Ana Sayfa | |||
İnternette Orhan Kemal |
|||
|
|||
Dünya Kitap (3 Kasım 2000) |
|||
|
|||
ORHAN KEMAL’in 30. Ölüm yıldönümünde küçük anılar Orhan Kemal Müzesini gezerken bir anda 40 yıl geriye gittim. On bir on iki yaşlarındaydım. Babamı sadece bir baba, eve yiyecek, giyecek getiren bir insan olarak görüyordum. Akşamları iki katlı ahşap evin küçük odasına ablam, ağabeyim, kardeşim, annem, babam hep beraber oturur, babamın sinirli ya da sakin durumuna göre tavır alırdık. Bizimle çok oturmazdı genellikle odasında olurdu. Yazılacak roman yada hikaye varsa, konuyu toparlamak için odasında bir aşağı bir yukarı dolaşıp sigara içer, kapısını gürültüyle açar, sert adımlarla tahta merdivenleri inip yemeğe gelir ve hiç konuşmazdı. Bizler de tembihli olduğumuzdan adeta nefesimizi tutardık. Bu sıkıntılı durum babamın daktilosunun başına oturması ile sona ererdi. Müzede duran daktilo beni bir an kırk yıl geriye götürüp anılarımın canlanmasını sağladı. Aklıma takılan evdeki anılarımdan birtanesi de, annemin bizlerden köşe bucak sakladığı çikulataları arama savaşı vererek bulmamızdı. Eve sadece bayramlarda alabildiğimiz çıkulataları bir sonraki bayrama saklayarak ekonomi sağlayacağını düşünen annem, çikulatayı saklama stratejisi uygulardı. Buda doğal olarak ekonomik sıkıntı içinde olmamızdan kaynaklanıyordu. Başta başkomutan Orhan Kemal olmak üzere bizler, annemin dikkatini başka yöne çekerek, Orhan Kemal’in komutasında evde çikulata arama operasyonu yapardık. Ve her zaman olduğu gibi çikulatalar bulunur paylaştırılır ve yenirdi. Annem bizlere kızsa da sonradan affederdi. Bunlar evimizin neşeli olaylarıydı. Bizlerde bu olaylarla neşelenerek ekonomik sıkıntılarımızı unutmaya çalışırdık. Ölümüne kısa bir zaman kalmıştı (ölümünden bir iki yıl önce) beraber İstiklal Caddesi’ndeki Degustasyon lokantasına gitmiştik. Benimle beraber olmak, beni konuşturmak çok hoşuna gidiyor olmalıydı. İçkilerimizi yudumlarken kapı açıldı, içeriye üstü başı kırışık, saçları dökülmüş oldukça zayıf, yaşlı bir adam titreyerek girdi. Yanımızdaki masaya oturdu. Bir kadeh rakı söyledi, kafasını yerden kaldırmıyordu, belli ki üzüntülüydü. Bu durum babama çok dokunmuştu. Düşünceye daldı. Hayatta belki yalnız kalmıştı. Gelini ona bakıyordu. Evde kalması istenmediğinden akşamlara kadar sokakta geziyordu ve bunun gibi daha neler neler. Bunları anlatırken gözlerinden iki damla yaş aktı. Çok duygulanmıştı. Cihangir’ de müzesini alt katında İkbal Kahvesi o eski İkbal Kahvesini canlandırdı gözümde. Şimdi Cağaloğlu’ nda halıcı dükkanı olan kahve, o yıllarda babam dahil pek çok yazara ev sahipliği yapmıştı. Babam daha gün doğmadan Cibali tütün fabrikasının ilk düdüğü ile yola çıkar, çoğu zaman Küçükpazar’ dan geçerek Sirkeci, Mahmutpaşa’ dan İkbal Kahvesi’ ne ulaşırdı. Başında hiç eksik etmediği fötr şapkası, üzerinde pardösü, daima ütülü pantolon, gıcır gıcır parlayan ayakkabıları ile kahveden içeri girdiğinde tüm yaşamında yanında olan arkadaşları Muzaffer Buyrukçu, Arap Talat, İhsan Hasırcı, Nurer Uğurlu onu sevgiyle selamlayıp aralarına alırlardı. İlk kahveler söylenip espriler patlatıldıktan sonra Muzaffer Buyrukçu ve Arap Talat, Toprak Mahsulleri Ofisindeki işlerine gitmek üzre ayrılırlar, babamda diğerleriyle konuşur, gülüşür daha sonra o da iş - para bulmak amacıyla kitapevlerine yada filmcilere yollanırdı. Yeni açılacak İkbal Kahvesi yeni sanatçılara misafirlik edecek mi bilmiyorum ama bundan sonra Orhan Kemal adı ile varlığını sürdürecektir. Bu küçük anılara eklemek üzere babamın günlüğünden bazı notları yazıyorum. 12 Temmuz 1956 Perşembe Kambur kambur üstüne. Birde çocukların sünneti bindi. Nuriye: Haydar sinemasında sünnet yapılacak. Çocuk başına onbeş lira! demişti. İyi bir fırsat. İyi bir fırsat ama, otuz papeli denkleştir denkleştirebilirsen. Ev kirasını kardeşim Uğur’ dan getirttim. Yüz elli lira. Yirmisi kiraya otuzuda günlük masraflara gitti. Düşündüm, taşındım. Aklıma zavallı kitaplarım geldi. Dört paket halinde sahaflara götürdük. Erol’ la. Altmış liralık kitabı onbeş liraya verdik. Sonra otuz lirada Edip’ ten borç aldım. Şair Edip Cansever çok iyi arkadaş. Mert. Ona da yüzelli lira borçlandım. Borç, borç, borç ... Belki fazla değil ama beni üzüyor. Kitaplarımı satınca öderim belki. Kitapçılarda çok isteksiz. Zaten Remzi’ den başka isteklide yok. Şaşılacak şey. Güya tanınmış, sevilen, aranan imzayım. Yazarla okuyucular arasında o kadar olumsuzluklar var ki. Yazarın sırtına binmiş hepsi. Hepsi yazarın zararına kazanıyor. Şimdi de kağıt yok teranesi tutturmuşlar. Olur inşallah. 11 Eylül 1956 Çarşamba Dün Nuriye ile Kemali Şile’ ye gittiler. Bugün sabaha karşı yağmur yağmaya başladı. Ooh! Öyle seviyorum ki yağmurlu havaları. İnsan terlemeden güneşten sıkılmadan ne güzel çalışıyor. Dün Yıldız’ ın bir hamaratlığı vardı. Mutfağı sildi süpürdü. Nazım’ ın yaptığı tahta rafa işlemeli bezler astı, keza ocağa da. Ben röportaj için Kumkapı’larda taban teptim nafile. (Çok çocuklu fedakar aile) Örneği vermekten kaçınıyorlardı. Yağmur hala uslu uslu yağıyor. 15 Aralık 1959 Pazartesi Bu gün Işık bir buçuk aylık. Tombul. Tıpkı tıpkısına Kemali ve Nazım. Kemali‘ nin çok kıskanacağını sanmıştık. Belki çok kıskanıyor ama belli değil. Dehşetli seviyor, öpüyor. Birisi sevmesi, öpmesin. Hemen. Bir hakkım oldu deyip öpüyor oğlanı. -Yamışmadan Kemali! diyoruz. Birde hoş sevişi var ki. -Aguşa, aguşa, aguşa diye. Saat sabahın yedisi. Cibali Tütün Fabrikasının borusu kalın öttü. Sokakta işe giden kadınlı erkekli işçilerin ayak sesleri ve konuşmaları. Nazım helaya giderken beni eli ile selamladı. Kemali Yıldız’ la aynı karyolada uyuyordu. Nuriye Sadiye Hanımla barıştı. Not: Orhan Kemal Ailesi olarak yaptığımız ve gelecek kuşaklara bıraktığımız Orhan Kemal Müzesi’ nin daima canlı tutulmasını arzuluyoruz. Bu müzeyi bizler kurduk, yaşatacak olan tüm halkımızdır. Orhan Kemal Kültür ve Sanat Koordinatörlüğü A.Kemali Öğütçü |
|||
|
|||