"Tarihe insanî boyut kazandırıyorum,
çünkü tarihi mitoslar yapmaz,
insanlar yapar.”[2] O; tarihe “insanî boyut”
katan bir yazardı…
Biz(ler)e, sadece anımsamanın değil; bilmenin de önemini anlatırdı;
“Anımsamak başka, bilmek başkadır. Anımsamak yalnız belleğe
saklanması için verilmiş bir şeyin korunmasıdır. Bilmek ise her şeyi
kendinizin bir parçası yapmak demektir,” diyen Seneca’nın
uyarısındaki üzere…
O; Orhan Kemal’di… Hani babasının siyasi nedenlerle memleketi terk
etmesi gerektiğinden 17 yaşında Beyrut’la; orada babasının açtığı
lokantada garsonluk yaparken de ilk olarak işçilerle tanışan ve
sonra bir basımevine işçi olarak giren…
Adana’ya döndüğünde de çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık,
katiplik, ambar memurluğu.
“Yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik” suçundan
yargılanarak, 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giydi. Kayseri, Adana
ve Bursa cezaevlerini onurlandırdı. En önemlisi 1940 yılı kışında
Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet’le tanıştı. Düzyazı yolunu bulması
onun rehberliğinde gerçekleşti. Hapis sonrası ‘muvakkat hamal’lıktan
nakliyeciliğe kadar çeşitli işlerde çalıştı. 1950 yılında ailecek
İstanbul’a göçtükten sonra ailesinin geçimini de hep kalemiyle
kazanacaktı.
Bu arada dört çocuğu olmuştu.
İşte geceleri o mutfakta oturup romanlarını gazetelere tefrika
hâlinde yetiştiriyordu. Bu arada 66 yılında “komünistlikten” bir kez
daha tutuklanacaktı. Unutulmaz oyunlar, romanlar, hikâyeler yazdı.
Türk sinemasının da en parlak siyah-beyazına nice senaryo
yetiştirmişliği vardır.
Hasılı Nâzım’ın yoldaşıydı; TKP’liydi… * * * * *
Orhan Kemal, (Raşit Öğütçü), tarıma dayalı sanayileşmenin kentlere
göçü hızlandırdığı sancılı bir dönüşüm sürecinde yaşadı ve yazdı.
Altyapısı henüz oluşmamış bir üretim ortamının acımasız koşullarına
boyun eğenleri, aralarında yaşadığı sıradan insanların dünyasını
anlattı.
Toplumcu gerçekçi edebiyat anlayışının önem kazandığı, komünizmin
öcü say6ıldığı dönemdi. Birçok yazar gibi yargılandı,
cezalandırıldı. Kendisini çok etkileyen Nâzım Hikmet hapishane
arkadaşıydı, ona şiir değil öykü yazmasını öğütlemişti. Öyle yaptı.
Dişe diş ekmek kavgası veren işçileri, günde on sekiz saat
çalıştırılan çocukları, arkadaşlarını satan işçi başlarını,
yoksulluk ya da tutku yüzünden kötü yola düşen kadınları, toplumsal
çelişkilerin acıklı-gülünç yanlarını sabrı, merhameti, kötülüğü
abartmadan, en önemlisi yaşama sevincini karartmadan dile getirdi.
Ölçülü bir yazma yöntemi vardır. Kişiler, duygusal ve toplumsal
durumlarını konuşarak ortaya koyarlar. Diyaloglardaki doğallık ve
gerçeğe uygunluk anlatıma canlılık, sürükleyicilik kazandırır. Alt
sınıfın, sokağın dilini ve duygusunu yansıtmada öylesine içten ve
içeriden biriydi ki, hem okuruna kendini çok sevdirdi hem de
ardından gelen yazar kuşağına öncü oldu.
H. Hüseyin Yalvaç’ın deyişiyle, “Toplumcu gerçekçi edebiyatımızın
önemli adlarından olan Orhan Kemal, yaşamın içinde ki insanı, yanı
başında gözlemleyerek siyasal bakış açısıyla öykü ve romanlarına
aktarmıştır.”
Orhan Kemal, hayatın zenginliğini ve insanî deneyimlerin
çeşitliliğini görüp tanımış ve yazının politik olduğunu savunmuştur.
Geçim sıkıntıları ve baskılar içinde iki yüzden fazla öykü, otuza
yakın roman ve unutulmaz oyunlarıyla halkının sesi, ruhu olmayı
böyle başardı. “Gurbet Kuşları”, “Murtaza”, “72. Koğuş”, gibi birçok
eseri defalarca sinemaya, tiyatroya, televizyona uyarlandı ve hiç
eskimedi. (“Hanımın Çiftliği” sezon başından bu yana, oturmamış
karakterlerle uzayıp giden bir TV dizisi olarak gösterimde ama
içeriği boşaltılmış olsa da izleyici topluyor.) * * * * *
Gerçekten de “Onu okumak ‘hayat’ı okumaktır,” vurgusuyla Yusuf
Çopur’un işaret ettiği üzere: “Sanatçı, en kısa tanımla, toplumu
içinde yaşayan ve yaşatan insandır. İlhamını hayattan alan
sanatçının en temel malzemesi ‘insan’dır. Onun kaleminde kimi zaman
insanın acısı, kimi zaman sevinci bazen hayali bazen hüznü, iyisi,
kötüsü, ayrılığı, sevdası vardır. ‘İnsan’dır sanatçının mürekkebi.
Orhan Kemal, bu ‘insan’ın ‘vicdanı’ olmuş bir yazar olarak geçmişten
günümüze, günümüzden de geleceğe uzanan bir ‘toplumsal
gerçeklik’tir.
Orhan Kemal, zamana yenilmeyen eserleriyle günümüz okurlarının
ilgiyle takip ettiği, içinde yaşattığı (yıllardır içinde yaşadığı ve
vicdanı olduğu toplumun bir vefasıdır belki de) bir yazar. O,
hayatın çilesiyle küçük yaşta karşılaşmış ve çocuk olamadan büyük
adam olmuş bir sanatçıdır. Hayatını anlatmaya ne yerimiz ne de
zamanımız yeter. Onun hayatı için en kısa tanım, ‘mücadele’dir desek
yanlış olmaz. Özellikle öykülerinde bu mücadelenin, geçim derdinin,
çilenin izdüşümlerini görmek mümkün.
Tahir Alangu’ya göre Orhan Kemal, yaşadığı hayatın karşısına
çıkardığı fırsatlarla, toplumun en alt tabakalarına yönelmiştir.
Gerçekten o, her yönüyle- özellikle acı ve çile- insanı anlatabilmek
için toplumun ‘acı yuvaları’na yönelmiştir. Fethi Naci’nin, “Türk
romanında bir Orhan Kemal bakışı vardır” demesi de bundandır. O, her
insanda -her şeye rağmen- aydınlık bir yüz, temiz, insanî bir yan
bulunabileceğine inanmıştır. Edebiyatımızın belki de en ‘dert’li
yazarı Orhan Kemal’dir. Aç kalan, geçim derdi için olmaz şeylere
katlanan, ekmek için ölümüne çalışan, ‘insan’ gibi yaşama çabası
güden herkes onun ‘derdi’ olmuştur.
Orhan Kemal, -Halide Edip’in deyişiyle- “fikir namusu” ve “fikir
cesareti” olan bir yazardır. Ona göre, sanatçı her şeyden önce bir
‘fikir insanı’dır. O, bozuk düzene karşı her zaman dik durmuştur. Bu
dik duruş bazen onu ‘dört duvar’ arasına sıkıştırsa da, her an özgür
kalabilmeyi başarabilmiş. Sorulduğunda, yazma amacını, insanlara
mutluluk, onur, insanlık vermeyen düzenin yanlışlarını göstermek,
onları uyarmak ve bu düzene karşı birlik olmaya çağırmak olarak
ifade etmiştir.” * * * * * Selim İleri’nin,
“Yaşadığı günlerden yaşadığımız günleri en çok görebilmiş ve dile
getirmiş yazarımızdır”; Ataol Behramoğlu, “Toplumcu, gerçekçi ve
insancıldır”; Mustafa Aslan, “Halkını iyi anlayan ve anlatan bir
yazar olma özelliğine sahiptir”; Yıldırım Türker’in, “Mükemmel bir
XIX. yüzyıl romanı kahramanıydı… Mükemmel bir anlatıcıdır,” diye
betimlediği Orhan Kemal konusunda Mehmet Nuri Güntekin de ekler:
“Türkiye’nin ve onun yüz elli yıllık serüvenini anlamak için Orhan
Kemal eserleri ciddi ve keyifli bir okuma macerasıdır…”
Toparlarsak: Çocukların babası için çok önemli olduğunun da altını
çizerek, “Biz, onun için neysek, sokaktaki bütün çocuklar da oydu.
Babam bütün çocuklara evladı gibi bakardı,” diyen oğlu Işık
Öğütçü’nün, babası Orhan Kemal’e “Doğum günün kutlu olsun baba” diye
seslendiği mektubunda dediği gibidir her şey:
“Aslında sadece ben değil, Türk ve dünya edebiyatına bıraktığın
kalıcı eserler ve insanlığın kültür mirasına katkılarından dolayı
Türk ve dünya halkları da 95. yaşında ‘iyi ki doğdun Orhan Kemal...’
diyerek seni coşkuyla selamlıyorlar...”
Temel Demirer
1 Haziran 2010 11:28:47, Ankara.
N O T L A R
[1] Esmer, No:64/1, Eylül 2010…
[2] Theo Angelopoulos. |