Ana Sayfa

Zaman Kitap - Efe Ertem - 2 Mayıs 2011

 

‘Yüz karası mı, kuyruk acısı mı?

 


Orhan Kemal'in, 27 Mayıs darbesinin ardından İstanbul Son Saat gazetesinde iki ay boyunca tefrika edilen romanı Yüz Karası, yarım asır sonra Everest Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.

 

Toplumcu-gerçekçi edebiyatımızın büyük ustası Orhan Kemal'in 1960 yılında tefrika edilen ve daha sonra basımı unutulan romanı Yüz Karası, Everest Yayınları tarafından 51 yıl sonra yayımlandı. Bu vesileyle bir kez daha, 56 yıllık ömrüne 50'yi aşkın kitap sığdırmış, ekmek kavgasından hiç kurtulamamış, gözlerini Adana'nın çırçır fabrikalarından, yoksul mahallelerinden, meyhanelerden, futbol sahalarından hiç ayırmamış Türk edebiyatının dev ismi Orhan Kemal'in farkına varma fırsatı bulduk. Hele ki, Orhan Kemal deyince bugün televizyon ekranlarında reyting yarışına sokulan Hanımın Çiftliği'nden kareler anımsayanlar için daha önemli bir fırsat Yüz Karası. Çünkü dizide Adana'da mı yoksa Roma'da mı geçtiğini zaman zaman karıştırdığımız hikâyenin de aslı yazann kelimelerindedir. Karakterlerin gerçeği, hikâyenin gerçeği, hayatın gerçeği ve acının gerçeği hep kelimelerde gizlidir. Bu nedenle Orhan Kemal seyirlik değil, öncelikle "okumalık',tır.

GAZETE SAYFALARINDA KAYBOLACAKTI
Oğlu Işık Öğütçü, yaptığı araştırmalar ve arşiv taramalan sonucunda Orhan Kemâl'in hiç bilinmeyen onlarca düzyazısını, şiirini ve öyküsünü okurla paylaşmıştı. Bu kitap da Işık Öğütçü'nün araştırmalarının bir sonucu. Bir çalışma sırasında rastladığı bir röportaj kupüründen hareket ederek 1960 yılında İstanbul Son Saat gazetesinde tefrika edilen, fakat kitap olarak yayımlanmayan "Yüz Karası" isimli bu romana ulaşmış. 30 Haziran 1960 tarihli bu röportaj, eserin bir gün sonra tefrika edilmeye başladığını ve tefrikanın iki ay sürdüğünü gösteriyor. Altı kişilik dar gelirli bir ailenin yaşam öyküsü Yüz Karası. Dondurma satarak aileyi geçindirmeye ve büyük oğlunu tıp fakültesinde okutmaya çabalayan Baba İlyas başta olmak üzere, biri hariç bütün ailenin hatta konu komşunun umudu, gururudur tıbbiyeli Ahmet. Baba İlyas'ın hayallerine göre Ahmet okulunu bitirip doktor çakacak, Adana'ya geri dönüp Abidinpaşa Caddesi'nde muayenehane açacak, çok para kazanacak, tüm aileyi kurtaracak, onlara hem varlıklı bir hayat hem de itibar kazandıracaktır. Bu hayallere ortak olmayan tek kişi evin küçük oğlu, futbola heves etmiş, bir işte tutunamamış, boş gezenin boş kalfası, "yüz karası" Memet'tir. Ancak romanın sonunda asıl yüz karasının Memet olmadığını görürüz. Romanın tam olarak ne zaman yazıldığını bilemesek de, dönemin siyasi iktidannın uygulamalarına da yer vermesinden, hikâyenin 1950-1960 yılları arasında geçtiğini anlıyoruz. Tefrika edilişinin 27 Mayıs darbesi sonrasına denk geldiğini hatırlarsak, romanın son kısımlarındaki Demokrat Parti eleştirisini daha farklı okumak da mümkün. Toptan başka bir iş bilmeyen cahil Memet'in romanın finalinde politik bir söylem kullanmasını ve bu söylemin DP karşıtı olmasını, Orhan Kemal'in 27 Mayıs'ı tam kavrayamadığının göstergesi olarak sunmak iddialı olsa bile tefrikanın dönemi itibarıyla en hafif deyişle "zorlama" olduğunu kabul etmek gerekir. Kendisine Vatan Cephesi ocağı kuruculuğu karşılığı büyük miktarda para önerilen ancak. "Ben bir sporcuyum. Partiden, ocaktan bucaktan bana ne?" diyerek reddeden Memet, daha sonra tıbbiyeli ağabeyine meydan okuyor "Başkalarının, daha çok da karaborsacıların [sözü edilen karaborsacılar DP'lidir] servetinden faydalanmak alçaklıktır. O serveti kendi çalışmalarınla yaratmalısın!" Orhan Kemal romanın tefrikasından bir gün önce İstanbul Son Saat'e verdiği röportajda bu itirazlara yanıt veriyor sanki: "... konusunu benden mütemadiyen soruyorlar. Bu roman düşük iktidarın bir hicvi midir? Bu adamlarla bir alışverişin oldu da kuyruk acısı mı vardı? İktidara geçmiş hiçbir partiye bağlanmadım. Tamamiyle bağımsızım. (...) Menfaat sahasına da girmediğim için hiçbir kuyruk acım da yok!"


ORHAN KEMAL OKUMADAN ÖYKÜCÜ OLUNMAZ

Acılann adamıydı Orhan Kemal, ama bu hiçbir zaman kuyruk acısı olmadı. Babıali onun öğle yemeğine muhtaç olduğunu biliyordu. Yayıncılar bunu fırsat biliyor, en kötü çeviriye en az iki bin lira verirken, Bereketli Topraklar Üzerinde gibi dev bir eserin de aralannda bulunduğu altı eserine 2 bin 500 lira veriyorlardı. İyi yazan, çok yazan, ama sonuna kadar hak ettiği üç kuruş telif için yayınevi, gazete, yapım şirketi kapılarını defalarca aşındırmak zorunda kalan ve çoğu kez de eli boş dönen bir edebiyat ustasıydı o! Türkiye'nin Gorki'si, Zola'sı sayılan; Hemingway'le, Steinbeck'le aşık atabilecek bir ustaydı Orhan Kemal. Gerisi bir ülkenin ayıbı... Ve öyle görünüyor ki, ona bu ayıbı edenler, Orhan Kemal'in kelimelerinin ve eserlerinin suratlara çarpan gerçekçiliğinden hiç kurtulamayacaklar. Son bir iddia da bu satırların yazarından: Bir öykücü hayatının bir döneminde Orhan Kemal gibi yazmamışsa, ya yazamadığından ya da Orhan Kemal okumamışlığındandır. Onun gibi yazamamak kabul edilir bir mazerettir. Ama Orhan Kemal okumadan yazılan her öykü eksiktir. Büyük usta Yaşar Kemal'in dediği gibi, Orhan Kemal okumak zevk-renk meselesi değildir.

 

 


[email protected]