İçinde yaşadığı
topluma karşı sorumluluk taşıyan her romancı, kendi devrinin sosyal,
kültürel, ekonomik gelişme ve dönüşümlerine kayıtsız kalamaz. Hayatı
her cephesiyle kavramaya, onu kendi mizaç ve birikimlerine, bağlı
olduğu felsefî görüşe, devrin baskın olan eğilimlerine bağlı olarak
idrak etmeye çalışır. Bu yanıyla her roman, şu veya bu ölçüde, bir
dönemin, davranış, düşünce ve hayal dünyası; her romancı da bu
dünyanın kurucusudur.
Roman, elbette
bir yapı ve tema bütünlüğüdür. Yazarın konusunu seçmiş olması,
konunun bir kişinin veya toplumun dönüm noktalarını ihtiva etmesi,
gerçek dünyaya benzeyen ama kendi mantık örgüsü içinde görünen
dünyaların etkileyici bir tarzda düzenlenmesi anlamına gelmez.
Yazar, yapıyı hazırlayan, yapıyı oluşturan ve geliştiren unsurları
da orijinal bir şekilde örmek, en azından geleneksel uygulamalar
içinde bazı yeniliklerle sunmak zorundadır.
Orhan Kemal, çok
genel manada, edebî arka planı en azından vakayı diyaloglarla takdim
etme ve şiveleri kullanma açısından Hüseyin Rahmi Gürpınar'a, kadar
uzanan natüralist ve realist roman anlayışını, Sadri Ertem,
Sabahattin Ali gibi romancılar kanalından devralan "sosyal gerçekçi"
bir romancıdır. Türk romanında "Anadolu'ya yöneliş" şeklinde kendini
gösteren muhteva genişlemesi, Orhan Kemal'de, küçük, haylaz ve
yoksul gençlerin yaşayışları; sınıf değiştirmek veya ekmeğini
kazanmak için mücadele eden işçi, küçük esnaf mücadeleleri; yeni
gelişen sanayileşmeyi ağalık ve patronluk arası bir tutumla yansıtan
fabrika sahiplerinin hayatları; köylülükten şehir işçiliğine doğru
kaymaya çalışan insanların yaşadıkları değişimler olarak görünür.
Orhan Kemal, bu malzemeye yaklaşırken “diyalektik materyalizm”in
bakış açısına bağlıdır. Yani sosyal çatışmaları "sınıfsal bir
bakış"la görür. Fakat bu malzemeyi işleyişi, kendi çağdaşları olan
bazı yazarların (mesela köy romancılarının) uyguladığı "toplumcu
gerçekçilik" anlayışından farklıdır. Diyebiliriz ki o, sosyal hayata
bakarken ve malzemesini seçerken "toplumcu gerçekçi"; bu malzemeyi
yansıtırken "gözlemci ve eleştirel gerçekçi"dir. Onun bazı
eserlerinde "idealize edilmeye çalışılan tip"lerin görünmesi; bu
tiplerin bozuk düzene karşı kişilikli mücadeleler vermeleri,
"toplumcu gerçekçi" bir uygulama gibi görünse bile, romanların
hepsini dikkate aldığımızda bu tiplerin naiv kaldığını görürüz. Bu
kompleks yapıya Orhan Kemal'in kendisi bir isim bulur: "Aydınlık
gerçekçilik".
Aydınlık
gerçekçilik anlayışı, şahısların değil, sosyal düzenin bozuk olduğu,
şahısların bu yüzden yozlaştıkları ana düşüncesine dayanır. Bu
anlayışın uygulaması, en kötü davranışları gösteren vaka şahısları
karşısında bile tarafsız davranan bir anlatıcı, bu şahısların
kurtulacaklarına inanan bir yazar şeklindedir. Orhan Kemal'in bazı
romanlarında görülen "olumlu tipler" bu bakışın ürünüdürler. Dikkat
edilirse, yazarın "aydınlık gerçekçilik" diye adlandırdığı anlayış,
"sosyalist hümanizm"dir.
Orhan Kemal'in
gerçekçilik anlayışında vurgulanması gereken bir husus da, yazarın
yaşadıklarına çok fazla önem vermesidir. "Ben yaşadıklarımı yazdım"
diyen Orhan Kemal, bu bakışıyla, gerçekçiliği, tecrübe ve gözleme
kilitlemektedir. Fakat yazarın, bu tavrını daha çok başkalarını
"yaşamadan yazıyorlar" şeklinde eleştirirken takındığını görürüz.
Orhan Kemal'in romanları, vaka ve yazılış mekanları dikkate
alındıklarında iki gurupta toplanırlar: Adana ve İstanbul romanları.
İşledikleri konular, seçilen şahıslar esas alındıklarında ise
otobiyografik romanlar, işçi romanları, kenar mahallenin yoksul
insanlarının romanları ve kötü yolu işleyen romanlar şeklinde tasnif
edilirler. Yansıtılan tarihî dönem dikkate alınırsa romanları,
tarımda endüstrileşme ve Menderes dönemi romanları olarak
ayırabiliriz. Seri romanlar, tip romanları, melodramatik romanlar
olarak da bir tasnif yapmak mümkündür. Ancak genel manada Orhan
Kemal'in romanları, belirttiğimiz tasnifleri de içine alan şu dört
gurupta toplanmalıdır: 1.Yazarın kendi çocukluğunu ve ilk
gençliğini, Türkiye'deki siyasî sosyal ve ekonomik değişmelere
göndermeler de yaparak işlediği "otobiyografik romanlar". 2.Tarımda
endüstrileşmenin, Menderes dönemiyle başlayan demokratik siyasi
uygulama ve kapitalist ekonomik yapılaşmanın da yansıdığı
"Çukurova'daki tarım ve fabrika insanlarının romanları". 3. Özelikle
1950'lerden sonra değişen sosyal hayat tarzını, tüketim anlayışını
ve bunların doğurduğu problemleri ele alan "İstanbul'daki küçük ve
yoksul insanların dünyasını anlatan romanlar. 4. Komik tip oluşturma
amacının güdüldüğü "Mizahî romanlar. Bu tasnifler, Türkiye'de
1930-1970 arası yaşanan sosyal siyasi ve ekonomik dönüşümlerin
romanlarda yansıdıklarını gösterirler. Sosyal değişimleri ve
bunların insan üzerindeki etkilerini araştıranlar, Orhan Kemal'in
romanlarındaki şehre gelen köylüyü; geleneksel hayat tarzından,
karşılıklı çıkarlara dayanan hayat tarzına geçerken çeşitli
problemler yaşayanları; ağalıktan patronluğa geçen zengini; artist
olmak için evini terk eden kızları okumak zorundadırlar. Siyasi
araştırmalar yapanlar, bu romanlarda yansıyan, halkın ve iktidarın
Serbest Fırka'ya karşı takındığı tutumları, Demokrat Parti'nin
halkın ilgisini nasıl çektiğini, Cumhuriyet Halk Parti'sinin bu akın
karşısında nasıl paniğe kapıldığını, bunun yanında politik
kayırıcılığın, devlet baskısının nasıl insanları değiştirmeye
başladığını görmelidirler.
Türkiye'nin
iktisadi tarihinde de Orhan Kemal'in romanları bazı sorulara cevap
verecek durumdadır.
Orhan Kemal'in
teknik anlamda Türk romanına kattığı yenilikler de vardır. Onun
"diyalog" kurmadaki başarısı ve özellikle ikinci bölüm romanlarında
kullandığı; şahıslarına fazla karışmayan, zaman zaman araya giren
vaka dışı "anlatıcı", birer yenilik olarak kaydedilmelidirler.
Diyalogun, şahısların kendi ruhî ve sosyal gerçekliklerini
yansıtmada kuvvetli bir imkan olduğunu bu romanlarda net bir şekilde
görürüz. Diyaloglar, aksiyona kattıkları ritim, rahat okunmayı
sağlama noktalarından da öneme sahiptirler. Maksim Gorki ve
Hemingwey'in eleştirel gerçekliğinde asıl pay sahibi olan
şahıslarına karışmayan vaka dışı anlatıcı, Orhan Kemal'in özellikle
ikinci bölümü oluşturan romanlarında başarıyla kullanılır. Vaka dışı
hâkim varlık'tan kurtulmak isteyen gerçekçi eğilimler için bu, yeni
bir aşamadır. Şahısları idealize eden ideolojik romanın, sadece
olanı gösteren fotoğraf romanın ve şahısları, iyiler ve kötüler diye
kategorize eden roman anlayışının arasında, sübjektif realist bir
roman anlayışının kurulmasında, bu anlatıcı ve bakış açısı
vazgeçilmez bir teknik olarak görülmelidir.
|