Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap - Mehmet Nuri Gültekin - 3 Haziran 2010

 

Gerçekçi edebiyatın büyük ustası Orhan Kemal

Ölümünün 40. yılında



Gerçekçi edebiyatı, çok yalınkat bir tanımlamayla, toplumsal hayattaki herhangi bir olayın, olgunun karakterlerini, olay örgüsünü öznel ve özgür yaratıcılıkla ele alınması olarak değerlendirdiğimizde, estetik boyutu ve yazarın yaşadığı çağı algılamadaki başarısından da söz etmek gerekecektir. Öznel ve nesnel gerçekliğin yaratıcı sanatçının perspektifinden yansıyan eserdir gerçekçi edebiyat. İşte, Orhan Kemal edebiyatımızda bütün bu özellikleri ortaya koyabilmiş bir sanatçıdır.


Mehmet Nuri GÜLTEKİN


Edebiyatın hayatla bağı konusundaki tartışmalar büyük bir külliyata sahip. Bütün bu gerçekçilik tartışmalarına elbette burada değinmeyeceğiz. Gerçekçiliğin Sovyet deneyimi ya da versiyonu edebiyatın hangi mecralara akabileceğinin de en büyük kanıtıdır. Diğer bir deyişle, edebiyatın başından itibaren yazarı kuşatıcı bir dünyada nasıl 'eserler' verebileceğinin de göstergesi oldu bu andığımız dönem. Fakat adı her ne kadar 'gerçekçi' olsa da, bu alandaki edebi eserlerin, bu kavramı hiç kullanmayan ya da (o zamanlar) haberdar olmayan sanatçılar tarafından ortaya konması, gerçekçi edebi eserin illa adı ve gayesi belirtilerek var edilemeyeceğini bizlere gösterdi.


TOPLUMSAL DEĞİŞİMİ KAVRAMAK


Zira Balzac veya Goethe'nin edebi değeri ve çağlarını kavrayışlarındaki hakikat ve samimiyeti herkes kabul edecektir. Bunun yanında 'parti edebiyatı' formatının ötesine geçemeyen fakat 'gerçekçi' olmak iddiasında olup gerçeği 'kavrayışında' estetik bir değer üretmekten çok uzak nice roman, tiyatro eseri ve şiir yazıldı. Ama bunlar, sadece 'yazılmış' ve 'yayınlanmıştır.' Edebiyat tarihindeki yerleri bugün bizlerin o tür eserleri hatırlamak için epey çaba sarf etmemizi gerektirdiği açıktır. 'Gerçekçi' iddiası tek başına yeterli değildir, hatta edebi üretimin başından 'gerçeği' yazma iddiasında olanların savrulacakları yer kaba bir natüralizmden, 'parti edebiyatına' uzanan bir yelpazedir ve bunun edebi değeri ya da estetik yaratıcılığı tartışma götürür bir durumdur.

Orhan Kemal'in yazdığı eserler, yarattığı karakterler, toplumun on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın ortalarına kadar yaşadığı değişimi, dönüşümün özeti gibidir. Fakat bütün bunları bir edebiyatçı duyarlılığı ve yöntemiyle yapar. Yazdığı eserlerin önemi, toplumsal değişimi kavramasındaki başarısından kaynaklanır. Türkiye'de yazar olarak geçinmenin zor dönemlerinde yazdıklarıyla ayakta kalabilmiş ve bugünlerden yarınlara kalıcılığını da başarmış bir romancı, hikâyeci, oyun yazarıdır. Ekonomik sıkıntılarına rağmen 1950 sonrasındaki büyük edebiyatçılar kuşağının en önde gelen temsilcilerinden biridir.

Türkiye'nin toplumsal değişim tarihini anlamaya çalışan birinin asla göz ardı edemeyeceği bir yazardır. Çünkü kendi dönemindeki dönüşümleri anlamasındaki başarısının yanında, bence asıl önemli olan, anladığı ve algıladığı gerçekliği anlatmasındaki başarıdır. Ortaya koyduğu eserlere baktığımız zaman karakterleri ve olay örgüsüyle canlı bir toplumsal dünya karşımıza çıkar. Kendi hayatından, köylülüğün değişen yapısına, göçe, kentteki kadınların, çocukların, erkeklerin nasıl var olma savaşı verdiklerine varıncaya kadar pek çok temanın kusursuz anlatımıyla karşılaşırız.

Onun Baba Evi sadece kendi hayatının bir kesitini anlatmaz, aynı zamanda imparatorluk sonrası değişen koşulların Çukurova ya da Beyrut'taki yansımasına dönüşür. Kendi yurdundan koparılmışların toplandığı yer olarak Beyrut ya da Kudüs'te zaman, aslında Osmanlı'dan sonraki dönemin nasıl bir trajediyi ortaya çıkardığının canlı bir mekânına dönüşür Baba Evi'nde. Bu otobiyografik romanın yayınlanma yılı 1949'dur ve bu eser aynı zamanda Mehmet Raşit'in 'Orhan Kemal' müstear adıyla edebiyata unutulmaz yer tutacağının kuvvetli bir başlangıcını oluşturur. Aynı olgunun devamını Cemile, Arkadaş Islıkları gibi romanlarla sürdürür.


HAPİSHANE VE ÇUKUROVA


Burada, Türkiye'deki roman tartışmalarının önemli bölümünü işgal eden ve mutlaka değinmemiz gereken bir başka konu daha var. Orhan Kemal bir köy romancısı değil. Romanlarına konu ettiği de doğrudan köy değildir. Onun eserlerindeki köylülük kapitalizmle, kentle, pazarla tanışmış köylülerin değişen hayat yolculuklarıdır. Köy değişmektedir ve devasa bir köylü nüfus büyük kentlerin ucuz emek pazarına doğru büyük biz hızla akmaktadır. Bu akışta muazzam sınıfsal, kültürel karşılaşmalar yaşanır. Orhan Kemal bu karşılaşma olgusunu, kırsal toplumsal yapının çözülmesini kentle ve kentliyle çelişkilerini bütün insani çıplaklığıyla kavrar ve anlatır. Bereketli Topraklar Üzerinde, Gurbet Kuşları bu büyük kavrayışın romanlarıdır.

Diğer taraftan kendisinin de yolunun geçtiği hapishaneler bu memleket gerçeğinin en önemli yanlarından biridir. Pek çok romanında yolu hapishaneye düşen karakterlere rastlanır ama 72. Koğuş ayarında bir eserin edebiyatımızdaki müstesna yerinin hakkını teslim etmek gerekir. Toplumsal tarihimizin acı gerçeklerinden birisi olan 'mahsus mahal' Orhan Kemal'in küçük ama edebi değeri çok büyük olan 72.Koğuş'unda şiirsel bir anlatıma kavuşur. Yolu tiyatrodan geçen her kentin ya da her oyuncunun mutlaka bir şekilde karşılaştığı bu eser, demir parmaklıkların dünyasını büyük bir ustalıkla anlatır. Gerçekçiliğinin nasıl işlediğinin en iyi görülebileceği eserlerinden biridir 72.Koğuş. Mehmet Raşit'i 'Orhan Kemal' yapan, uğruna hapisler yattığı Nâzım Hikmet'le buluşmasının da mekânıdır mahpushane. Edebiyatının, yazarlığının, ondaki sanatçı cevherinin keşfedildiği yerdir.

Çukurova, her daim Orhan Kemal'in romanlarında ayrı bir yere sahip. Onun Adana ve Çukurova'ya dair yazdıkları, usta bir edebiyatçının olduğu kadar bir sosyal bilimcinin titizliği ve gözlemciliğiyle dolu. Makineleşme, göç, ırgatlar, kadınlar, çocuklar, ağalar, cehalet, ihanet, aşk, sömürü, tutku ve insana dair bilumum ilişkiler, onun Çukurova konulu romanlarında kendine yer bulur. Kapitalist pazara eklemlenen, köylünün ucuz emek olarak çırçır ve dokuma fabrika önlerinde düşük ücretli bir iş için kuyruklar beklediği, sıtmanın, sıcağın ve pamuğun diyarıdır Çukurova ve o, değişmeye başlayan Çukurova'yı Muzaffer Bey'le, Topal Eskici'yle, Güllü'yle, Muhsin Usta'yla anlatır bizlere. Değişen ekonominin nasıl yeni insan tipleri yarattığını karakterleriyle ölümsüzleştirir.

Çukurova'nın ilk dönemlerde köylü nüfusun ilk durağı olduğunu, belli bir merhaleden sonra Adana'nın ve Çukurova'nın bu kitleye yetmediğini, dar geldiğini, en nihayetinde İstanbul'a aktığını görür. Zira büyük toprak sahipliğinin son ceberut temsilcisi Muzaffer Bey'in bile çöküşü ve dönüşümü engelleyemeyeceğini, artık uçsuz bucak arazilerin, korkunç gürültülerle çalışan fabrikaların yeni sahip ve ortaklarının varlığını, kültürel çelişkileri anlatır bize Vukuat Var'dan, Kanlı Topraklar'a kadarki seride. Dahası, yeni dönemin farklılığını, eski ve zaman dışı bir karakterle ölümsüzleştirir: 'Murtaza.' Adana'ya, Çukurova'ya yeni gelmiş bir göçmen olsa da Murtaza, 'ideal bir yurttaş' yaratma gayretinin trajikomik ve bir o kadar da korkunç sonucudur. Türk edebiyatında tip yaratmanın eksikliğinin büyük bölümünü Murtaza doldurur. Düdüğü, üniforması, sorgulanamaz amirleri ve emirleri, yasakları, otoriteye sorgusuz sualsiz teslimiyetiyle sokakta can bulan bir karakterdir. Çok rahat rastlanabilecek, her an karşılaşılan canlı biridir o.

Orhan Kemal için karakterler bütün dar tanımlamalarından sıyrılarak, sınıfsal ve insan nitelikleriyle toplumda var olur. Dolayısıyla hiçbir etnik ya da dini özelliğe yaslanan anlatım yoktur onun romanlarında. Karakter, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi olarak var olur ama bunun üzerinden bir dünya yaratmaz Orhan Kemal; bunun yerine çok daha güçlü olan hümanizmiyle karakterlerin sınıfsal ve insani aidiyetlerinin her şeyin üstünde olduğunu özellikle belirtir.

Onunki son derece kozmopolit bir dünyadır. Karakterleri belirleyen yaşadıkları sosyal koşulların nesnel güçleridir. İstanbul, Beyrut, Adana ya da başka bir yerde, karakterlerin dünyası umutlu bir dünyadır. Bütün yokluk ve yoksulluğuna rağmen ümitli ve iyimserdir. Tıpkı onun çocuk karakterleri gibi. Yaşanılan bütün olumsuz koşullara rağmen insan soyunun mutlu ve umutlu geleceği konusunda iyimserdir Orhan Kemal.

Burada Orhan Kemal'in yazarlığı anlatılırken değinilmesi gereken başka bir özelliği daha vardır. O da, eserlerindeki diyalogların başarısı ve kurgulanışındaki ustalıktır. Karakterler sayfalarca konuşturulur ama tek bir cümle bile onların dünyasının dışındanmış izlenimi uyandırmaz, okuyucuyu sıkmaz, eğreti durmaz. Onların konuşmalarına, sofralarına, evlerine, kızgınlıklarına ortak oluyormuşuz hissi uyandıracak kadar başarılı diyalogları bulunur. Oysa edebiyatın imkânlarıyla betimlemenin zorluğunu herkes kabul eder fakat kurgulanan dünyada diyalogların karakterlerin ağzındaki duruşu yazarın başarısının en önemli noktalarından birini oluşturur.

Sayfalar süren başarılı diyalogların Türk edebiyatındaki en başarılı örnekleri olduğunu söylemek mümkün. Dili, duyguyu ve dünyayı çok iyi bilir Orhan Kemal. Anlattığı hiçbir olayın, karakterin ya da dünyanın yabancısı, basit dıştan anlatıcısı gibi durmaz. Kitaplarını okurken, bir hakikat ve samimiyet hissine kapılırsınız.

Aramızdan ayrılışının üzerinden kırk yıl geçti. Kültürün, edebiyatın ve sanatın çok değişimler geçirdiği bu sürede bugün hâlâ Orhan Kemal'i okuyup, konuşup onun yazdıkları üzerine araştırmalar yapabiliyorsak bu onun ne derece büyük bir edebiyatçı olduğunun da göstergesi. Bugün Orhan Kemal'in yazdıkları edebiyat dünyasında, televizyonda, tiyatroda güncelliğini koruyor ve bundan sonra da koruyacaksa, pek tabii bu onun büyük bir edebiyatçı olmasıyla ne kadar ilgiliyse, onun unutulmaması için insanüstü bir çaba sarf eden başta Işık Öğütçü ve Orhan Kemal Kültür Merkezi'nin katkılarıyla da ilgilidir. Daha çok okunması ve anlaşılması gerekiyor Orhan Kemal'in. Bunu pek çok yazar ve edebiyatçıdan daha ziyade hak ediyor. Bu hakkın teslimini sağlayacak olan onu gelecek kuşaklara taşıyacak olan biz okuyucularız hiç kuşkusuz.
 

 


[email protected]