Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap Eki - Ali Arif - 24 Mart 2011

 

M.NURİ GÜLTEKİN’İN KİTABINDA
ORHAN KEMAL ROMANLARININ
SOSYOLOJİK ANALİZİ
 

 

Jonh Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı, ABD tarımındaki kapitalistleşmenin, genel anlamda Batı Avrupa’daki kapitalistleşme deneyimlerini takip ettiğini; bu deneyimin genel anlamda geleneksel üretim ilişkilerin ve toplumsal yapıların yıkılmasına dayandığı söylenebilir. Oysaki Türkiye –özellikle Çukurova- tarım ve sanayisindeki kapitalistleşme ABD ve Batı Avrupa deneyimlerinden farklı özellikler gösterir. Bu farklılığın izlerinin en iyi takip edilebileceği yerlerden biri de Orhan Kemal’in Çukurova üzerine yazdığı eserleridir. Orhan Kemal’in Çukurova üzerine olan eserlerinde, Türkiye kapitalistleşmesinin belli bir sürecinde beliren, bölgesel olmasına rağmen, Türkiye’nin hemen hemen her yerinden insanları çalışmak için, yatırım yapmak için sermayeyi çeken bu bölgedeki kapitalistleşmenin Türkiye’nin her yerindeki toplumsal ve ekonomik yapıları az veya çok dönüştürdüğü, bu bölgenin aynı zamanda, Türkiye’nin bir aynası haline geldiği görülür. Kemal’in Çukurova üzerine olan romanlarında çeşitli Balkan bölgelerinden gelen göçmen de vardır; Ermeni, Doğulu Kürt, İzmirli veya Sivaslı işçi ya da Adana’nın kent dokusunun bir parçası olan Araplar da vardır. Bu bölgesel kapitalistleşme, bir yönüyle Türkiye’nin aynasıyken öte yandan, kendine özgü dinamikler de barındırmaktadır. Bu kapitalistleşmede yer bulan hem ulusal hem de yerel dinamiklerin birbirleri arasındaki çelişkileri, çatışmaları ve ilişkilerinin yarattığı cümbüş, Kemal’in romanlarında kendini hissettirir. Yani Türkiye tarım ve sanayisindeki kapitalistleşme, bu kapitalistleşmenin bir laboratuarı haline gelen Çukurova deneyiminin içsel ve dışsal özelliklerin en iyi anlaşılacağı kaynak, belki de Orhan Kemal romanlarıdır. Ve bu nedenle yalnızca okuyucuyu ya da edebiyat eleştirmenlerini değil, sosyologları ve iktisatçıları da ilgilendirmektedir. Dolayısıyla, Orhan Kemal’in romanlarını okumadan Türkiye’deki kapitalistleşmeyi ve bu kapitalistleşmenin toplumsal hayatta yarattığı dönüşümü anlamak zordur, hatta mümkün değildir.

Sosyolog M. Nuri Gültekin’in yazdığı, ilk baskısı Ürün Yayınevi; ikinci baskısı Everest Yayınları tarafından yapılan Orhan Kemal’in Romanlarında Modernleşme, Birey ve Gündelik Hayat isimli kitap, Orhan Kemal’in kitaplarına yansıyan Çukurova gerçekliğinin sosyolojik bir analizine yönelmiştir ve kanımızca bu nedenle önemli bir işe girişmiştir. Çünkü Kemal’in eserlerini sosyolojik bir analize tabi tutan ilk derli toplu çalışmadır. Maalesef bu eserlerle ilgili iktisatçıların yaptıkları doğru düzgün bir çalışma bulunmamaktadır.

Kemal’in eserlerinden ve Gültekin’in kitabından da anlaşıldığı gibi Çukurova’daki kapitalistleşme, geleneksel sınıfsal ilişkilerin tümden yok olması üzerinden var olmamış; bilakis, geleneksel sınıfsal ilişkiler, egemenlik mekanizması ve cemaat yapılarının (burada dinsel cemaatleri değil, Durkheim’in ifadesiyle modern öncesi cemaat toplum türünü kastediyorum) aktörlerinden bazıları konumlarını kaybederken bazı cemaat yapıları ve onun aktörleri dönüşerek kapitalist sisteme entegre olmaktadır.

Bu işçileşememenin bazı sebepleri vardır. Bunlardan ilki, bu işçiler çok kötü koşullarda çalışmalarına rağmen ‘zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri vardır’. Çünkü çevre bölgelerden ve Türkiye’nin değişik yerlerinden buraya çalışmaya gelen işçiler, genellikle geçici olarak çalışmaya gelmekteydiler ve bu nedenle geleneksel yaşam alanlarından kopmamaktaydılar. Yani Batı Avrupa ve ABD’de görüldüğü gibi geleneksel sınıf ilişkileri ve yaşam alanlarının tümden alt üst edilmesi üzerinden oluşan bir işçileşme söz konusu değildir. Örneğin Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde isimli romanının kahramanları olan üç işçi, Sivas’ın bir köyünden ailelerini geride bırakıp çalışmak için Çukurova’ya gelmişlerdir ve amaçları da para biriktirip geri dönmektir. Kendim şahsen, Antakya ve çevresinden binlerce insanın 10-15 yıl öncesine kadar Çukurova’daki pamuk tarlalarına çalışmak için gittiklerini, pamuk sezonu geçince bu insanların geri dönüp geleneksel iş güçleriyle uğraştıklarını biliyorum.

Bu nedenle, fabrikanın bulunduğu mekâna ailesiyle birlikte bağlı olmayan, bütün hayatını fabrikadan aldığı ücretle idame ettirmeyen ve ‘zincirlerinden başka kaybedeceği şeyler olan’ bu insanların işçi sınıfı bilincine sahip olamayacakları kesindir. Zaten hem Kemal’in romanlarından hem Gültekin’in analizlerinden bu insanların işçi sınıfı bilincine sahip olmadıkları görülür.

İşçi sınıfı bilincinin oluşmasının önündeki bir diğer engel, geleneksel hemşerilik bağlarıdır. Bereketli Topraklar Üzerinde’de Sivas’tan göçen üç işçi, Sivaslı bir fabrika sahibinin yanında iş bulur ve özellikle Yusuf adındaki karakter, Sivaslı patron hemşerisine manevi bir bağla bağlıdır.

İşçi sınıfı bilincine sahip olanlar, sayıları az ve genel işçi kitlesi üzerindeki etkileri sınırlı olsa da teknik bilgiye sahip olan uzman işçilerdir. “Yazarın pek çok romanında gördüğümüz, bilinç sahibi, genelde teknik işlerden anlayan işçi tiplerine burada da (Hanımın Çiftliği) rastlarız. Bunlar her açıdan çevrelerindeki işleyişten ayrılan bireylerdir. Dünyadan haberdar, kitap okuyan, ağırbaşlı olgun kimseler olarak betimlenirler. ‘Aydın’ diyebileceğimiz, yol gösteren, gerçek çıkarının bilincinde bireylerdir”(Gültekin, 137).

Çukurova’daki kapitalist üretim ilişkilerinin yarattığı tüm katmanlar, bu katmanlardaki aktörlerin geldikleri kökenler ve aktörler arasındaki ilişikler tüm canlılığıyla Kemal’in romanlarına yansır. Sosyalist bir dünya görüşüne sahip olan Kemal, romanlarında zorla sınıf bilincine sahip olan bir işçi sınıfı ya da saf karakterize olmuş bir burjuva sınıfı ya da bu iki sınıf arasındaki çatışma oluşturma çabası içine girmez. Olanı olduğu gibi verir ve bu yönüyle toplumsal hayatın içindeki cümbüş, doğrudan onun eserlerine taşınır.

Örneğin Eskici ve Oğulları’nın ihtiyar karakteri, kapitalistleşmeye entegre olamamış eski bir toprak ağasının çocuğudur ve aile en nihayetinde işçileşir. Romanda ayrıca, bu konum kaybetme ve işçileşmenin aile fertleri, özellikle ana karakter olan eskici üzerindeki travmatik etkileri de irdelenir. Ancak eskici, burada kendi çöküşünün gerçek müsebbibi olan kapitalist sistemi sorumlu tutacak bir bilince sahip değildir. Ona göre ayakkabı tamirciliği yaptığı işlerini kaybetmesinin nedeni, Balkan göçmenleri ve hemen karşısında onunla aynı işi yapmak için dükkân açan Balkan göçmenidir (Gültekin, 65-88).

Ancak geçmişin egemen sınıfı olan toprak ağaları, kapitalistleşmeyle konumlarını kaybetmemişlerdir. Çoğu ya yeni süreçte toprak ağalığından kapitalistliğe evrilmiş, ya da fabrika ve tarlada işçi ile patron arasında ara bir konum olan ‘elci’ olmuştur. Bu elci – Antakya’da bunlara çavuş derler- kavramı Çukurova –belki de Türkiye- kapitalistleşmesinin kilit kavramlarından biridir. Bu kavram, bir yandan geçmiş egemenlerin yeni kapitalist sisteme entegrasyonuna, öte yandan bir işletmede çalışan işçilerin toplu hareket edip bir sınıf bilincine ulaşamamalarının önündeki önemli bir engele tekabül eder. Kemal’in romanlarında ‘elci’ tiplere sık sık rastlanır. “Makineleşmenin hız kazanmadığı dönemlerde, büyük toprak sahipleri, aracılarla ‘elcilerle’ ırgat toplamaktaydılar. Romanda (Hanımın Çiftliği), bu büyük toprak sahiplerini Muzaffer Bey ile yansıtır. Kır kent ayrımından söz etmek yerine daha karmaşık bir ilişkiden söz edebiliriz. Her zaman köylerindeki yetersiz topraklarda çalışamayanlar, özellikle kentteki fabrikalarda iş bulamayan insanlar, işsizler, mevsimine göre tarım alanlarına taşınırlar. Bu durum Cemşir, Berber Reşit, Hamza ya da Muzaffer Bey’in yeğeni Ramazan gibi sömürücü karakterler de yaratmaktadır. Neredeyse kölelik koşullarında çalışan insanların emeği, piramidin en üst tabakasından alta doğru uzanan bir silsileyle sömürülür. Yazar, bunun tarım ve sanayinin çok güçlü bir olgusu olduğunu yansıtır” (Gültekin, 140). Elciler, en genel itibariyle geçmiş zamanların egemen sınıflarının konumunu kaybeden ama yerel halk üzerindeki simgesel nüfuzunu devam ettiren bireylerden oluşur ve geçmişten getirilen bu bireysel nüfuz, kapitalist işletmelere işçi toplamak için kullanılır. Bu sistemde işçi patrona değil, elciye bağlıdır ve işçilerin ücretleri doğrudan işçilere değil, bu elcilere verilir. Elciler, bu ücretlerden kendilerine pay ayırdıktan sonra işçilere dağıtılır. Burada işçiler, patronun yanında elci tarafından da sömürülür ve patron ile işçi arasında ‘geleneksel’ bir dolaşım oluşturur. Yani modern işletmede olduğu gibi işçi kendi emeğini özgürce satmaz, işçi –veya işçi örgütü olan sendika- ile patron arasında doğrudan bir ilişki ve pazarlık yoktur. İşçiler patrona değil elciye bağlı oldukları için işletmede çalışan işçiler arasında bir birlik kurulması zordur; aynı zamanda elci, getirmiş olduğu işçiler üzerinde geçmişten getirdiği simgesel nüfuza dayalı etkisini kullanarak işletmede işçiler arasında birlik oluşmasını daha da zorlaştırır. Elcilere dayalı bu işletme mantığı hâlâ Antakya civarında bulunan uluslararası arenada iş gören yaş meyve-sebze ambarlarında devam etmektedir.

Eski geleneksel yapı egemenlerinden bazıları, yeni yapıya entegre olup kapitalist işletme sahibi olmuşlardır. Kemal’in Cemile isimli romanındaki Numan Şerif Bey karakteri, öyle bir tiptir. Aristokrat aile kökeninden gelen Numan Şerif Bey, fabrikada Kadir Ağa’nın ortağıdır (Gültekin, 43). Yine Hanımın Çiftliği’ndeki Muzaffer Bey de öyledir (142). Ancak bu sınıf üyelerinin kapitalist davranış kalıplarını içselleştirmesi zordur. Ve fabrika sahibi olmalarına rağmen parasal işlere mesafelidirler. “Muzaffer Bey, o kadar geniş arazi ve gelire rağmen, yatırım yapmayı ve sanayiye doğru genişlemeyi düşünmez; onun düşündüğü, topraktan onun adına kazanılan paranın Avrupa’da harcanmasıdır. Onun serveti kazanılmış değil, verilmiştir. Bütün ahlaki ve dini değerleriyle, içinde yaşadığı toplumdan farklılaşmıştır. Bunlar, toprak mülkiyetinden gelen gücün kullanımıdır” (Gültekin, 145).

Kemal’in romanlarının diğer bir güzelliği, romanda yer verdiği karakterlerin konuşmalarını geldikleri bölgenin şivesiyle vermesidir. Yani o zamanın Çukurovasında var olan etnik ve kültürel çeşitliliğin dilsel görünümleri romanlarına olduğu gibi yansır. Balkan, Çukurova, Arap, orta, doğu ve güneydoğu Anadolu şiveleriyle geçen diyaloglar, romanlara ayrı bir renk katar. Bu şivelerden bazılarına göre fabrika, palikadır; otomobil de tomofildir.

Gültekin’in eseri, Kemal’in romanları ile ilgili burada değindiğimiz veya değinemediğimiz birçok konuya sosyolojik bir perspektifle yaklaşmaktadır. Ve bu romanların işlediği konuların Türkiye’nin toplumsal, siyasal ve ekonomik hayatında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu bize anlatmaktadır.


 

Mehmet Nuri Gültekin, Orhan Kemal’in Romanlarında Modernleşme, Birey ve Gündelik Hayat, Everest Yayınları, 2011, 274 Sayfa

 

 


[email protected]