Ana Sayfa

Sözcükler - A. Didem Uslu - Kasım-Aralık 2010/6

 

Romanının başlığını kadın ismi koymuş erkek yazarlarımızdan:
Orhan Kemal ve Cemile’si
 

 


 

Batı edebiyatından farklı olarak Türk edebiyatında ve de özellikle Türk romanında, kadınları asal karakter olarak çizmiş pek çok erkek yazara rastlanmaktadır. Bunun nedeni, Orta Asya şaman ve Budist kökenli Türk toplumunun hayatın çeşitli alanlarında kadını erkekle eşdeğer tutmuş, arkasından da yüzyıllar sonra Anadolu’ya ilerleyip Müslüman olduktan sonra da kadını İslam dininin kadını yücelten yanıyla değerlendirmiş olmasıdır. Anadolu toplumunu batıdaki ve doğudaki toplumlarla kıyaslayan veya kimi zaman onlara öykünmeye çalışan görüşlere, hatta tarihindeki bazı baskılı dönemlere rağmen, Anadolu insanı kadın cinsine temelde önem vermiştir. Toplumsal dalgalanmalar neticesinde kadınlar değerlerini yitirir gibi olduklarında bile, eninde sonunda toplum hatasını düzeltme yoluna gider. Edebiyatta kadının bu özel konumu Ahmet Mithat Efendi’yle barizleşip 20. yüzyılda da sürmüştür ve sürmektedir. Bunun en açık göstergesi romanlarının başlıklarını kadın isimlerinden seçmiş erkek yazarlardır. Ne var ki yazdığı romanının başlığını bir kadının adından esinlenmiş her erkek yazarın da her zaman güçlü kadın karakterler çizdiği iddia edilemez. Ahmet Mithat Efendi’nin Dürdane Hanım romanında ana karakteri Ulviye hanımı erkek kılığındaki Galata külhanbeyi Acem Ali olarak göstermesi, hem toplumun, hem de yazarın kadına bakış açısını ortaya koyar. Başka deyişle, 19. yüzyılın sonundaki Türk toplumunda kadınların kılık değiştirmek suretiyle her türlü çılgınlığı yapmaları toplum ve yazar açısından kabul edilebilir bir haldir. Ancak başka erkek yazarlar kadınların toplum içindeki ezilen ve sessiz hallerini dile getirmiş ve bu durumu eleştirmişlerdir çünkü böyle örneklere de rastlanmaktadır. Ne var ki önemli olan sadece kadınları toplumda yüceltilmiş varlıklar olarak göstermek değil, aynı zamanda kadın türünün sorunlarını da okuyucuya anlatmaktır. Zaten bunu Ahmet Mithat da nikahsız çocuk sahibi olan on yedi yaşındaki Dürdane hanımı romanın sonunda öldürmek suretiyle yapmıştır çünkü nikahsız bir genç kız dönemin gereği, bu halde yaşayamaz ama ikinci bir eşle nikahlanmayı düşünen Ulviye hanım her role girebilecek, her özgürlüğü tadabilecektir. Aşağıdaki yazıda iyi bir romanın özelliklerinin yanı sıra, erkek yazarların kadına bakış açıları ve roman içinde kadınları oturttukları konumun önemi ve bu konumun farklı yönleri tartışılacaktır.


 

Romanlarında çoklukla kadınlar üzerine yazan, kadını önemseyen ve romanının ana karakterini kadın yapan erkek roman yazarlarının başında Orhan Kemal gelir. Zaten elli altı yıllık yaşamında (1914-1970) çok üreten bir yazar olabilmişken, bir de üstelik kadınları bu kadar öne çıkarmış olması, Orhan Kemal’i edebiyatımızda özel bir yere koymaktadır. Yazarın önceleri babası ve onun yüzünden gittiği yurtdışındaki sürgün günleri, arkasından yaşadığı döneme ters düşen fikirleri yüzünden fırtınalı bir yaşamı olmuştur. Babası şöyle anlatılır: “Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey, soylu, varlıklı ve muhalif bir kafa yapısına sahiptir. Kafasının içinden Türkiye’yi yönetebileceğini sanan bir avukat, bir gazeteci ve Türkiye Cumhuriyetinin birinci dönem Kastamonu milletvekili, dahası ‘Ahali Cumhuriyet Fırkası’nın kadir-i mutlakı idi. Yeni düzene karşı savaşması akıl almaz gibi görünmesine karşın, son derece kültürlüydü. Geniş çevresi ve iyi bir yaşamı vardı” i. Aslında Orhan Kemal’in kısa bir yazarlık yaşamı olmuştur çünkü Adana Ceyhan doğumlu yazarın hapse mahkum olduğu yıllarından sonra 1950’lerde İstanbul’da başlayan yoğun yazı hayatı 1960’ların sonunda nihayet bulmuştur. Bu kadar kısa bir zaman diliminde nice başarılı roman yazmış olan Orhan Kemal’in başlıkları kadına ilişkin, kadın adı veya kadına özgü olan romanları şunlardır: Cemile (1952), Gavurun Kızı (1959), El Kızı (1960), Vukuat Var (1958) Hanımın Çiftliği (1961) ve Kaçak (1970) üçlüsü, Bir Filiz Vardı (1965), Sokaklardan Bir Kız (1968), Oyuncu Kadın (1975, yazarın ölümünden sonra basılmış kısa roman). Aşağıda, bu romanlardan Cemile ele alınıp başarılı özellikleriyle incelenecektir:


 

Orhan Kemal’in Cemile romanın ana karakterleri ağırlıklı olarak Boşnak’tırlar ama roman, Yahudisi, köylüsü, Anadolu kurnazı Kadir Ağası, Avrupai görünümlü patronu Numan Şerif beyi, katipleri, ustaları, işçileri ve İtalyan mühendisle, tam bir çokkültürlü Türkiye panoraması çizmektedir. Anlatımda toplumsal yapıdaki çelişkiler ortaya konurken, yıkılmış olan Osmanlı imparatorluğunun devam eden acıları, kırsal kesimden kentlere göç olayı, işçi-işveren ilişkileri ve geçim kavgalarının yol açtığı sorunlar açık ve seçik bir şekilde gösterilmiştir. Orhan Kemal, kahramanlarının sorunlarını ve iç dünyalarını her zaman yansız ve sevecen bir yaklaşımla anlatır. Çukurova’nın yoksul bir mahallesiyle iplik fabrikasında geçen olay dizisinin evrenselliği güzel bir benzetmeyle şu şekilde özetlenmiştir: “Bu saatte değişecek yedek, yani vardiya olmadığından, işçi mahallesi uyuyordu. Çürümüş tahta, paslı teneke ve kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi mahallesi, bir seldi de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç anaforlar yapa yapa gelmiş, yıllardan beri mahallerinin nabzı gibi atan fabrikanın ağır, beyaz taşlarla örülü, kalın, sağlam ve yüksek dört duvarına dört yandan yüklenmiş, ama duvarları aşamadan takılmış kalmıştı” ii.


 

Yazarın 1952 yılında yazdığı yüz elli iki sayfalık Cemile adlı kısa anlatı, her yönüyle dört dörtlük bir romandır. Bu mükemmellik iddiasının duygusal bağlarla verilmiş bir karar olmadığı aşağıdaki bilimsel kriterlerle kısaca gösterilecektir:


 

  1. Romandaki güçlü konuşma örgüsü:

Romanın tüm olay dizisi aksiyonu, hızlı devinimli yoğun bir konuşma örgüsüyle ilerler. Bu da romana bir tiyatro oyunu tadı vermektedir. Öte yandan tasvirler kısa ve güçlüdür. Konuşmalarda şive özelliklerine de yer verilmiştir. Daha romanın serim bölümünde Deveci Çopur Halil’in Cemile’ye tutkusu, Cemile’nin katip Necati’yi sevdiği, babasının da Cemile’ye çok düşkün olduğu, hatta elinde olsa Çukurova’dan kaçmak istediği ortaya serilir. Öte yandan Şükrü Ustayla Kadir Ağa, Cemile’nin ailesi hakkında konuşurlarken, Cemile’nin babası Malik’le ilgili daha çok bilgi edinilir. (25). Başka deyişle Cemile ve dünyası hakkındaki tüm bilgiler, olay dizisini her kelimesinde bir adım daha öteye götüren güçlü bir konuşma örgüsüyle verilmiştir. Orhan Kemal, yakın dostu Fikret Otyam’a yazdığı mektuplarda bol kullandığı konuşma örgüsü hakkındaki düşüncelerini ve aldığı eleştirileri anlatır. Nurullah Ataç Orhan Kemal’e kurgularında çok diyalog kullandığı ve şive taklidi yaptığı için kızmış, hatta bu diyalog çokluğunu Karagöz ve Hacivat konuşmasına benzetmiştir. Ancak Orhan Kemal bu konuya şöyle bir açıklama getirir: “Fazla diyaloga önem verişim, tesadüfi değildir. Anlatmak istediğimi en iyi böyle anlattığımı sanıyorum. Uzun uzun ruh tahlilleri yapmaya kalkışmaktansa, muhaverenin diyalektiği ile bu işi başarmanın çok daha tabii olacağı kanaatindeyim” iii.


 

  1. Değişim dönüşümden geçen güçlü karakterler:

Romanda ana karakter, esas çatışmanın temelini oluşturduğu için Cemile’dir ama romanın en ilginç karakterlerinden biri kurnaz Anadolu esnafını temsil eden Kadir Ağa’dır. Ağa’nın karakteri inandırıcı ve capcanlıdır. Şöyle ki muhasebe servisine girdiğinde tüm memurların saygıyla ona ayağa kalmasını bekler çünkü bu saygıya bayılır. Öte yandan tahsilinin olmaması yüzünden, okumuş insanları kıskandığı ve onların bilgisinden korktuğu için çalışanlara karşı hep serttir. Ezikliğini hissettirmemek için de herkesi küçümser ama romanın sonunda tüm kibirli havası yok olur. Buna karşılık, başlangıçta zayıf bir kız gibi görünen Cemile verdiği kararla babasının ve kendisini beğenen erkeklerin planlarının suya düşmesine neden olur. Onun karakter değişim ve dönüşümü de tutarlı ve güçlü bir gelişme gösterir. Cemile’ye farklı gözle baktığı için karısından azar işiten komşu Musa, benzer biçimde başkalaşıp romanın sonunda katiple konuşarak Cemile’yi babasından istemesi için planlar hazırlar. Para ve çıkar karşılığında erkekler cephesinde yer almış olan Karakız ise, kadınlar tarafına geçerek Güllü ve Cemile’yle birlikte ustaya karşı koyar. Genç kız akıllanır ve olayların gidişatını değiştirir. Camgöz Sadık olayları başlatanlarla birlikte işten atılmıştır ama Deveci Halil’le birlikte yeni planlar yapar, yeni hayaller kurar. O da deneyimlerden kazanç sağlamıştır. Cemile’nin kararı ve romanın mutlu sonu, Malik’in pencere önünde gamlanmasıyla onun değişimine neden olur (152). Kısa bir zaman diliminde geçen anlatıda karakterler yaşadıkları deneyimlerden ders alır, kişiliklerini geliştirirken olumlu davranışlar edinirler.


 

  1. Mekan:

Romanın mekanı Çukurova’daki bir iplikhane atölyesi ve işçilerin hep bir arada yaşadıkları yoksul evleridir. Yaşam hem iş yerinde, hem de özel alanda yardımlaşma, işbirliği ve imece usulüyle yaşanır. Örneğin Cemile çamaşır yıkarken üst kat komşuları Güllü ona yardım eder ama daha sonra Cemile de ona yardım edecektir. Tüm işçiler büyük bir aile gibi, bir arada yaşar, fabrikada üç yüz otomatik dokuma tezgahının çalışmasına katkıda bulunurlar. Romanda özel ve kamusal olmak üzere her iki mekan, kadın karakterlerin özellikleriyle birlikte çok canlı verilmiştir. Ancak ilginç olan yan, dış mekanda erkeklerle av-avcı ilişkisi içinde olan kadınların, özel yaşamda komşu erkeklerle bile rahat, özgür ve yargısız bir yaşam sürmeleridir. Toplumun huzurlu yaşamını bozan ve dengeleri altüst eden, başka erkeği seven Cemile’yle evlenmek için ısrarla tutkulu ve sinsi planlar yapan Deveci Halil’dir. Bu, iç mekanı da sarsan bir olaydır. Öte yandan kurnaz Ağa da dış mekanın işleyişini bozar. Yoksa bu iki olumsuz etki olmasa, toplumda huzursuzluk yaşanmayacaktır. Dış mekanda kahve ve meyhanenin aksiyona ve iç mekandaki değişimlere etki eden özel bir yeri vardır.


 

  1. Karakterlerin sosyal çevreleri ve çalışma ortamları:

Cemile ve diğer Boşnak aileler iç içe geçmiş evlerde yaşayan yoksul işçilerdir. Aslında 1950’lere gelene kadar Türk romanında Sadri Ertem, Sabahattin Ali ve Reşat Enis gibi romancılar, işçileri anlatan romanlar yazmışlardır ama Orhan Kemal işçilerin dünyasında sınıfsallığın nasıl ortaya çıktığını çeşitli yönleriyle ele almıştır. İşçilerden kimisi Cemilelerin ev sahibi Musa gibi geniş aileyle birlikte yaşar, kimisi de Güllü gibi ağabeyiyle ama sonuçta tam anlamıyla komünal bir yaşam şekli hüküm sürmektedir (76). Herkesin işine koşup insanlara parasız yardım eden Cemile’nin babası Boşnak Malik Efendi hükümetin verdiği köy toprağını özler (64) ama sonunda kızının kararına razı olmak zorunda kalır. Cemile’nin evlenmek istediği katip Necati’nin hırslı ve kibirli babaannesi de (32) Malik gibi karara katılmaya mecbur olur. Roman işçileri anlattığı için, sonuçta ortada işçi, patron ve kapitalist bir üretim süreci söz konusudur. Bunu bağlı olarak da sömürü ve ahlaksızlık kaçınılmaz olur. Bu da insan ilişkilerinde kutuplaşmanın ve sınıflaşmanın ortaya çıkmasına yol açar. “İtalyan mühendisin fabrikada çalışmasını hazmedemeyen cahil Kadir Ağa, hem zımpara tozu katıştırarak ipliklerin kopmasını sağlar hem de az iplik ürettikleri için işçilerin yevmiyelerini keser. İşçiler türlü yollarla zengin olan ağa kadar düzenbaz olmadıkları için bu durumun bilincinde değildir. Yevmiyelerinin azalmasına daha fazla sabredemeyen işçiler, İtalyan mühendisin odasına saldırırlar. Fabrika içindeki ilk isyan girişimi budur. Bu arada fabrikada bir sınıflaşmanın da doğduğu görülür: Cahil ağa ve onun yanında yer alan işbirlikçi ustalar ve işçiler: Ağa’nın ne yaptığının farkında olan işçiler ve ustalar” iv.


 

  1. Çatışması bol olay dizisi:

Orhan Kemal senaryo tekniği üzerine yazdı yazılarda da belirttiği gibi, kurgularda en çok konuyu ve toplum eleştirisini önemsemiştir. Yazara göre bizdeki filmlerin iyi olmamasının nedeni, “filmlerin dramatik bir yapıdan yoksun olmaları, konuşmaların aksaması, kişilerin belirli bir tip olarak geliştirilmemesi ve karakter yaratılamamasıdır”. Orhan Kemal en çok da, sırf çok para kazanmak için sıradan ve özensiz film çekenleri eleştirmiştir. Türk filmciliğinin ana konusu ne olmalıdır diye sorulduğunda açıklaması şöyledir: “Batı’da çevrilen filmlerden pek çoğu, içinde yaşadığı toplumu hatıra gönüle bakmadan, kıyasıya eleştirir. Sonunda, çıkmaz yolları gösterir, olması gerekeni seyirciye anlatır. Yani, önce toplumun tanımı, sonra tedavi için reçetenin yazılması, daha sonra da tedavi. Biz bugün bütün bunlardan çok uzaktayız. Toplumca geriliğimizin nedenlerini açıklayacak konulara el süremiyoruz” v. Kurguda konunun sağlam olması için çatışmaların çeşitli ve derinlikli olması gerekmektedir. Cemile romanında iki tane ana çatışma bulunmaktadır: Deveci Çopur Halil’in Cemile’ye göz koyması ve iki patrondan biri olan Ağa’nın fabrikada çalıştırılan İtalyan’a karşı işçileri kışkırtması. İşçiler arasındaki huzursuzluk ve dedikodu, isyana, kanlı olaylara ve sonunda cezalandırılmalarına neden olur. Halil’in ise Cemile’yi elde etme planı gittikçe sinsileşir. Bir romanda ne kadar çok çatışma olursa, roman o kadar başarılı olur ama bu çatışmaların sonunda da karakterlerin inandırıcı ve başarılı değişim-dönüşümlerinin sağlanması gerekmektedir. Romandaki ikincil çatışmalar şunlardır: İzzet Usta’yla karısı, mahallerin bakkalı Mahmut Amca ile Halil, Halil’le katip, Camgöz Sadık’ın teyzesinin kızı Karakız ile Halil, Ağa ile Cemile’nin kardeşi Sadri, Cemile ile Sadri, Sadri’yle arkadaşı komşu Musa, Ağa’yla Numan Bey, vb. Kadir Ağa’yla Numan beyin çatışması, Türkiye’nin iki zıt çehresini ortaya koyması açısından ilginçtir: Ağa ikiyüzlü, Numan Beyse züppedir. Numan bey fabrikaya durmadan “palike” diyen Ağa’nın yanlış kullandığı Türkçesini düzeltir (42). Sonunda da onun zenginleştikçe görgüsüzleşen ve palazlanan havasını kırmak için kesin bir tavır alır. Genel Müdür Yahudi Salamon kurnaz ve işinibilir bir insandır ama Orhan Kemal onu iki arada bir derede kalmış bir emir kulu olarak göstererek sıradan bir Yahudi stereotipi olmasına izin vermez, onu da öbürleri gibi, tamamlanmış bir karakter düzeyine çeker. Zaten Orhan Kemal sadece kadınları değil, Türkiye’nin çokkültürlü yapısı içindeki çeşitli kimlikleri de özenle çizmiştir. Kimlikler konusundaki iki düşünce şöyledir: Mustafa Aslan kadınlar konusunda şöyle bir yorum yapar: “Orhan Kemal’in yapıtlarında kadınların ve çocukların önemli bir yeri vardır. Hemen her yapıtında onları belirgin bir şekilde görmemiz olası. Vukuat Var, Hanımın Çiftliği ve Kaçak adlı romanlarına baktığımızda kadınların ve çocukların kahraman olarak öne çıktıklarını rahatlıkla duyumsayabiliriz.” Mehmet Nuri Gültekin’se Orhan Kemal’in etnik kimliklere yaklaşımını şu şekilde değerlendirir: “Umutsuzluğa onun hiçbir eserinde rastlanmaz. İnsanlar, etnik kimlik, din, dil ve diğer renkleriyle kişilik kazanmazlar onun eserlerinde; insanları var eden yaşadıkları koşullardır, etnik kimlik değil, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Kürtler, Türkler, Araplar onun eserlerinde hümanist bir çizgide mutlaka buluşur” vi.


 

  1. Beklentiyi kırma ve yüksek merak unsuru:

Cemile romanında Patron Numan beyin bir İtalyan mühendise iş vermiş olması Kadir Ağa’yı kızdırmakta, bu kurnaz Anadolulu yeni uygulamaları istememektedir. O yüzden Ağa İtalyan’ı işçilere kötülemiş, onun hakkında kolay inanılır iftiralar yaymıştır. Hatta okuyucu bile bunlara inanabilir. Ancak romanın daha sonraki sayfalarında bunun yalan olduğu ortaya çıkar. Öte yandan romanın başından sonuna kadar Halil’in tutkusu öyle bir güçlenir ki, okuyucu romanın sonunda Cemile’nin başına olumsuz bir olay geleceğine kesin gözüyle bakar çünkü Halil genç kızı kaçırma planları yapmakta, öte yandan Cemile de cahil ve gözükara bir biçimde kendine güvenmektedir. Hele hele bir de fabrikadan dönmekte oldukları bir gece Halil’le Sadık arabayla önlerini çevirince, bunun gelecekteki olaylara bir ilmik olduğu sanılabilir. Bir başka okuyucu beklentisi de Cemile’nin erkek kardeşinin yüksek ateşle hastalanmasıdır. Bu noktada okuyucu yaşlı ve iyi kalpli Boşnak Malik’in çocuklarının başına kötü bir olayların geleceğine ikna edilir çünkü yaşlı baba da Çukurova’dan kaçıp köy yaşamına dönmeyi hayal etmektedir. Öte yandan Malik’le Bosna’dan çocukluk arkadaşı Muy’un eski birer eşkıya olmaları ve şehirde işsiz kalmış bu Karadağ çetecilerinin anlattıkları okuyucuyu başka yönlere çeker çünkü bir vakitler Muy’un güzel kızı kaçırılmış ve dağda öldürülmüştür. İşçiler galeyana gelip fabrikada İtalyan’a karşı olaylar başlattıklarında, Malik Efendi, oğlunu bulmak üzere fabrikaya koşar. Bu noktada Malik’ten mutlaka güçlü bir müdahale beklenmektedir. Ne var ki Orhan Kemal merak düzeyini roman boyunca yüksek tutup bu beklentilerin hepsini mantıksal bir çerçeve içinde kırar.


 

  1. Kadın teması:

Romandaki en önemli temalardan biri tarım ekonomisi üzerine kurulmuş feodal ilişkilerden tarımda makineleşmeye geçişin sancılarından kaynaklanmaktadır. Numan Bey fabrikasını daha geliştirmek isterken, ortağı olan Ağa gibi kısır ve bağnaz düşünceliler, değişimden ve taşların yerinden oynamasından korkarlar. Boşnak Malik de fabrikadan korkar (77) çünkü onun derdi fabrikaya çocuklarını yem yapacağı düşüncesidir. Sonuçta fabrika karısının ölümüne, kendisinin de kolunu kaptırmasına neden olmuştur. Öte yandan Balkanlardan yirmi yıl kadar önce göçmüş Boşnakların Türkiye’ye alışma ve yeni bir ülkede tutunma süreçlerindeki acılar da önemli bir temadır. Romanın makro çatışması fabrika ve ekonomiyken mikro düzeydeki çatışması güzel bir kadının erkekler dünyasındaki sıkıntılarıdır. Cemile fabrikada çalıştığı için, erkek-kadın karışık bir ortamda yaşamakta ama güzel olduğu için de erkeklerin dikkatini çekmektedir. Hatta pek çok kişi tarafından işi bırakıp evde oturması için uyarılır. Onun sıkıntısı, ataerkil bir toplumda kadına göz koyanın malı olma zorunluluğudur. Evli, dört çocuklu ve karısı doğurmak üzere olan komşu Musa’nın bile genç kızda gözü vardır, hatta karısı susturmasa kızı hemen karalayacak laflara başlamıştır (73). Erkek egemen toplumda erkek avcı, kadın da av olduğuna göre, Halil istedi mi, Cemile’yi mutlaka elde etmelidir. Başka deyişle, kadının seçme hakkı yoktur çünkü kadın, erkek cinsi tarafından sadece seçilir. Başka acıklı ve ironik bir yan da ataerkil toplumun en önemli koruyucusu ve kalesinin kadın cinsi olmasıdır. Erkekler romanda olduğu gibi, kadına karşı maşa olarak kadınları kullanırlar. Halil, Karakız’dan bilgi alabilmek için ona ısrarla kebap ısmarlar ve birlikte şarap içerler ama Halil kendisinden hoşlanmaya başlayan genç kızın duygularıyla ilgilenmez çünkü Karakız yalnızca bir aracıdır. Türkiye’deki pederşahi düzenin Batı Avrupa ve Amerikan ataerkilliğinden farklı bir yanı vardır: Cemile’nin heba olup gitmesini bir erkeğin yaptığı sağduyulu ve akılcı plan önler. Musa her ne kadar Cemile’yi beğeniyor ve elde edemediği için karalıyor gibi görünse de, sonunda masum bir genç kızın sevdiğine kavuşmasına önayak olur. Türkiye’de genellikle erkekler, namuslu ve masum olduğuna inandıkları kadınları korur ve onlara karşı merhametli davranırlar.


 

  1. Romanın türü:

Genelde Batı edebiyatı tarihsel gelişimi içinde, sonu ölümle biten trajedi ile komiklikler dolu mutlu sonla nihayet bulan komedi olmak üzere, iki ana türe yönelmiştir. Bir de bunların karışımı olan melodramı tercih eder. Ancak Cemile romanı, beklentileri kurmak suretiyle bu kriterlerin dışına çıkar çünkü sonuç bölümü her an bir trajediye doğru ilerler gibi görünmesine rağmen, roman aşırı acıklı ve saçma bir melodram veya ölen asal karakteri olan bir trajedi olarak bitmez. Öte yandan ya iyi, ya da kötü karakterlerin bulunduğu melodrama da izin vermeden, işçileri yanlış yönlendiren Camgöz Sadık’ın yaptıklarının geri tepmesine izin verir. Bu arada yabancı düşmanlığına da izin verilmez. Bu da, romanın kurgu yılı 1934 olduğu için, yabancılarla savaşı ve yenilgiyi çok yakın bir tarihte yaşamış olan yaralı Türkiye’nin ülkesini işgal edenlere öç ve kinle yaklaşmadığının bir göstergesi olur. Daha kısa bir süre önce Osmanlıların her cephede İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya’yla savaşlar yaşamışlığı, kendi öz halkı olan Rumlar, Ermeniler ve Arapların isyanlarıyla tarumar olmuşluğu ve işgalden sonraki Kurtuluş Savaşı hafızalarda henüz çok tazedir. O nedenle İtalyan’a karşı körüklenen ve hissedilen Anadolu kuşkuculuğunun yıkıcı hale gelmesi önlenmiştir. Oysa ironik bir biçimde de, Orhan Kemal “yabancı rejimler lehine propaganda yaptığı” iddiasıyla hapse atılmıştır vii.


 

  1. Cemile romanına uygun eleştiri akımı:

Romanın başlığı bir kadın adından yola çıktığı için, roman dünya edebiyatlarındaki çeşitli kadın eksenli romanlarla kıyaslanabilir. Ancak kısaca söylemek gerekirse, Cemile karakteri romanın iki önemli temasından birisinin ateşleyicisi olması sebebiyle önemli bir karakter durumundadır ama güçlü bir kadın gibi görünmesine rağmen olay dizisini doğrudan doğruya yönlendirecek veya şekillendirecek herhangi bir eylemde bulunamaz çünkü gerideki toplumsal olay, bunu örtecek derecede güçlü çizilmiştir. Sonuçta genç kız, kurgunun içinde pederşahi toplum düzeninin bir nesnesi olarak evlilik kurumunun koruması altına girer. Ataerkil toplumun kadın/erkek ilişkilerindeki av-avcı töresini kırmış olmakla birlikte, Cemile’nin kendi kişisel gelişiminde veya kurgunun başkalaşmasında köklü bir rolü söz konusu değildir. Adı romana verildiği halde, fabrikayı veya kadın dünyasını değiştirmeye yönelik büyük adımlar atamamış, daha çok sadece kendi kaderini tayin etmiş pasif bir araç olarak kalmıştır. Bu nedenle romanı feminist bir bakış açısıyla ele almak fazla bir kazanım getirmez. Öte yandan roman postkolonyal bir açıdan, Osmanlının durumu ve koloni döneminden postkolonyal düzene geçtiği sıradaki değişimleriyle Yahudiler ve Boşnaklar ele alınmak suretiyle düşünülerek incelenebilir. Ele alınabilecek başka bir eleştiri akımı da Marksist eleştiri olabilir çünkü kurguda ağalar ve fabrikada çalıştırdıkları işçiler söz konusudur. İşçiler ağanın aklına uymanın cezasını çekerler ama Kadir Ağa da başarısızlığa uğramıştır. Sonuçta kazanan, tahsil görmüş olan sermayecidir. Onun işçilerle kavgası da aslında haklı bir kavga olmuştur. Kabına sığamamış ve kışkırtmalara kanmış işçiler, bir yerde kendi başlarını kendileri yerler. Zaten Orhan Kemal de sadece işçilerin bayraktarlığını yapmamış, “sebep ne olursa olsun, kötü yaşayışın gerekli kıldığı mahvedilmiş insanların hikayelerini ve romanlarını” yazdığını söylemiştir. Niçin roman yazdığı sorulduğunda da şöyle yanıt verir: “…. niçin roman yazıyorum? Bu ihtiyaç nereden geliyor? Yeteneğimden.. İyi şair olamadığım için hikayeci oldum.. İyi şair olamazdım, önümde dağ gibi Nazım vardı. İyi şair olmam için önce onu aşmam gerekirdi.. Nazım aşılması zor ve imkansız sarp bir dağdır. Nazım, sonsuz mavi bir denizdir. Nazım, şiir püskürten volkanik bir yanardağ sanki.. Uzatmayalım yiğenim, hikayeci oldum, geliştim romancı oldum.. Bu rastlantı bir şey tabii.. Peki köy romanı niçin yazdım? Hayatımda benim köy diye bir problemim var mı? Köylü müyüm?.. Hayır.. Soyum, sopum köyden mi gelmiş?.. Hayır.. Peki niçin köy romanı yazıyorum? Babam avukat Abdülkadir Kemali, annem öğretmen Azime Hanım.. Babam milletvekili, sonra bakan vekili.. Ve sonra “Ahali Fırkası” genel başkanı.. Ve sonra çiftçilik yaptı. Ceyhan’da çiftlik işletiyordu..” Orhan Kemal çocukluğundaki gözlemlerini yazar olduğunda kullandığını ve çok iyi bildiği köylüyü anlattığını söyler. Daha sonra da şu kıyaslamayı yapar: “Kemal Tahir gibi yaşamadan yazmadım. Kemal Tahir’in romanları, köyde yaşamadığı için, köyü görmediği için, nazari yazılmış romanlardır. Kemal Tahir köyü bilmez. Hele köylüyü hiç bilmez. Sevmez onları..” Sonuçta da en nihai amacını şöyle özetler: “Ben yurdunu seven bir insan, bir yazar olarak yurdumun kalkınmasının gerekleri üzerine düşündüm. Fikir yordum. Fikir yormakla kalmadım, bu çeşit romanlar yazarak eyleme katılmış oldum. Karınca kararınca tabi.. İstiyordum ki, yurdum batı ülkeleri ayarına yükselsin.. Yurdumu geri bıraktıran etkenler, koşullar ortadan kalksın..” viii.


 

Notlar

i Y. Kenan Karacanlar, Orhan Kemal, İstanbul: Tüm Yayınları, 1974, 9.

ii Orhan Kemal, Cemile, Türk edebiyatı - roman, İstanbul: epsilon, 2007, 12/13. Metin içinde bulunan sonraki alıntılar, bu romandan ve parantez içindeki sayfa numaraları gösterilerek belirtilecektir.

iii Fikret Otyam, arkadaşım orhan kemal ve mektupları, İstanbul: E Yayınları, 1975, 127.

iv Mehmet Narlı, Orhan Kemal’in Romanları Üzerine Bir İnceleme, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Sanat-Edebiyat Eserleri Dizisi, 390-134, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 110.

v Orhan Kemal, Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar, İstanbul: Baha Matbaası, 1963, 12-13.

vi Cumhuriyet Kitap, 17 Eylül 2009, sayı 1022, 4.

vii Bu noktada başka ironik bir husus, yabancı ülkelere ilişkin anılarını kısa zamanda unutmuş Anadolu insanının, 2000 yıllarda yabancı sermayeye, kendi benliğini yok eder bir biçimde yüreğini, cebini ve ülkesini açmış olmasıdır.

viii Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, İstanbul: Cem Yayınevi, 1972, 43, 44, 45.


 

 

 


[email protected]