Geçtiğimiz Mart- Nisan
aylarında ilk sayısı yayınlanan Sıcak Nal adlı dergide Zeynep
Arıkan’ın Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanıyla
ilgili bir eleştiri yazısı vardı. Orhan Kemal’in söz konusu
romanında Kürtlere olan bakış açısı üzerine yazılmış yazıyı okumamış
olanlar için uzun alıntılarla paylaşmak istiyorum.
“Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte şekillenmeye başlayan
ideolojinin ve bunun getirdiği kapitalist düzenin çıplak bir resmini
sunan bereketli Topraklar Üzerinde, içeriğinin büyük bölümünü teşkil
eden insanlar arası ilişkileri ikili zıtlıklar üzerinden kurar.
Bunların dışında köylü şehirli karşıtlığı yer alır. Olay örgüsünün
etrafında döndüğü üç ana karakter para kazanmak üzere geldikleri
şehirde pek çok insanla karşılaşır ve bunlarla çoğunlukla dışa
vurmadıkları bir çatışma yaşarlar. Yoğun biçimde gündeme getirilen
şehirliyle köylü arasındaki karşıtlığa dair pek çok farklı olay
sergilenir. Bir başka ikili zıtlık (zıtlık zaten ikililiği
barındırdığına göre zıtlığı ikili ile tamlamaya gerek yok, N.A.)
örneği olarak kadın ve erkek arasındaki ayrım sunulur... Romandaki
ikili zıtlıklardan bir diğeri ise Kürtler üzerinden ifadesini bulur.
Arnavut fabrika kapıcısı ya da taşeron Laz gibi farklı etnik
kökenlerden karakterler zaman zaman karşımıza çıksa da en sık
rastladığımız Kürtlerdir. Kurguyu sağlam kılan öğelerden biri olan
objektif anlatıcının bu özelliği, Kürtler söz konusu olduğunda adeta
devre dışı kalır. Birkaç karakter üzerinden etnik kimlikleri
özellikle vurgulanan Kürtler bir anlamda ötekileştirilir. Bu
bakımdan romanda irdelenen Türkiye işçi sınıfı içinde adeta farklı
bir sınıf teşkil ederler.
Romanda Kürtleri
ötekileştiren en önemli unsurlardan biri onların dış görünüşleriyle
ilgili yapılan genellemelerdir. Tarif edilen bütün Kürt erkekleri
kıllı, kısa boylu ve sert mizaçlı insanlar olarak resmedilir.”
Romandan bir takım
örnek ifadeler alıntılanarak şöyle devam ediyor yazı;
“…Bu açıdan
bakıldığında tek tip bir bedene sığdırılan Kürtler, karakter
olmaktan uzaktırlar. Bireysellikleri bu şekilde gölgelenen ve
klişeler içerisinde konumlandırılan Kürt karakterlerin bu anlamda
ötekileştirmeye maruz kaldıkları iddia edilebilir.
Kürt işçileri romanda
Türk işçilerinden farklı kılan bir diğer nokta ise; bu etnik grupta
öne çıkan bütün karakterlerin acımasız kişiliklerine yapılan
vurgudur. Kürt erkekleri neredeyse bir ölüm makinesi gibi tarif
edilir:
" Bu bakışta (Halo
Şamdin’in bakışında ) kin, kan, kurşun ölüm vardı.”(s.217)
Öfkeli yapıları
dolayısıyla herkes onlardan korkar. Öyle ki yanlarına yaklaşmaya
cesaret edemedikleri olur.
(…) ‘Halo Şamdin’i
uyandırdın mı?’ Bekçi, ‘Git kendin uyandır,’ dedi. ‘Niye?’
‘Korkuyorum ben o heriften. Adama deli camız gibi bakıyor. Esrar
çalgını pezevenk.’ (s.265)
İlk karşımıza çıkan
Kürt olan Yusuf’un fabrika mağazasındaki onbaşı Halo Cafer’den
itibaren bu neredeyse bütün Kürtler için geçerlidir.
…Görüldüğü gibi
sınıfsal çelişkilerin ezilen sınıfta neden olduğu duygulardan biri
olan öfkenin Kürtlerdeki yansıması, Türklerle kıyaslandığında çok
daha yakıcı biçimde ortaya konur... Dolayısıyla Kürtler fazlasıyla
gaddar resmedilerek bu bakımdan oldukça keskin bir genellemeye maruz
kalmışlardır.”
Yazı, romanda
ötekileştirmenin Kürtleri sessiz bırakmakla sürdürüldüğü
vurgulanarak, yazarın roman boyunca Kürtlerin seslerini bilinçli
olarak duyurmamış olduğu iddia edilerek devam ediyor. Ve şöyle
bitiyor; “ Antiemperyalist söylemiyle ve sınıflar arası farklılığa
açtığı savaşla ön plana çıkan Orhan Kemal’de dahi bunun
(Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin içine girdiği Batı
eksenli düşünme biçiminin, N.A.) izlerine rastlamak mümkün
olmaktadır. Bu düşünme biçimi ötekileştirmek suretiyle yeni bir
kimlik yaratmak kaygısından doğmuştur. Doğulu’dan ziyade Batılı
olmanın daha doğudaki toplumları kendinden ayırmakla mümkün olacağı
düşüncesi, doğudaki toplumların kategorize edilmesine, onların tek
tipleştirilmesine neden olmuştur. Bu toplumlar arasında Kürtler özel
bir yer teşkil ederler; zira bu etnik grup, toprak paylaşımından
payını alamayıp, Türkiye sınırlarında yaşamaya devam etmişlerdir. Bu
bakımdan sınırların içindeki “öteki” olmuşlardır… İktidar tarafında
çoğu zaman geri kalmış, vahşi ve pis yığınlar olarak lanse
edilmişlerdir. Bu durum, beyazların zencilere ya da yerli halklara
uyguladığı politikanın bir benzeridir… Türk Edebiyatı’nda birtakım
klişelerin içinde boğulmamayı başararak sosyal gerçekçi romanlar
kaleme almış böylesine önemli bir yazarda dahi benzeri bir
oryantalizmi görmek, konuya önemli bir ışık tutmaktadır
inancındayım. ”*
Bu yazıyı birkaç
açıdan ele almak olası. Öncelikle edebî bir eleştiri yazısı olarak
son derece yüzeysel bir yaklaşımla yazılmış olduğunu vurgulamalıyım.
Benim niyetim, yazıyı eleştiri kuramları açısından ele almak değil.
Ben yazının odaklandığı düşünceyi yani romanda Kürtlerin ‘bilinçli’
olarak ötekileştirildiği, tek tipleştirildiği, aşağılanarak
resmedildiği iddiasını ele almak niyetindeyim.
İlk aşamada aklıma
geliveren sorular şunlar:
Bir edebiyat eserine
böyle bir iddia açısından yaklaşmak ne derece nesneldir? Akademik
bir araştırma dışında bir romanı etnik kökenler açısından
değerlendirmek nasıl bir gereksinimden doğar? Bu etnik kökenlerden
yalnızca birini ele alarak romandaki bir kaç tiplemeden yola çıkıp
bir takım genellemelere varmak ne derece sağlıklı bir tutumdur?
(Elbette her romanı her açıdan eleştirebilir, istediğimiz konuda
odaklanarak inceleyebiliriz. Buna hiçbir itirazım yok. Yalnızca bazı
kapılar aralamaya çalışıyorum bu sorularla.)
Orhan Kemal’in yazıda
vurgulandığı gibi Batılılaşma uğruna doğulu insanları (yani
Kürtleri), oryantalist bir anlayışla anlatmak kaygısı içinde
olduğunu söylemek için yeterli kanıtımız var mıdır? Yeterli inceleme
ve araştırmalar yapılmadan, konuya derinlemesine eğilmeden böylesine
yüzeysel yaklaşımlarla böylesine önemli bir sonuca varabilmek,
önyargılardan arındırılmış bir tutum olarak değerlendirilebilir mi?
Kendini yoksul
halkların sömürülmesine karşı sınıfsal kavgaya adamış, bu uğurda
yaşamını ortaya koymuş, yazdığı her eserde ‘pozitif’ toplumcu
gerçekçilik anlayışıyla yaşadığı toplumun aydınlanmasına katkı
sunmaya çabalamış bu büyük yazarımıza böyle bir haksızlığı yapmanın
arkasında “edebiyat dışı” bir neden ya da nedenler var mıdır?
Bu sorular
çoğaltılabilir elbette. Ama genel olarak ele alınırsa, Orhan Kemal’i
Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanında Kürtlere “Türkiye işçi
sınıfı içinde adeta farklı bir sınıf” oluşturacak kadar ‘yanlı’ bir
bakış açısına sahip olmakla nitelemek yazarın antiemperyalist
duruşuyla hiç örtüşmeyen bir suçlamadır, bana kalırsa. Romanın ana
çatışmalarının birinin de Kürt-Türk etnik kimlikleri arasındaki
zıtlık olduğunu söylemek, amacını aşan bir ifade olsa gerektir.
Bunun yanı sıra yazarın romanda Kürtleri tek tipleştirerek
‘ötekileştirme’ eğilimi (neredeyse çabası ) içinde olduğu da, Türk
işçilere göre Kürt işçilerin çok daha olumsuz özelliklerle
resmedildiği de romana ve romandaki karakterlere önyargılı (art
niyetli de diyebilirim) bir bakışın yalnızca üstünkörü bir
irdelemeyle varılmış sonuçlarıdır. Bu üstünkörü, neredeyse yalapşap
yapılmış irdelemelerin sonucunda Orhan Kemal gibi yalnız
Cumhuriyet’in ‘tek tip’leştiren ideolojisiyle değil, rejimin baskıcı
güç odaklarıyla da savaşmış bir sosyalist yazarın yazıda
belirtildiği gibi “Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkiye’nin
içine girdiği Batı eksenli düşünme biçiminin” etkisinde kaldığını
söylemek akıl alır gibi değildir. Orhan Kemal’in Kürtlere olan bakış
açısında iktidar tarafında yer aldığını söylemek, neredeyse bir
taraf olduğunu vurgulamaya götüren ifadelerde bulunmak da hiç akılcı
bir yaklaşım değildir.
Yine de Orhan Kemal’in
bu romanında Kürtleri tek tipleştirerek aşağıladığını, sessiz
bırakarak ötekileştirdiğini, Kürtlerden seçtiği kahramanlarına
‘özellikle’ ‘kötü’ huylar, ‘olumsuz’ davranış biçimleri aşıladığını
düşünelim. Hatta gelin Orhan Kemal’in bunları yaparken de daha önce
söz ettiğimiz gibi Batıdan doğuya bakarkenki oryantalist önyargıları
benimsemiş olduğunu ve bu nedenle bunları ‘bilinçli’ davrandığını
kabul edelim.
O zaman başka sorular
geliyor aklıma benim.
Sınıfsal bakış açınızı
ortaya koymadan, Kürt-Türk ırkları olarak sınırladığınız bir
yaklaşımla yapacağınız eleştiri nasıl bir ideolojiden beslenecektir?
Türkiye Kürtlerinin yaşadığı sorunları yalnızca bir ‘ötekileştirme’
penceresinden ele almak ve bu sorunları yalnızca etnik kökene dayalı
bir tutum olarak görmek, gerek siyasi gerekse sosyolojik açıdan ne
derece yeterlidir? Toprak reformundan çözülememiş feodal ilişkilere,
töreden, dinsel sömürü ve dogmalara, aşiret geleneğinden, eğitim
öğretim sorunlarına, ekonomik koşullardan kadın hakları ve insan
hakları ihlâllerine ve en önemlisi onlarca yıldır uygulanan
siyasetler gereğince yaşanan yoksulluklara değinmeden işin içinden
çıkılabilmek mümkün müdür? Böyle bir geniş açıyla yaklaşmak yerine
konuyu Kürt-Türk kimlikleriyle kıyaslamalarda bulunarak ele almak
başka türlü de olsa milliyetçilik değil midir?
Öyleyse, Nazım Hikmet
Türk şairiyim dediği için, Sabahattin Ali başka bir neden bulunarak
bu ‘ötekileştirme iddialarından payını alacak mıdır?
Bu sorular da
çoğaltılabilir. Ama ben sonuç olarak her iki açıdan da bakıldığında
emek sömürüsüne karşı verilmesi gerek sınıf mücadelesinin ‘salt’
etnik kimliklere göre bölünerek güçleneceğine inanmıyorum. Bu
önyargılarla toplumcu sosyalist yazarlarımızı hedeflemenin
edebiyatımıza bir getirisi olacağını da Türkiye halklarını, bunca
yıldır sömürülen Kürt halkının daha iyi yaşam koşullarına
kavuşmasında çözüme yaklaştıracağını da düşünmüyorum.
*Yazıdan yaptığım
alıntılar, aslına uygundur.
Nilüfer Altunkaya
|