Ana Sayfa

Sanatalemi.net - Sevâl Günbal - 26 Nisan 2011

 

Işık Öğütçü ile mülakat

 



Halkın yaşayışını, acısını, nefretini, sevgisini yine halkın diliyle ve kendine has sade üslubu ile anlatan, Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahip olan yazar Orhan Kemal’i, Cihangir’deki Orhan Kemal Müzesi’nde, oğlu Işık Öğütçü’den dinledim.

Sevâl Günbal: Orhan Kemal’in bu kadar sade yazmasının sırrı nedir sizce?

Işık Öğütçü: Çok iyi bir gözlemciydi babam. Cebinde bir not defteri muhakkak vardı. Gözlemlerini kısa kısa notlar halinde yazar, sonra onları birer öyküye ya da romana dönüştürürdü. İnsanı tanıması mükemmel bir faktördür. En iyi roman üslubu, zabıt katibinin yazdığı zabıtlardaki kuru üsluptur, çünkü anlatılmak istenen doğrudan anlatılır. Yoksa olayın özü, asıl anlatmak istediğinin özü kaçar. Attila İlhan, bir konuşmasında yazarın ismini vermeden ‘Orhan Kemal bir yaprağı bir ağacın dalından on beş sayfada yere düşürmez,’ demiştir. Bu yazarımız bundan alınmış olacak ki ‘ben öyle bir şey yapmıyorum,’ diye konuşmuş. Özetle bir cümlede koca bir dünya yaratabiliyorsanız beş yüz sayfaya ne gerek var; ama bazılarının söyleyecek sözü yoksa beş yüz sayfa yazsa da nafile bir çabadır.

S. Günbal: Babanızın adını çok güzel bir şekilde yaşattığınızı biliyorum. Şu an bir projeniz var mı?

I. Öğütçü: Babamın 1960 yılında ‘Son Saat’ isimli gazetede tefrika edilen kendisinin de unuttuğu, yayımlanmamış bir romanını buldum. İsmi ‘Yüz Karası.’ 1 Temmuz 1960’da başlamış ve altmış gün boyunca yayımlanmış. Yüz sayfalık bir kitap. O kadar küçük bir kitapta canlı bir yaşama tanıklık ediyorsunuz. En son bu roman için bir önsöz yazdım ‘Kayıp romanın izinde’ başlığıyla. Mektuplarını düzenleyip, yayımlamak istiyorum. Zamanla Orhan Kemal’e dair bulduğum her dokümanı paylaşacağım.

S. Günbal: Nasıl ulaştınız peki bu romana?

I. Öğütçü: Babamın röportajlarıyla ilgili bir çalışma yapıyorum aynı zamanda. Çünkü bir yazarın röportajları demek onun edebiyat ve tüm bir yaşam üzerine görüşleri demek. Bu yazıları incelerken röportajı yapan gazeteci soruyor, ‘Orhan Bey kitabınızın konusunu anlatır mısınız’. Babam da anlatıyor. Okuduğumda hiçbir kitabının konusuna benzemiyordu. Evde arşivde kayıt da yoktu. Milli Kütüphane, Beyazıt Kütüphanesi’ndeki arkadaşlara bulmalarını rica ettim. Bir süre sonra tefrikanın kopyası ellerimdeydi. Bizlere çok büyük hediye oldu. Elli bir yıl sonra Orhan Kemal’in yeni yazılmış bir kitabı gibi karşımda duruyordu.

S. Günbal: Dediğiniz gibi Orhan Kemal okurları için yeni bir kitap olacak bu.

I. Öğütçü: Evet, şu ana kadar Everest Yayınları’nda yayımlanmış elli bir kitabı bulunuyor. Bunun dördü çocuk kitabı, biri de resimli ‘Kötü Yol,’ iki tane de İngilizceye çevrilmiş eseri var. Bu romanla birlikte elli iki kitap olacak.

S. Günbal: ‘Orhan Kemal Roman Armağanı’ devam ediyor sanıyorum. Gönderilen eserler nasıl?

I. Öğütçü: Orhan Kemal Roman Armağanı 1972’den beri veriliyor. Bu yıl kırk eser katıldı. Yedi kişilik bir jüri bunları inceleyip, karar verecek.

S. Günbal: Peki Işık Öğütçü neler yapar. Biraz da onun dünyasını tanıyabilir miyiz?

I. Öğütçü: 1957’de İstanbul’da doğdum. İlkokulu üç yerde okudum. Ortaokul ve lise derken üniversite mücadelesi başladı. Ancak üçüncü girişimde üniversiteyi kazanabildim. Kazandığımı öğrendiğimde bayılacaktım. Şöyle ki arkadaşlarla sınav sonuçlarımızı karşılaştırırdık, benimkiler hep yanlış çıkardı. Üçüncü hakkımda sonuç kâğıdında şu yazıyordu: İstanbul Teknik Üniversitesi, Kimya Fakültesi, Kimya Mühendisliği Bölümü. Uzun ve kalabalık bir yazıydı. Önceki girişlerimde kâğıtta tek kelime yazardı: Kazanamadı. Üç yıldır üniversiteye giremiyordum. Sanıyorum bilgisayarda halime acımış olacak ki, “Şunu bir yere yerleştireyim de artık kurtulayım” diye düşünmüş ve beni 1977 de üniversiteli yapmıştı.

S. Günbal: Sizin durumunuz daha iyi. Beni beş yılda tanıdı.

I. Öğütçü: (Gülüyor) Tabii bu insanların çalışkanlıkları ya da tembellikleri ile alakalı bir durum değil. Şartlar bunu gerektiriyor. Nihayet üniversiteye girdim. 12 Eylül 1980’i üniversitede yaşadım. Bir sabah uyandım, sınava gitmek için hazırlanıyordum, radyoyu açtım, marşlar ve kahramanlık türküleri çalınıyordu. Galiba Hasan Mutlucan’dı. Hasan Mutlucan söylerse bir şeyler olduğunu anlardık. Televizyonu açtık. Genelkurmay Başkanının bildirisini dinledik. 12 Eylül askeri darbesi olmuştu. Zaten olaylı yıllardan dolayı bir yıl kaybetmiştim. Bizden sonra üniversiteye giren 78 girişlilerle birlikte 1982’de mezun olduk. Bundan dolayı mezun olduğum yıl tüm Mühendislik Fakülteleri’nden iki kat mühendis çıktı. Okulu bitirince kimyasal madde ticareti yapan bir arkadaşımın yanında işe girdim. Sonra kendi işimi yapmaya başladım. Anlayacağınız ailenin ilk kapitalisti oldum. 2000 yılında Orhan Kemal Müzesi’ni açtım. Hayatım ondan sonra değişti. Ziyaretçiler ilgilerini eksik etmiyor. Basın da öyle. Yeni bir etkinlikte burayı konu ediyorlar. Türkiye’nin her yerine gidip Orhan Kemal’i anlatıyorum.

‘Daktilonun Üzerinde Parmaklarım Rüzgârlaşıyor’


S. Günbal: Çocukluğunuzda babanıza dair aklınızda kalan en canlı olay hangisidir?

I. Öğütçü: Çocuklar yeni konuşmaya başladıklarında bazı harfleri yuvarlarlar. Bana devamlı ‘baban ne iş yapıyor’ diye sorarlardı. ‘Babam dıgıdık yapıyor,’ derdim. Babamın daktilosunun sesi, dörtnala giden atların sesi gibiydi. Çocuklukta edindiğiniz izlenim her zaman karşınıza çıkar. Hep hatırlarsınız. Ben bunu yirmi yıl önce de hatırlıyordum. Babam gerçekten çok süratli yazardı. ‘Daktilonun üzerinde parmaklarım rüzgârlaşıyor,’ derdi. Yaşar Kemal, ‘Ben Orhan Kemal’e çok yakındım. Fakat bu kadar romanı ne zaman yazdı, nasıl yazdı bir bunu soramadım,’ der durur.

S. Günbal: ‘Cemile’ romanında hikâyesi anlatılan anneniz, ‘72. Koğuş’ ta Nâzım Hikmet’le cezaevi günleri, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanında Adana’daki pamuk işçilerinin hikâyesi… Her hikâyesinde hayatın içinden çok ince gözlemler var. Birebir şahit olduğu, yaşadığı, hissettiği anılar.

I. Öğütçü: Cemile; annem. Gurbet Kuşları, Murtaza, Eskici ve Oğulları, Avare Yıllar… Bu romanların hepsinde dışarıda karşılaşabileceğiniz insanlar var. Hayatın içinden karakterler hepsi de. Orhan Kemal insan canlısı, sevecen biriydi. Kahveye gider, bir masaya oturur. Biraz sonra onu görenler taburesini kapıp onun olduğu masaya gelirlerdi. Ve masadan kahkahalar yükselirdi. İnsanlarla arasına mesafe koyan biri değildi. Çok samimi ve halktan birisiydi. Kibirli değildi. Bizim bu sokakta kâğıt toplayan bir arkadaş var. Bir gün buraya geldi. ‘Dizideki Teneke Mahallesi beni anlatıyor. Bu bizim hayatımız,’ dedi. Ben o kitapların her birini en az on kez okudum. Bir eleştirmenin kitapta gördüğünün daha fazlasını ben görmekteyim. Her yapıtında kendisinden çizgiler buldum. Gözlemciliği zaten ortada. Gözlemci olmasa bile o duygusu ve düşüncesi öyle bir yansıyor ki esere, siz onu okuduğunuz zaman o duyguyu yakalayabiliyorsunuz. İnişleri çıkışları, ağlaması gülmesiyle yaşayabiliyorsunuz. Çizdiği karakterlerin, anlattığı öykülerin çoğuna hayatınızın bir safhasında ya da gazetenin bir köşesinde okuyarak tanık oluyorsunuz.

S. Günbal: ‘Hanımın Çiftliği’ romanı dizi şeklinde televizyonda yayınlanmaya başladı. Bu anlamda romanın senaryolaştırılmasına bir katkınız oldu mu?

I. Öğütçü: Dizinin ilk iki bölümünün senaryosunu okudum ve senaristler diğer bölümlerde konuyu geliştirdi. Benden yardım istemediler. Onun için onlarla bir irtibatım olmadı. Olsaydı aklımda olanları elbette söylerdim. Roman, dizi ayrı bir dünya. Tabii ki bunlar farklı alanlar. Dizinin geliştirilip derinleştirilmesi gerek. Bugün Orhan Kemal üzerine herkes konuşabilir; ama onu çok daha iyi anlayabilmek için en azından beş tane kitabını birkaç kere okumak lâzım. Çünkü insan okurken pek çok şeyi atlıyor. Sonra tekrarladığınız okumalarda ‘ben bunu niye görmedim,’ diyebiliyorsunuz. Ben kitaplardan aldığım notlarla tam iki dosya tuttum. Orhan Kemal’i romancı olarak kabul ederseniz, romancı gibi okursunuz. Bir sosyolog olarak görürseniz sosyolog olarak okursunuz. Bu kadar geniş panoramik bir görüntü ve düşünce sunuyor. O, toplumdaki aksaklıkları görür, daha iyi bir yaşamı düşünür ve onun için yazardı. O ateş içinde durarak, gereğinde yanarak toplumu aydınlatmayı zenginliğe tercih etti. Toplumun refahını istediği için ödetilen bedelden hiçbir zaman şikâyetçi olmadı. İçindeki insan sevgisi ve umudu ile yazdı. ‘Sessizlerin Sesi’ oldu.

S. Günbal: Sohbetiniz ve bu röportajı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.


I. Öğütçü: Ben teşekkür ederim.

 


[email protected]