GERÇEKÇİ EDEBİYATIN BÜYÜK USTASI: ORHAN KEMAL
|
|
|
|
Edebiyatın hayatla bağı konusundaki tartışmalar büyük bir külliyata
sahiptir. Bütün bu gerçekçilik tartışmalarına elbette burada
değinmeyeceğiz. Gerçekçiliğin Sovyet deneyimi ya da versiyonu
edebiyatın hangi mecralara akabileceğinin de en büyük kanıtıdır.
Diğer bir deyişle, edebiyatın başından itibaren yazarı kuşatıcı bir
dünyada nasıl "eserler" verebileceğinin de göstergesi oldu bu
andığımız dönem. Fakat adı her ne kadar "gerçekçi" olsa da, bu
alandaki edebi eserlerin, bu kavramı hiç kullanmayan ya da (o
zamanlar) haberdar olmayan sanatçılar tarafından ortaya konması,
gerçekçi edebi eserin illa adı ve gayesi belirtilerek var
edilemeyeceğini bizlere gösterdi. Zira Balzac veya Goethe'nin edebi
değeri ve çağlarını kavrayışlarındaki hakikat ve samimiyeti herkes
kabul edecektir. Bunun yanında "parti edebiyatı" formatının ötesine
geçemeyen fakat "gerçekçi" olmak iddiasında olup gerçeği
'kavrayışında' estetik bir değer üretmekten çok uzak nice roman,
tiyatro eseri ve şiir yazıldı. Ama bunlar, sadece "yazılmış" ve
"yayınlanmıştır". Edebiyat tarihindeki yerleri bugün bizlerin o tür
eserleri hatırlamak için epey çaba sarf etmemizi gerektirdiği
açıktır. "Gerçekçi" iddiası tek başına yeterli değildir; hatta edebi
üretimin başından "gerçeği" yazma iddiasında olanların
savrulacakları yer kaba bir natüralizmden, "parti edebiyatına"
uzanan bir yelpazedir ve bunun edebi değeri ya da estetik
yaratıcılığı tartışma götürür bir durumdur.
Fakat gerçekçi edebiyatı, çok yalınkat bir tanımlamayla, toplumsal
hayattaki herhangi bir olayın, olgunun karakterlerini, olay örgüsünü
öznel ve özgür yaratıcılıkla ele alınması olarak
değerlendirdiğimizde, estetik boyutu ve yazarın yaşadığı çağı
algılamadaki başarısından da söz etmek gerekecektir. Öznel ve nesnel
gerçekliğin yaratıcı sanatçının perspektifinden yansıyan eserdir
gerçekçi edebiyat.
İşte, Orhan Kemal edebiyatımızda bütün bu özellikleri ortaya
koyabilmiş bir sanatçıdır. Yazdığı eserler, yarattığı karakterler,
toplumun on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyılın ortalarına kadar
yaşadığı değişimi, dönüşümün özeti gibidir. Fakat bütün bunları bir
edebiyatçı/sanatçı duyarlılığı ve yöntemiyle yapar. Yazdığı
eserlerin önemi, toplumsal değişimi kavramasındaki başarısından
kaynaklanmaktadır. Türkiye'de yazar olarak geçinmenin zor
dönemlerinde yazdıklarıyla ayakta kalabilmiş ve bugünlerden
yarınlara kalıcılığını da başarmış bir romancı, hikayeci, oyun
yazarıdır. Ekonomik sıkıntılarına rağmen 1950 sonrasındaki büyük
edebiyatçılar kuşağının en önde gelen temsilcilerinden biridir.
Türkiye'nin toplumsal değişim tarihini anlamaya çalışan birinin asla
göz ardı edemeyeceği bir yazardır. Çünkü kendi dönemindeki
dönüşümleri anlamasındaki başarısının yanında, bence asıl önemli
olan, anladığı/algıladığı gerçekliği anlatmasındaki başarıdır asıl
Orhan Kemal'in üzerinde durulması gereken yanlarından biri. Ortaya
koyduğu eserlere baktığımız zaman karakterleri ve olay örgüsüyle
canlı bir toplumsal dünya karşımıza çıkar. Kendi hayatından,
köylülüğün değişen yapısına, göçe, kentteki kadınların, çocukların,
erkeklerin nasıl var olma savaşı verdiklerine varıncaya kadar pek
çok temanın kusursuz anlatımıyla karşılaşırız.
Onun "Baba Evi" sadece kendi hayatının bir kesitini anlatmaz; aynı
zamanda imparatorluk sonrası değişen koşulların Çukurova'da ya da
Beyrut'taki yansımasına dönüşür. Kendi yurdundan koparılmışların
toplandığı yer olarak Beyrut ya da Kudüs'te zaman, aslında
Osmanlı'dan sonraki dönemin nasıl bir trajediyi ortaya çıkardığının
canlı bir mekânına dönüşür "Baba Evi"nde. Bu otobiyografik romanın
yayınlanma yılı 1949'dur ve bu eser aynı zamanda Mehmet Raşit'in
"Orhan Kemal" müstear adıyla edebiyata unutulmaz yer tutacağının
kuvvetli bir başlangıcını oluşturur. Aynı olgunun devamını "Cemile",
"Arkadaş Islıkları" gibi romanlarla sürdürür.
Burada mutlaka değinmemiz gereken bir başka konu daha vardır ki,
Türkiye'deki roman tartışmalarının önemli bölümünü işgal eder. Orhan
Kemal çok kesin bir biçimde söylemeliyiz ki, bir köy romancısı
değildir ve romanlarına konu ettiği de doğrudan köy değildir. Onun
eserlerindeki köylülük kapitalizmle, kentle, pazarla tanışmış
köylülerin değişen hayat yolculuklarıdır. Köy değişmektedir ve
devasa bir köylü nüfus büyük kentlerin ucuz emek pazarına doğru
büyük bir hızla akmaktadır. Bu akışta muazzam sınıfsal, kültürel
karşılaşmalar yaşanmaktadır. Orhan Kemal bu karşılaşma olgusunu,
kırsal toplumsal yapının çözülmesini kentle ve kentliyle
çelişkilerini bütün insani çıplaklığıyla kavrar ve anlatır.
"Bereketli Topraklar Üzerinde", "Gurbet Kuşları" bu büyük kavrayışın
romanlarıdır.
Diğer taraftan kendisinin de yolunun geçtiği hapishaneler bu
memleket gerçeğinin en önemli yanlarından biridir. Pek çok romanında
yolu hapishaneye düşen karakterlere rastlanır ama "72. Koğuş"
ayarında bir eserin edebiyatımızdaki müstesna yerinin hakkını teslim
etmek gerekir.
Toplumsal tarihimizin acı gerçeklerinden birisi olan "mahsus mahal"
Orhan Kemal'in küçük ama edebi değeri çok büyük olan "72.Koğuş"unda
şiirsel bir anlatıma kavuşur. Yolu tiyatrodan geçen her kentin ya da
her oyuncunun mutlaka bir şekilde karşılaştığı bu eser, demir
parmaklıkların dünyasını büyük bir ustalıkla anlatır.
Gerçekçiliğinin nasıl işlediğinin en iyi görülebileceği eserlerinden
biridir "72.Koğuş". Mehmet Raşit'i "Orhan Kemal" yapan, uğruna
hapisler yattığı Nazım Hikmetle buluşmasının da mekânıdır
mahpushane. Edebiyatının, yazarlığının, ondaki sanatçı cevherinin
keşfedildiği yerdir.
Çukurova, her daim Orhan Kemal'in romanlarında ayrı bir yere sahip
olmuştur. Onun Adana'ya ve Çukurova'ya dair yazdıkları, usta bir
edebiyatçının olduğu kadar bir sosyal bilimcinin titizliği ve
gözlemciliğiyle doludur. Makineleşme, göç, ırgatlar, kadınlar,
çocuklar, ağalar, cehalet, ihanet, aşk, sömürü, tutku ve insana dair
bilumum ilişkiler onun Çukurova konulu romanlarında vardır.
Kapitalist pazara eklemlenen, köylünün ucuz emek olarak çırçır ve
dokuma fabrika önlerinde düşük ücretli bir iş için kuyruklar
beklediği, sıtmanın, sıcağın ve pamuğun diyarıdır Çukurova. Ve o,
değişmeye başlayan Çukurova'yı Muzaffer Bey'le, Topal Eskici'yle,
Güllü'yle, Muhsin Usta'yla anlatır bizlere. Değişen ekonominin nasıl
yeni insan tipleri yarattığını karakterleriyle ölümsüzleştirir.
Çukurova'nın ilk dönemlerde köylü nüfusun ilk durağı olduğunu, belli
bir merhaleden sonra Adana'nın ve Çukurova'nın bu kitleye
yetmediğini, dar geldiğini, en nihayetinde İstanbul'a aktığını
görür. Zira büyük toprak sahipliğinin son ceberut temsilcisi
Muzaffer Bey'in bile çöküşü ve dönüşümü engelleyemeyeceğini, artık
uçsuz bucak arazilerin, korkunç gürültülerle çalışan fabrikaların
yeni sahip ve ortaklarının varlığını, kültürel çelişkileri anlatır
bize "Vukuat Var"dan, "Kanlı Topraklar"a kadarki seride. Dahası,
yeni dönemin farklılığını, eski ve zaman dışı bir karakterle
ölümsüzleştirir: "Murtaza". Adana'ya, Çukurova'ya yeni gelmiş bir
göçmen olsa da Murtaza, "ideal bir yurttaş" yaratma gayretinin
trajikomik ve bir o kadar da korkunç sonucudur. Türk edebiyatında
tip yaratmanın eksikliğinin büyük bölümünü Murtaza doldurur. Düdüğü,
üniforması, sorgulanamaz amirleri ve emirleri, yasakları, otoriteye
sorgusuz sualsiz teslimiyetiyle sokakta can bulan bir karakterdir.
Çok rahat rastlanabilecek, her an karşılaşılan canlı biridir o.
Orhan Kemal için karakterler bütün dar tanımlamalarından sıyrılarak,
sınıfsal ve insan nitelikleriyle toplumda var olurlar. Dolayısıyla
hiçbir etnik ya da dini özelliğe yaslanan anlatım yoktur onun
romanlarında. Karakter, Türk, Kürt, Rum, Ermeni, Yahudi olarak var
olur ama bunun üzerinden bir dünya yaratmaz Orhan Kemal; bunun
yerine çok daha güçlü olan hümanizmiyle karakterlerin sınıfsal ve
insani aidiyetlerinin her şeyin üstünde olduğunu özellikle belirtir.
Onun dünyası son derece kozmopolit bir dünyadır. Karakterleri
belirleyen yaşadıkları sosyal koşulların nesnel güçleridir.
İstanbul, Beyrut, Adana ya da başka bir yerde, karakterlerin dünyası
umutlu bir dünyadır. Bütün yokluk ve yoksulluğuna rağmen ümitvar ve
iyimserdir. Tıpkı onun çocuk karakterleri gibi. Yaşanılan bütün
olumsuz koşullara rağmen insan soyunun mutlu ve umutlu geleceği
konusunda iyimserdir Orhan Kemal.
Burada Orhan Kemal'in yazarlığı anlatılırken değinilmesi gereken
başka bir özelliği daha vardır. O da, eserlerindeki diyalogların
başarısı ve kurgulanışındaki ustalıktır. Karakterler sayfalarca
konuşturulur ama tek bir cümle bile onların dünyasının dışındanmış
izlenimi uyandırmaz, okuyucuyu sıkmaz, eğreti durmaz. Onların
konuşmalarına, sofralarına, evlerine, kızgınlıklarına ortak
oluyormuşuz hissi uyandıracak kadar başarılı diyalogları
bulunmaktadır. Oysa edebiyatın imkânlarıyla betimlemenin zorluğunu
herkes kabul eder fakat kurgulanan dünyada diyalogların
karakterlerin ağzındaki duruşu yazarın başarısının en önemli
noktalarından birini oluşturmaktadır. Sayfalar süren başarılı
diyalogların Türk edebiyatındaki en başarılı örnekleri olduğunu
söylemek mümkün olmaktadır. Dili, duyguyu ve dünyayı çok iyi bilir
Orhan Kemal. Anlattığı hiçbir olayın, karakterin ya da dünyanın
yabancısı, basit dıştan anlatıcısı gibi durmaz. Bir hakikat ve
samimiyet hissine kapılırsınız kitaplarını okurken.
Aramızdan ayrılışının üzerinden kırk yıl geçti. Kültürün, edebiyatın
ve sanatın çok değişimler geçirdiği bu sürede bugün hâlâ Orhan
Kemal'i okuyup, konuşup onun yazdıkları üzerine araştırmalar
yapabiliyorsak bu onun ne derece büyük bir edebiyatçı olduğunun da
göstergesidir. Bugün Orhan Kemal'in yazdıkları edebiyat dünyasında,
televizyonda, tiyatroda güncelliğini koruyor ve bundan sonra da
koruyacaksa, pek tabii bu onun büyük bir edebiyatçı olmasıyla ne
kadar ilgiliyse, onun unutulmaması için insanüstü bir çaba sarf eden
başta Işık Öğütçü ve Orhan Kemal Kültür Merkezi'nin katkılarıyla da
ilgilidir. Daha çok okunması ve anlaşılması gerekiyor Orhan
Kemal'in. Bunu pek çok yazar ve edebiyatçıdan daha ziyade hak
ediyor. Bu hakkın teslimini sağlayacak olan onu gelecek kuşaklara
taşıyacak olan biz okuyucularız, hiç kuşkusuz.
|
| |