Batı edebiyatından farklı olarak Türk
edebiyatında ve de özellikle Türk romanında, kadınları asal karakter
olarak çizmiş pek çok erkek yazara rastlanmaktadır. Bunun nedeni,
Orta Asya şaman ve Budist kökenli Türk toplumunun hayatın çeşitli
alanlarında kadını erkekle eşdeğer tutmuş, arkasından da yüzyıllar
sonra Anadolu’ya ilerleyip Müslüman olduktan sonra da kadını İslam
dininin kadını yücelten yanıyla değerlendirmiş olmasıdır. Anadolu
toplumunu batıdaki ve doğudaki toplumlarla kıyaslayan veya kimi
zaman onlara öykünmeye çalışan görüşlere, hatta tarihindeki bazı
baskılı dönemlere rağmen, Anadolu insanı kadın cinsine temelde önem
vermiştir. Toplumsal dalgalanmalar neticesinde kadınlar değerlerini
yitirir gibi olduklarında bile, eninde sonunda toplum hatasını
düzeltme yoluna gider. Edebiyatta kadının bu özel konumu Ahmet
Mithat Efendi’yle barizleşip 20. yüzyılda da sürmüştür ve
sürmektedir. Bunun en açık göstergesi romanlarının başlıklarını
kadın isimlerinden seçmiş erkek yazarlardır. Ne var ki yazdığı
romanının başlığını bir kadının adından esinlenmiş her erkek yazarın
da her zaman güçlü kadın karakterler çizdiği iddia edilemez. Ahmet
Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım romanında ana karakteri
Ulviye hanımı erkek kılığındaki Galata külhanbeyi Acem Ali olarak
göstermesi, hem toplumun, hem de yazarın kadına bakış açısını ortaya
koyar. Başka deyişle, 19. yüzyılın sonundaki Türk toplumunda
kadınların kılık değiştirmek suretiyle her türlü çılgınlığı
yapmaları toplum ve yazar açısından kabul edilebilir bir haldir.
Ancak başka erkek yazarlar kadınların toplum içindeki ezilen ve
sessiz hallerini dile getirmiş ve bu durumu eleştirmişlerdir çünkü
böyle örneklere de rastlanmaktadır. Ne var ki önemli olan sadece
kadınları toplumda yüceltilmiş varlıklar olarak göstermek değil,
aynı zamanda kadın türünün sorunlarını da okuyucuya anlatmaktır.
Zaten bunu Ahmet Mithat da nikahsız çocuk sahibi olan on yedi
yaşındaki Dürdane hanımı romanın sonunda öldürmek suretiyle
yapmıştır çünkü nikahsız bir genç kız dönemin gereği, bu halde
yaşayamaz ama ikinci bir eşle nikahlanmayı düşünen Ulviye hanım her
role girebilecek, her özgürlüğü tadabilecektir. Aşağıdaki yazıda iyi
bir romanın özelliklerinin yanı sıra, erkek yazarların kadına bakış
açıları ve roman içinde kadınları oturttukları konumun önemi ve bu
konumun farklı yönleri tartışılacaktır.
Romanlarında çoklukla kadınlar üzerine
yazan, kadını önemseyen ve romanının ana karakterini kadın yapan
erkek roman yazarlarının başında Orhan Kemal gelir. Zaten elli altı
yıllık yaşamında (1914-1970) çok üreten bir yazar olabilmişken, bir
de üstelik kadınları bu kadar öne çıkarmış olması, Orhan Kemal’i
edebiyatımızda özel bir yere koymaktadır. Yazarın önceleri babası ve
onun yüzünden gittiği yurtdışındaki sürgün günleri, arkasından
yaşadığı döneme ters düşen fikirleri yüzünden fırtınalı bir yaşamı
olmuştur. Babası şöyle anlatılır: “Orhan Kemal’in babası Abdülkadir
Kemali Bey, soylu, varlıklı ve muhalif bir kafa yapısına sahiptir.
Kafasının içinden Türkiye’yi yönetebileceğini sanan bir avukat, bir
gazeteci ve Türkiye Cumhuriyetinin birinci dönem Kastamonu
milletvekili, dahası ‘Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kadir-i mutlakı
idi. Yeni düzene karşı savaşması akıl almaz gibi görünmesine karşın,
son derece kültürlüydü. Geniş çevresi ve iyi bir yaşamı vardı”
i. Aslında Orhan Kemal’in kısa bir yazarlık
yaşamı olmuştur çünkü Adana Ceyhan doğumlu yazarın hapse mahkum
olduğu yıllarından sonra 1950’lerde İstanbul’da başlayan yoğun yazı
hayatı 1960’ların sonunda nihayet bulmuştur. Bu kadar kısa bir zaman
diliminde nice başarılı roman yazmış olan Orhan Kemal’in başlıkları
kadına ilişkin, kadın adı veya kadına özgü olan romanları şunlardır:
Cemile (1952), Gavurun Kızı (1959), El Kızı
(1960), Vukuat Var (1958) Hanımın Çiftliği (1961) ve
Kaçak (1970) üçlüsü, Bir Filiz Vardı (1965),
Sokaklardan Bir Kız (1968), Oyuncu Kadın (1975, yazarın
ölümünden sonra basılmış kısa roman). Aşağıda, bu romanlardan
Cemile ele alınıp başarılı özellikleriyle incelenecektir:
Orhan Kemal’in Cemile romanın
ana karakterleri ağırlıklı olarak Boşnak’tırlar ama roman, Yahudisi,
köylüsü, Anadolu kurnazı Kadir Ağası, Avrupai görünümlü patronu
Numan Şerif beyi, katipleri, ustaları, işçileri ve İtalyan
mühendisle, tam bir çokkültürlü Türkiye panoraması çizmektedir.
Anlatımda toplumsal yapıdaki çelişkiler ortaya konurken, yıkılmış
olan Osmanlı imparatorluğunun devam eden acıları, kırsal kesimden
kentlere göç olayı, işçi-işveren ilişkileri ve geçim kavgalarının
yol açtığı sorunlar açık ve seçik bir şekilde gösterilmiştir. Orhan
Kemal, kahramanlarının sorunlarını ve iç dünyalarını her zaman
yansız ve sevecen bir yaklaşımla anlatır. Çukurova’nın yoksul bir
mahallesiyle iplik fabrikasında geçen olay dizisinin evrenselliği
güzel bir benzetmeyle şu şekilde özetlenmiştir: “Bu saatte değişecek
yedek, yani vardiya olmadığından, işçi mahallesi uyuyordu. Çürümüş
tahta, paslı teneke ve kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi
mahallesi, bir seldi de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana
yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç anaforlar yapa yapa gelmiş,
yıllardan beri mahallerinin nabzı gibi atan fabrikanın ağır, beyaz
taşlarla örülü, kalın, sağlam ve yüksek dört duvarına dört yandan
yüklenmiş, ama duvarları aşamadan takılmış kalmıştı”
ii.
Yazarın 1952 yılında yazdığı yüz elli
iki sayfalık Cemile adlı kısa anlatı, her yönüyle dört
dörtlük bir romandır. Bu mükemmellik iddiasının duygusal bağlarla
verilmiş bir karar olmadığı aşağıdaki bilimsel kriterlerle kısaca
gösterilecektir:
-
Romandaki güçlü konuşma örgüsü:
Romanın tüm olay dizisi aksiyonu,
hızlı devinimli yoğun bir konuşma örgüsüyle ilerler. Bu da romana
bir tiyatro oyunu tadı vermektedir. Öte yandan tasvirler kısa ve
güçlüdür. Konuşmalarda şive özelliklerine de yer verilmiştir. Daha
romanın serim bölümünde Deveci Çopur Halil’in Cemile’ye tutkusu,
Cemile’nin katip Necati’yi sevdiği, babasının da Cemile’ye çok
düşkün olduğu, hatta elinde olsa Çukurova’dan kaçmak istediği ortaya
serilir. Öte yandan Şükrü Ustayla Kadir Ağa, Cemile’nin ailesi
hakkında konuşurlarken, Cemile’nin babası Malik’le ilgili daha çok
bilgi edinilir. (25). Başka deyişle Cemile ve dünyası hakkındaki tüm
bilgiler, olay dizisini her kelimesinde bir adım daha öteye götüren
güçlü bir konuşma örgüsüyle verilmiştir. Orhan Kemal, yakın dostu
Fikret Otyam’a yazdığı mektuplarda bol kullandığı konuşma örgüsü
hakkındaki düşüncelerini ve aldığı eleştirileri anlatır. Nurullah
Ataç Orhan Kemal’e kurgularında çok diyalog kullandığı ve şive
taklidi yaptığı için kızmış, hatta bu diyalog çokluğunu Karagöz ve
Hacivat konuşmasına benzetmiştir. Ancak Orhan Kemal bu konuya şöyle
bir açıklama getirir: “Fazla diyaloga önem verişim, tesadüfi
değildir. Anlatmak istediğimi en iyi böyle anlattığımı sanıyorum.
Uzun uzun ruh tahlilleri yapmaya kalkışmaktansa, muhaverenin
diyalektiği ile bu işi başarmanın çok daha tabii olacağı
kanaatindeyim”
iii.
-
Değişim dönüşümden geçen güçlü
karakterler:
Romanda ana karakter, esas çatışmanın
temelini oluşturduğu için Cemile’dir ama romanın en ilginç
karakterlerinden biri kurnaz Anadolu esnafını temsil eden Kadir
Ağa’dır. Ağa’nın karakteri inandırıcı ve capcanlıdır. Şöyle ki
muhasebe servisine girdiğinde tüm memurların saygıyla ona ayağa
kalmasını bekler çünkü bu saygıya bayılır. Öte yandan tahsilinin
olmaması yüzünden, okumuş insanları kıskandığı ve onların
bilgisinden korktuğu için çalışanlara karşı hep serttir. Ezikliğini
hissettirmemek için de herkesi küçümser ama romanın sonunda tüm
kibirli havası yok olur. Buna karşılık, başlangıçta zayıf bir kız
gibi görünen Cemile verdiği kararla babasının ve kendisini beğenen
erkeklerin planlarının suya düşmesine neden olur. Onun karakter
değişim ve dönüşümü de tutarlı ve güçlü bir gelişme gösterir.
Cemile’ye farklı gözle baktığı için karısından azar işiten komşu
Musa, benzer biçimde başkalaşıp romanın sonunda katiple konuşarak
Cemile’yi babasından istemesi için planlar hazırlar. Para ve çıkar
karşılığında erkekler cephesinde yer almış olan Karakız ise,
kadınlar tarafına geçerek Güllü ve Cemile’yle birlikte ustaya karşı
koyar. Genç kız akıllanır ve olayların gidişatını değiştirir. Camgöz
Sadık olayları başlatanlarla birlikte işten atılmıştır ama Deveci
Halil’le birlikte yeni planlar yapar, yeni hayaller kurar. O da
deneyimlerden kazanç sağlamıştır. Cemile’nin kararı ve romanın mutlu
sonu, Malik’in pencere önünde gamlanmasıyla onun değişimine neden
olur (152). Kısa bir zaman diliminde geçen anlatıda karakterler
yaşadıkları deneyimlerden ders alır, kişiliklerini geliştirirken
olumlu davranışlar edinirler.
-
Mekan:
Romanın mekanı Çukurova’daki bir
iplikhane atölyesi ve işçilerin hep bir arada yaşadıkları yoksul
evleridir. Yaşam hem iş yerinde, hem de özel alanda yardımlaşma,
işbirliği ve imece usulüyle yaşanır. Örneğin Cemile çamaşır yıkarken
üst kat komşuları Güllü ona yardım eder ama daha sonra Cemile de ona
yardım edecektir. Tüm işçiler büyük bir aile gibi, bir arada yaşar,
fabrikada üç yüz otomatik dokuma tezgahının çalışmasına katkıda
bulunurlar. Romanda özel ve kamusal olmak üzere her iki mekan, kadın
karakterlerin özellikleriyle birlikte çok canlı verilmiştir. Ancak
ilginç olan yan, dış mekanda erkeklerle av-avcı ilişkisi içinde olan
kadınların, özel yaşamda komşu erkeklerle bile rahat, özgür ve
yargısız bir yaşam sürmeleridir. Toplumun huzurlu yaşamını bozan ve
dengeleri altüst eden, başka erkeği seven Cemile’yle evlenmek için
ısrarla tutkulu ve sinsi planlar yapan Deveci Halil’dir. Bu, iç
mekanı da sarsan bir olaydır. Öte yandan kurnaz Ağa da dış mekanın
işleyişini bozar. Yoksa bu iki olumsuz etki olmasa, toplumda
huzursuzluk yaşanmayacaktır. Dış mekanda kahve ve meyhanenin
aksiyona ve iç mekandaki değişimlere etki eden özel bir yeri vardır.
-
Karakterlerin sosyal çevreleri ve
çalışma ortamları:
Cemile ve diğer Boşnak aileler iç içe
geçmiş evlerde yaşayan yoksul işçilerdir. Aslında 1950’lere gelene
kadar Türk romanında Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Reşat Enis gibi
romancılar, işçileri anlatan romanlar yazmışlardır ama Orhan Kemal
işçilerin dünyasında sınıfsallığın nasıl ortaya çıktığını çeşitli
yönleriyle ele almıştır. İşçilerden kimisi Cemilelerin ev sahibi
Musa gibi geniş aileyle birlikte yaşar, kimisi de Güllü gibi
ağabeyiyle ama sonuçta tam anlamıyla komünal bir yaşam şekli hüküm
sürmektedir (76). Herkesin işine koşup insanlara parasız yardım eden
Cemile’nin babası Boşnak Malik Efendi hükümetin verdiği köy
toprağını özler (64) ama sonunda kızının kararına razı olmak zorunda
kalır. Cemile’nin evlenmek istediği katip Necati’nin hırslı ve
kibirli babaannesi de (32) Malik gibi karara katılmaya mecbur olur.
Roman işçileri anlattığı için, sonuçta ortada işçi, patron ve
kapitalist bir üretim süreci söz konusudur. Bunu bağlı olarak da
sömürü ve ahlaksızlık kaçınılmaz olur. Bu da insan ilişkilerinde
kutuplaşmanın ve sınıflaşmanın ortaya çıkmasına yol açar. “İtalyan
mühendisin fabrikada çalışmasını hazmedemeyen cahil Kadir Ağa, hem
zımpara tozu katıştırarak ipliklerin kopmasını sağlar hem de az
iplik ürettikleri için işçilerin yevmiyelerini keser. İşçiler türlü
yollarla zengin olan ağa kadar düzenbaz olmadıkları için bu durumun
bilincinde değildir. Yevmiyelerinin azalmasına daha fazla
sabredemeyen işçiler, İtalyan mühendisin odasına saldırırlar.
Fabrika içindeki ilk isyan girişimi budur. Bu arada fabrikada bir
sınıflaşmanın da doğduğu görülür: Cahil ağa ve onun yanında yer alan
işbirlikçi ustalar ve işçiler: Ağa’nın ne yaptığının farkında olan
işçiler ve ustalar”
iv.
-
Çatışması bol olay dizisi:
Orhan Kemal senaryo tekniği üzerine
yazdı yazılarda da belirttiği gibi, kurgularda en çok konuyu ve
toplum eleştirisini önemsemiştir. Yazara göre bizdeki filmlerin iyi
olmamasının nedeni, “filmlerin dramatik bir yapıdan yoksun olmaları,
konuşmaların aksaması, kişilerin belirli bir tip olarak
geliştirilmemesi ve karakter yaratılamamasıdır”. Orhan Kemal en çok
da, sırf çok para kazanmak için sıradan ve özensiz film çekenleri
eleştirmiştir. Türk filmciliğinin ana konusu ne olmalıdır diye
sorulduğunda açıklaması şöyledir: “Batı’da çevrilen filmlerden pek
çoğu, içinde yaşadığı toplumu hatıra gönüle bakmadan, kıyasıya
eleştirir. Sonunda, çıkmaz yolları gösterir, olması gerekeni
seyirciye anlatır. Yani, önce toplumun tanımı, sonra tedavi için
reçetenin yazılması, daha sonra da tedavi. Biz bugün bütün bunlardan
çok uzaktayız. Toplumca geriliğimizin nedenlerini açıklayacak
konulara el süremiyoruz”
v. Kurguda konunun sağlam olması için
çatışmaların çeşitli ve derinlikli olması gerekmektedir. Cemile
romanında iki tane ana çatışma bulunmaktadır: Deveci Çopur Halil’in
Cemile’ye göz koyması ve iki patrondan biri olan Ağa’nın fabrikada
çalıştırılan İtalyan’a karşı işçileri kışkırtması. İşçiler
arasındaki huzursuzluk ve dedikodu, isyana, kanlı olaylara ve
sonunda cezalandırılmalarına neden olur. Halil’in ise Cemile’yi elde
etme planı gittikçe sinsileşir. Bir romanda ne kadar çok çatışma
olursa, roman o kadar başarılı olur ama bu çatışmaların sonunda da
karakterlerin inandırıcı ve başarılı değişim-dönüşümlerinin
sağlanması gerekmektedir. Romandaki ikincil çatışmalar şunlardır:
İzzet Usta’yla karısı, mahallerin bakkalı Mahmut Amca ile Halil,
Halil’le katip, Camgöz Sadık’ın teyzesinin kızı Karakız ile Halil,
Ağa ile Cemile’nin kardeşi Sadri, Cemile ile Sadri, Sadri’yle
arkadaşı komşu Musa, Ağa’yla Numan Bey, vb. Kadir Ağa’yla Numan
beyin çatışması, Türkiye’nin iki zıt çehresini ortaya koyması
açısından ilginçtir: Ağa ikiyüzlü, Numan Beyse züppedir. Numan bey
fabrikaya durmadan “palike” diyen Ağa’nın yanlış kullandığı
Türkçesini düzeltir (42). Sonunda da onun zenginleştikçe
görgüsüzleşen ve palazlanan havasını kırmak için kesin bir tavır
alır. Genel Müdür Yahudi Salamon kurnaz ve işinibilir bir insandır
ama Orhan Kemal onu iki arada bir derede kalmış bir emir kulu olarak
göstererek sıradan bir Yahudi stereotipi olmasına izin vermez, onu
da öbürleri gibi, tamamlanmış bir karakter düzeyine çeker. Zaten
Orhan Kemal sadece kadınları değil, Türkiye’nin çokkültürlü yapısı
içindeki çeşitli kimlikleri de özenle çizmiştir. Kimlikler
konusundaki iki düşünce şöyledir: Mustafa Aslan kadınlar konusunda
şöyle bir yorum yapar: “Orhan Kemal’in yapıtlarında kadınların ve
çocukların önemli bir yeri vardır. Hemen her yapıtında onları
belirgin bir şekilde görmemiz olası. Vukuat Var, Hanımın
Çiftliği ve Kaçak adlı romanlarına baktığımızda
kadınların ve çocukların kahraman olarak öne çıktıklarını rahatlıkla
duyumsayabiliriz.” Mehmet Nuri Gültekin’se Orhan Kemal’in etnik
kimliklere yaklaşımını şu şekilde değerlendirir: “Umutsuzluğa onun
hiçbir eserinde rastlanmaz. İnsanlar, etnik kimlik, din, dil ve
diğer renkleriyle kişilik kazanmazlar onun eserlerinde; insanları
var eden yaşadıkları koşullardır, etnik kimlik değil, Rumlar,
Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, Türkler, Araplar onun eserlerinde
hümanist bir çizgide mutlaka buluşur”
vi.
-
Beklentiyi kırma ve yüksek merak
unsuru:
Cemile romanında Patron Numan
beyin bir İtalyan mühendise iş vermiş olması Kadir Ağa’yı
kızdırmakta, bu kurnaz Anadolulu yeni uygulamaları istememektedir. O
yüzden Ağa İtalyan’ı işçilere kötülemiş, onun hakkında kolay
inanılır iftiralar yaymıştır. Hatta okuyucu bile bunlara inanabilir.
Ancak romanın daha sonraki sayfalarında bunun yalan olduğu ortaya
çıkar. Öte yandan romanın başından sonuna kadar Halil’in tutkusu
öyle bir güçlenir ki, okuyucu romanın sonunda Cemile’nin başına
olumsuz bir olay geleceğine kesin gözüyle bakar çünkü Halil genç
kızı kaçırma planları yapmakta, öte yandan Cemile de cahil ve
gözükara bir biçimde kendine güvenmektedir. Hele hele bir de
fabrikadan dönmekte oldukları bir gece Halil’le Sadık arabayla
önlerini çevirince, bunun gelecekteki olaylara bir ilmik olduğu
sanılabilir. Bir başka okuyucu beklentisi de Cemile’nin erkek
kardeşinin yüksek ateşle hastalanmasıdır. Bu noktada okuyucu yaşlı
ve iyi kalpli Boşnak Malik’in çocuklarının başına kötü bir olayların
geleceğine ikna edilir çünkü yaşlı baba da Çukurova’dan kaçıp köy
yaşamına dönmeyi hayal etmektedir. Öte yandan Malik’le Bosna’dan
çocukluk arkadaşı Muy’un eski birer eşkıya olmaları ve şehirde işsiz
kalmış bu Karadağ çetecilerinin anlattıkları okuyucuyu başka yönlere
çeker çünkü bir vakitler Muy’un güzel kızı kaçırılmış ve dağda
öldürülmüştür. İşçiler galeyana gelip fabrikada İtalyan’a karşı
olaylar başlattıklarında, Malik Efendi, oğlunu bulmak üzere
fabrikaya koşar. Bu noktada Malik’ten mutlaka güçlü bir müdahale
beklenmektedir. Ne var ki Orhan Kemal merak düzeyini roman boyunca
yüksek tutup bu beklentilerin hepsini mantıksal bir çerçeve içinde
kırar.
-
Kadın teması:
Romandaki en önemli temalardan biri
tarım ekonomisi üzerine kurulmuş feodal ilişkilerden tarımda
makineleşmeye geçişin sancılarından kaynaklanmaktadır. Numan Bey
fabrikasını daha geliştirmek isterken, ortağı olan Ağa gibi kısır ve
bağnaz düşünceliler, değişimden ve taşların yerinden oynamasından
korkarlar. Boşnak Malik de fabrikadan korkar (77) çünkü onun derdi
fabrikaya çocuklarını yem yapacağı düşüncesidir. Sonuçta fabrika
karısının ölümüne, kendisinin de kolunu kaptırmasına neden olmuştur.
Öte yandan Balkanlardan yirmi yıl kadar önce göçmüş Boşnakların
Türkiye’ye alışma ve yeni bir ülkede tutunma süreçlerindeki acılar
da önemli bir temadır. Romanın makro çatışması fabrika ve
ekonomiyken mikro düzeydeki çatışması güzel bir kadının erkekler
dünyasındaki sıkıntılarıdır. Cemile fabrikada çalıştığı için,
erkek-kadın karışık bir ortamda yaşamakta ama güzel olduğu için de
erkeklerin dikkatini çekmektedir. Hatta pek çok kişi tarafından işi
bırakıp evde oturması için uyarılır. Onun sıkıntısı, ataerkil bir
toplumda kadına göz koyanın malı olma zorunluluğudur. Evli, dört
çocuklu ve karısı doğurmak üzere olan komşu Musa’nın bile genç kızda
gözü vardır, hatta karısı susturmasa kızı hemen karalayacak laflara
başlamıştır (73). Erkek egemen toplumda erkek avcı, kadın da av
olduğuna göre, Halil istedi mi, Cemile’yi mutlaka elde etmelidir.
Başka deyişle, kadının seçme hakkı yoktur çünkü kadın, erkek cinsi
tarafından sadece seçilir. Başka acıklı ve ironik bir yan da
ataerkil toplumun en önemli koruyucusu ve kalesinin kadın cinsi
olmasıdır. Erkekler romanda olduğu gibi, kadına karşı maşa olarak
kadınları kullanırlar. Halil, Karakız’dan bilgi alabilmek için ona
ısrarla kebap ısmarlar ve birlikte şarap içerler ama Halil
kendisinden hoşlanmaya başlayan genç kızın duygularıyla ilgilenmez
çünkü Karakız yalnızca bir aracıdır. Türkiye’deki pederşahi düzenin
Batı Avrupa ve Amerikan ataerkilliğinden farklı bir yanı vardır:
Cemile’nin heba olup gitmesini bir erkeğin yaptığı sağduyulu ve
akılcı plan önler. Musa her ne kadar Cemile’yi beğeniyor ve elde
edemediği için karalıyor gibi görünse de, sonunda masum bir genç
kızın sevdiğine kavuşmasına önayak olur. Türkiye’de genellikle
erkekler, namuslu ve masum olduğuna inandıkları kadınları korur ve
onlara karşı merhametli davranırlar.
-
Romanın türü:
Genelde Batı edebiyatı tarihsel
gelişimi içinde, sonu ölümle biten trajedi ile komiklikler dolu
mutlu sonla nihayet bulan komedi olmak üzere, iki ana türe
yönelmiştir. Bir de bunların karışımı olan melodramı tercih eder.
Ancak Cemile romanı, beklentileri kurmak suretiyle bu
kriterlerin dışına çıkar çünkü sonuç bölümü her an bir trajediye
doğru ilerler gibi görünmesine rağmen, roman aşırı acıklı ve saçma
bir melodram veya ölen asal karakteri olan bir trajedi olarak
bitmez. Öte yandan ya iyi, ya da kötü karakterlerin bulunduğu
melodrama da izin vermeden, işçileri yanlış yönlendiren Camgöz
Sadık’ın yaptıklarının geri tepmesine izin verir. Bu arada yabancı
düşmanlığına da izin verilmez. Bu da, romanın kurgu yılı 1934 olduğu
için, yabancılarla savaşı ve yenilgiyi çok yakın bir tarihte yaşamış
olan yaralı Türkiye’nin ülkesini işgal edenlere öç ve kinle
yaklaşmadığının bir göstergesi olur. Daha kısa bir süre önce
Osmanlıların her cephede İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’yla
savaşlar yaşamışlığı, kendi öz halkı olan Rumlar, Ermeniler ve
Arapların isyanlarıyla tarumar olmuşluğu ve işgalden sonraki
Kurtuluş Savaşı hafızalarda henüz çok tazedir. O nedenle İtalyan’a
karşı körüklenen ve hissedilen Anadolu kuşkuculuğunun yıkıcı hale
gelmesi önlenmiştir. Oysa ironik bir biçimde de, Orhan Kemal
“yabancı rejimler lehine propaganda yaptığı” iddiasıyla hapse
atılmıştır
vii.
-
Cemile romanına uygun
eleştiri akımı:
Romanın başlığı bir kadın adından yola
çıktığı için, roman dünya edebiyatlarındaki çeşitli kadın eksenli
romanlarla kıyaslanabilir. Ancak kısaca söylemek gerekirse, Cemile
karakteri romanın iki önemli temasından birisinin ateşleyicisi
olması sebebiyle önemli bir karakter durumundadır ama güçlü bir
kadın gibi görünmesine rağmen olay dizisini doğrudan doğruya
yönlendirecek veya şekillendirecek herhangi bir eylemde bulunamaz
çünkü gerideki toplumsal olay, bunu örtecek derecede güçlü
çizilmiştir. Sonuçta genç kız, kurgunun içinde pederşahi toplum
düzeninin bir nesnesi olarak evlilik kurumunun koruması altına
girer. Ataerkil toplumun kadın/erkek ilişkilerindeki av-avcı
töresini kırmış olmakla birlikte, Cemile’nin kendi kişisel
gelişiminde veya kurgunun başkalaşmasında köklü bir rolü söz konusu
değildir. Adı romana verildiği halde, fabrikayı veya kadın dünyasını
değiştirmeye yönelik büyük adımlar atamamış, daha çok sadece kendi
kaderini tayin etmiş pasif bir araç olarak kalmıştır. Bu nedenle
romanı feminist bir bakış açısıyla ele almak fazla bir kazanım
getirmez. Öte yandan roman postkolonyal bir açıdan, Osmanlının
durumu ve koloni döneminden postkolonyal düzene geçtiği sıradaki
değişimleriyle Yahudiler ve Boşnaklar ele alınmak suretiyle
düşünülerek incelenebilir. Ele alınabilecek başka bir eleştiri akımı
da Marksist eleştiri olabilir çünkü kurguda ağalar ve fabrikada
çalıştırdıkları işçiler söz konusudur. İşçiler ağanın aklına uymanın
cezasını çekerler ama Kadir Ağa da başarısızlığa uğramıştır. Sonuçta
kazanan, tahsil görmüş olan sermayecidir. Onun işçilerle kavgası da
aslında haklı bir kavga olmuştur. Kabına sığamamış ve kışkırtmalara
kanmış işçiler, bir yerde kendi başlarını kendileri yerler. Zaten
Orhan Kemal de sadece işçilerin bayraktarlığını yapmamış, “sebep ne
olursa olsun, kötü yaşayışın gerekli kıldığı mahvedilmiş insanların
hikayelerini ve romanlarını” yazdığını söylemiştir. Niçin roman
yazdığı sorulduğunda da şöyle yanıt verir: “…. niçin roman
yazıyorum? Bu ihtiyaç nereden geliyor? Yeteneğimden.. İyi şair
olamadığım için hikayeci oldum.. İyi şair olamazdım, önümde dağ gibi
Nazım vardı. İyi şair olmam için önce onu aşmam gerekirdi.. Nazım
aşılması zor ve imkansız sarp bir dağdır. Nazım, sonsuz mavi bir
denizdir. Nazım, şiir püskürten volkanik bir yanardağ sanki..
Uzatmayalım yiğenim, hikayeci oldum, geliştim romancı oldum.. Bu
rastlantı bir şey tabii.. Peki köy romanı niçin yazdım? Hayatımda
benim köy diye bir problemim var mı? Köylü müyüm?.. Hayır.. Soyum,
sopum köyden mi gelmiş?.. Hayır.. Peki niçin köy romanı yazıyorum?
Babam avukat Abdülkadir Kemali, annem öğretmen Azime Hanım.. Babam
milletvekili, sonra bakan vekili.. Ve sonra “Ahali Fırkası” genel
başkanı.. Ve sonra çiftçilik yaptı. Ceyhan’da çiftlik işletiyordu..”
Orhan Kemal çocukluğundaki gözlemlerini yazar olduğunda kullandığını
ve çok iyi bildiği köylüyü anlattığını söyler. Daha sonra da şu
kıyaslamayı yapar: “Kemal Tahir gibi yaşamadan yazmadım. Kemal
Tahir’in romanları, köyde yaşamadığı için, köyü görmediği için,
nazari yazılmış romanlardır. Kemal Tahir köyü bilmez. Hele köylüyü
hiç bilmez. Sevmez onları..” Sonuçta da en nihai amacını şöyle
özetler: “Ben yurdunu seven bir insan, bir yazar olarak yurdumun
kalkınmasının gerekleri üzerine düşündüm. Fikir yordum. Fikir
yormakla kalmadım, bu çeşit romanlar yazarak eyleme katılmış oldum.
Karınca kararınca tabi.. İstiyordum ki, yurdum batı ülkeleri ayarına
yükselsin.. Yurdumu geri bıraktıran etkenler, koşullar ortadan
kalksın..”
viii.
Notlar
i Y. Kenan Karacanlar, Orhan Kemal, İstanbul: Tüm
Yayınları, 1974, 9.
ii Orhan Kemal, Cemile, Türk edebiyatı
- roman, İstanbul: epsilon, 2007, 12/13. Metin içinde bulunan
sonraki alıntılar, bu romandan ve parantez içindeki sayfa
numaraları gösterilerek belirtilecektir.
iii Fikret Otyam, arkadaşım orhan kemal ve mektupları,
İstanbul: E Yayınları, 1975, 127.
iv Mehmet Narlı, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir
İnceleme, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Sanat-Edebiyat
Eserleri Dizisi, 390-134, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi,
110.
v Orhan Kemal, Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla
İlgili Notlar, İstanbul: Baha Matbaası, 1963, 12-13.
vi Cumhuriyet Kitap, 17 Eylül 2009, sayı 1022, 4.
vii Bu noktada başka ironik bir husus,
yabancı ülkelere ilişkin anılarını kısa zamanda unutmuş Anadolu
insanının, 2000 yıllarda yabancı sermayeye, kendi benliğini yok
eder bir biçimde yüreğini, cebini ve ülkesini açmış olmasıdır.
viii Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi,
İstanbul: Cem Yayınevi, 1972, 43, 44, 45.
|