Ana Sayfa

Berfin Bahar - Nilüfer Altunkaya - Haziran 2010

 


Zeynep Arıkan’ın
“Bereketli Topraklar Üzerinde Romanında Kürtler”
Adlı Yazısı Üzerine

 

Geçtiğimiz Mart- Nisan aylarında ilk sayısı yayınlanan Sıcak Nal adlı dergide Zeynep Arıkan’ın Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanıyla ilgili bir eleştiri yazısı vardı. Orhan Kemal’in söz konusu romanında Kürtlere olan bakış açısı üzerine yazılmış yazıyı okumamış olanlar için uzun alıntılarla paylaşmak istiyorum.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte şekillenmeye başlayan ideolojinin ve bunun getirdiği kapitalist düzenin çıplak bir resmini sunan bereketli Topraklar Üzerinde, içeriğinin büyük bölümünü teşkil eden insanlar arası ilişkileri ikili zıtlıklar üzerinden kurar. Bunların dışında köylü şehirli karşıtlığı yer alır. Olay örgüsünün etrafında döndüğü üç ana karakter para kazanmak üzere geldikleri şehirde pek çok insanla karşılaşır ve bunlarla çoğunlukla dışa vurmadıkları bir çatışma yaşarlar. Yoğun biçimde gündeme getirilen şehirliyle köylü arasındaki karşıtlığa dair pek çok farklı olay sergilenir. Bir başka ikili zıtlık (zıtlık zaten ikililiği barındırdığına göre zıtlığı ikili ile tamlamaya gerek yok, N.A.) örneği olarak kadın ve erkek arasındaki ayrım sunulur... Romandaki ikili zıtlıklardan bir diğeri ise Kürtler üzerinden ifadesini bulur. Arnavut fabrika kapıcısı ya da taşeron Laz gibi farklı etnik kökenlerden karakterler zaman zaman karşımıza çıksa da en sık rastladığımız Kürtlerdir. Kurguyu sağlam kılan öğelerden biri olan objektif anlatıcının bu özelliği, Kürtler söz konusu olduğunda adeta devre dışı kalır. Birkaç karakter üzerinden etnik kimlikleri özellikle vurgulanan Kürtler bir anlamda ötekileştirilir. Bu bakımdan romanda irdelenen Türkiye işçi sınıfı içinde adeta farklı bir sınıf teşkil ederler.

Romanda Kürtleri ötekileştiren en önemli unsurlardan biri onların dış görünüşleriyle ilgili yapılan genellemelerdir. Tarif edilen bütün Kürt erkekleri kıllı, kısa boylu ve sert mizaçlı insanlar olarak resmedilir.”

Romandan bir takım örnek ifadeler alıntılanarak şöyle devam ediyor yazı;

“…Bu açıdan bakıldığında tek tip bir bedene sığdırılan Kürtler, karakter olmaktan uzaktırlar. Bireysellikleri bu şekilde gölgelenen ve klişeler içerisinde konumlandırılan Kürt karakterlerin bu anlamda ötekileştirmeye maruz kaldıkları iddia edilebilir.

Kürt işçileri romanda Türk işçilerinden farklı kılan bir diğer nokta ise; bu etnik grupta öne çıkan bütün karakterlerin acımasız kişiliklerine yapılan vurgudur. Kürt erkekleri neredeyse bir ölüm makinesi gibi tarif edilir:

" Bu bakışta (Halo Şamdin’in bakışında ) kin, kan, kurşun ölüm vardı.”(s.217)

Öfkeli yapıları dolayısıyla herkes onlardan korkar. Öyle ki yanlarına yaklaşmaya cesaret edemedikleri olur.

(…) ‘Halo Şamdin’i uyandırdın mı?’ Bekçi, ‘Git kendin uyandır,’ dedi. ‘Niye?’ ‘Korkuyorum ben o heriften. Adama deli camız gibi bakıyor. Esrar çalgını pezevenk.’ (s.265)

İlk karşımıza çıkan Kürt olan Yusuf’un fabrika mağazasındaki onbaşı Halo Cafer’den itibaren bu neredeyse bütün Kürtler için geçerlidir.

…Görüldüğü gibi sınıfsal çelişkilerin ezilen sınıfta neden olduğu duygulardan biri olan öfkenin Kürtlerdeki yansıması, Türklerle kıyaslandığında çok daha yakıcı biçimde ortaya konur... Dolayısıyla Kürtler fazlasıyla gaddar resmedilerek bu bakımdan oldukça keskin bir genellemeye maruz kalmışlardır.”

Yazı, romanda ötekileştirmenin Kürtleri sessiz bırakmakla sürdürüldüğü vurgulanarak, yazarın roman boyunca Kürtlerin seslerini bilinçli olarak duyurmamış olduğu iddia edilerek devam ediyor. Ve şöyle bitiyor; “ Antiemperyalist söylemiyle ve sınıflar arası farklılığa açtığı savaşla ön plana çıkan Orhan Kemal’de dahi bunun (Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin içine girdiği Batı eksenli düşünme biçiminin, N.A.) izlerine rastlamak mümkün olmaktadır. Bu düşünme biçimi ötekileştirmek suretiyle yeni bir kimlik yaratmak kaygısından doğmuştur. Doğulu’dan ziyade Batılı olmanın daha doğudaki toplumları kendinden ayırmakla mümkün olacağı düşüncesi, doğudaki toplumların kategorize edilmesine, onların tek tipleştirilmesine neden olmuştur. Bu toplumlar arasında Kürtler özel bir yer teşkil ederler; zira bu etnik grup, toprak paylaşımından payını alamayıp, Türkiye sınırlarında yaşamaya devam etmişlerdir. Bu bakımdan sınırların içindeki “öteki” olmuşlardır… İktidar tarafında çoğu zaman geri kalmış, vahşi ve pis yığınlar olarak lanse edilmişlerdir. Bu durum, beyazların zencilere ya da yerli halklara uyguladığı politikanın bir benzeridir… Türk Edebiyatı’nda birtakım klişelerin içinde boğulmamayı başararak sosyal gerçekçi romanlar kaleme almış böylesine önemli bir yazarda dahi benzeri bir oryantalizmi görmek, konuya önemli bir ışık tutmaktadır inancındayım. ”*

Bu yazıyı birkaç açıdan ele almak olası. Öncelikle edebî bir eleştiri yazısı olarak son derece yüzeysel bir yaklaşımla yazılmış olduğunu vurgulamalıyım. Benim niyetim, yazıyı eleştiri kuramları açısından ele almak değil. Ben yazının odaklandığı düşünceyi yani romanda Kürtlerin ‘bilinçli’ olarak ötekileştirildiği, tek tipleştirildiği, aşağılanarak resmedildiği iddiasını ele almak niyetindeyim.

İlk aşamada aklıma geliveren sorular şunlar:

Bir edebiyat eserine böyle bir iddia açısından yaklaşmak ne derece nesneldir? Akademik bir araştırma dışında bir romanı etnik kökenler açısından değerlendirmek nasıl bir gereksinimden doğar? Bu etnik kökenlerden yalnızca birini ele alarak romandaki bir kaç tiplemeden yola çıkıp bir takım genellemelere varmak ne derece sağlıklı bir tutumdur? (Elbette her romanı her açıdan eleştirebilir, istediğimiz konuda odaklanarak inceleyebiliriz. Buna hiçbir itirazım yok. Yalnızca bazı kapılar aralamaya çalışıyorum bu sorularla.)

Orhan Kemal’in yazıda vurgulandığı gibi Batılılaşma uğruna doğulu insanları (yani Kürtleri), oryantalist bir anlayışla anlatmak kaygısı içinde olduğunu söylemek için yeterli kanıtımız var mıdır? Yeterli inceleme ve araştırmalar yapılmadan, konuya derinlemesine eğilmeden böylesine yüzeysel yaklaşımlarla böylesine önemli bir sonuca varabilmek, önyargılardan arındırılmış bir tutum olarak değerlendirilebilir mi?

Kendini yoksul halkların sömürülmesine karşı sınıfsal kavgaya adamış, bu uğurda yaşamını ortaya koymuş, yazdığı her eserde ‘pozitif’ toplumcu gerçekçilik anlayışıyla yaşadığı toplumun aydınlanmasına katkı sunmaya çabalamış bu büyük yazarımıza böyle bir haksızlığı yapmanın arkasında “edebiyat dışı” bir neden ya da nedenler var mıdır?

Bu sorular çoğaltılabilir elbette. Ama genel olarak ele alınırsa, Orhan Kemal’i Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında Kürtlere “Türkiye işçi sınıfı içinde adeta farklı bir sınıf” oluşturacak kadar ‘yanlı’ bir bakış açısına sahip olmakla nitelemek yazarın antiemperyalist duruşuyla hiç örtüşmeyen bir suçlamadır, bana kalırsa. Romanın ana çatışmalarının birinin de Kürt-Türk etnik kimlikleri arasındaki zıtlık olduğunu söylemek, amacını aşan bir ifade olsa gerektir. Bunun yanı sıra yazarın romanda Kürtleri tek tipleştirerek ‘ötekileştirme’ eğilimi (neredeyse çabası ) içinde olduğu da, Türk işçilere göre Kürt işçilerin çok daha olumsuz özelliklerle resmedildiği de romana ve romandaki karakterlere önyargılı (art niyetli de diyebilirim) bir bakışın yalnızca üstünkörü bir irdelemeyle varılmış sonuçlarıdır. Bu üstünkörü, neredeyse yalapşap yapılmış irdelemelerin sonucunda Orhan Kemal gibi yalnız Cumhuriyet’in ‘tek tip’leştiren ideolojisiyle değil, rejimin baskıcı güç odaklarıyla da savaşmış bir sosyalist yazarın yazıda belirtildiği gibi “Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin içine girdiği Batı eksenli düşünme biçiminin” etkisinde kaldığını söylemek akıl alır gibi değildir. Orhan Kemal’in Kürtlere olan bakış açısında iktidar tarafında yer aldığını söylemek, neredeyse bir taraf olduğunu vurgulamaya götüren ifadelerde bulunmak da hiç akılcı bir yaklaşım değildir.

Yine de Orhan Kemal’in bu romanında Kürtleri tek tipleştirerek aşağıladığını, sessiz bırakarak ötekileştirdiğini, Kürtlerden seçtiği kahramanlarına ‘özellikle’ ‘kötü’ huylar, ‘olumsuz’ davranış biçimleri aşıladığını düşünelim. Hatta gelin Orhan Kemal’in bunları yaparken de daha önce söz ettiğimiz gibi Batıdan doğuya bakarkenki oryantalist önyargıları benimsemiş olduğunu ve bu nedenle bunları ‘bilinçli’ davrandığını kabul edelim.

O zaman başka sorular geliyor aklıma benim.

Sınıfsal bakış açınızı ortaya koymadan, Kürt-Türk ırkları olarak sınırladığınız bir yaklaşımla yapacağınız eleştiri nasıl bir ideolojiden beslenecektir? Türkiye Kürtlerinin yaşadığı sorunları yalnızca bir ‘ötekileştirme’ penceresinden ele almak ve bu sorunları yalnızca etnik kökene dayalı bir tutum olarak görmek, gerek siyasi gerekse sosyolojik açıdan ne derece yeterlidir? Toprak reformundan çözülememiş feodal ilişkilere, töreden, dinsel sömürü ve dogmalara, aşiret geleneğinden, eğitim öğretim sorunlarına, ekonomik koşullardan kadın hakları ve insan hakları ihlâllerine ve en önemlisi onlarca yıldır uygulanan siyasetler gereğince yaşanan yoksulluklara değinmeden işin içinden çıkılabilmek mümkün müdür? Böyle bir geniş açıyla yaklaşmak yerine konuyu Kürt-Türk kimlikleriyle kıyaslamalarda bulunarak ele almak başka türlü de olsa milliyetçilik değil midir?

Öyleyse, Nazım Hikmet Türk şairiyim dediği için, Sabahattin Ali başka bir neden bulunarak bu ‘ötekileştirme iddialarından payını alacak mıdır?

Bu sorular da çoğaltılabilir. Ama ben sonuç olarak her iki açıdan da bakıldığında emek sömürüsüne karşı verilmesi gerek sınıf mücadelesinin ‘salt’ etnik kimliklere göre bölünerek güçleneceğine inanmıyorum. Bu önyargılarla toplumcu sosyalist yazarlarımızı hedeflemenin edebiyatımıza bir getirisi olacağını da Türkiye halklarını, bunca yıldır sömürülen Kürt halkının daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasında çözüme yaklaştıracağını da düşünmüyorum.

 

*Yazıdan yaptığım alıntılar, aslına uygundur.


 

Nilüfer Altunkaya

 

 

 


[email protected]