Ana Sayfa

Berfin Bahar - Konur Ertop - Ekim 2010

 


Orhan Kemal Müzesi'nin açılışının 10. yılında:
YAŞAYAN ORHAN KEMAL
 

Orhan Kemal onun yapıtlarını okuyanlar, anlattığı dünyaya bu yapıtlar aracılığıyla tanıklık edenler kadar -benim gibi- onu tanımış, onunla konuşup görüşmüş olanlar için de yaşamını sürdürüyor.

1940'larda edebiyatımızda yurdun dört yanına ilişkin gerçekçi gözlemler dile getiren, toplum sorunlarını konu edinen bir edebiyat gelişmeye başlamıştı. Orhan Kemal bu edebiyatın en etkili kalemlerinden biri oldu. 1970'lere dek süren memleketçi-toplumcu edebiyat; köylerden kente hızlı göç hareketi, toplumsalcı düşünceye uygulanan baskı gibi nedenlerle yerini daha çok, bireyin kişisel dünyasına eğilen, biçim sorunlarına ağırlık veren bir edebiyata bıraktı.

Söz konusu memleketçi-toplumcu edebiyet dönemi neredeyse tam da Orhan Kemal'in ölümüyle noktalanmıştı. Ben onun en olgun dönemini olan son 15 yılında yapıtlarını yakından izleyerek, günlük yaşamına bir ucundan tanıklık ettim. Görmüş geçirmiş bir ailenin çocuğuydu. Haliç kıyısında yoksul bir çevrede oturuyor, geçim sıkıntısı hemen hiç bitmiyordu. Ama hep fotör şapkası, boyunbağı, ütülü pantolonu, pırıl pırıl siyah ayakkabılarıyla görürdünüz. Alçakgönüllüydü. Edebiyat dünyasına yeni adım atan gençlere yakınlık gösterirdi.

Yetişme döneminde, cezaevi yıllarında ayaktakımını yakından tanımıştı.

Külyutmaz denilen insanlardandı. Hakkına el uzatanlara nasıl davranacağını çok iyi bilirdi. Gönül kırmaktan incitmekten kaçınmasını da...

Bir akşam arkadaşımız Tektaş Ağaoğlu'nın resim sergisinden çıkmış, bir içkievinde kalabalık bir masanın çevresine yerleşmiştik. 27 Mayıs Devrimi sonrasıydı. Söz, Yassıada duruşmalarına dökülünce bir gerginlik yaşandı. Tektaş, Demokrat Parti Bakanlarından olan babasını savunmuş, buna tepki gösteren arkadaşlarımız olmuştu. Siyasal kimliği dışında Samet Ağaoğlu bilindiği gibi önemli bir yazar, başarılı bir öykücüdür. Orhan Kemal siyasal görüşlerinden ödün vermeksizin Samet Ağaoğlu'nu savunarak Tektaş'ın gönlünü almayı, gergin tartışmanın etkisini silip süpürmeyi başardı.

Orhan Kemal'lerin Adana çevresinde Abdülkadir Kemali'den kalan toprakları varmış. Aile bu mal varlığından yararlanamıyor, bundan, muhalif kimliği nedeniyle Orhan Kemal'i suçluyormuş. Sonunda Orhan Kemal yüzünü kızdırıp Samet Ağaoğlu'na gitmiş. Bakan Ağaoğlu o gün öteki bütün görüşmecileri geri çevirerek saatlerce Orhan Kemal'le beraber olmuş. İki büyük yazarı bir araya getiren zengin edebiyat dünyası, o gece Orhan Kemal'in yol göstermesiyle bizim masamızı da hoşgörüyle kucaklamıştı.

Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordum. Bir grup arkadaşımla öncü "a" dergisini çıkarıyorduk. Pek çok zaman Orhan Kemal ustanın çevresinde yer alırdık..

Sabahları o, İkbal Kahvesine erkenden gelmiş olurdu. Kimi zaman masasında gazetede tefrikası süren bir romanından yeni sayfalar ya da yayıncısına götüreceği dosyası olurdu. Kimi zaman gidip bir yerlerden yazı paralarını almak için uygun zamanı beklerdi.

Onunla ilgili olarak çok canlı bir görüntüyü büyük Doğubilimci Abdülkadir Gölpınarlı aktarmaktan çok hoşlanır, sık sık yinelerdi:

Bir akşamüstü Cağaloğlu yokuşunda Gölpınarlı'yla Orhan Kemal karşılıklı kaldırımlarda, biri aşağı doğu iniyor, öteki yukarıya tırmanıyor. Bir hizaya geldiklerinde selamlaşacakları sırada Gölpınarlı'nın sesi yükselmiş:

-Cevdet ne olacak?..

Gazetede yayınlanmakta olan "Suçlu" romanının cezaevine düşen kahramanını soruyormuş. Çocuk Cevdet'yuvarlandığı çukurda yok olup gidecek mi, suçsuzluğu anlaşılıp yeni bir yaaşam kurabilecek mi?..

Orhan Kemal gülümseyerek,

-Kurtulacak Hocam, kurtulacak, diye bağırmış. İkisi de yollarına devam etmiş...

Cevdet elbette kurtulacaktı. Çünkü Orhan Kemal "aydınlık gerçekçilik"ten yana bir yazardı.


 

Cevdet'in Serüveni

"Suçlu", "Sokakların Çocuğu" daha sonra da "Sokaklardan Bir Kız" romanlarının kahramanı Cevdet, İstanbul'da Haliç yakınında yoksul bir mahallede yaşayan emekli İhsan Beyin oğludur. Üvey anne yüzünden okulu bırakır. En yakın arkadaşı, Çingene kızı Cevriye'dir.

İhsan Bey işlemediği bir suç yüzünden cezaevine düşünce küçük Cevdet suçu üstlenereek babasını kurtardı. Yaşlı adam bu sırada öldü. Suçsuzluğu ortaya çıkan Cevdet özgürlüğüne kavuştu. Ancak okuyup durduğu resimli serüven romanlarının etkisiyle -Cevriye'yle birlikte- Amerika'ya kaçmaya kalkıştılar. Yakalandılar. Cevdet cezaevindeyken arkadaş olduğu Hasan'la birlikte bir fabrika'da çalışmaya başladı. Okuduğu romanların, kovboy filimlerinin etkisi, "Sokakların Çocuğu" romanında da Cevdet'in yakasını bırakmamıştır. Amerika'ya gidebilmek için bu kez oyuncak tabancayla sinema gişesini soymaya kalkışır. Yeniden cezaevine düşer. Bir gün yoluna, ondan kendisini kurtarmasını isteyen, -Cevriye'yi andırır- bir Çingene kızı çıkar...

"Sokaklardan Bir Kız" romanında Cevdet artık insanları-dünyayı, iyiyi-kötüyü yakından kavramış bir delikanlıdır. Roman konsomatris Leyla çevresinde bar-pavyon dünyasını konu edinir. Bu çevreye sürüklenmeye direnen Nuran'la Cevdet yaşamlarını birleştirirler. Kötülerin dünyası, Nuran'ın yaşamına uzanmakta gecikmez. Namusunu korumak için Nuran cezaevine düştüğünde Cevdet'in karşısına yeniden Cevriye çıkarak delikanlıyı Nuran'ın kendisine ihanet etmediğine inandırır.

Orhan Kemal bu diziyle büyük kentin alt kültür çevresini konu edinmiş. Yanlış eğitimin yol açtığı sorunları göstermiş, suç-masumiyet kavramları üzerinde durmuştur.


 

Aydınlık gerçekçilik

Orhan Kemal gerçeğe nasıl yaklaştığını açıklarken;

- aydınlık, umut dolu sanatı sevdiğini;

- böyle bir sanattan yaşama sevinci, kötülüklerle savaşabilme gücü vermesini beklediğini belirtmiştir.

Bütün yapıtlarında bu özellik görünür.

Örneğin "Eskici Dükkânı" yapıtında anlattığı roman kişisi gerçek yaşamdan alınmıştır. Bu adam, Adana'da Kuyumcular Çarşısı'nda eskicilik yapar, "Başefendi" diye tanınırmış. Yazar, kendi babasına benzettiği bu tok sözlü savaş gazisini, pek sever. Eskici varlık bir aileden gelmektedir. Çukurova'da yeni üretim biçimleri yaşamı hızla değiştirirken o, elinde avucunda hiç bir şey kalmayan, kalabalık ailesiyle geçim güçlüğüne sürüklenenlerdendir.

Yaşam karşısında hep ezilir ama en güç koşularda da çalışmayı, direnmeyi elden bırakmez. Bize sunduğu bildiriyle, "İnsanoğlu yılmamalıdır... Emek en yüce değerdir." Der.


 

Küçük Adam

Orhan Kemal, objektifini Küçük Adam'ın üzerine çevirmiştir. Küçük Adam iki dünya savaşı arasında edebiyata konu olmuş sıradan insandır. Daha önceki roman kahramanlarından ayrılır. Hiç bir olağanüstü yanı yoktur. Hepimizin bir benzeridir. Bizi şaşırtmaz. Toplum onların biraraya gelmesiyle oluşur. Onu tanımak okur için kendisini tanımak, toplumun en geniş kesimini tanımak demektir. Orhan Kemal kendi yaşam öyküsüne dayanan ilk romanlarını "Küçük Adamın Notları" başlığıyla yayınlamıştır. "Baba Evi, Avare Yıllar", daha sonraki "Cemile, Dünya Evi" gibi yapıtlardan oluşan bu dizide biz genç Orhan Kemal'in  (Küçük Adam'ın) siyasal nedenle yaşamını yurtdışında sürdürmek zorunda kalan babasının yanında geçirdiği dönemi, yurda döndükten sonra sürdürdüğü sorumsuz yaşamı yakından izleriz. Yazar çevresindeki kişilerin sorunları konusunda okurlarını aydınlatmayı, insanca yaşam düzeyini tutturma yolunda onları aydınlatmayı amaçlar.

Yazarın kişisel serüveni gençken tanıdığı bilinçlenmiş işçilerden öğrendikleriyle zenginleşmiştir. Yaşamın güçlüklerini adım adım tanımasını, fabrika işçisi bir göçmen kızıyla yaşamını birleştirmesini yine Küçük Adam'ın serüveninde okuruz. Dizinin ana kişisi, çevresindeki yaşam kavgasını aktarır. Bir bilinçlenme evresi yaşamıştır. Orhan Kemal'in kendisi de yapıtlarıyla okurlarına böyle bir bilinç kazandırmayı amaçlamıştır. Yapıtlarında Küçük Adam'ın "küçük adamlık"tan kurtulmasının yollarını araştırır. Anlattığı kişiler umudunu hiç yitirmeyen, savaşımdan yılmayan insanlardır. Orhan Kemal gelecekten umutlu, iyimser bir gerçekçidir.


 

Yaşam kavgası

Orhan Kemal Çukurova'da tarım ve fabrika işçilerinin çetin yaşama serüvenini göz önüne serer. 1950 sonrasında ise köyden kente nüfus göçü, büyük kentte geçim güçlükleri içinde kıvrananların yaşamları gündemindedir.

Ünlü yapıtı "Bereketli Topraklar Üzerinde", yalnız onun en başarılı yapıtı olarak değerlendirilmemiş, Türk romancılığının en önemli ürünlerinden biri olarak gösterilmiştir. Bu yapıtta Çukurova'ya çevreden gelen geçici işçilerin güçlüklerle dolu yaşamı anlatılır.

Konu, Sıvas'ın 8o evlik bir köyünden üç arkadaşın, çalışmak için gittikleri Adana'da başlarından geçenlerdir. Olaylar 1950'den önce, belki de savaş yılları içinde yaşanmıştır. Üç arkadaştan ikisi köyden hiç çıkmamışlardır. Hiçbirinin soyadı yoktur. Otomobilin, pompalı gaz ocağının ne olduğunu bilmeyenleri vardır. Üçü de "vali"nin ne iş yaptığını çıkaramazlar!..

Adana'da güçlükle bir çırçır fabrikasına girerler. Birinin burada zatürree yakasına yapışır. Kızına götürmak üzere aldığı tarakla tokayı arkadaşına verdikten sonra hastane köşesinde can verir. (Orhan Kemal bu sahneyi yazarken gözyaşlarını tutamadığını anlaatmıştır.)

Çalışanların haftalıklarından usulsüz olarak "ırgatbaşı hakkı" kesilmektedir. Roman kahramanları haklarını aradıkları için işten ayrılmak zorunda kalır, inşaatlarda çalışmaya başlarlar.

İki arkadaştan biri duvarcılık öğrenip para biriktirirken öteki, parasını bir kadına yedirir. Sonra da onunla birlikte bir çifliğe ırgat olarak girer. Burada iş kazasında can verir. Duvarcı ustalığına yükselip para biriktirmeyi başaran sonuncu roman kahramanı (İflahsızın Yusuf) giyinip kuşanmış, almayı düşündüğü pompalı gazocağı da bavulunda, köyüne dönmüştür. Çoluğu çocuğu toparlayıp kente taşınmayı kurmaktadır.

Orhan Kemal, romanında köy insanlarını, -1950'den önce- daha dış dünyaya daha açılmadıkları, çağın ekonomik, toplumsal koşullarını hiç tanımadıkları bir evrede ele almıştır. İçine sürüklendikleri kent yaşamını, tarım ve sanayi alanlarının ağır iş koşullarını aktarmıştır.

Toplumdaki büyük kaynaşmayı romanında canlandırdığı kahramanların gözüyle göstermiştir.


 

Taşı toprağı altın istanbul'da

Orhan Kemal, "Gurbet Kuşları"nı, "Bereketli Topraklar Üzerinde" romanını tamamlamak üzere tasarlamıştır. "Gurbet Kuşları"nın kahramanı İflahsızın Memet, Adana gurbetinde başından geçenler önceki romanda anlatılan Yusuf'un oğludur.

Olaylar DP yönetimi sırasında, 6-7 Eylül (1955) yağmasından sonra ve elbette 27 Mayıs'ın öncesinde geçmektedir. DP Başbakan'ının İstanbul'daki kıyasıya imar hareketi, geniş ölçekli kamulaştırmalar, plansız-programsız yıkımlar, nüfuz ticareti, parti çekişmeleri, Vatan Cephesi uygulaması, anlatılan bir yıllık süreye damgasını vurur.

İstanbul'da yol işçisi olan Memet, kendi kendine okuma yazma öğrenir, duvarcı ustası olur. Müteahhitliğe başlamış bir kabzımalın yanında çalışırken o ailenin hizmetçisi köylü kızı Ayşe ile evlenir. Babasıyla kardeşlerini yanına getirtir. Ancak Vatan Cephesi'ne girmesi için baskı yapılınca kabzımalın yanından ayrılıp yapılarda çalışmaya koyulur. Karısı iplik fabrikasında işçi olur.

Memet'le Ayşe'nin tamamlayıp başlarını sokmaya çalıştıkları gecekonduyu, rüşvet vermeye yanaşmadıkları için belediye görevlileri yıkınca Ayşe, umutsuzluğa kapılan eşine destek verir:

"Kalk lan, kalk. Gene yaparık, yenisini yaparık." Romanda dönemin plansız imar hareketleri, yolsuzluklar, adam kayırma, parti desteğiyle servet kazanma, inanç sömürüsü, köyle kent arasındaki uyuşmazlılar eleştiiri konusudur.

Orhan Kemal'in birbirini izleyen bu iki romanı yarım yüzyıl önceki Türkiye'den kesitler canlandırırken, daha sonra da yaşanan pek çok sorunun hangi tohumlarla beslendiğini göstermektedir. Orhan Kemal'in yapıtının günümüzde yaşamasına olanak veren nedenlerden biri de budur.

 

Berfin Bahar Dergisi, Sayı: 152 / Ekim 2010


 

 

 


info@orhankemal.org