Ana Sayfa

Alkış - Oğuz Paköz - Mayıs - Haziran 2010

 

ORHAN KEMAL'E YÜRÜMEK

 

 

Ortaokul ve lise yıllarında yarıyıl dinlencesini pek severdik. Bu on beş günlük süreçte Türkçe ve edebiyat öğretmenlerimiz bir roman ödevi verirdi. O yıllarda seçme -ya da saçma- bilemediniz yerleştirme gibi sınav hazırlıkları yapılmadığından on beş günlük sürede başkaca hiçbir sorunumuz olmazdı. Başlangıçta kızdığımız yadırgadığımız bu roman eleştirileri bizi sanat kitapları ile tanıştırmıştır. Yerli, yabancı birçok yazarı böylece tanıma olanağı bulduk. Kitap okumayı, kitap takasını ilkin o nedenle öğrendik. Ben Orhan Kemal'i de o yıllarda tanıdım. Sonra Gurbet Kuşları filmi ile yeniden anımsadım Orhan Kemal'i. Yüksek öğrenim görürken de onun 72. Koğuş'unu izlemiştim. Hem o oyunda büyük ustayı da izleme şansımız olmuştu. Birkaç akşam hava koşulları nedeniyle oyuna yetişemeyen bir sanatçı yerine rol almıştı koca usta sahnede. Sonradan oğlu Işık'tan öğrendiğimize göre yönetmen ona "sahnede yazılı olmayan sözler de ediyorsun" demiş de koca usta ona "sanki onları ben yazmadım mı" diye karşılık vermiş.

Yüksek öğrenimimizin ilerleyen yıllarında bizim kitap okumalarımız çoğaldı ama bu kitaplar daha çok bilgi kitapları idi. Bin Temel Eserler o çağın en çok okuduğumuz kitaplarındandı.

Yüksek öğrenimi bitirip askerlik görevi için Yedek Subay Okuluna gittiğimde yeni yeni arkadaşlar edindim. Bunlardan biri de Kemali idi. Okulda da Nezihi diye bir arkadaşım vardı. Bu adlar bende hep ilgi uyandırmıştı. Öyle ya Nezih, Kemal dururken neden Nezihi, neden Kemali idi. O nedenle Kemali'yi çok çabuk tanıdık, bir daha da unutmadık. Onun büyük usta Orhan Kemal'in oğlu olduğunu daha sonra Genel Kurmay'da askerliğimi tamamlarken öğrendim. Yedek Subay Okulundaki birlikteliğimizden sonra ikimiz de kurada Genel Kurmay'ı çekmiştik.

Askerlik sonrası işimizi kurup oturttuktan sonra yeniden okuma yazma günleri başladı. Ben en çok Orhan Kemal'i okudum bizim ustalardan. Aytmatov ve Yaşar Kemal de onunla birlikte en çok okuduklarımdandır.

Kemali ile askerlik sonrası ara sıra telefon görüşmesi yapardık. Üç beş kez de Işık ile görüşmemiz olmuştu. Daha önceleri Genel Kurmay'da iken Kemali'nin annesi, Orhan Kemal'in sevgili eşi Nuriye teyze ile de tanışmıştım. Baştabiplikteki subaylar olarak haftada bir birlikte yemek yerdik. Ben çiğköfte yapmıştım arkadaşlara. Sonra sıra Kemali'ye geldiğinde Kemali de çiğköfte yapmaya karar vermişti. Biz çiğköfteye hiç su katmadan yoğururuz. Nuriye teyze Ceyhan usulü çiğköfte yapmıştı bize Kemali adına. Onlar çiğ köftenin bulgurunu sıcak suda iyice ıslattıktan sonra yoğuruyorlar. Birçok çiğköftesever bulgurun baştan ıslatılmasını doğru bulmayabilir. Ama biz Nuriye teyzemizin Ceyhan usulü çiğköftesini çok beğenmiştik.

Yıllar yılları kovaladı. Belki de yaşlandıkça yeniden duygusallığımız arttı. Kemali ile telefonlaşmalarımız arttı. Biz güneyde bir sanat dergisi çıkartıyorduk kararlılıkla. Orhan Kemal'in çocukları da büyük ustanın yapıtlarını yeniden gün yüzüne çıkarıyorlardı. Bir de onun adına müze kurmuşlardı.

Orhan Kemal'in çocukları içerisinde kuşkusuz Kemali'yi iyi tanırım. İyi dostumdur. Ancak Işık, sanat çalışmaları yönüyle babasına en çok yakışanıdır. Kemali'nin sanat özü güçlüdür ama kendini ekmek kavgasına ve eczacılığa adamış gibidir. Hemen hakkını verelim, bu çağda gerçek eczacılık yapan üç beş kişiden de biridir. Yine de babasının sanat akımını sürdürmek gibi bir zorunluluğu olduğu bilincini üstlenmesini beklememiz yadsınmamalıdır. Askerlik yıllarında okuduğum ve tadı bugün bile damağımda öykülerin yazarı olan Kemali şunu bilmelidir ki bütün kavgalar günün birinde tükenir. Kalıcı yapıtlar ise babasından öğrendiğimiz gibi sanatla ilgili olanlardır.

Orhan Kemal'in kızı Yıldız abla ve büyük oğlu Nazım ağabey ile hiç tanışmadım. Onlar hakkında bir söz söyleyecek de değilim. Ama onların adının da bu yazıda anılmaması olmazdı.

Dergimiz Alkış'ta birkaç kez büyük ustayı ağırlamıştık. Oğulları Kemali ve Işık da bizi onurlandırmıştı. Ama bunlar Alkış için yeterli değildi. Orhan Kemal'e özel sayılar yapılmalıydı. Büyük usta Alkış'tan da okuyucularına seslenmeliydi. Bunun için gerek Işık ile gerekse Kemali ile birkaç kez telefon görüşmesi yapmıştım. Bir gün İstanbul'da bir bilimsel toplantıya katılma zorunluluğumuz doğdu. Ben de bu fırsatı değerlendirerek Orhan Kemal Müzesini gezebileceğimi, Orhan Kemal'in oğullarını görebileceğimi düşündüm. Bu görüşmelere bize İstanbul'dan büyük katkı sağlayan yazarlarımız Mehmet Uysal'ı, Kerim Evren'i, Nihat Güner'i de katınca bilim gezisi aynı anda sanat gezisine de dönüşmüş oldu.

İlkin Kemali'yi buldum Silivrikapı'daki eczanesinde. Onunla bir iki saat görüştükten sonra Galatasaray'da Mehmet Uysal'a uğradık öğle arası. Onca telefon görüşmemize karşın ilk kez karşılaşmıştık Uysal'la. Geleceğin büyük felsefecilerinden biri olacak olan Uysal'la sanki kırk yıllık dost gibi idik. Uysal'dan sonra Orhan Kemal Müzesinin yolunu tuttuk. Akşama Nihat Güner'in evine uğrayacaktım. Ertesi gün, gün ortasına dek bilimsel toplantıya katılacaktım İstanbul Üniversitesi Merkez Binasında. Öğleden sonra ise Kerim Evren'le buluşacaktık.

Biz Cihangir'de Orhan Kemal Müzesine varmadan Kemali, Işık'ı aramış ve bizim gelmekte olduğumuzu ona bildirmişti. Müzede Işık'la buluştuk. Müzeyi gezerken ben hep Işık Bey, Işık Bey dermişim ki hemen Işık beni uyardı. Sen benim ağabeyimsin şu resmiliği ortadan kaldır, dedikten sonra ona yalnız Işık demeye başladım.

Müze çok ilginç belgelerle dolu. Orada sosyal, siyasal ve tarihi konularda sergilenen birçok belgeler bulunmakta. Burası bir sanat müzesi olmakla birlikte aynı anda ilk dönem Cumhuriyet Müzesi duygusunu veriyor. Atalarımızın yaşantılarından -bu arada çektikleri sıkıntılardan- bol bol kesitler var. Bir Maraşlı olarak Orhan Kemal'in babası ilk dönem milletvekili ve adliye bakanı Abdulkadir Kemali Beyin 1930'da kurduğu Ahali Cumhuriyet Fırkası'nın Maraş'ta kuruluşunu anlatan gazete ayrıca ilgimi çekiyor. Bizim değerli araştırmacı arkadaşımız Serdar Yakar'dan bu konuyu araştırmasını istedim. İstedim ki Maraş'ta kim kiminle nerede kurmuştu bu partiyi. O konuda bir bilgi bulursak onu da yayımlarız kuşkusuz. Ama ilk yoklamaların olumsuz geçtiğini de belirtelim.

Müzede Orhan Kemal'le ilgili yerli ve yabancı yayınların sergilendiği bir sergi dolabında görmüştüm bu Maraş'la ilgili o yılların gazetesini. O dolapta iki ya da üç tane Alkış Dergisini görmek de ayrıca beni onurlandırmıştır. Müzenin apartman girişinin yanında köşede dükkan konumunda müzeye bağlı İkbal Kahvesi var. Burada bir şeyler yiyip içebiliniyor. Kitap, gazete, dergi okunabiliyor. İkbal Kahvesinde büyük ustanın kitaplarının satışı da yapılıyor. Beyoğlu'na çıkan sanatseverlerin müzeyi ve İkbal Kahvesini görmesini özellikle öneriyorum.

Işık Öğütçü, Orhan Kemal'in o küçük oğlu, Orhan Kemal sevgisinin tüm evreni kucaklaması için kendini adamış o güzel insan, bizi sevgi demetleriyle, sevgi ışıklarıyla uğurladı. Onunla orada geçen iki saatlik sohbet o denli keyifli, o denli renkli, o denli ışıltılı idi ki en kısa sürede geri dönme düşüncesi ile oradan ayrıldım.

Ayrılırken o büyük ustanın o kısacık yaşamında Türkçeye ve Türk insanına yaptığı çok büyük katkıları düşünüyordum. Onun insan sevgisi, onun düşleri, onun umutları ile dopdolu idim. O varlığı ile tüm insanlığı kuşattığı gibi benim gönlümü de kuşatmıştı. Bölgemden, ülkemden böyle bir yazar çıktığı için mutluydum. Onu tanıdığım için mutluydum. Bu mutluluk onu daha iyi tanıdıkça daha çok artacaktı.

Müzeye giderken Orhan Kemal'e yürüyordum. Müzeden dönerken ise Orhan Kemal'le yürüyor gibiydim. Türkçe yaşadıkça yaşayacak olan o büyük ustayla... O nedenle çıkarmayı düşündüğümüz Orhan Kemal Özel Sayımızda büyük ustanın bütün çocuklarının dergimizde buluşması güzel olurdu. Bu dileğimi Işık'a anlatmıştım. Işık da çok çabaladı. Orhan Kemal'in çocuklarının hepsinin katılımı sağlandığı gibi torunlarının bir kısmı da onurlandırdı dergimizi. Hepsine teşekkürlerimi sunuyorum, özellikle Işık'a.

Kahramanmaraş'a geldikten sonra bir gün bir gazetede bir yazı okumuştum. Cihangir'de bir caddeye bir gazetecinin adı verilmek istenmiş ama belediye meclisi bu ad değişikliğini uygun bulmamıştı. Hemen Işık Öğütçü'yü aradım. Orhan Kemal Müzesinin bulunduğu Akarsu Caddesinin neden Orhan Kemal Caddesi olamadığını sordum. Işık bana birçok nedenler anlattı. Hepsini anladım ama yine de ilgisiz kalamadım. Hemen Beyoğlu İlçe Belediye Başkanlığına bir dilekçe yazdım. Akarsu Caddesinin adının Orhan Kemal Caddesi olarak değiştirilmesi yönündeki dilekçemi mektupla yolladım. Öyle ya da böyle o caddenin adının Orhan Kemal olarak değiştirilmesi birçokları gibi beni de mutlu edecekti. Er ya da geç bu işin gerçekleşeceğine de inancım tamdır. Bu büyük ustaya ulus olarak pek çok ödevimiz olduğunu hep düşünmüşümdür. Bir cadde adı, bir kültür sitesi, bir sanat akademisi ancak bunlardan biri olabilir. Orhan Kemal bunlardan çok daha fazlasına layıktır.

Alkış Dergisi olarak aramızdan ayrılışının kırkıncı yıldönümünde onu saygıyla anıyoruz. Tüm ailesine ve dostlarına sağlıklar diliyor, bize gösterdikleri ilgi nedeniyle de teşekkürlerimizi sunuyoruz.

 


[email protected]