Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özel bir yeri olan
Orhan Kemal, ‘Hanımın Çiftliği’ kitabının dizi uyarlamasıyla yeniden
gündeme taşındı. Cihangir’deki ‘Orhan Kemal Müzesi’nde, yazarın oğlu
Işık Öğütçü’yle buluşup babasını, kitaplarını ve diziyi konuştuk
* Müze kurulalı 10 yıl oldu. Nasıl geçti zaman?
Hızlı geçti. Müzenin tanıtımına önem verdik. Önce yurt içinde
gençlerle buluşturmayı, sonra yurt dışına açılmayı amaçladık. Bayağı
da başarılı olduk. 10 yıllık çalışmamız, kitapların 11 dile
çevrilmesiyle taçlandı. Otobiyografik romanlar ‘Baba Evi’, ‘Avare’
ve ‘Cemile’, yakında Lübnan ve Rusya’da çıkacak.
* Müzeye
gösterilen ilgiden memnun musunuz?
Okul gezisi çerçevesinde çok öğrenci gelir buraya. Yılda 5 bin
kişi... Giriş ücreti almıyoruz.
* Burada Orhan
Kemal’in kitapları satılıyor mu?
Alt kattaki satış alanımızda, 48 kitabının tamamı var. Yabancı dile
çevrilenler de dahil...
* Müzenin
altındaki İkbal Kahvesi’nin hikayesi nedir?
1850’li yıllarda Nuruosmaniye Caddesi üzerinde kurulan bir kahvenin
adıydı ‘İkbal’. Daha sonra yıkılmış ve kuyumcu olmuş. Milliyet
Gazetesi’nin eski binasının tam karşısı... Hep gazetecilerin gittiği
bir yermiş. Ara Güler, Yaşar Kemal, Orhan Veli oraya gidip tavla
oynarmış. Biz de oradan esinlendik.
* Dört yıl sonra
babanızın doğumunun 100’ncü yılı olacak. Özel bir projeniz var mı?
1970’de apansız gitmesi hepimizi sarsmıştı. 56 yaş, ölüm için çok
erken. Onu bu müzeyle yaşatmaya çalışıyoruz. 100’üncü yaşında bir
fotoğraf albümü, bir de mektuplarını derleyeceğim. Ona ait 50 kitap
olacak böylece.
* Orhan Kemal,
sinema ve televizyona da eserler verdi.
Yapımcılar sık sık “Ne yapabiliriz?” diye soruyor. ‘Hanımın
Çiftliği’ dizisi ve mart ayında gösterime girecek ‘72’nci Koğuş’
filmi bu çalışmalardan. Yeni projeler de var.
* Yapımcıların bu
ilgisini nasıl yorumluyorsunuz?
Orhan Kemal, insanları olduğu gibi verir. Kahramanları hayatın
içindedir. Her yönetmenin arzu ettiği eserler yazmıştır. Senaristler
de hikayeyi mantık silsilesi içinde genişletme şansı buluyor.
* Konunun
genişletilmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Herkesin ayrı yoğurt yiyişi var. Senaryoyu ben yazsam farklı
düşünürüm. Biz, Orhan Kemal’in dünya görüşüne aykırı bir durum var
mı diye bakıyoruz. Bu yapıya müdahale yoksa bir karakter eklenmiş,
çıkarılmış önemli değil. Bir temanın üzerinde uzun durulmuşsa, dizi
mantığının sonucudur.
“Dizide şiveyi çok iyi kullanıyorlar”
* ‘Hanımın
Çiftliği’ dizisinde “Ben olsam böyle yapardım” dediğiniz neler var?
Kitap sosyolojik açıdan önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor.
1950 seçimi öncesi başlıyor. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle
devam ediyor. O dönüşümü ve sosyal yapıyı vermesi açısından önemli.
Dizide bu kısmı biraz geri planda kaldı. Sadece bu konu bile işlense
4-5 yıl giderdi. Siyasi sürtüşmeleri kitapta net görebiliyorsunuz.
Dizide ilk başlarda verdiler bu tartışmayı ama sonra başka yöne
kaydı konu.
* Dizide en beğendiniz ne oldu?
Teneke Mahallesi, sokakta çamaşır yıkanması, insanların birbirine
sesleniş tarzları çok doğru. Oyuncular çok başarılı. Adanalıların
tipik el hareketleri vardır. Bunu ve şiveyi iyi kullanıyorlar.
“Dizide kendimi görüyorum” diyenler var. İnsanın yüreğine
dokunuyorsa amacına ulaşmış demektir.
* Ne kadar telif ücreti alıyorsunuz?
Çok büyük rakamlar almıyoruz. Yapımcılar eskisi gibi hak yemiyor.
Dizi uzadıkça telif ödeniyor. Pek az yazara nasip olur para
kazanmak. “Çok satan mı, hep satan mı edebiyattır?” diye tartışılır.
Orhan Kemal’in düşüncelerinden dolayı ödetilen bir bedel var.
Kimsenin söylemeye cesaret edemediklerini kitabına yansıtmış. Halkı
uyandırmaya çalışmış.
* Çocukları neden
Orhan Kemal’in yolundan gitmedi?
İki erkek, bir kız kardeşim var. Ben kimya mühendisiyim. Nâzım abim
petrol yüksek mühendisi, onun küçüğü eczacı, ablam terzi. O kadar
parasızlık çektik ki mühendislik yaptık. Abimin kendi eczanesi var,
benim kendi işim var. Babam zor şartlarda okuttu bizi. Bizim de ona
borcumuz bu müzeydi. Dünyanın kültür mirası olarak görüyorum. Şimdi
kimse fark etmeyebilir ama Orhan Kemal’i bir gün tüm dünyada
keşfedecek. Buna inanıyorum.
* Sizde babanızın imzalı kitabı var mı?
Doğduğumda bir tane imzalamış, “Henüz daha baba deyişini bile
duyamadığım şeker oğluma” diye... İlkokul birinci sınıftayken tekrar
imzalamasını istedim. Kendi kitabı yoktu. Kütüphaneden bir kitap
çekti, kırmamak için. ‘Küçük Prens’ isimli kitabı imzaladı.
“ÖZGÜ NAMAL KISA KALDI”
Özgü Namal tabii çok yetenekli, başarılı bir oyuncu. Ama kitaptaki
karakter 1.75 boyunda, herkesin hayran olduğu, çok güzel bir işçi
kızı... Ramazan da, Muzaffer Bey de ona tutuluyor. Özgü Namal,
kitaptaki tarife uymuyor. Daha uzun boylu, yakıcı bir aktris tercih
edilebilirdi. Mehmet Aslantuğ’u da bir salon beyefendisi olarak
tanıdım. Gerçekten başarılı bir oyuncu. İnsanlar, “Muzaffer Bey niye
öldü?” diye soruyor. Eh, kitapta da ölüyor. Ama dizide biraz daha
geç ölebilirdi. Senaristler böyle uygun görmüş, olabilir. Muzaffer
Bey kitapta kötü, acımasız, despot, önüne geleni ezip geçen ve
haksızlık yapmaya meyilli bir karakter... Dizide bazı sahnelerde bu
ifade verildi ama daha sert olabilirdi tabii...
“AZRA AKIN MÜZEYi GEZDi”
‘72’nci Koğuş’, çok kuvvetli bir eser. İnsanın her halini, tarafsız
gözle yansıtıyor. Bir erkek koğuşunda geçen hikayeyi anlatıyor...
Bir gün Azra Akın geldi, “Sadri Alışık Tiyatrosu’nda ‘72’nci Koğuş’u
oynayacağım” dedi. Sohbet ettik, beraber müzeyi gezdik, ona Orhan
Kemal’i anlattım.