Ana Sayfa

Milliyet Blog - Zeki Etferat - 09.06.2010

 

Orhan Kemal'i ölümünün kırkıncı yılında anmak...

 

"Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl Öğrenirsen öğren.
Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir."
Orhan Kemal
(Arkadaş Islıkları'ndan)

"Avare Yıllar" romanı, İlk gençlik dönemimde o denli etkilemişti ki beni, bir ömür boyu o sözcüğün gizeminden kurtulamadım!... O avareliği ben de, bir Ömür boyu cebimde taşıdım...

Ne Raj Kapoor'un "Avare" filmi ne de Yusuf Atılgan'ın, "Bu dünyada aşık olmak yeterince ciddi ve insanın tüm zamanını alabilen bir iştir" diyen, gene ilk gençlik yıllarında çok sevdiğim ve örtüştüğüm, çiviti "Aylak Adam"ı, beni bu denli etkilememişti!...

Orhan Kemal, İttihak ve Terakki'nin, gençlik döneminde öğrencileri örgütlemekle sorumlu, Hukuk Mektebi'ni 'Pekiyi ' dereceyle bitirmiş (!), Talat Paşa hayranı, Çanakkale savaşı'na bıyıkları yeni terleyen bir asteğmen olarak katılmış, Siirt'ten Basra'ya Osmanlı mülkünü adımlamış, halkın yaşamsal gerçeğini görmüş, ilerici bir babanın çocuğuydu!...

O, cumhuriyet döneminde de, ilk İstiklal Mahkemeleri'nde yargıçlık yapan, ancak ilk meclisde muhalif grupta yer alan ve sözünü sakınmadan konuşan, "ateşi ve ihaneti görmüş" bir aydın ve " ...Halk bütün servetini, bacağındaki donunu, sırtındaki gömleğini verdiği halde, bunlar yetmiyormuş gibi bedenen çalışma zorunluluğunu, halka doğru gitmek isteyen bir hükümet, halkın üzerine yüklemek istiyor. Bu şu demektir ki, geberinceye kadar bedenen de çalışacaksınız ... Halka doğru gitmek, halkın başına bela olan gereksiz formaliteleri kaldırarak, yerine daha iyi, daha uygun yöntem kurmakla olur ... memleketi kurtarmak için gözümüzü herhalde aşağı doğru, yani halka çevirmek zorundayız..." diyebilecek kadar gerçekçi bir milletvekilinin ve onun genetik mirasını taşıyan, bir yaman, sanatçı oğlu! ...

Bu babadan miras kalan gerçekçilik, onun acılı gerçek yaşamında da, sanatsal yaşamında da, onu hiçbir zaman yalnız bırakmadı!... Çünkü o, hukuktan, adaletten, doğruluk, dürüstlük, insanlıktan başka bir değer tanımıyan, gerektiğinde yurdu için silaha sarılan bir Osmanlı aydını, namuslu insan, Abdülkadir Kemali'nin yurtsever oğluydu!...

Onun yeni kurulan ulus devletin kent soylu bir çocuğu olarak başladığı bu yaşamı kısa sürecek, babasının varolan yönetime muhalif olarak parti kurduğu "Ahali Cumhuriyet Fırkası" ve onun yayın organı Ahali gazetesi yasaklanacak, kendisinden bir daha muhalefet yapmayacağına dair, senet alınacak, maddi ve manevi zor durumda kalan babası da, daralan bu siyasi çember içinde ve haksız ithamlar karşısında, kendini daha fazla riske etmemek için Beyrut'a kaçarak oraya yerleşecek ve Orhan Kemal'in ilk delikanlılık dönemi de, orada Beyrut'lu emekçiler arasında serpilip gelişecekti!... Babasının Beyrut' da eşinin bileziklerini satarak açtığı küçük lokantada Önce garsonluk ve bulaşıkçılık ve sonra gene orada bir matbaada İşçilik yapacak, sabahları Beyrut'lu emekçilerle kendini yollarda bulacaktı...

Babasının bu zoraki sürgünden Çukurova'ya dönüşü, 1939'lu yılları bulsa da, o, 18 yaşında ekmeğini kazanmak için, doğduğu o bereketli topraklara yani, Çukurova'ya geri dönecek, 1932 yıllarının Adana'sında; çırçır işçiliği, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yaparak yaşama tutunmaya çalışacaktı...1937 yılında çırçır emekçisi Nuriye hanımla evlenecek, kızı Yıldız doğacak ve 1938 yılında gittiği askerlik döneminde ilk şiirlerini yazmaya başlayacaktı...

Askerliğini yaparken gönderdiği şiirler "Yedigün" ve "Yeni Mecmua" da çıkacak ve onları hapisteyken "Yeni Ses", "Ses", "Yürüyüş" dergilerinde yayımlanan şiirleri izleyecekti. Gene askerliğini yaparken başına siyasi belalar gelecek; siyasi aile geçmişi ve babasından devraldığı haklı mirasın da etkisiyle, askerde, "Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak", bahanesiyle, sözümona kominizm propagandası yapıp, "yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik" suçundan yargılanacak ve beş yıl ceza alacaktı... Babası sürgünden ülkeye dönerken, oğlu da Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yatacaktı!...

1940'da, Bursa Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le tanışması onun tüm yaşamında muazzam bir değişmeye vesile olacaktı... Nazım Hikmet bu genç delikanlının üzerinde titreyerek, her anlamda yeniden "inceden inceye" eğitip, biliçlendirip yepyeni, bir toplumcu şekle sokacak ve Orhan Kemal, toplumcu gerçekçi bir edebiyatın ilk öyküsel satırlarını cezaevinde yazmaya başlayacaktı... Cezaevinden çıkmadan ustası Nazım'a, ustasını okuyunca ağlatan şu satırlarla , mektupları dışında veda edecekti:

'Sen Prometenin çığlıklarını/ kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam/ Sen benîm mavi gözlü arkadaşım/ Kabil değil unutmam seni/ 26 Eylül 1943/ seni yapayalnız bırakıp hapishanede/ bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken/ koşacağım memlekete/ (...)/ Unutabilir miyim seni/ Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini/ Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz/ Müthiş anların küfürünü/ Radyonun yanındaki duvara/ Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin/ Unutabilir miyim seni hiç?/ Hala beton malta boylarında duyuyorum/ Takunyaların sesini!/ Unutabilir miyim seni?/ Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim/ Hikaye şiir yazmayı/ Ve erkekçe kavga etmeyi, senden!'

Nazım Hikmet de çırağının ayrılışıyla ilgili duygularını şöyle getirir:

"Raşit çıkıyor. Elbette seviniyorum, hem de çok. Fakat içime ayrılığın hüznü düştü. Ondan bir insan, bir arkadaş, bir meslektaş olarak hiçbir şikâyetim olmadı. Ona ne kadar alıştığımı ve ne kadar onu sevdiğimi şimdi daha kuvvetle anlıyorum."

1943' te salıverildikten sonra Adana'ya döner. Amelelik, demiryollarında muvakkat hammallık, nakliyatçılık, sebze nakliyeciliği, Etibba Odası, Bağ ve Bahçeler Derneği ve Adana Verem Savaş Derneği'nde katiplik yaparak yaşamını, o çok sevdiği Çukurovalı emekçilerle birlikte sürdürür... Siyaseten de, toplumcu, illegal bir siyasi yapılanmayı Adana'da günün zor koşulları içersinde yürütmeye çalışır... 1944 yılında oğlu Nazım doğar!... Bu arada otuzbeşgünlük askerlik borcu için Kilis'de askere alınır ve ardından Çorum'a sürgün gönderilir... Abdülkadir Kemali Bey, dönemin başbakanı Recep Peker'e başvurup, oğlunu sürgünden kurtarır...1949 yılında ikinci oğlu Kemali doğar!...

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi, onu geçindiren birkaç küçük işi elinden alması ve onu İstanbul'a göndermek istemeyen babasının vefatı, onu kuşlarıyla birlikte, İstanbul gurbetine doğru adeta iter!...

İşçi sınıfının bu toplumcu gerçekçi yazarı artık ekmeğini İstanbul'da yazarlıktan kazanmaya çalışacak, tiyatro ve sinema için de yazınsal etkinliklerde bulunacak, yani ekmeğini senaryo, yazı, tiyatro ve kitaptan çıkarmaya çalışacak ve sanatını da bu kente ilerletip, büyütecektir... 1957 kasımında üçüncü oğlu Işık doğar!...

1966 martında, "Hücre çalışması ve komünizm propagandası" yaptıkları gerekçesiyle iki arkadaşıyla birlikte tutuklanır. Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin'inin konuşmalarıyla yazara destek veren Orhan Kemal 30. sanat yılı jübilesi gerçekleştirilir... Bu baskıların da etkisiyle, yazar bilirkişi raporuyla serbest bırakılır ve bu davadan 1968 yılında da beraat eder...

1967 yılında 72. Koğuş oyunu ile Ankara Sanatseverler Derneği tarafından en iyi oyun yazarı seçilir... 1969 yılında da, Türk Dil Kurumu Ödülü'nü ve Sait Faik Hikaye Armağanı'nı Önce Ekmek adlı kitabı ile alır.

Sağlık durumu iyi değildir... Ve o günlerde muhalif, ilerici yazar ve aydınların yurt dışına çıkmaları da kolay değildir!... Bulgar Yazarlar Birliği'nin marifetiyle, onların çağrısı ayarlanarak Bulgaristan'a davetli olarak gider... Tedavi sürecinde, vahim bir beyin kanaması geçirerek, sonuçta, Sofya'da yattığı hastanede, 2.haziran.1970 yılında yaşama veda eder.

Küçük oğlu Işık Öğütçü, babası ve sanatıyla ilgili şunları dile getiriyor:

"Ben 15 yaşıma dek babamın tüm kitaplarını okumuştum. Ancak o yıllardaki dünya görüşünüzle şu andaki dünya görüşünüz aynı olmuyor. Babamın kitaplarını halen tekrar tekrar okuyorum. Her okuyuşumda bambaşka şeyler keşfediyorum.... /...Türkiye'de bazı yazarlar Murtaza'nın deyimiyle muzır vatandaşlardır. Ve daima denetim altında tutulmalıdırlar. Yani Orhan Kemal bu sorunuzun cevabını 'Murtaza' ile vermiş.

Yazarlar ve sanatçılar kabında duramayan insanlardır. Bize güzellikleri sunan insanlardır. Tabii ki onların bazı düşünceleri bizim normal düşünce sistemimizin dışında olacaktır. İnsanın düşünce dünyasının gelişmesi böyledir. Aykırı fikirler her zaman olacaktır. Katılırsınız ya da katılmazsınız. Bunları alıp hapse koymak 2000'li yıllarda olacak şeyler değildir. Ama üstadın kitaplarındaki 'umut' var ya bu olumsuzlukların hepsi bir gün aşılacak. Çağdaş ve bizi uygarlık yolunda yürütecek her düşüncenin bir gün bu ülkede de ışık hızıyla gideceğine ben inanıyorum.

Çünkü babam olsun. Nâzım Hikmet olsun, diğer yazarlar olsun, insanların aydınlanması ve uygarlık yolunda daha kültürlü ilerlemesi için yüzlerce eser yazdılar. Bu olumsuzluklar ülkelerin sosyal gelişim hayatında görülen bir takım engellerdir. Bunlar da aşılacaktır. Mesela Nâzım Hikmet yıllarca hapislerde yattı daha sonra Kültür Bakanı onun 100. yaşını kutladı. Bu tip şeyler gelip geçicidir yani siyasiler, siyasi düşünceler bir gün silinip gider ama büyük sanatçılar hep kalır. Biz bugün Nâzım Hikmet'e 28 yıl ceza veren insanları tanımıyoruz ama Nâzım Hikmet'in şiirlerini okuyoruz. Babama mahkumiyet verenleri tanımıyoruz ama 72. Koğuş'u okuyoruz. Yazarlar, sanatçılar bu yollardan geçecekler ama sonunda mutlaka onların güzel bir dünya olmasını istediği dönemler gelecektir. Bu 3-5 yıl sonra gelecek bir dönem değildir uzun bir süreçtir. Bizler göremeyiz ama gelecek nesiller bunu görecektir. Buna sonuna kadar inanıyorum."

Nazım mektuplarında ona, yazdığı öykülere gönderme yaparak; "Ellerin ve gönlün nur olsun Raşid!..." demişti... Biz de ölümünün kırkıncı yılında onu hasretle anıyor ve yapıtları ülkemizin ve dünyamızın insanlarına aydınlık bir rehber olsun , toprağı da hep ışıkla dolsun, diyoruz.

Meraklısına Notlar:

"Orhan Kemal Müzesi", Akarsu Caddesi No:32 Cihangir / Taksim-İstanbuI

Orhan Kemal'in Özgün sitesinden yapıtlarının tarihsel dizini:

Öykü: Ekmek Kavgası, 1949; Sarhoşlar, 1951; Çamaşırcının kızı, 1952; 72. Koğuş, 1954; Grev, 1954; Arka Sokak, 1956; Kardeş Payı, 1957; Babil Kulesi, 1957; Dünyada Harp Vardı, 1963; Mahalle Kavgası, 1963; İşsiz, 1966; Önce Ekmek, 1968; Küçükler ve Büyükler, (ö.s.), 1971.

Ayrıca Öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi'nce dört cilt olarak yayınlandı: I. Yağmur Yüklü Bulutlar, 1974; II. Kırmızı Küpeler, 1974; III. Oyuncu Kadın, 1975; IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı, 1976. Arslan Tomson, (ö.s.), 1976; İnci'nin Maceraları, (ö.s.), 1979.

Roman: Baba Evi, 1949; Avare Yıllar, 1950; Murtaza, 1952; Cemile, 1952; Bereketli Topraklar Üzerinde, 1954; Suçlu, 1957; Devlet kuşu, 1958; Vukuat Var, 1958; Gavurun kızı, 1959; Küçücük, 1960; Dünya Evi, 1960; El Kızı, 1960; Hanımın Çiftliği, 1961; Eskici ve Oğulları, 1962 ( Eskici Dükkanı adıyla 1970); Gurbet Kuşları, 1962; Sokakların Çocuğu, 1963; Kanlı Topraklar, 1963; Bir Filiz Vardı, 1965; Müfettişler Müfettişi, 1966; Yalancı Dünya, 1966; Evlerden Biri, 1966; Arkadaş Islıkları, 1968; Sokaklardan Bir Kız, 1968; Üç Kağıtçı, 1969; Kötü Yol, 1969; Kaçak, (ö.s.) 1970; Tersine Dünya, (Ö.s.) 1986.

Oyun: İspinozlar, 1965; 72. Koğuş, 1967. Anı: Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl, 1965. İnceleme: Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar, 1963. Röportaj: İstanbul'dan Çizgiler, (ö.s.) 1971

 

 


[email protected]