Ana Sayfa

Insanokur.org - 9 Aralık 2007

 

Orhan Kemal’in Don Kişot'u, Murtaza

 

Orhan Kemal, ölümsüz karakteri Murtaza ile edebiyatımıza asla silinemeyecek biçimde damgasını vurmuştur. İnsanın en çapraşık durumlarından birini kara mizahla yüklü bir dille anlatır. Otorite ile doğru kavramı arasında sıkışıp kalan, doğruculuğundan ödün vermemek için daha çözümsüz durumlara düşen, bu arada gittikçe insanı anlamaktan uzaklaşıp, salt ilkelerini savunan bireyin başına gelenlerin acıklı bir güldürüsüdür.

Orhan Kemal, Ölmeden önce "Murtaza-2"yi de yazmış ve dosyasının kapağına el yazısıyla şu notu düşmüş;"Önemli not: Bu dosyada Murtaza'nın ikinci cildini yürütecek müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Geziden dönüşte devam edilecektir. (Tabii kısmetse... ki elbette kısmettir)'

Ama kısmet olmadı, Orhan Kemal 2 Nisan 1970 tarihli bu nottan sonra çıktığı geziden sağ dönemedi.

'Dışardan bakınca insanı güldüren bir tiptir, Bekçi Murlaza. Tutkuları onu bir an bile rahat bırakmaz. Sürekli bir kavganın içindedir. Çevresindeki insanlarla, bazı bazı bütün insanlarla ailesiyle, yakınlarıyla, hatta kendisiyle bile boyuna çekişir; kavga eder; inandığı doğrulan kabul ettirmeye ve hemen uygulatmaya savaşır. Çevresiyle bu yüzden zıt düştüğünü görmez mi? Görür, ama aldırmaz. Dediklerinin yüzde yüz doğru olduğuna öylesine inanmıştır ki, ölüm gelse onu yolundan alıkoyamaz. Bütün dünyaya savaş ilân etmiş bir Don Kişot'tur o.

Bu kişiliğiyle Murtaza alkışlanmaya değer, yüce biri gibi görünür. Günümüzde az rastlanır türden bir idealisttir. Özveriyle çarpışır; karşılığında hiçbir şey beklemez. Daha doğrusu amirlerinin bir iki tatlı sözüyle dünyaları kazanmış kadar duygulanır; mutlu olur. Ama Murtaza'nın kişiliğinde öyle bir nokta vardır ki, onun gerçekten bir kahraman, çağdaş bir kavgacı olmasını önler, önce Murtaza bütün gerçeklere gözünü yummaktadır. Toplumun, toplumda geçerli olan düzenin yanında yer alanların ona empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir bir kez. İnsanları en kaba çizgilerle iki ana bölüme ayırmıştır: Zenginlerle yoksullar. Bütün zenginler, okumuşlar, kravatlılar iyi, çalışkan, Tanrının sevgili kulları, dolayısıyla da onun “âmirleri”dir. Murtaza kendini onlara adamıştır.

Burada içinden çıktığı toplum katını küçümseyip kendi çevresinin kişilerini horlayan yığınla insanın Murtaza'da somutlaşmasını izleriz. Murtaza kendinin de yoksul olmasına aldırmaz görünür. O öteki yoksullar gibi değildir çünkü. Onlar gibi olmadığına inanmak zorundadır. Onun için de elbise, kahramanlık, soylu atalar gibi yoksulluğunu unutturacak değer yargılarının arkasına sığınır.

Romandaki Murtaza, sonuna kadar uyuyacaktır. Hayallerinin ardarda yıkıldığını görür; acılar içinde kıvranır, trajik bunalımlar yaşar; suçu gene de kendi dışındakilerde arar. Orhan Kemal ile Ulvi Uraz'ın sıkı işbirliği sonunda ortaya çıkan Murtaza ise birdenbire gerçeği görür. Silkinir. Ömrü boyunca uyuduğunun bir anda farkına varır. Oyun da burada sona erer. Bundan sonra Murtaza ne yapar bilinmez. Büsbütün yıkılır mı? Yoksa o inatçı, o dik kişiliğiyle bu kez doğru bir kavgaya mı başlar?... Ama bir umut kapısı açılmıştır hiç olmazsa.

Eser romandan oyun haline geçerken fazlalıklarından arınmış, daha yalın, daha vurucu bir nitelik kazanmış. Sahneye koyuşta da aynı yakınlığı görüyoruz. Ne var ki seyirci böyle yalın, böyle düz bir gösteriyi, alışkanlıklarından kurtulup beğenir mi, sorusu ortaya çıkıyor. Oysa bu olumlu ve başarılı oyunlaştırma, sahnede de gösteri zenginliğiyle tamamlansaydı, geniş bir seyirci kitlesi üzerinde çok daha etkili olurdu. (S. Günay Akarsu /Milliyet. 16.10.1969).

Murtaza'ya gelince, ilk kez bundan on yedi yıl önce yayımlanan bu roman, gerçi yazarın en iyi yapıtlarından biri sayılamaz, ama romanın ekseni olan Bekçi Murtaza, usumuzun kolayca inandığı, sevdiği, aşırı davranışlarını hoşgörüyle karşıladığı, fakat asla gülünçleştirmediği bir tiptir. Sahnedeki Murtaza ise, kâğıttaki Murtaza'nın çok kaba bir karikatürü olup çıkıvermiş. Bunda, sahneye koyucu - yorumcu - başoyuncu Ulvi Uraz in da tutumu var ya, asıl Orhan Kemal'in kendisi sapmış bence ilk portreden: Murtaza'sını bir ruh hastası, üstelik bir işveren kölesi haline sokuvermiş. Bunun dışında, iyi romancıların iyi oyun yazarı olamadıkları konusundaki genel kuralın, Orhan Kemal'i de kapsadığını görüyoruz. Çünkü romanda geçmiş şeyleri birisi anlatır bize, ama tiyatroda anlatıcı aradan çekilir, şimdi geçeni biz görürüz, biz duyarız, biz değerlendiririz. Yapıtın en zayıf yanı da burası zaten. Birinci Perde boyunca süren Ulvi Uraz'ın bıktırıcı monologu, romancının ağzından Bekçi Murtaza'yı betimliyor, betimlemekle de kalmıyor, giderek iyiden iyiye öyküleştiriyor. (Tahir Özçelik/Yeditepe, Aralık 1969' ("Orhan Kemal", Asım Bezirci, Tekin Yayınevi, 2. Basım, Temmuz 1984 adlı kitaptan alıntı)

'Orhan Kemal bizim edebiyatımızın gelmiş geçmiş en büyük romancısıdır." Murtaza gibi bir tipi, Orhan Kemal'den başkası yaratmadı.' Yaşar Kemal

 

"Murtaza" adlı kitabın özeti

Murtaza, 1905 doğumlu olduğu hesaplanabilir. Ne var ki romanın bir başka yerinde üç yüz on

beşlilerle askere gittiğine değinilir. Buna göre Murtaza, 1899'lu gibi durur.

Pek öyle uzun boylu değilse de kalın, tıkız, sıkı biri olduğu düşünülebilir onun. Hatta oldukça iri

gövdelidir. Sonra güçlü kuvvetlidir. Kırk beş numara postalı, iri burnu, kalın kıllı kolları, kalın kemikli, kocaman elleri olan biri.

Türkiye'ye girişinde yalnızlığı seçmiştir. Hayattaki tek varlığı olarak annesiyle kardeşi onu engellemeye çalışırken o, küçük bir hileye karşılık kendisine desteyle para gösterenlerin yanını değil doğruculuğu seçmiştir. Yüzünü bile görmediği, düşlerinde yaşattığı, Balkan Savaşında şehit düşen dayı (Kolağası Hasan Bey) figürüdür ona bu gücü veren, yalnızlığının hem tetikçisi, hem besleyicisi.

Murtaza'nın çok farklı yapıda biri olduğu, delikanlılık yıllarından bu yana ortadadır sanki. Yazarın aktardığı veriler, Murtaza'nın kişiliğinin, daha delikanlılık yıllarında pekiştiğini gösteriyor bize. “İskân dairesi mamurları”na göre Murtaza, onca alaysamaya, aşağılamaya karşın, işletilir yine de! 'Yüreği, şehit Kolağası Hasan Bey'le birlikte vatan, millet, memleket için çarpan, çan sesinden kurtarılıp Ezanı Muhammediye'ye kavuşturulmayı dünya nimetlerinden üstün tutan (.) sapına kadar doğrucu vatandaştır kendine 'sinema" (eğlence) arayan insanlar için o!

Ailesinin bakışıyla oysa, 'doğruculuk yüzünden aileyi ne hale getirmişti(r) budala!" Murtaza, 'başta kardeşi, herkese küs(er)." Ötesinde şöyle düşünür: 'Ölsün anam isterse on sefer! Namerdim dönersem Hasan Bey dayımın yolundan. Kırılsın sapı kaşığın!" Sonradan durumunu düzelten kardeşinin yardım önerisini bile reddeder.

Dayısı tam bir idoldür Murtaza için. "Kumandar'a benzetilmesinden hoşlanışının altında dayısına yaklaşmıştık duygusu kendini sezdirir iyiden iyiye.

Annesiyle ilgili böyle düşünen, çocuğu için farklı düşünecek değil ya: 'Vazife bir sırasında görmeyecek gözün evladını bile." 'Haçan her Türk bakmalıdır düşmanlara çelik yıldırım, kurşun bilek, taş yürek. Ve vazife bir sırasında sakınmamalıdır gözünü budaktan, dememelidir evladım, ciğerparem. Demedim hiçbir zaman, vazife bir sırasında evladım, ciğerparem." Nitekim romanın ilerleyen bölümlerinde Kızı Firdevs'in iş başında uyuyakalışı, oğlu küçük Hasan'ın ekmek hırsızlığı yapışı karşısındaki tutumu, bunu apaçık kanıtlar!

Bir dostun aracılığıyla aç kalmanın sınırından döner, bekçi olur. Roman zamanı da Murtaza'nın bekçiliğiyle başlar zaten. Üç bölümde yapılandırılmış romanın ilk bölümünde Murtaza'yı mahallenin bekçisi olarak görürüz. İkinci bölümde fabrikada kontrolör yardımcısıdır kahramanımız. Evi, bekçilik yaptığı mahallededir, kızlarından ikisi (Firdevs, Cemile) kontrolörlüğe getirildiği fabrikada çalışır. Roman içine serpiştirilen bütün düğümler, son bölümde mısır tanesi gibi arka arkaya patlar!

Murtaza'ya göre bekçilik, çok önemli görevdir. Şöyle düşünür:

“Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti onu buraya sarhoşlardan korksun, hırsızlardan avanta alsın, gece yarılarından sonra da tam siper horlasın diye bekçi tayin etmemişti.' "Yukarıda Allah, Ankara'da Devlet hem de Hükümet, burda da Murtaza'ydı. (...) Görmüştü kurs, almıştı çok sıkı terbiye amirlerinden. Sonra sakınmazdı gözünü vazife bir sırasında budaktan bile!”

Bu nedenle sıradan vatandaşlara kan kusturur ya, amirlerinin önünde esas duruşta bekler sürekli. Sonra, 'gözleri taa karşı bir noktada, göğsü dışarda, karnı içerde, kaz adımlarıyla yürür' sürekli.

Oysa nasıl da yoksuldur Murtaza. Karısı, altı çocuğuyla sekiz nüfuslu aile zorlukla kalkar yaşam savaşının altından. Ekmek bile veresiye alınır bakkaldan. Karısıyla kızlarından ikisi fabrikada çalışır zaten. Bunların arasına büyük oğlu Hasan da katılacaktır. Sonradan aile, büyük kız Emine evlendikten sonra, onun aydan aya gönderdiği parayla denkleştirir geçimini. Murtaza da ayırdındadır bu yalın gerçekliğin: “Bilirim her şeyleri... Çeker benim de içim tereyağı, kaymak, bal... Lakin görürüm camekânlarında bakkalların, geçerim, yetmez almaya gücüm, ederim kahır kendi kendime, küserim.”

Onun yalnızlığının asıl nedeni, kendini ötekilerden farklı görmesinde yatıyor kuşkusuz. Yalnız kendisi gibi bekçi olanlara karşı değil, üstleri dışında herkese küçümseyerek bakar, çünkü hepsinden de ayrı, hatta üstün olduğunu düşünür. Akranlarına, sıradan yurttaşlara, amirleriymiş gibi bakar, öyle davranır..

Hep düşler içinde bir Murtaza'dır bu! Yalnızlığını dengelemede değil bir tek, bunu temellendirmede sırtını verdiği güç de budur; yaşadığı gerçekliği, dış yaşamda olup bitenleri isteği yönünde yeniden kurgulamak! Bu kurgulamada sırtı sıvazlanan adamdır Murtaza. Ödüller alır, sürekli minnet duyulur kendisine, teşekkür edilir. Bu nedenle “sanki görünmez pompalarla şiş(er), giysisine sığmaz ol(ur).”

Murtaza kararlı, ötesinde başına buyruk, bildiğini okuyan, bu yanıyla korkusuz, sert biridir. Canını sıkan herhangi bir nedenden ötürü her an öfkeye kapılabilir, ama övgüden de delicesine hoşlanır. Bu yanıyla kendini beğenmişin de tekidir. Ötesinde kuru kuruya şan, şeref düşkünlüğü sergiler.

Çelişik gibi görünmekle birlikte zenginlerin karşısında sürekli boynunu büker. Zenginler, “çalışmış, kazanmış, (.) köşk ve apartmanlara alınlarının teriyle sahip olmuşlardı(r). Cenabı Allah her çalışana verir” çünkü. Aldığı maaş da bir lütuftur sanki; “Pisleyemem yediğim çanağa” diye düşünür. Zenginlerden yana gözükür, yoksullaraysa göz açtırmaz bir türlü. Çok sonra oğlu büyük Hasan, “emekçi düşmanı, mal sahibi yardakçısı” olarak görecektir zaten babasını.

Hemen her işe karışır, mahalledeki sokak kedilerini bile kovalar. "Hisli" konuşmaktan hoşlanır.

Hele kalabalık önünde böyle fırsatlar geçtiğinde eline, kaçırmaz bunu.

Zenginler bütün bu davranışlarından ötürü sever görünür Murtaza'yı, güven duyarlar ona. Kaldı ki

kişiliğiyle güven duyulacak biridir de o aynı zamanda. Kimsenin satın alamayacağı, rüşvet vererek iş yaptıramayacağı...

Oysa içten bakıldığında zenginler de, yoksullar da sevmez onu. Kendilerinin dışında biridir, bir uzaylıdır adeta Murtaza. Tümü de alay eder onunla. Hiç kimsenin yürekten benimsediği biri değildir, herkes bir yanıyla şikâyetçidir ondan. Yüzüne kimseler karşı çıkmaz, ama herkes arkasından kuyusunu kazar. Bu acıdan bakıldığında Murtaza, halkın alçaklığının bir gösterenine dönüşür adeta. İnsanların alçaklıklarını, ikiyüzlülüklerini, yalancılıklarını, erdemsizliklerini açığa çıkarır kolayca. Elbette istenmeyen adam olacaktır böyle biri!

Orhan Kemal, Murtaza'yı, gerek fiziğiyle gerekse düşünce yapısı, ruh dünyası yönüyle bir tanrı romancı olarak da ele almaktan, Murtaza'yı doğrudan romancı olarak anlatıp portresini çizmekten çekinmiyor. Ancak yazar, bunu yaparken Murtaza'yı okurla baş başa bırakmayı da savsaklamıyor. Ne ki biz onu, yazarın anlattıklarından değil, nesnel dünyayla ilişkilenişinden tanıyoruz yine de. Bu ipuçlarından kalkarak çizgilerini netleştiriyoruz. Amirlerine, zenginlere, yoksullara, kılıksızlara, meslektaşlarına, çocuklarına, annesine, karısına daha kimlere kimlere nasıl davranıyor, ne gibi tutumlar sergiliyor, an an tanıyarak yeniden kuruyoruz onu.

Demek ki biz, Murtaza adlı bu roman kahramanını, Orhan Kemal'in düz anlatımla aktardıklarından değil, yapıp etmelerini, tutum, davranış, kılgılarını izleyerek, bunlarla ilgili ayrıntılardan yola çıkarak kendi us dünyamızda yeniden biçimlendirmeye girişiyoruz.

Sözgelimi karısını, kendisine benzeyen, Türkiye'ye geldiğinde malı mülkü reddederek "doğrucu" davranan, kibirli birinin kızı olduğu için seçmiştir. Ne var ki, umduğu gibi çıkmamıştır karısı, "hiçbir zaman Murtaza'ya layık bir kadın" değildir çünkü o. Şöyle der onun için: “Olamayacaksın, Mürteza'ya layık evsafta kari!” Romanın sonunda ise şöyle söyleyecektir: "Olamadın istediğim evsafta bir tarla (.), çürüttün tohumunu"

Bütün bunların dışında ahlaksal (etik) temelde önemli bir katalizör görevi de üstlendiği sezilir Murtaza'nın. Bu çerçevede görev, yurtseverlik, doğruluk, erdem vb açısından bir denek taşıdır o ya da turnusol. Bir ahlaksallık sorgulamasının yargıcı olarak alınabilir bu yanıyla Murtaza. "Herhangi bir vatandaş doğar anasından vazife için, ölür vazife uğruna!" der. Ardını getirir sözünün: "Kavede, yemek yerken, sokakta, yapar iken hâşâ huzurdan çişini apteshanede. Her yerde, her zaman vazife. Kapıp koyuvermeyeceksin kendini. Demeyeceksin geçeyim dalga. Her an vazife bir sırasında sayacaksın kendini. Kulakların bekleyecek seferberlik davullarını. Ne zaman duyacaksın başlar çalmaya davullar, coşacaksın, geleceksin cûş-ü hurûşa, sığmayacaksın sen sana!"

Romanın trajikomik boyutunu belirleyen yanı bu ele alış biçiminden kaynaklanıyor bana göre. Gerçekten de roman okunurken, okurun bir yandan gülmesi, bir yandan ağlaması Murtaza'nın yansıttığı çelişik kişilikten kaynaklanır. Gülünçlü, üstelik oldukça gülünçlü bölümcelerle karşılaşılsa da bunların acıyla, ağlamalarla karşılanmaması olanaksızdır.

Yalnızlığın zorundan güç alarak sonuna dek dayanırken davranışları yer yer bizi ayağa kaldırır evet, ama yer yer de bu ölçüde bir namusluluk karşısında utanırız elimizde olmadan. Çünkü okur olarak hiçbirimizin bu oranda namuslu kalabilmesi, hadi olanaksızdır demiyeyim ama çok güçtür doğrusu.

Burada Murtaza'yı bir Don Kişot gibi alabilmek de olanaklı görünüyor bana. Ötesinde Orhan Kemal'in yaratım sürecinde, Don Kişot'u dikkate aldığı da öne sürülebilir hatta. Gerçekten de emniyet müdürüyle fabrika fen müdürünün arasındaki konuşma bunu ele vermeye yetiyor bence. Örneğin Murtaza'yı görüp tanıdıktan sonra fen müdürünün usundan Don Kişot geçer. Nitekim emniyet müdürü, Murtaza için, "Don Kişot'a benziyor." “Herif bekçi değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni toptan disipline sokmaya memur biri nerdeyse, bir diktatör,” demekten kendini alamaz.

Çok sonra fabrika umum müdürünün, "Bu adam Don Kişot desenize," sözüne şu yanıtı getirecektir fen müdürü: ''Don Kişot'ların kökleri hiçbir devirde kurumadı ki devrimizde kurusun. Her memleketin kendine göre Don Kişot'ları var, olacak." Hiç kuşku yok ki, tersine bir Don Kişot'tur bu!

Öyleyse davranışlarıyla, düşünce yapısıyla, sıkı düzen adına insanlara uyguladığı baskı nedeniyle tam bir faşist kimlik yansıttığı düşünülebilir onun, ne ki bu kimliğin yalnızca görev ahlakının gereği olarak ortaya çıktığını unutmamak gerekiyor!

Çünkü bir yanıyla çok saf, çocuksu, söylenenlere hemen inanıveren biri Murtaza. Gerçekten de Murtaza, Orhan Kemal'in toplumsal dokuya ustalıkla yerleştirdiği trajikomik bir kahraman olarak alınabilir kolayca.

Orhan Kemal kahramanlarının iç dünyalarına girerek çok sönük (hiçbir özelliği olmayan) dış görünüşlerin ardında korkusuzluk, çalışma sevgisi, arkadaşlık duygusu ve doğuştan akıllılık gibi çok büyük yeteneklerin bulunduğunu göstermiş ve emekçi insanların toplumsal bakımdan bilinçlenmesine yardım eden ve ahlaksal nitelikleriyle insanı kendine çeken bir ideal yaratmıştır. Orhan Kemal'i, 30 lu yılların kendinden önce gelen yazarlarından ayıran başka bir özelliği de, onun Türk işçisini, kendi sınıfının temsilcisi olarak ortaya çıkarmasıdır. Bundan başka Orhan Kemal, işçinin sınıf psikolojisine inerek bunu açıklamış ve belli bir toplumsal psikolojik tip yaratmıştır. Bu idealini gerçekleştirmek için yazar, başka bir yol daha seçiyor. Ahlaksal bakımdan sakat ve olumsuz bir insan tipi yaratıyor. Murtaza'da (1952'de öykü, 1964'de roman olarak yayımlanmış) kahraman, yaşam koşullarının baskısı altında göçmen olarak kente gelmiş fabrikada gece bekçisi olmuştur. İşçilerle kaynaşmamış, patronların çıkarlarının çok ateşli bir savunucusu olmuştur.

Kişiliğini, toplumdaki yerini ve tüm insanlık onurunu yitiren Murtaza, Orhan Kemal'in yarattığı kişilerin en başarılılarından biridir. Murtaza, oldukça karmaşık bir kişiliğe sahiptir ve bu karmaşıklık ona iki yanlı bir görev yükler. Murtaza karşımıza hem suçlayan hem de suçlanan birisi olarak çıkar. Bu kişilik, kendi içinde getirdiği eleştiriyle bize insanların bilincini sakatlayan, onları akılsız dalkavuklar durumuna indirgeyen, acımasız hainlere dönüştürerek onların yaşamlarında büyük yıkımlara yol açan toplumsal nedenleri gösteriyor. Murtaza'da yazar, insanın toplumsal ve ekonomik koşullara ne denli bağımlı olduğunu büyük bir ustalıkla, gözler önüne seriyor. Bu örnekte asıl trajedi, babasının bağnazlığının kurbanı olan Firdevs'in ölümünden doğmuyor. Aslında bu bir sonuçtur; trajedinin son aşamasıdır. Trajik sonuç asıl, yaşamın akışından, kahramanın gelişen yaşamın gereklerine ayak uyduramamasından, kendi toplumsal sınıfı ve toplumsal görevleriyle arasındaki uyuşmazlıktan doğuyor.

Murtaza aynı zamanda suçlanan bir kişidir. Yaşamdaki toplumsal koşulların kurbanıdır o; aynı zamanda bu koşulların doğurduğu bir kötülüğü temsil eder. Yazar, kahramanı yüzyıllarca aşağılanmaktan, yıllarca alıştığı ve bilincine yerleşmiş olan o kendini - aşağı - görme duygusundan kurtulamamış, başkalarının buyruğuna girmiş, boyun eğmiş, kendi sınıfıyla bağlantısını yitirmiş, başka bir sınıfın çıkarlarına körü körüne ve bağnaz bir biçimde araç olan bir insan olarak gösteriyor; onun yaşam görüşünü, sık sık yinelenen şu cümleyle özetliyor; “Birisi çamura battı mı, onu kurtarmaya koşma, gerekirse bir tekme de sen vur. Büyüklere adım uydurmak lâzım, yoksa işçilere nefes alacak zaman bile bırakmazlar”

Murtaza kişiliği, grotesk ve abartma yöntemiyle yaratılmış, hiciv havası ön plânda olmamakla birlikte, yalnız Murtaza'nın davranışlarında değil, daha çok yazarın ironisine kattığı değişik tonlarda, zaman zaman sevecenlik gösteren, zaman zaman da aşağılayıcı bir alaya dönüşen bu ironide ortaya çıkıyor; Murtaza'nın toplumun kurbanı olarak ya da topluma zarar veren bir insan olarak gösterildiği zamanlara göre bu hiciv tonu da değişiyor; kurban olarak gösterildiği zamanlardaki acıma ve hüzün duygusu gibi.

Gogol gibi Orhan Kemal de bize gözle görülür, somut bir ideal sunmuyor; ne var ki, toplumdaki yaralar ve bunların insanların üzerinde yaptığı moral düşüklük suçlanırken, metnin ardında öyle bir anlam yatıyor ki, olumsuz- kahraman aslında bütünüyle zıt bir kişiliğe dönüşüyor; böylece Orhan Kemal'in tasarladığı idealin dış çizgileri belirginleşiyor.

Orhan Kemal'in toplumsal incelemelerin ustası olduğu herkesçe kabul edilmiştir. Bu, kuşkusuz yerinde bir değerlendirmedir. Toplumsal koşulların incelenmesi ve gerçekliğin yansıtılmasında usta olan Balzac'ın Orhan Kemal'in en çok sevdiği yazarlar arasında ayrı bir yer tutması rastlantı değildir.

Yazarın, kahramanlarının iç dünyalarına karşı hiç ilgisiz olmadığı açıkça bellidir. Orhan Kemal, bu iç dünyayı kişilerin davranışları, söyledikleri, iç diyalogları ve diyalogları gibi dış belirtileriyle de yansıtır. Sarı Memet ve Kemal Dokuzcanlı'nın patronlarla giriştiği diyaloglarda Orhan Kemal'in yarattığı kahramanların ahlaksal, moral gücü ortaya çıkıyor. Ne var ki fabrika müdürleriyle yaptığı konuşmada Murtaza kişiliği ahlak bakımından bambaşka bir nitelik gösteriyor.

     

  • "Gel bakalım Murtaza Efendi... ne var ne yok?

İstediği havayı bulan Murtaza hafifçe öksürdükten sonra;

  • Sağlığınız müdürüm, dedi.

  • Ne yaptın hırsızını?

  • Arzetmiştim âmirim: Teslim ettik karakola. Sonra çıktık mahkemeye, verdim bu husustaki ifademi...

  • Suç ortakları da yakalandı mı?

  • Elbet yakalandı müdürüm...

  • Peki, hırsızlıktan nasıl haberin oldu?

Murtaza uykusuzluktan biber gibi yanan gözlerini çipil çipil kırpıştırdı:

  • Çıkmış idim fabrika kapısına. Çünkü basmış idi efkâr...

    Niçin efkâr bastığını hatırlayarak durdu. Fen Müdürü:

  • Evet, dedi. Efkâr bastığı için kapıya çıkmıştın. Sonra?

  • Daha önce müdürüm... var çok büyük kabahatimiz...

  • Kabahatiniz mı var?

  • Evet müdürüm, hem de çok büyük!

  • Ne kabahati?

  • Etmedi Nuh rapor?

  • Yoo...

Murtaza ferahladı:

  • O halde yapmamış vazifesini!

  • Neden bahsediyorsun?

Gözlerini kısarak Fen Müdürünün masasına yaklaştı:

  • Ben âmirim, olamam istenilen evsafta baba!

  • Tuhaf...

  • Çünkü olsa idim istenilen evsafta bir baba...

  • Evet?

  • Verebilir idim evlatlarıma sıkı disiplin, hem de terbiye!

Fen müdürü hiçbir şey anlamadığı için, hayretle bakıyordu.

  • .... o zaman anlarlar idi yüksektir bir vazife herhangi bir namustan!

  • Uyumazlar idi vazife sırasında makinalarına binip!

  • Demek etmedi rapor Nuh?

  • Etmedi.

  • Lâzım idi etmesi. Yapmadı vazifesini! Çünkü o da bilmez nedir bir vazife. Sanar bir vazife, benzer yemeğe peynir hem de ekmek!"

Orhan Kemal, diyalogları ruhsal çözümleme amacıyla büyük bir ustalıkla kullanarak kahramanların kişiliklerini veriyor. Bu kişilerin konuşmaları her zaman toplumsal ilişkilerinin özelliklerini taşıyor. Orhan Kemal'in gerçekçiliğinin bu yanı özellikle Murtaza'nın kişiliğinde ortaya çıkıyor. Murtaza'nın konuşmasındaki özellikler, onun hangi toplumsal tabakadan geldiğini, ruhsal durumunu ve yapıtın ana fikrini açıklamaya yardım ediyor.

İç- monologlar dış dünyaya, en çok da örneğin işten çıkarılma, açlık ve hastalık gibi gündelik, basit olaylara karşı tepki olarak oluşuyor. Yazar, kahramanlarının bu olgular karşısındaki tepkileri, duyguları ve ruhsal durumları aracılığıyla olguların toplumsal içeriğini veriyor. 1952'de roman olarak basılmış olan Murtaza, ilk kez 19 Eylül 1969 da "Bekçi Murtaza" adı ile Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda oynanmıştır. (Bkz. Ölümünün 12.Yılında Tiyatro Yazarı Olarak Orhan Kemal ve İlk Dönem Oyunları, Tahir Özçelik/Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And, "Oynanmış Oyunlar Dizini' bölümü, s.629) Bekçi Murtaza, yazarın görebildiği son oyunudur.

Ulvi Uraz'ın yönettiği Bekçi Murtaza, 1962-63 yıllarında Orhan Asena'ya "Eline sağlık, çok iyi olmuş, tam benim düşündüğüm gibi almışsınız Murtaza'yı...' diye mektup yazarak teşekkür ettiği Murtaza değildir. Bu Murtaza, Orhan Kemal'in “değerli tiyatro adamı, dostum Ulvi Uraz'la sıkı bir çalışma birliği kurduk” sözleriyle anlattığı, ortaklaşa yaratılan Murtaza'dır. Ulvi Uraz Tiyatrosu'nun yorumladığı-Uraz'ın yönettiği Bekçi Murtaza'nın, Orhan Kemal'i mutlu etmediğini; Samim Kocagöz'e yazdığı mektuptan anlıyoruz:

(...)

Tiyatroculardan yakınıyorsun. Haklısın. Tiyatro sanatını da yozlaştırmak için hatırı sayılır bir çaba var. İçine girmediğin bir bakıma isabet oluyor. Yerli film piyasasının ne kadar hafif senaryocusu varsa hemen hemen hepsi tiyatro oyunları piyasasında. Yerli filim senaryolarının düşün'den uzak, paldır küldürlüğü şimdi tiyatro alanına aktarıldı gibi bir şey. Bizim bildiğimiz sanat, ister tiyatro, ister sinema, ister şiir, hikâye, roman, resim, müzik ne olursa olsun, güçlü bir dünya görüşüne dayanan bir temel üzerinde gelişir. Bu kural bizde en çok sinema alanında iflâs etmişti. Edebiyat hemen hemen dışındaydı bunun. Şimdi edebiyat da sıraya girdi, tiyatro da. Ulvi Uraz, belki de haklı olarak, MURTAZA'yı az kişili bir oyun haline getirdi. Az kişili, tek dekorlu falan. Bu, Murtaza'nın bir oynanış biçimi. Öyle sanıyorum ki, Murtaza, gelecek yıllar yeniden ele alınacak tiyatro olarak. Hatta sinema süjesi olarak.

(...)' (Orhan Kemal'den Samim Kocagöz'e, Milliyet Sanat Dergisi Sayı:312, 26 Şubat 1979, s.15.-Mektup, dergide ilk kez yayımlanmıştır.-)

Metin And'dan öğrendiğimize göre, Orhan Asena'nın uyarladığı yapıt; “Murtaza” adıyla Devlet Tiyatrolarında 1978 ve 1979'da sahnelenmiştir. (Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, “Oynanmış Oyunlar Dizini” bölümü, s.671.)

Orhan Asena'nın uyarladığı Murtaza, en son Ankara Devlet Tiyatrosu'nca hazırlanarak, Küçük Tiyatro'da 2002-2003 döneminde sahnelenmiştir. (Ankara'da Murtaza'nın ilk gösterimi :11 Ekim 2002-Küçük Tiyatro.)

Orhan Kemal, Murtaza'yı 1965'in Aralık ayında senaryolaştırmıştır... Tunç Başaran bu senaryoyu, 1965-1966 yıllarında “Bekçi Murtaza” adıyla filme çekmiştir... Oynayanlar: Müşfik Kenter, Ayfer Feray, Mümtaz Ener, Tunç Oral, Mine Sun, Yılmaz Koksal, Hayri Caner. (Bekçi Murtaza, siyah-beyazdır.)

Murtaza, 1984 te ikinci kez filme alınır... Senaryosunu Işıl Özgentürk'ün yazdığı, Ali Özgentürk'ün yönettiği film, “Bekçi” ismiyle gösterime sunulur... 1984'teki ikinci çevrimin başlıca oyuncuları şunlardır: Müjdat Gezen, Halil Ergün, Güler Ökten, Macit Koper, Orhan Çağman, Ferda Ferdağ, İhsan Yüce, Menderes Samancılar, Damla Çoşkuner, Neslihan. (Bekçi, renkli olarak filme çekilmiştir.)

 

 


[email protected]