Orhan
Kemal, ölümsüz karakteri Murtaza ile edebiyatımıza asla
silinemeyecek biçimde damgasını vurmuştur. İnsanın en çapraşık
durumlarından birini kara mizahla yüklü bir dille anlatır. Otorite
ile doğru kavramı arasında sıkışıp kalan, doğruculuğundan ödün
vermemek için daha çözümsüz durumlara düşen, bu arada gittikçe
insanı anlamaktan uzaklaşıp, salt ilkelerini savunan bireyin başına
gelenlerin acıklı bir güldürüsüdür.
Orhan Kemal, Ölmeden önce
"Murtaza-2"yi de yazmış ve dosyasının kapağına el yazısıyla şu notu
düşmüş;"Önemli not: Bu dosyada Murtaza'nın ikinci cildini yürütecek
müsveddelerle, 47. sayfaya kadar tape edilmiş bölüm vardır. Geziden
dönüşte devam edilecektir. (Tabii kısmetse... ki elbette kısmettir)'
Ama kısmet olmadı, Orhan Kemal 2 Nisan
1970 tarihli bu nottan sonra çıktığı geziden sağ dönemedi.
'Dışardan bakınca insanı güldüren bir
tiptir, Bekçi Murlaza. Tutkuları onu bir an bile rahat bırakmaz.
Sürekli bir kavganın içindedir. Çevresindeki insanlarla, bazı bazı
bütün insanlarla ailesiyle, yakınlarıyla, hatta kendisiyle bile
boyuna çekişir; kavga eder; inandığı doğrulan kabul ettirmeye ve
hemen uygulatmaya savaşır. Çevresiyle bu yüzden zıt düştüğünü görmez
mi? Görür, ama aldırmaz. Dediklerinin yüzde yüz doğru olduğuna
öylesine inanmıştır ki, ölüm gelse onu yolundan alıkoyamaz. Bütün
dünyaya savaş ilân etmiş bir Don Kişot'tur o.
Bu kişiliğiyle Murtaza alkışlanmaya
değer, yüce biri gibi görünür. Günümüzde az rastlanır türden bir
idealisttir. Özveriyle çarpışır; karşılığında hiçbir şey beklemez.
Daha doğrusu amirlerinin bir iki tatlı sözüyle dünyaları kazanmış
kadar duygulanır; mutlu olur. Ama Murtaza'nın kişiliğinde öyle bir
nokta vardır ki, onun gerçekten bir kahraman, çağdaş bir kavgacı
olmasını önler, önce Murtaza bütün gerçeklere gözünü yummaktadır.
Toplumun, toplumda geçerli olan düzenin yanında yer alanların ona
empoze ettiği kalıpları kör değneğini beller gibi bellemiştir bir
kez. İnsanları en kaba çizgilerle iki ana bölüme ayırmıştır:
Zenginlerle yoksullar. Bütün zenginler, okumuşlar, kravatlılar iyi,
çalışkan, Tanrının sevgili kulları, dolayısıyla da onun
“âmirleri”dir. Murtaza kendini onlara adamıştır.
Burada içinden çıktığı toplum katını
küçümseyip kendi çevresinin kişilerini horlayan yığınla insanın
Murtaza'da somutlaşmasını izleriz. Murtaza kendinin de yoksul
olmasına aldırmaz görünür. O öteki yoksullar gibi değildir çünkü.
Onlar gibi olmadığına inanmak zorundadır. Onun için de elbise,
kahramanlık, soylu atalar gibi yoksulluğunu unutturacak değer
yargılarının arkasına sığınır.
Romandaki Murtaza, sonuna kadar
uyuyacaktır. Hayallerinin ardarda yıkıldığını görür; acılar içinde
kıvranır, trajik bunalımlar yaşar; suçu gene de kendi dışındakilerde
arar. Orhan Kemal ile Ulvi Uraz'ın sıkı işbirliği sonunda ortaya
çıkan Murtaza ise birdenbire gerçeği görür. Silkinir. Ömrü boyunca
uyuduğunun bir anda farkına varır. Oyun da burada sona erer. Bundan
sonra Murtaza ne yapar bilinmez. Büsbütün yıkılır mı? Yoksa o
inatçı, o dik kişiliğiyle bu kez doğru bir kavgaya mı başlar?... Ama
bir umut kapısı açılmıştır hiç olmazsa.
Eser romandan oyun haline geçerken
fazlalıklarından arınmış, daha yalın, daha vurucu bir nitelik
kazanmış. Sahneye koyuşta da aynı yakınlığı görüyoruz. Ne var ki
seyirci böyle yalın, böyle düz bir gösteriyi, alışkanlıklarından
kurtulup beğenir mi, sorusu ortaya çıkıyor. Oysa bu olumlu ve
başarılı oyunlaştırma, sahnede de gösteri zenginliğiyle
tamamlansaydı, geniş bir seyirci kitlesi üzerinde çok daha etkili
olurdu. (S. Günay Akarsu /Milliyet. 16.10.1969).
Murtaza'ya gelince, ilk kez bundan on
yedi yıl önce yayımlanan bu roman, gerçi yazarın en iyi
yapıtlarından biri sayılamaz, ama romanın ekseni olan Bekçi Murtaza,
usumuzun kolayca inandığı, sevdiği, aşırı davranışlarını hoşgörüyle
karşıladığı, fakat asla gülünçleştirmediği bir tiptir. Sahnedeki
Murtaza ise, kâğıttaki Murtaza'nın çok kaba bir karikatürü olup
çıkıvermiş. Bunda, sahneye koyucu - yorumcu - başoyuncu Ulvi Uraz in
da tutumu var ya, asıl Orhan Kemal'in kendisi sapmış bence ilk
portreden: Murtaza'sını bir ruh hastası, üstelik bir işveren kölesi
haline sokuvermiş. Bunun dışında, iyi romancıların iyi oyun yazarı
olamadıkları konusundaki genel kuralın, Orhan Kemal'i de kapsadığını
görüyoruz. Çünkü romanda geçmiş şeyleri birisi anlatır bize, ama
tiyatroda anlatıcı aradan çekilir, şimdi geçeni biz görürüz, biz
duyarız, biz değerlendiririz. Yapıtın en zayıf yanı da burası zaten.
Birinci Perde boyunca süren Ulvi Uraz'ın bıktırıcı monologu,
romancının ağzından Bekçi Murtaza'yı betimliyor, betimlemekle de
kalmıyor, giderek iyiden iyiye öyküleştiriyor. (Tahir
Özçelik/Yeditepe, Aralık 1969' ("Orhan Kemal", Asım Bezirci, Tekin
Yayınevi, 2. Basım, Temmuz 1984 adlı kitaptan alıntı)
'Orhan Kemal bizim edebiyatımızın
gelmiş geçmiş en büyük romancısıdır." Murtaza gibi bir tipi, Orhan
Kemal'den başkası yaratmadı.' Yaşar Kemal
"Murtaza" adlı kitabın özeti
Murtaza, 1905 doğumlu olduğu
hesaplanabilir. Ne var ki romanın bir başka yerinde üç yüz on
beşlilerle askere gittiğine değinilir.
Buna göre Murtaza, 1899'lu gibi durur.
Pek öyle uzun boylu değilse de kalın,
tıkız, sıkı biri olduğu düşünülebilir onun. Hatta oldukça iri
gövdelidir. Sonra güçlü kuvvetlidir.
Kırk beş numara postalı, iri burnu, kalın kıllı kolları, kalın
kemikli, kocaman elleri olan biri.
Türkiye'ye girişinde yalnızlığı
seçmiştir. Hayattaki tek varlığı olarak annesiyle kardeşi onu
engellemeye çalışırken o, küçük bir hileye karşılık kendisine
desteyle para gösterenlerin yanını değil doğruculuğu seçmiştir.
Yüzünü bile görmediği, düşlerinde yaşattığı, Balkan Savaşında şehit
düşen dayı (Kolağası Hasan Bey) figürüdür ona bu gücü veren,
yalnızlığının hem tetikçisi, hem besleyicisi.
Murtaza'nın çok farklı yapıda biri
olduğu, delikanlılık yıllarından bu yana ortadadır sanki. Yazarın
aktardığı veriler, Murtaza'nın kişiliğinin, daha delikanlılık
yıllarında pekiştiğini gösteriyor bize. “İskân dairesi mamurları”na
göre Murtaza, onca alaysamaya, aşağılamaya karşın, işletilir yine
de! 'Yüreği, şehit Kolağası Hasan Bey'le birlikte vatan, millet,
memleket için çarpan, çan sesinden kurtarılıp Ezanı Muhammediye'ye
kavuşturulmayı dünya nimetlerinden üstün tutan (.) sapına kadar
doğrucu vatandaştır kendine 'sinema" (eğlence) arayan insanlar için
o!
Ailesinin bakışıyla oysa, 'doğruculuk
yüzünden aileyi ne hale getirmişti(r) budala!" Murtaza, 'başta
kardeşi, herkese küs(er)." Ötesinde şöyle düşünür: 'Ölsün anam
isterse on sefer! Namerdim dönersem Hasan Bey dayımın yolundan.
Kırılsın sapı kaşığın!" Sonradan durumunu düzelten kardeşinin yardım
önerisini bile reddeder.
Dayısı tam bir idoldür Murtaza için.
"Kumandar'a benzetilmesinden hoşlanışının altında dayısına
yaklaşmıştık duygusu kendini sezdirir iyiden iyiye.
Annesiyle ilgili böyle düşünen, çocuğu
için farklı düşünecek değil ya: 'Vazife bir sırasında görmeyecek
gözün evladını bile." 'Haçan her Türk bakmalıdır düşmanlara çelik
yıldırım, kurşun bilek, taş yürek. Ve vazife bir sırasında
sakınmamalıdır gözünü budaktan, dememelidir evladım, ciğerparem.
Demedim hiçbir zaman, vazife bir sırasında evladım, ciğerparem."
Nitekim romanın ilerleyen bölümlerinde Kızı Firdevs'in iş başında
uyuyakalışı, oğlu küçük Hasan'ın ekmek hırsızlığı yapışı
karşısındaki tutumu, bunu apaçık kanıtlar!
Bir dostun aracılığıyla aç kalmanın
sınırından döner, bekçi olur. Roman zamanı da Murtaza'nın
bekçiliğiyle başlar zaten. Üç bölümde yapılandırılmış romanın ilk
bölümünde Murtaza'yı mahallenin bekçisi olarak görürüz. İkinci
bölümde fabrikada kontrolör yardımcısıdır kahramanımız. Evi,
bekçilik yaptığı mahallededir, kızlarından ikisi (Firdevs, Cemile)
kontrolörlüğe getirildiği fabrikada çalışır. Roman içine
serpiştirilen bütün düğümler, son bölümde mısır tanesi gibi arka
arkaya patlar!
Murtaza'ya göre bekçilik, çok önemli
görevdir. Şöyle düşünür:
“Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
onu buraya sarhoşlardan korksun, hırsızlardan avanta alsın, gece
yarılarından sonra da tam siper horlasın diye bekçi tayin
etmemişti.' "Yukarıda Allah, Ankara'da Devlet hem de Hükümet, burda
da Murtaza'ydı. (...) Görmüştü kurs, almıştı çok sıkı terbiye
amirlerinden. Sonra sakınmazdı gözünü vazife bir sırasında budaktan
bile!”
Bu nedenle sıradan vatandaşlara kan
kusturur ya, amirlerinin önünde esas duruşta bekler sürekli. Sonra,
'gözleri taa karşı bir noktada, göğsü dışarda, karnı içerde, kaz
adımlarıyla yürür' sürekli.
Oysa nasıl da yoksuldur Murtaza.
Karısı, altı çocuğuyla sekiz nüfuslu aile zorlukla kalkar yaşam
savaşının altından. Ekmek bile veresiye alınır bakkaldan. Karısıyla
kızlarından ikisi fabrikada çalışır zaten. Bunların arasına büyük
oğlu Hasan da katılacaktır. Sonradan aile, büyük kız Emine
evlendikten sonra, onun aydan aya gönderdiği parayla denkleştirir
geçimini. Murtaza da ayırdındadır bu yalın gerçekliğin: “Bilirim her
şeyleri... Çeker benim de içim tereyağı, kaymak, bal... Lakin
görürüm camekânlarında bakkalların, geçerim, yetmez almaya gücüm,
ederim kahır kendi kendime, küserim.”
Onun yalnızlığının asıl nedeni,
kendini ötekilerden farklı görmesinde yatıyor kuşkusuz. Yalnız
kendisi gibi bekçi olanlara karşı değil, üstleri dışında herkese
küçümseyerek bakar, çünkü hepsinden de ayrı, hatta üstün olduğunu
düşünür. Akranlarına, sıradan yurttaşlara, amirleriymiş gibi bakar,
öyle davranır..
Hep düşler içinde bir Murtaza'dır bu!
Yalnızlığını dengelemede değil bir tek, bunu temellendirmede sırtını
verdiği güç de budur; yaşadığı gerçekliği, dış yaşamda olup
bitenleri isteği yönünde yeniden kurgulamak! Bu kurgulamada sırtı
sıvazlanan adamdır Murtaza. Ödüller alır, sürekli minnet duyulur
kendisine, teşekkür edilir. Bu nedenle “sanki görünmez pompalarla
şiş(er), giysisine sığmaz ol(ur).”
Murtaza kararlı, ötesinde başına
buyruk, bildiğini okuyan, bu yanıyla korkusuz, sert biridir. Canını
sıkan herhangi bir nedenden ötürü her an öfkeye kapılabilir, ama
övgüden de delicesine hoşlanır. Bu yanıyla kendini beğenmişin de
tekidir. Ötesinde kuru kuruya şan, şeref düşkünlüğü sergiler.
Çelişik gibi görünmekle birlikte
zenginlerin karşısında sürekli boynunu büker. Zenginler, “çalışmış,
kazanmış, (.) köşk ve apartmanlara alınlarının teriyle sahip
olmuşlardı(r). Cenabı Allah her çalışana verir” çünkü. Aldığı maaş
da bir lütuftur sanki; “Pisleyemem yediğim çanağa” diye düşünür.
Zenginlerden yana gözükür, yoksullaraysa göz açtırmaz bir türlü. Çok
sonra oğlu büyük Hasan, “emekçi düşmanı, mal sahibi yardakçısı”
olarak görecektir zaten babasını.
Hemen her işe karışır, mahalledeki
sokak kedilerini bile kovalar. "Hisli" konuşmaktan hoşlanır.
Hele kalabalık önünde böyle fırsatlar
geçtiğinde eline, kaçırmaz bunu.
Zenginler bütün bu davranışlarından
ötürü sever görünür Murtaza'yı, güven duyarlar ona. Kaldı ki
kişiliğiyle güven duyulacak biridir de
o aynı zamanda. Kimsenin satın alamayacağı, rüşvet vererek iş
yaptıramayacağı...
Oysa içten bakıldığında zenginler de,
yoksullar da sevmez onu. Kendilerinin dışında biridir, bir uzaylıdır
adeta Murtaza. Tümü de alay eder onunla. Hiç kimsenin yürekten
benimsediği biri değildir, herkes bir yanıyla şikâyetçidir ondan.
Yüzüne kimseler karşı çıkmaz, ama herkes arkasından kuyusunu kazar.
Bu acıdan bakıldığında Murtaza, halkın alçaklığının bir gösterenine
dönüşür adeta. İnsanların alçaklıklarını, ikiyüzlülüklerini,
yalancılıklarını, erdemsizliklerini açığa çıkarır kolayca. Elbette
istenmeyen adam olacaktır böyle biri!
Orhan Kemal, Murtaza'yı, gerek
fiziğiyle gerekse düşünce yapısı, ruh dünyası yönüyle bir tanrı
romancı olarak da ele almaktan, Murtaza'yı doğrudan romancı olarak
anlatıp portresini çizmekten çekinmiyor. Ancak yazar, bunu yaparken
Murtaza'yı okurla baş başa bırakmayı da savsaklamıyor. Ne ki biz
onu, yazarın anlattıklarından değil, nesnel dünyayla
ilişkilenişinden tanıyoruz yine de. Bu ipuçlarından kalkarak
çizgilerini netleştiriyoruz. Amirlerine, zenginlere, yoksullara,
kılıksızlara, meslektaşlarına, çocuklarına, annesine, karısına daha
kimlere kimlere nasıl davranıyor, ne gibi tutumlar sergiliyor, an an
tanıyarak yeniden kuruyoruz onu.
Demek ki biz, Murtaza adlı bu roman
kahramanını, Orhan Kemal'in düz anlatımla aktardıklarından değil,
yapıp etmelerini, tutum, davranış, kılgılarını izleyerek, bunlarla
ilgili ayrıntılardan yola çıkarak kendi us dünyamızda yeniden
biçimlendirmeye girişiyoruz.
Sözgelimi karısını, kendisine
benzeyen, Türkiye'ye geldiğinde malı mülkü reddederek "doğrucu"
davranan, kibirli birinin kızı olduğu için seçmiştir. Ne var ki,
umduğu gibi çıkmamıştır karısı, "hiçbir zaman Murtaza'ya layık bir
kadın" değildir çünkü o. Şöyle der onun için: “Olamayacaksın,
Mürteza'ya layık evsafta kari!” Romanın sonunda ise şöyle
söyleyecektir: "Olamadın istediğim evsafta bir tarla (.), çürüttün
tohumunu"
Bütün bunların dışında ahlaksal (etik)
temelde önemli bir katalizör görevi de üstlendiği sezilir
Murtaza'nın. Bu çerçevede görev, yurtseverlik, doğruluk, erdem vb
açısından bir denek taşıdır o ya da turnusol. Bir ahlaksallık
sorgulamasının yargıcı olarak alınabilir bu yanıyla Murtaza.
"Herhangi bir vatandaş doğar anasından vazife için, ölür vazife
uğruna!" der. Ardını getirir sözünün: "Kavede, yemek yerken,
sokakta, yapar iken hâşâ huzurdan çişini apteshanede. Her yerde, her
zaman vazife. Kapıp koyuvermeyeceksin kendini. Demeyeceksin geçeyim
dalga. Her an vazife bir sırasında sayacaksın kendini. Kulakların
bekleyecek seferberlik davullarını. Ne zaman duyacaksın başlar
çalmaya davullar, coşacaksın, geleceksin cûş-ü hurûşa, sığmayacaksın
sen sana!"
Romanın trajikomik boyutunu belirleyen
yanı bu ele alış biçiminden kaynaklanıyor bana göre. Gerçekten de
roman okunurken, okurun bir yandan gülmesi, bir yandan ağlaması
Murtaza'nın yansıttığı çelişik kişilikten kaynaklanır. Gülünçlü,
üstelik oldukça gülünçlü bölümcelerle karşılaşılsa da bunların
acıyla, ağlamalarla karşılanmaması olanaksızdır.
Yalnızlığın zorundan güç alarak sonuna
dek dayanırken davranışları yer yer bizi ayağa kaldırır evet, ama
yer yer de bu ölçüde bir namusluluk karşısında utanırız elimizde
olmadan. Çünkü okur olarak hiçbirimizin bu oranda namuslu
kalabilmesi, hadi olanaksızdır demiyeyim ama çok güçtür doğrusu.
Burada Murtaza'yı bir Don Kişot gibi
alabilmek de olanaklı görünüyor bana. Ötesinde Orhan Kemal'in
yaratım sürecinde, Don Kişot'u dikkate aldığı da öne sürülebilir
hatta. Gerçekten de emniyet müdürüyle fabrika fen müdürünün
arasındaki konuşma bunu ele vermeye yetiyor bence. Örneğin
Murtaza'yı görüp tanıdıktan sonra fen müdürünün usundan Don Kişot
geçer. Nitekim emniyet müdürü, Murtaza için, "Don Kişot'a benziyor."
“Herif bekçi değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni toptan disipline sokmaya
memur biri nerdeyse, bir diktatör,” demekten kendini alamaz.
Çok sonra fabrika umum müdürünün, "Bu
adam Don Kişot desenize," sözüne şu yanıtı getirecektir fen müdürü:
''Don Kişot'ların kökleri hiçbir devirde kurumadı ki devrimizde
kurusun. Her memleketin kendine göre Don Kişot'ları var, olacak."
Hiç kuşku yok ki, tersine bir Don Kişot'tur bu!
Öyleyse davranışlarıyla, düşünce
yapısıyla, sıkı düzen adına insanlara uyguladığı baskı nedeniyle tam
bir faşist kimlik yansıttığı düşünülebilir onun, ne ki bu kimliğin
yalnızca görev ahlakının gereği olarak ortaya çıktığını unutmamak
gerekiyor!
Çünkü bir yanıyla çok saf, çocuksu,
söylenenlere hemen inanıveren biri Murtaza. Gerçekten de Murtaza,
Orhan Kemal'in toplumsal dokuya ustalıkla yerleştirdiği trajikomik
bir kahraman olarak alınabilir kolayca.
Orhan Kemal kahramanlarının iç
dünyalarına girerek çok sönük (hiçbir özelliği olmayan) dış
görünüşlerin ardında korkusuzluk, çalışma sevgisi, arkadaşlık
duygusu ve doğuştan akıllılık gibi çok büyük yeteneklerin
bulunduğunu göstermiş ve emekçi insanların toplumsal bakımdan
bilinçlenmesine yardım eden ve ahlaksal nitelikleriyle insanı
kendine çeken bir ideal yaratmıştır. Orhan Kemal'i, 30 lu yılların
kendinden önce gelen yazarlarından ayıran başka bir özelliği de,
onun Türk işçisini, kendi sınıfının temsilcisi olarak ortaya
çıkarmasıdır. Bundan başka Orhan Kemal, işçinin sınıf psikolojisine
inerek bunu açıklamış ve belli bir toplumsal psikolojik tip
yaratmıştır. Bu idealini gerçekleştirmek için yazar, başka bir yol
daha seçiyor. Ahlaksal bakımdan sakat ve olumsuz bir insan tipi
yaratıyor. Murtaza'da (1952'de öykü, 1964'de roman olarak
yayımlanmış) kahraman, yaşam koşullarının baskısı altında göçmen
olarak kente gelmiş fabrikada gece bekçisi olmuştur. İşçilerle
kaynaşmamış, patronların çıkarlarının çok ateşli bir savunucusu
olmuştur.
Kişiliğini, toplumdaki yerini ve tüm
insanlık onurunu yitiren Murtaza, Orhan Kemal'in yarattığı kişilerin
en başarılılarından biridir. Murtaza, oldukça karmaşık bir kişiliğe
sahiptir ve bu karmaşıklık ona iki yanlı bir görev yükler. Murtaza
karşımıza hem suçlayan hem de suçlanan birisi olarak çıkar. Bu
kişilik, kendi içinde getirdiği eleştiriyle bize insanların
bilincini sakatlayan, onları akılsız dalkavuklar durumuna
indirgeyen, acımasız hainlere dönüştürerek onların yaşamlarında
büyük yıkımlara yol açan toplumsal nedenleri gösteriyor. Murtaza'da
yazar, insanın toplumsal ve ekonomik koşullara ne denli bağımlı
olduğunu büyük bir ustalıkla, gözler önüne seriyor. Bu örnekte asıl
trajedi, babasının bağnazlığının kurbanı olan Firdevs'in ölümünden
doğmuyor. Aslında bu bir sonuçtur; trajedinin son aşamasıdır. Trajik
sonuç asıl, yaşamın akışından, kahramanın gelişen yaşamın
gereklerine ayak uyduramamasından, kendi toplumsal sınıfı ve
toplumsal görevleriyle arasındaki uyuşmazlıktan doğuyor.
Murtaza aynı zamanda suçlanan bir
kişidir. Yaşamdaki toplumsal koşulların kurbanıdır o; aynı zamanda
bu koşulların doğurduğu bir kötülüğü temsil eder. Yazar, kahramanı
yüzyıllarca aşağılanmaktan, yıllarca alıştığı ve bilincine yerleşmiş
olan o kendini - aşağı - görme duygusundan kurtulamamış,
başkalarının buyruğuna girmiş, boyun eğmiş, kendi sınıfıyla
bağlantısını yitirmiş, başka bir sınıfın çıkarlarına körü körüne ve
bağnaz bir biçimde araç olan bir insan olarak gösteriyor; onun yaşam
görüşünü, sık sık yinelenen şu cümleyle özetliyor; “Birisi çamura
battı mı, onu kurtarmaya koşma, gerekirse bir tekme de sen vur.
Büyüklere adım uydurmak lâzım, yoksa işçilere nefes alacak zaman
bile bırakmazlar”
Murtaza kişiliği, grotesk ve abartma
yöntemiyle yaratılmış, hiciv havası ön plânda olmamakla birlikte,
yalnız Murtaza'nın davranışlarında değil, daha çok yazarın ironisine
kattığı değişik tonlarda, zaman zaman sevecenlik gösteren, zaman
zaman da aşağılayıcı bir alaya dönüşen bu ironide ortaya çıkıyor;
Murtaza'nın toplumun kurbanı olarak ya da topluma zarar veren bir
insan olarak gösterildiği zamanlara göre bu hiciv tonu da değişiyor;
kurban olarak gösterildiği zamanlardaki acıma ve hüzün duygusu gibi.
Gogol gibi Orhan Kemal de bize gözle
görülür, somut bir ideal sunmuyor; ne var ki, toplumdaki yaralar ve
bunların insanların üzerinde yaptığı moral düşüklük suçlanırken,
metnin ardında öyle bir anlam yatıyor ki, olumsuz- kahraman aslında
bütünüyle zıt bir kişiliğe dönüşüyor; böylece Orhan Kemal'in
tasarladığı idealin dış çizgileri belirginleşiyor.
Orhan Kemal'in toplumsal incelemelerin
ustası olduğu herkesçe kabul edilmiştir. Bu, kuşkusuz yerinde bir
değerlendirmedir. Toplumsal koşulların incelenmesi ve gerçekliğin
yansıtılmasında usta olan Balzac'ın Orhan Kemal'in en çok sevdiği
yazarlar arasında ayrı bir yer tutması rastlantı değildir.
Yazarın, kahramanlarının iç
dünyalarına karşı hiç ilgisiz olmadığı açıkça bellidir. Orhan Kemal,
bu iç dünyayı kişilerin davranışları, söyledikleri, iç diyalogları
ve diyalogları gibi dış belirtileriyle de yansıtır. Sarı Memet ve
Kemal Dokuzcanlı'nın patronlarla giriştiği diyaloglarda Orhan
Kemal'in yarattığı kahramanların ahlaksal, moral gücü ortaya
çıkıyor. Ne var ki fabrika müdürleriyle yaptığı konuşmada Murtaza
kişiliği ahlak bakımından bambaşka bir nitelik gösteriyor.
İstediği havayı bulan Murtaza hafifçe
öksürdükten sonra;
-
Sağlığınız müdürüm, dedi.
-
Ne yaptın hırsızını?
-
Arzetmiştim âmirim: Teslim ettik
karakola. Sonra çıktık mahkemeye, verdim bu husustaki ifademi...
-
Suç ortakları da yakalandı mı?
-
Elbet yakalandı müdürüm...
-
Peki, hırsızlıktan nasıl haberin
oldu?
Murtaza uykusuzluktan biber gibi yanan
gözlerini çipil çipil kırpıştırdı:
-
Evet, dedi. Efkâr bastığı için
kapıya çıkmıştın. Sonra?
-
Daha önce müdürüm... var çok büyük
kabahatimiz...
-
Kabahatiniz mı var?
-
Evet müdürüm, hem de çok büyük!
-
Ne kabahati?
-
Etmedi Nuh rapor?
-
Yoo...
Murtaza ferahladı:
Gözlerini kısarak Fen Müdürünün
masasına yaklaştı:
-
Ben âmirim, olamam istenilen
evsafta baba!
-
Tuhaf...
-
Çünkü olsa idim istenilen evsafta
bir baba...
-
Evet?
-
Verebilir idim evlatlarıma sıkı
disiplin, hem de terbiye!
Fen müdürü hiçbir şey anlamadığı için,
hayretle bakıyordu.
-
.... o zaman anlarlar idi
yüksektir bir vazife herhangi bir namustan!
-
Uyumazlar idi vazife sırasında
makinalarına binip!
-
Demek etmedi rapor Nuh?
-
Etmedi.
-
Lâzım idi etmesi. Yapmadı
vazifesini! Çünkü o da bilmez nedir bir vazife. Sanar bir
vazife, benzer yemeğe peynir hem de ekmek!"
Orhan Kemal, diyalogları ruhsal
çözümleme amacıyla büyük bir ustalıkla kullanarak kahramanların
kişiliklerini veriyor. Bu kişilerin konuşmaları her zaman toplumsal
ilişkilerinin özelliklerini taşıyor. Orhan Kemal'in gerçekçiliğinin
bu yanı özellikle Murtaza'nın kişiliğinde ortaya çıkıyor.
Murtaza'nın konuşmasındaki özellikler, onun hangi toplumsal
tabakadan geldiğini, ruhsal durumunu ve yapıtın ana fikrini
açıklamaya yardım ediyor.
İç- monologlar dış dünyaya, en çok da
örneğin işten çıkarılma, açlık ve hastalık gibi gündelik, basit
olaylara karşı tepki olarak oluşuyor. Yazar, kahramanlarının bu
olgular karşısındaki tepkileri, duyguları ve ruhsal durumları
aracılığıyla olguların toplumsal içeriğini veriyor. 1952'de roman
olarak basılmış olan Murtaza, ilk kez 19 Eylül 1969 da "Bekçi
Murtaza" adı ile Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda oynanmıştır. (Bkz. Ölümünün
12.Yılında Tiyatro Yazarı Olarak Orhan Kemal ve İlk Dönem Oyunları,
Tahir Özçelik/Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu, Metin And, "Oynanmış
Oyunlar Dizini' bölümü, s.629) Bekçi Murtaza, yazarın görebildiği
son oyunudur.
Ulvi Uraz'ın yönettiği Bekçi Murtaza,
1962-63 yıllarında Orhan Asena'ya "Eline sağlık, çok iyi olmuş, tam
benim düşündüğüm gibi almışsınız Murtaza'yı...' diye mektup yazarak
teşekkür ettiği Murtaza değildir. Bu Murtaza, Orhan Kemal'in
“değerli tiyatro adamı, dostum Ulvi Uraz'la sıkı bir çalışma birliği
kurduk” sözleriyle anlattığı, ortaklaşa yaratılan Murtaza'dır. Ulvi
Uraz Tiyatrosu'nun yorumladığı-Uraz'ın yönettiği Bekçi Murtaza'nın,
Orhan Kemal'i mutlu etmediğini; Samim Kocagöz'e yazdığı mektuptan
anlıyoruz:
(...)
Tiyatroculardan yakınıyorsun.
Haklısın. Tiyatro sanatını da yozlaştırmak için hatırı sayılır bir
çaba var. İçine girmediğin bir bakıma isabet oluyor. Yerli film
piyasasının ne kadar hafif senaryocusu varsa hemen hemen hepsi
tiyatro oyunları piyasasında. Yerli filim senaryolarının düşün'den
uzak, paldır küldürlüğü şimdi tiyatro alanına aktarıldı gibi bir
şey. Bizim bildiğimiz sanat, ister tiyatro, ister sinema, ister
şiir, hikâye, roman, resim, müzik ne olursa olsun, güçlü bir dünya
görüşüne dayanan bir temel üzerinde gelişir. Bu kural bizde en çok
sinema alanında iflâs etmişti. Edebiyat hemen hemen dışındaydı
bunun. Şimdi edebiyat da sıraya girdi, tiyatro da. Ulvi Uraz, belki
de haklı olarak, MURTAZA'yı az kişili bir oyun haline getirdi. Az
kişili, tek dekorlu falan. Bu, Murtaza'nın bir oynanış biçimi. Öyle
sanıyorum ki, Murtaza, gelecek yıllar yeniden ele alınacak tiyatro
olarak. Hatta sinema süjesi olarak.
(...)' (Orhan Kemal'den Samim
Kocagöz'e, Milliyet Sanat Dergisi Sayı:312, 26 Şubat 1979,
s.15.-Mektup, dergide ilk kez yayımlanmıştır.-)
Metin And'dan öğrendiğimize göre,
Orhan Asena'nın uyarladığı yapıt; “Murtaza” adıyla Devlet
Tiyatrolarında 1978 ve 1979'da sahnelenmiştir. (Cumhuriyet Dönemi
Türk Tiyatrosu, “Oynanmış Oyunlar Dizini” bölümü, s.671.)
Orhan Asena'nın uyarladığı Murtaza, en
son Ankara Devlet Tiyatrosu'nca hazırlanarak, Küçük Tiyatro'da
2002-2003 döneminde sahnelenmiştir. (Ankara'da Murtaza'nın ilk
gösterimi :11 Ekim 2002-Küçük Tiyatro.)
Orhan Kemal, Murtaza'yı 1965'in Aralık
ayında senaryolaştırmıştır... Tunç Başaran bu senaryoyu, 1965-1966
yıllarında “Bekçi Murtaza” adıyla filme çekmiştir... Oynayanlar:
Müşfik Kenter, Ayfer Feray, Mümtaz Ener, Tunç Oral, Mine Sun, Yılmaz
Koksal, Hayri Caner. (Bekçi Murtaza, siyah-beyazdır.)
Murtaza, 1984 te ikinci kez filme
alınır... Senaryosunu Işıl Özgentürk'ün yazdığı, Ali Özgentürk'ün
yönettiği film, “Bekçi” ismiyle gösterime sunulur... 1984'teki
ikinci çevrimin başlıca oyuncuları şunlardır: Müjdat Gezen, Halil
Ergün, Güler Ökten, Macit Koper, Orhan Çağman, Ferda Ferdağ, İhsan
Yüce, Menderes Samancılar, Damla Çoşkuner, Neslihan. (Bekçi, renkli
olarak filme çekilmiştir.)
|