Ana Sayfa

Cumhuriyet- Nilgün Cerrahoğlu - 20 Haziran 2010

 

Orhan Kemal ekrandaki ‘çiftliğe’ ne derdi?

 

1950’li yıllar Adana’sında hastanede doğuma giren bir kadının yanı başında yabancı -o gece ilk kez karşılaştığı- bir erkek olacak; o erkek.. doğumhane içlerine dek.. eş dost arasında ilk kez görmüş olduğu kadının elini tutacak; hemşirelerden biri sonunda “Beyefendi bebeğin babası mısınız?” uyarısı yapacak ve adam nihayet dışarı çıkacak…

İnsaf!

Bırakın ’50’ler Adana’sını… ’50’ler Amerika’sında bile olan şeyler değil bunlar…
 
“Hanımın Çiftliği”ni izlerken “Orhan Kemal hayatta olsaydı acaba ne derdi?” diye böyle iç geçirdiğim çok kesit oluyor…
 
Yaz tatiline giren dizinin son bölümünde izlediğimiz “Güllü’nün doğum sancıları” sahnelerindeOrhan Kemal’i gene epey yâd ettim…
 
Viyanalı kadınlar gibi…
 
Türk gerçekçiliğinin usta kalemi, bu sahneler karşısında acaba ne der; ne düşünürdü?
“Büyük Kulüp” olarak geçen “şehir kulübünde” görünen tüm kadınların -hemen hiç istisnasız!- küçük çiçekli şapkalarla boy göstermesini nasıl karşılardı?
 
Büyük kulübu bırakın; Adana sokaklarındaki “şehirli” tüm kadınların -Viyanalılar gibi!- kafalarında şapkalarla gezmesine ne anlam verirdi?
 
Var mıydı o tarihlerde böyle bir Adana?
 
Benim bildiğim ’50’li yıllar Türkiye’sinde şapka; “kentli kadınların” daha çok nikâh törenlerinde kullandıkları bir aksesuvardı.
 
Açın eski albümleri bakın.
 
Herkesin ailesinde, belediye nikâhıyla evlenmiş bir yakınının, o yılların modasını yansıtan“şapkalı bir resmi” bulunur. Sararmış siyah-beyaz albümlerde böyle resimler vardır. Ama o kadar.
 
Bu şapka enflasyonu.. o yılların Adana’sı ya da İstanbul’u bir yana; Londra’da bile bu denli yaygın mıydı? Bilemem.
 
Yan karakterler çok başarılı
 
Yer yer abartılı dönem tasvirlerinin yarattığı bu “kopma” duygusu dışında; “Hanımın Çiftliği”aslında benim büyük keyif alarak izlediğim bir dizi.
 
Oyuncular; özellikle yan öyküleri işleyen karakterler harika…
 
“Asmalı Konak” gibi yüksek reytingli TV dizilerinin sık başvurduğu “yukarıdakiler-aşağıdakiler”formatıyla ekrana uyarlanan hikâyede rollerinin hakkını veren.. Kabak Hafız, Berber Reşit veZaloğlu.. olağanüstü.
 
Kadın karakterlerden Halide’yi oynayan Ebru Özkan’la fettanlıkta üstüne olmayan Gülizar’ı canlandıran Evrim Solmaz “tiplemeleri” muhteşem.
 
Mutfakta biteviye fasulye ayıklayıp dolma sararken hiçbir dedikodudan geri kalmayan “çok bilmiş” Seyyare Ana; Güllü’nün ezik ama gönlü yüce anası, Reşit’in etrafında pervane gibi dönen geçkin karısı.. alabildiğine gerçekçi, nüanslı oyunlarıyla ayrı ayrı göz dolduran kadınlar tarafından ekrana taşınıyor.
 
Özgü Namal’ın “Güllü”sü, bu zengin oyunculuk yelpazesi içinde bir oranda kayboluyor. Kendisini fazla tekrarladığı için; Namal zaman zaman monoton ve zayıf kalıyor.
 
Bunda “çiftlik ağası” Mehmet Aslantuğ/Muzaffer Bey’in diziden yok olmasının da etkisi var.
 
Özgü Namal/Güllü/Serap.. hep aynı ses tonuyla habire sağa sola çatar ve çiftlik evinin salonundaki koltukta gün sayıp tek başına sıkıntıdan patlarken; ekran başında biz de ufaktan ufağa daralıyoruz…
 
Önümüzdeki sezon Güllü karakteri anlaşılan “doğumhane içlerine” dek kendisini geçiren Orhansayesinde yeniden “canlandırılacak”. Ve kim bilir… Zekayi’nin karısı Neriman’la.. çıkan bir Hanımağa/“Dynasty” karması çekişmeyle dizide tekrar ön plana çıkacak…
 
Kanal D’nin dizisini benim için özel kılan en büyük neden, dizinin beni; çocukluk yıllarımı geçirdiğim İskenderun evlerinin asmalı avlularına, saatlerce içli köfte yoğrulan kadın dedikodusu bol mutfaklarına, bunaltıcı yaz gecelerinin serin çardaklarına.. bir zaman tüneli içinden çekip götürmesi…
 
An oluyor Seyyare Ana’nın mutfağında pişirdiği yemeklerin kokusu burnuma geliyor…
Yerel deyimler, argo ve jestler, beden dili, kullanılan ifadeler; üzerimde tarifsiz bir “nostalji” etkisi yaratıyor…
 
Diziyi öyle görünüyor ki ben, ne olursa olsun izlemeye devam edeceğim…
 
Ama “Hanımın Çiftliği” bu arada Orhan Kemal’den ne kadar az uzaklaşır, ne kadar az“Dynasty”leşir ve ne denli yerel, özgün kalırsa o oranda makbulüme geçecek…

 

 


[email protected]