Ana Sayfa

Hüdil Dergisi - Uğur Gürsu, Ayşe Nur Karlıkaya, İfakat Şahin - 31 Ağustos 2010


Orhan Kemal’in Kız Kardeşi
Uğur Gürsu Hanımefendi ile Bir Söyleşi

 

Ayşe Nur Karlıkaya - İfakat Şahin (Fransız Dili Öğretmenliği 1. Sınıf Öğrencileri)

“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden nasıl öğrenirsen öğren.
Nereden nasıl öğrendiğin, diploman hatta neler bildiğin de
önemli değil, ne yaptığın önemlidir.”
Orhan Kemal

O kadar sıcak ve güzel bir sohbetti ki keşke bunu yazıya dökmeye kelimeler yetse… Sanki kendi aile büyüklerimizden birinden, yıllardır tanıdığımız bir insandan dinledik Orhan Kemal’i. Öyle tatlı bir hanımefendi ki sohbet hiç bitmesin istedik. Bize gösterdiği ilgiden dolayı Uğur Hanım’a teşekkür ederim. Bu güzel sohbetten biz çok faydalandık, mümkün olduğunca da paylaşmak istedik:
― Öncelikle Orhan Kemal’i bize biraz anlatır mısınız? Böyle muhteşem eserleri yazan birini nasıl bir anne-baba yetiştirmiştir? Bunu en iyi öğrenebileceğimiz kişi sizsiniz. Orhan Kemal nasıl bir aileden geliyor, nasıl yetişti bize biraz bahseder misiniz?
Uğur Hanım: Babamız avukat, annemiz öğretmendi. Herkes Orhan Kemal’in yazarlıktan sonraki hayatından, evliliğinden sonraki sıkıntılarından bahseder, ama o gayet iyi şartlarda yaşamış, iyi bir aileden geliyor. Dedemiz Elazığlı, babaannemiz Rumelili. Babamız, zamanında milletvekilliği ve gazetecilik yapmış. Muhalif olduğu için suikaste uğrama korkusuyla Suriye’ye kaçmış. Yurtdışında da avukatlık yapmış. O sırada Adana’daki mallarına haciz gelmiş, derken babamın yakın arkadaşı Abdülhalik Renda yeniden babamı çağırmış ve babam Ağır Ceza Reisi olarak Bergama’ya tayin edilmiş. Tabiî ben küçüktüm, tam hatırlamıyorum. O sırada ağabeyim de (Orhan Kemal) askerdeydi.
― Biraz da bize evinin kapısını açan bu tatlı hanımefendiyi tanımak isteriz. Uğur Hanım deyince, Uğur Hanım ve Orhan Kemal deyince ne gelmeli aklımıza?
Uğur Hanım: Meslek lisesini bitirdim. Türk Kadınlar Birliğinde, Çocuk Esirgeme Kurumunda çalıştım, cezaevinde mahkûm kadınlara gönüllü öğretmenlik yaptım, bir siyasî partide görev aldım. Resim yapıyorum, hatta ağabeyim cezaevindeyken yolladığım resimlerimi Nazım Hikmet çok beğenirmiş. Biliyorsunuz Nazım Hikmet de resim yapardı ve babamızın bir resmini çizmişti, resim şu an müzede. Ağabeyim ve bana gelince, ağabeyimle de yengemle de aramız çok iyiydi. İkisini de çok severdim. Birçok yazar, balolardan çıkmazken ağabeyim baloya pek gitmezdi. Hatta oradaki kadınların nasıl giyindiğini, şapkalarını, ayakkabılarını, kadeh tutuşlarını, konuşmalarını, yazarken bana sorardı.
― Günümüz yazarları arasında son zamanlarda, adından sıkça bahsedilen isimlerden biri de şüphesiz Orhan Kemal. Aramızdan ayrılalı 38 yıl olmuş ancak son 8 yıldır kitapları yurt içinde ve yurt dışında daha sık basılıyor. Oyunları oynanıyor; hatta günümüzün en çok izlenen dizilerinden birinin yazarı kendisi. Peki, aradan bunca zaman geçtikten sonra Orhan Kemal bugün yeniden nasıl keşfedildi? Değerli yazarımızı tanımaya geç kalınmışlığın sebebini çok merak ediyorum.
Uğur Hanım: Ağabeyim öldüğünde oğlu Işık, çocuktu. Orhan Kemal’in yeniden değerlenmesinde Işık’ın payı büyük. Işık, ona ait şeyleri bulup çıkardı. Işık ilgilendi babasının geride bıraktıklarıyla. Büyümesi, babasını tanıması, sonra halka yeniden hatırlatması uzun zaman aldı.
― Orhan Kemal’i bize çok iyi tanıtabilecek bir müze var Cihangir’de. En küçük oğlu Işık Öğütçü tarafından düzenlenip müze haline getirilen ve her geçen gün daha da büyüyen bir yer… Bize biraz bu müzenin açılması fikrinden, kimlerin destek olduğundan bahsedebilir misiniz?
Uğur Hanım: Cihangir’deki apartman Işık’a ait. Burayı müze haline getirmek istedi ve iki katını müzeye ayırdı. Ağabeyimin battaniyesi, daktilosu, kıyafetleri, aile resimleri; Atatürk’ün babama hediye ettiği bir silah, madalyalar gibi birçok değerli eşya var. Bazılarını bizlerden, yakın akrabalarından topladı, biz de seve seve verdik.
― Orhan Kemal’in 1958’de verdiği bir röportajı okumuştum, kendisine “İstikbaliniz hakkında ne bilmek istersiniz?” diye sormuşlar. Cevabı, “Hiç olmazsa bir kitabımın geleceğe kalmasını isterim.” olmuş. Oysa şimdi birçok tiyatroda oyunları oynanıyor, Hanımın Çiftliği, Gurbet Kuşları gibi eserleri televizyonlarda dizi olarak yayımlanıyor. Bugünleri görebilse neler hissederdi acaba? Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Sizce yazarın istediği bu muydu, yoksa asıl istediği şey kitaplarının okunması mıydı?
Uğur Hanım: Kitaplarının gelecek nesillere ulaşabilmesini, onlar tarafından okunmasını gerçekten çok isterdi.
― Yazarlar, eserlerini yazarken genellikle dış dünyayı unuturlar. Orhan Kemal’de de böyle bir durum söz konusu olur muydu? Ailesini çocuklarını unuttuğu zamanlara şahit oldunuz mu hiç?
Uğur Hanım: Yazarken sadece yazılarına odaklanırdı. Unkapanı’nda iki katlı evleri vardı. Merdivenlerden yukarı çıkılırdı. Yukarıda yazardı ve daktilo sesi kesilene kadar hiç
kimse onu rahatsız etmezdi. Kendisi ara verdiğinde zaten aşağı gelirdi. Ben de bir şeyler yazarım ve o zamanlar sadece yazıma odaklanırım.
― Peki, romanlarındaki karakterler hakkında ne söylemek istersiniz? Örneğin Baba Evi’ndeki sert baba karakteri. Oradaki baba karakterinin Orhan Kemal’le bir bağlantısı var
mı? Okuduğum kadarıyla çocuklarıyla arkadaş gibiymiş, kızıyla İstiklal’de kol kola gezen, oğullarıyla arkadaş gibi muhabbet eden bir babaymış; ama biz bunları yazılan çizilenlerin dışında sizden dinlemek isteriz.
Uğur Hanım: Yazılarında hep çevresinden etkilenirdi. Çevresindeki insanların hayatlarını yazardı. Orada okuduğunuz o karakter, kendi babası. Sert bir babamız vardı.
― Eşiyle arasında inanılmaz bir sevgi varmış. Ancak romanlarında aşkı pek konu edinmediğini görüyoruz; daha çok hayatın gerçeklerinden bahsediyor. Arka Sokak adlı kitabını en güzel aşk kitabı olarak gösterebiliriz, ancak sevgiyi ve aşkı bu kadar içten yaşayan biri nasıl olur da aşkı yazmaktan kaçar?
Uğur Hanım: Ağabeyim fabrikada muhasebeciyken yengemi görmüş. Yengem Nuriye Hanım da fabrikada çalışan bir işçiydi. Ağabeyim ondan hoşlanmış. Yengem Boşnak’tı. O zamanlar çevremizde Boşnaklar Türklere kız vermezler, Türkler de onlardan kız almazlardı. Ağabeyimin uğraşması gerekecekti. Yengem erkeklere yüz vermeyen, tıpkı Hanımın Çiftliği’ndeki Güllü gibi bir kızdı o zamanlar. Babası ve erkek kardeşiyle yaşıyordu yengem. Fakirlerdi. Evlendiklerinde yengem daha on altı yaşındaydı, ağabeyim de yirmi üç. Yengemin annesi de yoktu, bizim yanımıza taşındılar. Yengem annemden öğrendi her şeyi; yemek yapmayı, temizliği, giyinmeyi, birçok şeyi. Böyle olunca da annemden öğrendiklerini yaptı. Ağabeyim de annem gibi gördü yengemi. Annem, kendi kızlarından ayırmadı onu, sonuçta ilk geliniydi. Yengem çok iyi biriydi ama tahsili yoktu, fakat sonradan geliştirdi kendini. Ağabeyimi çok seviyordu ama ağabeyim çok çapkındı. Zaten aşkı yaşamayan insan yazamaz. Yani işin aslı, aşka çok inanıyor, hep âşık, hatta en iyi yazılarını âşık olduğu zaman yazmıştır.
― Evlendikten sonra maddi açıdan zorluk çektiğini okuduk ama evlenmeden önce nasıldı, gene maddi açıdan zorluk çekiyor muydu? Hikâyelerinin bu kadar gerçeğe yakın olmasını buna bağlayabilir miyiz?
Uğur Hanım: Tabiî ki hayır. Fakir değildik, eğer televizyonlarda anlatıldığı gibi olsa her şey… Yirmi üç yaşında neyine güvenip evlenebilir? Adana’da durumu oldukça iyi bir ailemiz vardı. Bir televizyon programında hamallık yaptığından söz ettiler. Ayıp değil, fakat öyle bir şey yok. Ağabeyim asla hamallık yapmadı. Birçok yazarın sahip olamadığı şartlara sahipti, kendisi değerini bilemedi. Almanca öğrendi. Ama liseden sonra okumadı. Fabrikada çalışmaya başlayınca da evlendi. Yengem de çalışıyordu, fakat evlendikten sonra çocukları olduğu için işi bıraktı. Bundan sonra maddi sıkıntıları başladı. Ama birçok hesapsız iş yaptı. Mesela ticaret yapmak istedi bir doktorla, annem bu iş için tüm bileziklerini verdi. Ama olmadı. Biraz da kendisi sebep oldu para sıkıntısı çekmesine aslında. Çok cömertti. Kim param yok dese çıkarır cebinden para verirdi. Kalbi çok temizdi, belki de parasının hesabını bu yüzden yapamadı.
― Adana’da fabrikada çalışmasının, romanlarındaki işçi karakterlerini bu kadar iyi analiz etmesinde etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Uğur Hanım: Evet, söyleyebiliriz. Ağabeyim halk adamıydı. Sokakta top oynar, genç yazarlarla konuşurdu. Yazılarının çoğunu Balat’taki kahvelerde dinlediği olayları hikâyeleştirerek komşulardan esinlenerek yazardı. Yani birçok şeyi bu kadar iyi ve gerçekçi yazmasının sebebi, kendinin de bunları yaşamasıydı.
― Kime sorsak Orhan Kemal deyince Hanımın Çiftliği diyor. Bence en az onun kadar çarpıcı başka eserleri de var. Baba Evi, Ekmek Kavgası, Gurbet Kuşları bunlardan birkaçı. Sizin en beğendiğiniz kitabı hangisi? İçinde kendinizi bulduğunuz karakter ya da karakterler var mı?
Uğur Hanım: Evet, Ağabeyimin çevresindeki kişileri gözlemleyerek yazdığı bir gerçek ve bu sebeple kendimi bulduğum karakterler oluyor.Ancak izlediğimiz dizide asla kendimi bulmuyorum. Ben oradaki Halide gibi biri asla değilim. Onun yaşadığı gibi bir aşk yaşamam her şeyden önce. Çünkü aşk kusursuz olmalı. Oradaki Güllü karakteri biraz yengeme benziyor. Biraz asi, erkeklere yüz vermeyen, fabrikada çalışan kendi halinde güzel bir kız. Ancak yengemin asla elinde sopayla kızını döven bir babası yoktu. Esinlenme var, fakat dizi kesinlikle bizimle örtüşmüyor.
― Orhan Kemal’i öyküye yönlendiren hapishane yıllarında tanıdığı Nazım Hikmet olmuş. Şiir de yazarmış tabiî, ancak bir röportajında okumuştum. Orada şöyle diyor: “Önümde dağ gibi bir Nazım Hikmet vardı, şair olamazdım!” demiş. Sizce bu gerçek bir engel mi, yoksa içindeki öykücünün canlanması için bir ışık mı?
Uğur Hanım: Ağabeyim şiir de çok yazdı, ama şiir yazarak hayatını kazanamazdı. Bir gün hapishanede Nazım Hikmet bir şiirini okumuş, daha sonra öyküsünü. Ve ağabeyimi öyküye yönlendirmiş. Öykü ya da roman yazmak için birçok konu bulabilir, birçok şeyden esinlenebilirdi. Bu açıdan bence öyküye yönelmesi gayet mantıklı oldu.
Oğluna “Nazım” adını vermesinden de belli olduğu gibi ağabeyim, Nazım Hikmet’i çok severdi. Onun tavsiyesine uyup öyküye devam etmesi edebî yaşamı açısından çok önemli oldu.
― Bugün, Orhan Kemal’i daha iyi tanımamızdaki en büyük pay, oğlu Işık Öğütçü’ye aittir, diyebiliriz. Işık Bey’i bu konuda harekete geçiren güdü, 1980’lerden 2000’lere kadar babasının unutulması mı, yoksa ona duyduğu vefa borcu mu? Bildiğimiz kadarıyla, babasını 13 yaşında kaybetmiş, 15 yaşına geldiğinde babasının kırk iki eserinin tamamını okumuş; ancak son on yıl içinde anladığını fark etmiş. Bu zaman, ihtiyaç duyulan bir süre miydi sizce?
Uğur Hanım: Babası öldüğünde Işık çok küçüktü. Bu nedenle babasının ölümünü bile tam algılayamamıştı. Büyüdükçe babasını çok sahiplendi. Tam olarak vefa borcu diyemeyiz, o yaşta bir çocuğun babasına ne kadar vefa borcu olabilir ki?
― Işık Öğütçü’nün de Orhan Kemal’in Nazım Hikmet için söylediği söze benzer bir sözü var: “Yazar olabilirdim ancak önümde dağ gibi babam vardı.” Ailede yazan
başka birileri var mı? Örneğin siz yazıyor musunuz?
Uğur Hanım: Evet, ben de yazarım arada. Yazmayı seviyorum. Babam da yazardı. Onun da anıları, Orhan Kemal’in Babası Abdulkadir Kemali Bey’in Anıları adıyla yayımlandı. Ama ailede yazan fazla kimse yok. Ağabeyimin çocukları yazmıyor, Işık da yazmıyor. Şimdi ben de ailemle ilgili anılarımı yazıyorum. Bunları, bu konuyla ilgilenen torunum Kerem’e vereceğim.
― Sizce Orhan Kemal hakkında okuyucuların özellikle bilmesi gereken şeyler neler?
Uğur Hanım: Ağabeyim çok temiz kalpli ve iyi niyetli bir insandı. Genç yazarlara her zaman destek olmuştur, bu bilinmesi gereken bir şey bence. Kitabını satınca etrafındaki genç yazarlara da yardım ederdi. Çok cömertti. Haksızlığa asla tahammül edemezdi.
― Peki, insanî yönleriyle Orhan Kemal gençlere sizce nasıl örnek olmuştur?
Uğur Hanım: Ağabeyimin etrafında yazar olmak isteyen pek çok genç vardı. Onlara her zaman destek olmuştur. Ayrıca romanlarında anlattığı gerçek insan karakterleriyle
de gençlerin hayatı daha iyi tanımasını sağladığını düşünüyorum.
― Size bu sıcak sohbetinizden dolayı teşekkür ediyoruz, çok keyifli ve samimi bir söyleşi oldu.
Uğur Hanım: Ben teşekkür ederim.

 


[email protected]