Ana Sayfa | |||
İnternette Orhan Kemal |
|||
|
|||
Evrensel (2 Haziran 1996) |
|||
|
|||
Haziranda Ölümsüzleşmek Edebiyatımızın Haziranda yitirdiği üç ustası: Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmet Arif “Büyük Gazete’ de ‘Eskici ve Oğulları’ nı takip ediyormusun bilmem. Seveceğini sanırım’ diye yazmış Orhan Kemal, Fikret Otyam’ a 1960 yılının 4 Nisan’ ında. Bu romana 1959 yılının son aylarından beri yer ayırdığını yine Otyam’ a yazdığı mektuplarından öğreniyoruz: Akşam Gazetesi, olmazsa Zafer, bir kopyası Cumhuriyet’ te zaten... 24 Aralık 1959 tarihli mektubunda romanı “hazırlıkları tamamlanmak üzre bir mecmua, pardon dergiye” parasının bir kısmı “peşin”, üst yanını 26 Ocak’ ta almak üzre sattığını müjdeler. ”Bir aly senaryo işi var” dır, o ara “işler fena değil gibi” dir. Derginin adından, sonraki mektuplarda söz eder: ”Büyük Gazete”. Hazırlıklar sürmektedir. İşte ben bu dergide tanıdım Orhan Kemal’ i. Derginin sahibi Faiz Turhan’dı. Avukat. Solcu olarak adı kimi incelemelerde yer aldı. Füruzan Hüsrev Tökin, Arif Yesari dergiyi yönetenler arasındaydı. Melih Cevdet Anday, Adnan Özyalçıner sanat sayfasında derlemelerini okuduğum imzalardı. Ben Taşkızak’ tan arta kalan Cumartesi öğleden sonralarını orada değerlendiriyordum, sergi haberleri yazarak düzelti yaparak. Orhan Kemal’ i ilk kez orada gördüm. Cağaloğlu’ nda, Molla Fenari Sokak’taki ”Büyük Gazete” binasında. Hani Vatan Gazetesi’ nin yerinde bir kat otoparkı inşaatı yükseliyor ya o sokak. Bir ucu Çatalçeşme’ ye açılır. Tepeden tırnağa “pırıl pırıl, düzenli” görünüyordu. Gömleği lekesiz, pantolonu ütülü. Ayakkabıları boyalı. Başında fötrü. Yüzü, asıklığa yakın bir durgunlukta. Herkes mürettiphanede olmalıydı. Bana yöneticileri sordu galiba. Ben “kahvenizi nasıl içersiniz” diye yanıtladım ve alt kata koştum. ”Orhan Kemal geldi! Orhan Kemal”... Telifini almaya gittiğinde hep o endişeli yüzü taşıdığını, kimi yayın evlerinde kahve ısmarlamasını o gün para ödenmeyeceğine işaret saydığını, çok daha sonraları öğrenecektim. İkbal Kahvesi’ nde, Meserret Kıraathanesi’ nde, Varlık Yayınevi’ nde. Konuştukça. Tam takım elbisesiyle dolaşması, ayakkabılarına gösterdiği özen belki de bir savunma yoluydu. Ya da giydiklerinin eksikliğini gizlemek isteği. Şiirlerim içinse bir önerisi vardı, Gorki’ nin Ana’ sı gibi bir tip yaratmak. Öyle bir edası mı olur, öyle bir imge mi, benim bileceğim çözeceğim şey. Ama bir ana şiiri yazılmalıydı. Hala uğraşıyorum dediğini yapmak için. Orhan Kemal, sonraları iyi arkadaşım oldu. Yaşamımın kimi yanlarını ”kadın gözüyle yargılama” için anlatan. Öykülerindeki genç kız karakterlerinin, davranışlarının, ruh çözümlemelerinin irdelemelerini yaptırdığı. Sabah erken kalkıp çalıştığını, Cibali’ de eski bir evde oturduğunu bilirdik. Küçük sevinçlerinin Adana Kebab’ ta yada Aksaray’ da bir duble ile sınırlı oluşunu. Büyük oğlunun adının Nazım olduğunu da. Nazım Hikmet ile üç buçuk yıl aynı hapishanede yatmıştı. Bursa’ da. “Hapishane idaresinin beton sofası köşesinde duran eşyalarını Necati gösterdi: Pötikareli bir çula sarılı yatak dengi, meşini eskimiş iki bavul, bir sepet... Demek o da bizim gibi herhangi bir insandı, şiirden gayrı şeyler, fani şeylerde düşünebilir, yatak dengi, bavulu, sepeti olabilirdi? Fakat herhalde o ‘insanüstü’ bir şey, bir dahi! (...) Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmıştım... Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum... Bir an yüz yüze geliyoruz, sonra göz göze... Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor. Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın bekledi, yahut tanış bir yüz aradı. Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeye hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazıroldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye çalışarak: -Ben Nazım Hikmet! Dedi”... Orhan Kemal, şiirlerinden tanıyıp hayran olduğu Nazım Hikmet’ le tanışmasını, ”Nazım Hikmet’ le Üç Buçuk Yıl” adlı kitabında böyle anlatır. Bu kitap için: ”Kafamı bir limon gibi sıkıp akıttım. Biliyorum, biliyorum ki, Nazım Hikmet’ i ona layık olduğu şekilde yazamadım.” Ama bir olgu kesindir, sevinçleri, üzüntüleri, yazış biçimiyle Nazım Hikmet’ i o tanıtmıştır bize. Çilek sevişiyle, bir tavşan yavrusunun verilenleri yemeyişi yüzünden duyduğu kaygıyla, Orhan Kemal’ in öykü yazması gerektiği yargısı, dil öğrenmesi için verdiği uğraşla. Nazım Hikmet’ in yazdıklarını irdelemenin, ona duyulan hayranlığın, insanın kendisini geliştirmesi gerektiği, beslenmenin önemini ben Orhan Kemal’ den öğrendim. Nedense birinin adı ötekini anımsattı bana hep. Namuslu bir yazı işçisi diye anımsadım onları. Benzer sınıflardan gelip, işçi sınıfı adına sınıflarını reddedişlerini de unutmadım. Ölüm tarihleri onları daha iyi tanımak için ayrılmış günler oldu benim için. 2 Haziran Orhan Kemal’ in, 3 Haziran Nazım Hikmet’ in kitaplarına ayrıldı. Birde Asım Bezirci’ nin onlar için yazdığı kitaplara. Yeni baskısı Evrensel Basım Yayım’ da yapılan Nazım Hikmet ile Orhan Kemal incelemelerini okuyorum yeniden. Orhan Kemal ve Nazım Hikmet: Birinin adı ötekini anımsattı bana hep. Namuslu bir yazı işçisi diye anımsadım onları. Benzer sınıflardan gelip, işçi sınıfı adına sınıflarını reddedişlerini da unutmadım. Ölüm tarihleri onları daha iyi tanımak için ayrılmış günler oldu benim için. 2 Haziran Orhan Kemal’ in, 3 Haziran Nazım Hikmet’ in... 2 Haziran Ahmet Arif' in da ölüm günü. Hapishanedeki zulada mahzun bir resim, görüşmecinin ilettiği yeşil soğandan sezilen bahar da ölmüş müydü? LEYLİM LEYLİM 2 Haziran benim için Orhan Kemal’ in günü. Ama o gün, 1991’ de bir ustamı daha yitirdim. Ahmet Arif’ i. Onu da “Büyük Gazete” de tanımıştım. ”Maviya yangın mavisine” diye başlayan ilk dizesiyle çarpılmıştım. ”Hadi gel ay karanlık” dizesiyle sarhoşlaşmıştım. Su gibi ezberlemiştim şiiri. Kızgındım öte yandan. Ahmet Arif diye adamın biri, benim yazmak istediklerimi yazmıştı. Hem moderndi hem halk şairini anımsatıyordu. Kim bu? Fürizan Hüsrev Tökin, özetlemişti kısadan: 1927 Diyarbakır doğumluydu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi’ nde öğrenciyken siyasal inançları yüzünden tutuklanmış, ağır işlemlerden geçmişti. 1944 - 1955 yılları arasında yayımlanmıştı şiirleri dergilerde: İnkılapçı Gençlik, Meydan, Seçilmiş Hikayeler, Yeryüzü, Beraber, Yeni Ufuklar... O yüzden tanımıyordum. Kitabı yoktu. Daha sonra, Cemal Süreyya verdi adresini: Medeniyet Gazetesi, Ankara. Ve ben, o şiirin etkisiyle yazdığım bir şiirim için, mektup yazıp, Ahmet Arif’ ten özür diledim. Aldığım yanıtın ilk satırı ezberimde: 1 Hanım kızım benim senin kadar bir kızım var, Adile. Bugünlerde bir ameliyat geçirecek”. Sonra, yazdığın şiirin kendi şiiri ile akrabalığı olamadığı konusunda teminat veriyordu. Şiirlerini ”sahiden çalanlar olduğundan da” söz ediyordu. Ama belli ki önemsemiyordu. Şakacı, sevecen bir mektuptu. Cemal’ e ve Baylan! da “mevlüt gibi onun şiirlerini okuyanlara” “başınız pınar, ayaklarınız göl olsun” lu selamlar vardı içinde. Bu mektup, beni yolum Ankara’ ya düştüğünde onu görmek için yüreklendirdi. Ama, içten başlayan konuşmamız bir ara buz kesti. Uzun işkencelerin, hapishanelerin ozanlarda yaptığı yıpranmaları hesaba katmamıştım. Cemal’ den öğrendim, benden kuşkulanmıştı. Sonraları kimi hapishaneci ozanlarda görülen bir aksaklık: öfke ve kuşku. Sorgucuların kışkırttığı, arkadaşlara güvensizlik duygusu. Ona yeniden rastladığımda, oğlu filinta delikanlılığa dönmüştü. Tek kitabı. ”Hasretinden Prangalar Eskittim” fırtına gibi esiyordu. Yeniden yazmıyordu. Bir yarım şiir vardı elimizde, “Kalbim Dinamit Kuyusu” 2 Haziran günü İstanbul Lisesi’ nin bahçesinde, aşure gününde öğrendik ölümünü. ”Uy Havar” daki dizeler düştü aklıma: Ve sen daha demincek Yıllarda geçse demincek Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm Ömrümün sebebi, ustam sevgilim Yaran derine gitmiş Fitil tutmaz bilirim Hapishanedeki zulada mahzun bir resim, görüşmecinin ilettiği yeşil sovanda sezilen bahar da ölmüş müydü? Yarının çocukları için “güller” için postasını koymuş, resmini görmüş, “namus işçisi” şairler, yazarlar var oldukça umut ölür müydü? Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmet Arif ve niceleri, biz okudukça yaşamayacaklar mı? Haziran olanları öğrenmek için bir ay değil mi? |
|||
|
|||