaya gelir. 1951 yılında artık Adana’ ya veda etmesi gerekecektir. Adana’ da çeşitli baskılar, geçim sıkıntısı Orhan Kemal’ i yeni bir geleceğe sürükleyecektir. İstanbul’ da önce hapishane arkadaşı İzzet’ in Kasımpaşa’ daki evinin bir odasında kalırlar. Daha sonra sırasıyla Fener ve Unkapanı semtlerine geçeceklerdir. Unkapanı’ nda oturduğu yıllarda “Vukuat Var” 
isimli romanı 1954 yılında Dünya gazetesinde tefrika edilmektedir. Bazı kışkırtmalar sonucunda “Vukuat Var” ile ilgili olarak hem gazeteye hem Orahn Kemal’ e mektuplar gelmektedir. Orhan Kemal, bu mektuplara 14-3-1954 tarihinde Dünya gazetesinde cevap yazar: ”... yalnız şurada şunu bilhassa belirtmek istiyorum ki; ben bu romanımla yurdumu ve yurdum insanlarını ayırmaksızın - seven bir yazar olarak hakaret ettim... evet, tebrik edilmesi lazım gelen bir iş yapmanın gururu içindeyim; yanlış, batıl, gerçeğe uymayan bir zihniyetle savaş halindeyim. Çünkü yalnız güney bölgelerimizde değil, yurdumuzun hemen her tarafında Çerkezlik, Abazalık, Lazlık, Boşnaklık, Arnavutluk, Kürtlük vesaire gibi ayrılık gayrılık, zaman zaman halk arasında görülür. Ben böyle ayrılık gayrılıkların ortadan kalkmasını, lafta değil, gerçekte de ”kaynaşmış bir kitle” olmamızı arzuluyorum. Ben mevcut olan bir şeyi yazdım. Kendim uydurmadım, dramını belirtmek istedim... ”1957’ de dördüncü çocuğu doğar ve yeni eserler sürekli yazmaktadır. 1960' lı yıllara gelindiğinde ekonomik sıkıntılar devam etmektedir. Hatta bir keresinde bir arkadaşının önerisi üzerine iki buzdolabı alınır, bunlar peşin paraya ucuz satılarak evin kirası, ailenin o anlık ihtiyaçları giderilir. O iki buzdolabının borcu uzun aylar süresince ödenerek bitirilir. 1966 yılında, Sultanahmet cezaevinde 35 gün yatar. Daha sonra bu davadan da beraat eder. Yine taşınmalar başlamıştır. 1966 yılında Fatih semtine, 1967 yılında da Basınköy’ e taşınılır. Basınköy’ deki ev oğlunun verdiği borç parayla alınır. Bu arada tiyatro oyunları oynanmaya başlar. Oyunlar çok büyük başarı kazanır. 1969 yılında ilk defa pasaport verilmiş ve davetli olarak Moskova’ ya gitmiştir. Orada çeşitli incelemeler yapmış, sağlık kontrolünden geçmiş, fakat tedavisini tamamlamamış, Türkiye’ ye dönmüştür. 1970 yılın da ise yine davetli olarak Bulgaristan’ a gitmiş, orada yapılan bir söyleşide dış ilişkilerimizle ilgili enteresan bir yorum yapmıştır. ”... iki millet halkları kardeşçe yaşadığı gibi, zaman zaman da politik nedenlerle karşı karşıya gelip dövüşmüşlerdir. Sevişmek ve dövüşmek milletleri birbirine kaynaştırır. Düşmanlıklar tarihin karanlıkları içinde unutulmalı, yerini temiz, tertemiz dostluk ve kardeşlik almalıdır kanısındayım.”

Son röportajı yaparak, son günlüklerini yazarak ömrünü 2 Haziran 1970‘ de tamamladı. O, hep halkı için yazdı. Oğluna yazdığı son mektuplarından birinde, çok ama çok sevdiği halkı için şunları yazdı: ”... fakir, ezilmiş, zavallı, hor görülmüş halkımı ayaklar altına alacak romanlaraysa milyonlar verseler benim için önemli değil. Her türlü geriliğe, zaman zaman hainliğe rağmen, suç onun değil. Yüzyıllar boyunca ona ne verilmiş ki ne isteniyor. Oyunu kurtlarına veriyorsa suç onun mu? ”akrep gibisin kardeşim” de denilebilir. Doğrudur, ama onlar gene, her zaman, her şeye rağmen haklıdırlar. Geç, güç, lakin akıllarını yavaş yavaş da olsa başlarına toplayacaklar ve bizzat kendilerinden başka onlara yar olanın bulunmayacağını anlayacaklar bir gün. Ben buna inanıyorum. ”O, aramızda hala yaşıyor, sadece ailesinin değil tüm Türk halkının kalbinde, ona inanıyorum. Bugün göz ardı edilse de ben onun şu düşüncelerine yürekten katılıyorum: ”İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımla yapmaya çalıştım, kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.”


[email protected]