Ana Sayfa

Taraf - Sibel Oral - 2 Haziran 2010

 

40 yıllık yoksulluk bu

 

Roman ve hikâyelerinde toplumcu gerçekçi tarzıyla yaşamı boyunca yazarak ekmek kavgası veren Orhan Kemal bugün ölümünün 40. yılında anılıyor.

Tam 40 yıldır bir daktilo; ekmek ve dirlik kavgası uğruna gecenin karanlığını tuşlarının sesiyle delemiyor, fötr şapka yerinden kımıldamıyor, kahve fincanı eskisi gibi dolup boşalmıyor. Şehirde, köyde, Zehra’nın boynundaki urganda, işçi kızların utangaç tebessümünde, tarlada, fabrikada, köhne bir mutfakta, yahut kırık bir kaldırım taşında izi kaldı Orhan Kemal’in... Tam 40 yıldır Orhan Kemal oturmuyor masasına, dar sokaklarda dolaşmıyor, mahalle kahvelerinde soluklanmıyor. Hep yoksulluklarla, o ekmek kavgasıyla, “sosyalizm”in en çok yakıştığı dudaklar kımıldamıyor.

Kahırlı ülkesinde Maksim Gorki okuduğu için tutuklanarak cezaevinde yatan ama tuhaf bir tesadüfle Nâzım Hikmet’le aynı cezaevine düşen kahırlı bir adam Orhan Kemal... Bu kadar da değil tabii; hamal, amele, dokumacı, yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik suçundan beş yıl hüküm giyen bir adam Orhan Kemal... Çırçır fabrikasında işçi, ambarda memur, katip, hücre çalışması ve komünizm propagandası yüzünden mapus olan yine Orhan Kemal...

Yaşar Kemal: Bu zulümdür

Şimdilerde “Hanımın Çiftliği’nin kitabı çıkmış” diye heyecanlanan bir kuşak olsa da, bir zamanlar Türk romanı ve hikâyeciliği toplumsal gerçeklik ve yoksul insanların hayatlarını Orhan Kemal’den okudu sayfa sayfa... En çok köylüleri, işçileri, yoksulları yazdı, çünkü ona göre gerçekçi bir yazar her zaman en iyi bildiği şeyi yazmalıydı. Bu yoksul ve toplum karşısında ezilmiş olan hayatlar onun kaleminden öyle bir çıktı ki hiç ajite etmedi, fukaralık edebiyatı yapmadı. “Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir... Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler...” Evet, bu doğruydu! Yazının başında “kahırlı bir kalem” demiştik Orhan Kemal için. Türk edebiyatının diğer bir Kemal’i; Yaşar Kemal de bu kahrı şu sözlerle doğruluyor: “Şu insan soyu içinde Orhan Kemal kadar belaya, işkenceye, zülme dayanan çok az insan çıkmıştır... Senaryocular, en pespaye, aşağılık Avrupa romanlarından çaldıkları senaryoları Yeşilçam’da 5 bine okuturken, Orhan ancak 500 lira alabilir alın teri, gözünün nuru o hikâyelere... Çünkü Yeşilçam esnafı, polisin, hükümetin Orhan’ı sevmediğini bilir, çünkü Yeşilçam esnafı, Orhan’ın o gün öğleyin evinde çocuklarının ekmek beklediğini bilir. Asıl zulüm budur. Baskı, vahşet, utanılacak hal budur.”

Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal

Yarın 47. ölüm yıldönümünde anılacak olan Nâzım Hikmet’in de Orhan Kemal’in hayatında çok önemli bir yeri vardı şüphesiz. 1940 yılında Bursa Cezaevi’nde tanışırlar ve mavi mavi gülümseyen adam kendini tanıtır: “Ben Nâzım Hikmet.” Bu tanışma Orhan Kemal’in hayatının dönüm noktası olur. Nâzım’dan Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri alır, Kemal’i şiir yerine, roman ve öykü yazmaya teşvik eden de Nâzım olur.

Orhan Kemal’i anmak değil anlamak

Geçen yıl Orhan Kemal’i 95. yaşı nedeniyle andığımız bir yazıda sözü oğlu Işık Öğütçü’ye vermiştik. Öğütçü, “Kazakistan’ın önemli düşünürü Abay’ın sözünü daima hatırlarım, Babanın oğlu olma, insanlığın oğlu ol! Orhan Kemal’in oğlu mu olmak, yoksa insanlığın oğlu mu olmak gerekir? Sanıyorum, Orhan Kemal’in oğlu olmak bu iki kavramı da içinde barındırmak demektir” demişti. Şimdi onun romanlarını, hikâyelerini ve zorluklarla sürdürdüğü yaşamını tekrar düşündükçe anlıyoruz ki; Orhan Kemal gerçekten insanlığın oğluydu. Bugün onu ölümünün 40. yılında anıyoruz ama ölüm-doğum tarihiyle, romanlarının adıyla, hangi okulda okuduğuyla değil; aynen ondan öğrendiğimiz gibi “gerçekliğiyle” anıyoruz...

 

 


[email protected]