Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap Eki - Tuğba Çelik Özer - 2 Haziran 2011

 

YÜZ KARASI: ORHAN KEMAL’İN KAYIP ROMANI

 

Okuyucu, sevdiği yazarın yayımlanmış tüm yapıtlarına ulaşıp okuduğunda, onun yazın dünyasına egemen olduğunu varsayar; oysa yalnızca yanılsamıştır. Okuyucu bir dostunun tüm sırlarını, deneyimlerini, yaşamdan elde ettiklerini, yaşama sunduklarını nasıl biliyorsa, sevdiği yazarın tüm yazdıklarını da biliyorum sanır. Yayınevleri, okuyucuları tarafından sevilen yazarlarla ilgili yeni çalışmaları ve araştırmaları yayımlamayı destekler çünkü sevilen yazarlar üzerine yazılanlar okuyucularca ilgiyle karşılanır.

Artık yaşamayan yazarların yaşadıkları dönemden çok sonra edindikleri okurlarına, yayımlanmış yapıtlarının dışında heyecan verici gelebilmeleri için her zaman bir edebiyat araştırmasının konusu olmaları gerekmez. Çok daha etkileyici bir biçimde yazarlar okurlarını şaşırtabilirler. Yazı ile sarmalanmış bir hayatı süren bir yazarın ne kadar yazdığını asla bilemeyiz. 2005’te Alexandre Dumas’nın dokuz yüz sayfalık Sainte-Hermine Atlısı adında bir romanının olduğu ortaya çıktığında yalnızca Fransızlar değil tüm dünya bu habere şaşırmıştır. 1850’lerde tefrika edilmiş olmasına karşın henüz kitaplaştırılmamış bu romanın ortaya çıkışı, Dumas okurlarını, yazara yönelik bildiklerinin tam olamayışına uyandırmıştır.

Türkiye’de geniş bir okur kitlesine sahip olan, giderek dünya ülkelerinde daha fazla okura ulaşan, elliyi aşkın yapıtıyla bereketli bir külliyatı olduğunu iyi bildiğimiz Orhan Kemal kayıp bir romanı ile karşımıza çıktı: Yüz Karası. Bu beklenmedik bulgu haberi, Orhan Kemal okurlarını hem heyecanlandırdı hem düşündürdü. Bu haber karşısında üç sorunun yanıtı arandı: Bunca yıldır nasıl oldu da Orhan Kemal’in bu romanı gözden kaçırıldı? Roman kim tarafından, nasıl ortaya çıkarıldı? Bu romanın diğer Orhan Kemal romanlarından bir farkı var mı? Şimdi sırasıyla bu sorulara yanıt verelim:

Işık Öğütçü, yazımından elli bir yıl sonra babası Orhan Kemal’in Yüz Karası isimli romanını, gün yüzüne çıkardı. Öğütçü, Yüz Karası’nın sunu yazısında bu romanı 1960’da Orhan Kemal’le yapılan bir röportajdan yola çıkarak keşfettiğini, röportajda anılan romanın peşine düştüğünü, sonunda ona ulaştığını söylüyor. Işık Öğütçü Yüz Karası romanının sunu yazısında daha önce sözünü ettiğimiz, yazı ile sarmalanmış bir hayatı süren bir yazarın ne kadar yazdığını asla bilemeyiz, savına açıklık getiren bir anımsamaya yer veriyor.

Yaşar Kemal’in bir deyişini hatırladım, ‘Hâlâ şaşarım, Orhan Kemal o güzelim kitaplarını bu dert, bu bela içinde nasıl vakit bulur da yazar? Ona her şeyi soracak kadar yakın arkadaşım, ama bu soruyu bir türlü soramadım.’ Ne enteresan değil mi? Bu kadar sıkıntının içinde nasıl yazdığı bile sorulamayan, herkesin atladığı ve unuttuğu bir roman yazarak -ilerde belki başkaları da bulunacak- yıllar sonra bizlere sürpriz yapması.” Yaşamı para sıkıntısı çekmekle geçmiş, geçimini yalnızca yazarak sağlamış olan Orhan Kemal’in yazı ile bütünleştirdiği yaşamına bizim bilmediğimiz daha başka romanlar, öyküler, oyunlar, şiirler sığmış mıdır, bu sorunun yanıtını şimdilik bilmiyoruz. Orhan Kemal üzerine şimdilerde araştırma yapanların, ileride araştırma yapacak olanların merakına, dikkatine bağlı olarak verilebilir bu sorunun yanıtı. Bu gizemin uzun süre korunacağı gerçeği bir yana, Yüz Karası isimli kayıp romanı ile 1960’lardan 2011 yılına uzanan Orhan Kemal, uçsuz bucaksız bir yazı serüvenine, bitimsiz bir yazınsal yapıt hazinesine sahip olduğunu okurlarına bir kez daha kanıtlamış oldu. Orhan Kemal’in bu sürprizi, Işık Öğütçü’nün bu ilginç keşfi, hem edebiyat araştırmacılarını hem Orhan Kemal okurlarını önemli ölçüde sarstı ve sevindirdi.

Orhan Kemal, Yaşar Kemal’in hayretle karşıladığı yazma yoğunluğunun ürünlerini hayata bakarak biçimlendirmiştir. O, yaşamdan kopmamış, yaşadığı çevreyi asla yadsımamış, çevresindeki insanları işini, cinsiyetini, memleketini, inancını ayırt etmeksizin sevmiştir. Soluk alıp verdiği hayatı, bu hayatın içerdiği insanları çok severek hem yaşamış ve yazmış olan Orhan Kemal “yazarak yaşayan” bir yazar olmuştur. İstanbul Son Saat gazetesi, Yüz Karası’nı altmış günde tefrika etmenin hemen öncesinde Orhan Kemal’le bir röportaj gerçekleştirmiştir. 30 Haziran 1960 tarihli röportajda yazara niçin sürekli olarak yoksul insanları anlattığı sorusu sorulmuş, Orhan Kemal ise bu soruya şöyle yanıt vermiştir:

İktidardaki hiçbir partiyle menfaat ilişkim olmadı. Prensiplerimin esiriyim. Böyle olunca bol para kazanmak, avantürler yapmak gayesi ile yüksek zengin tabaka arasına katılmadım. Bundan dolayı varlıklıların hayatını pek bilmem. Yakından tanıdığım insanlar fakir fukara! Onları çok iyi tanıyorum. Tanıdığım için de onları anlatıyorum.”

Verdiği bu zeka ve incelik dolu yanıttan anlaşıldığı gibi Orhan Kemal, yazarlığı bir statü olarak algılamamış, seçkinci bir yazar olmayı da sonuna kadar reddetmiştir. Yoksul insanları anlatmanın ne lütuf ne sorumluluk ne bir seçim olduğunu ima etmiştir bu yanıtıyla. Ona göre iyi bir yazar, bildiği, onurla sürdürdüğü ve sevdiği hayatı anlatabilir. Orhan Kemal yoksulluğu iyi bilir; ancak yaşamın yoksullukla ya da varsıllıkla özetlenebilir bir sığlıkla tanımlanmasını da kabullenmez. Yoksulluğun olduğu bir dünyayı kim ister ancak yoksulluklarla çevrili bir hayatın yaşanmaya değmez ya da yazmaya değmez olduğunu kim söyleyebilir?

Yüz Karası, Orhan Kemal’in diğer yapıtlarını bütünler, onlardan apayrı bir söylem içermez. Yazar bu romanında da diğer roman ve öykülerinde olduğu gibi iktidarın altında ezildiği için kendini tanımlayamayan, değerli görmeyen yoksul insanların yaşamöykülerini anlatır:

Adana’da yaşayan dondurmacı Baba İlyas’ın iki kızı, iki oğlu vardır. Oğullarından Memet futbolcu olmayı düşleyen işsiz güçsüz bir delikanlıdır, Ahmet ise İstanbul’da tıp fakültesinde okumaktadır. Baba, oğlu Ahmet’in doktor olup kendilerini yoksulluktan kurtaracağı günlere bel bağlamakta, Memet’i ise hiçbir baltaya sap olamayan bir “Yüz Karası” olmakla suçlamaktadır. Memet ağabeyinin övülüp kendinin yerildiği baba evinden kurtulup futbolcu olma düşlerini gerçekleştirmek üzere İstanbul yollarına düşer. Ahmet’in düşlerini ise varlıklı bir kızla evlenmek ve ünlü bir doktor olmak süsler. Ahmet’in kaldığı evin yan odasına alkolik bir baba ve onun güzel kızı Masume taşınırlar. Masume ve Ahmet birbirlerine aşık olur. Masume’nin tek arzusu Ahmet’le evlenerek yaşadığı sefaletten kurtulmaktır. Beklentiler büyüktür ama yaşam herkese cömert değildir.

İktidarın kollamayı unuttuğu insanların yaşama tutunmak için birbirlerinden medet ummalarını anlatan bir romandır Yüz Karası. Yoksul ve cahil olsa da umutlu kalmayı sürdüren insanların öyküsüdür bu roman.

Rita Felski “Edebiyat Ne İşe Yarar?”da edebiyat-ideoloji ilişkisi için şunları söyler: “İdeoloji kavramına yönelen eleştirmenler, edebiyatı doğrudan toplumsal dünyaya yerleştirme derdindedir. Bir metnin daima daha büyük bir şeyin parçası olduğunu vurgular; edebiyatın edebiyat olmayanla ilişkisine ışık tutarlar.” Oysa edebiyat, herhangi bir siyasi ideolojinin söyleyebileceğinden çok daha fazlasını söyler. Yüz Karası romanında ideolojik bir propaganda yoktur; hayat vardır. Yüz Karası’nda siyasete bulanan hayatın yapaylığı, siyasi partilere kayıtlı kimi insanların nasıl çıkar ilişkilerine bulandıkları karşılıklı konuşmalarla, betimlemelerle açıkça ortaya konulur. İşte bu duruma örnek oluşturabilecek kısa bir karşılıklı konuşma örüntüsü:

-Sen hangi partidensin?

Memet tereddütsüz cevapladı:

-Hiçbir partiden.

Hoşuna gitmişti. Hiçbir partiden olmak, günün birinde ‘vatan sathında görülmemiş kalkınma’ yaratacak bir partiye girmemesi için sebep değildi.”

DP’li olmak ‘En erişilmez olmak’ demekti. (Yüz Karası)

Günümüze de ışık tutan bir tutumu özetler bu karşılıklı konuşma örüntüsü. Politik görüşler, gündelik yaşamda insanları birbirinden ayırır; insanları “bizden” ya da “öteki” kimliğine büründürür.

Bir yazarın benimsediği siyasi ideoloji, yaşamı kavrayışında etkilidir; ancak yazarın insanı, doğayı, olguları hangi biçimde algıladığı, okura bu algılayışları nasıl yansıttığı kendi iç görüsü ve yeteneğiyle açıklanabilir. Yazma yeteneğini ideolojisine kurban ederek özgün olmaktan uzağa düşen sayısız yazarın aksine Orhan Kemal, edebiyatı yalnızca edebiyat için üretmiştir. Orhan Kemal, insanların eşit ve özgür yaşamasını savlayan bir yazar olarak yapıtlarında çoklukla yakından tanıdığı yoksulları anlatmıştır. Yoksulluğu acındırarak ya da yücelterek yazmamıştır. Onun kurgularındaki yaşamın kendiliğindenliği, kurgu dışında kalan gerçek yaşamdaki çelişkileri, eşitsizlikleri kavramamızı sağlar.

Rene Girard’a göre “Büyük başyapıtları modern kuramların ışığında yorumlamak yerine modern kuramları bu başyapıtların ışığında eleştirmeliyiz. Bizim onlardan öğreneceklerimiz, onların bizden öğreneceklerinden fazladır.” Orhan Kemal, okuruna elli bir yıl sonra merhaba diyen Yüz Karası romanı ile edebiyatın nasıl yapılması gerektiğini öğretmeye devam ediyor.

 

 


[email protected]