Okuyucu, sevdiği
yazarın yayımlanmış tüm yapıtlarına ulaşıp okuduğunda, onun yazın
dünyasına egemen olduğunu varsayar; oysa yalnızca yanılsamıştır.
Okuyucu bir dostunun tüm sırlarını, deneyimlerini, yaşamdan elde
ettiklerini, yaşama sunduklarını nasıl biliyorsa, sevdiği yazarın
tüm yazdıklarını da biliyorum sanır. Yayınevleri, okuyucuları
tarafından sevilen yazarlarla ilgili yeni çalışmaları ve
araştırmaları yayımlamayı destekler çünkü sevilen yazarlar üzerine
yazılanlar okuyucularca ilgiyle karşılanır.
Artık yaşamayan
yazarların yaşadıkları dönemden çok sonra edindikleri okurlarına,
yayımlanmış yapıtlarının dışında heyecan verici gelebilmeleri için
her zaman bir edebiyat araştırmasının konusu olmaları gerekmez. Çok
daha etkileyici bir biçimde yazarlar okurlarını şaşırtabilirler.
Yazı ile sarmalanmış bir hayatı süren bir yazarın ne kadar yazdığını
asla bilemeyiz. 2005’te Alexandre Dumas’nın dokuz yüz sayfalık
Sainte-Hermine Atlısı adında bir romanının olduğu ortaya çıktığında
yalnızca Fransızlar değil tüm dünya bu habere şaşırmıştır.
1850’lerde tefrika edilmiş olmasına karşın henüz kitaplaştırılmamış
bu romanın ortaya çıkışı, Dumas okurlarını, yazara yönelik
bildiklerinin tam olamayışına uyandırmıştır.
Türkiye’de geniş bir
okur kitlesine sahip olan, giderek dünya ülkelerinde daha fazla
okura ulaşan, elliyi aşkın yapıtıyla bereketli bir külliyatı
olduğunu iyi bildiğimiz Orhan Kemal kayıp bir romanı ile karşımıza
çıktı: Yüz Karası. Bu beklenmedik bulgu haberi, Orhan Kemal
okurlarını hem heyecanlandırdı hem düşündürdü. Bu haber karşısında
üç sorunun yanıtı arandı: Bunca yıldır nasıl oldu da Orhan Kemal’in
bu romanı gözden kaçırıldı? Roman kim tarafından, nasıl ortaya
çıkarıldı? Bu romanın diğer Orhan Kemal romanlarından bir farkı var
mı? Şimdi sırasıyla bu sorulara yanıt verelim:
Işık Öğütçü, yazımından
elli bir yıl sonra babası Orhan Kemal’in Yüz Karası isimli romanını,
gün yüzüne çıkardı. Öğütçü, Yüz Karası’nın sunu yazısında bu romanı
1960’da Orhan Kemal’le yapılan bir röportajdan yola çıkarak
keşfettiğini, röportajda anılan romanın peşine düştüğünü, sonunda
ona ulaştığını söylüyor. Işık Öğütçü Yüz Karası romanının sunu
yazısında daha önce sözünü ettiğimiz, yazı ile sarmalanmış bir
hayatı süren bir yazarın ne kadar yazdığını asla bilemeyiz,
savına
açıklık getiren bir anımsamaya yer veriyor.
“Yaşar Kemal’in bir
deyişini hatırladım, ‘Hâlâ şaşarım, Orhan Kemal o güzelim
kitaplarını bu dert, bu bela içinde nasıl vakit bulur da yazar? Ona
her şeyi soracak kadar yakın arkadaşım, ama bu soruyu bir türlü
soramadım.’ Ne enteresan değil mi? Bu kadar sıkıntının içinde nasıl
yazdığı bile sorulamayan, herkesin atladığı ve unuttuğu bir roman
yazarak -ilerde belki başkaları da bulunacak- yıllar sonra bizlere
sürpriz yapması.”
Yaşamı para sıkıntısı çekmekle geçmiş, geçimini
yalnızca yazarak sağlamış olan Orhan Kemal’in yazı ile
bütünleştirdiği yaşamına bizim bilmediğimiz daha başka romanlar,
öyküler, oyunlar, şiirler sığmış mıdır, bu sorunun yanıtını şimdilik
bilmiyoruz. Orhan Kemal üzerine şimdilerde araştırma yapanların,
ileride araştırma yapacak olanların merakına, dikkatine bağlı olarak
verilebilir bu sorunun yanıtı. Bu gizemin uzun süre korunacağı
gerçeği bir yana, Yüz Karası isimli kayıp romanı ile 1960’lardan
2011 yılına uzanan Orhan Kemal, uçsuz bucaksız bir yazı serüvenine,
bitimsiz bir yazınsal yapıt hazinesine sahip olduğunu okurlarına bir
kez daha kanıtlamış oldu. Orhan Kemal’in bu sürprizi, Işık
Öğütçü’nün bu ilginç keşfi, hem edebiyat araştırmacılarını hem Orhan
Kemal okurlarını önemli ölçüde sarstı ve sevindirdi.
Orhan Kemal, Yaşar
Kemal’in hayretle karşıladığı yazma yoğunluğunun ürünlerini hayata
bakarak biçimlendirmiştir. O, yaşamdan kopmamış, yaşadığı çevreyi
asla yadsımamış, çevresindeki insanları işini, cinsiyetini,
memleketini, inancını ayırt etmeksizin sevmiştir. Soluk alıp verdiği
hayatı, bu hayatın içerdiği insanları çok severek hem yaşamış ve
yazmış olan Orhan Kemal “yazarak yaşayan” bir yazar olmuştur.
İstanbul Son Saat gazetesi, Yüz Karası’nı altmış günde tefrika
etmenin hemen öncesinde Orhan Kemal’le bir röportaj
gerçekleştirmiştir. 30 Haziran 1960 tarihli röportajda yazara niçin
sürekli olarak yoksul insanları anlattığı sorusu sorulmuş, Orhan
Kemal ise bu soruya şöyle yanıt vermiştir:
“İktidardaki hiçbir
partiyle menfaat ilişkim olmadı. Prensiplerimin esiriyim. Böyle
olunca bol para kazanmak, avantürler yapmak gayesi ile yüksek zengin
tabaka arasına katılmadım. Bundan dolayı varlıklıların hayatını pek
bilmem. Yakından tanıdığım insanlar fakir fukara! Onları çok iyi
tanıyorum. Tanıdığım için de onları anlatıyorum.”
Verdiği bu zeka ve
incelik dolu yanıttan anlaşıldığı gibi Orhan Kemal, yazarlığı bir
statü olarak algılamamış, seçkinci bir yazar olmayı da sonuna kadar
reddetmiştir. Yoksul insanları anlatmanın ne lütuf ne sorumluluk ne
bir seçim olduğunu ima etmiştir bu yanıtıyla. Ona göre iyi bir
yazar, bildiği, onurla sürdürdüğü ve sevdiği hayatı anlatabilir.
Orhan Kemal yoksulluğu iyi bilir; ancak yaşamın yoksullukla ya da
varsıllıkla özetlenebilir bir sığlıkla tanımlanmasını da
kabullenmez. Yoksulluğun olduğu bir dünyayı kim ister ancak
yoksulluklarla çevrili bir hayatın yaşanmaya değmez ya da yazmaya
değmez olduğunu kim söyleyebilir?
Yüz Karası, Orhan
Kemal’in diğer yapıtlarını bütünler, onlardan apayrı bir söylem
içermez. Yazar bu romanında da diğer roman ve öykülerinde olduğu
gibi iktidarın altında ezildiği için kendini tanımlayamayan, değerli
görmeyen yoksul insanların yaşamöykülerini anlatır:
Adana’da yaşayan
dondurmacı Baba İlyas’ın iki kızı, iki oğlu vardır. Oğullarından
Memet futbolcu olmayı düşleyen işsiz güçsüz bir delikanlıdır, Ahmet
ise İstanbul’da tıp fakültesinde okumaktadır. Baba, oğlu Ahmet’in
doktor olup kendilerini yoksulluktan kurtaracağı günlere bel
bağlamakta, Memet’i ise hiçbir baltaya sap olamayan bir “Yüz Karası”
olmakla suçlamaktadır. Memet ağabeyinin övülüp kendinin yerildiği
baba evinden kurtulup futbolcu olma düşlerini gerçekleştirmek üzere
İstanbul yollarına düşer. Ahmet’in düşlerini ise varlıklı bir kızla
evlenmek ve ünlü bir doktor olmak süsler. Ahmet’in kaldığı evin yan
odasına alkolik bir baba ve onun güzel kızı Masume taşınırlar.
Masume ve Ahmet birbirlerine aşık olur. Masume’nin tek arzusu
Ahmet’le evlenerek yaşadığı sefaletten kurtulmaktır. Beklentiler
büyüktür ama yaşam herkese cömert değildir.
İktidarın kollamayı
unuttuğu insanların yaşama tutunmak için birbirlerinden medet
ummalarını anlatan bir romandır Yüz Karası. Yoksul ve cahil olsa da
umutlu kalmayı sürdüren insanların öyküsüdür bu roman.
Rita Felski “Edebiyat
Ne İşe Yarar?”da edebiyat-ideoloji ilişkisi için şunları söyler: “İdeoloji
kavramına yönelen eleştirmenler, edebiyatı doğrudan toplumsal
dünyaya yerleştirme derdindedir. Bir metnin daima daha büyük bir
şeyin parçası olduğunu vurgular; edebiyatın edebiyat olmayanla
ilişkisine ışık tutarlar.”
Oysa
edebiyat,
herhangi bir siyasi ideolojinin söyleyebileceğinden çok daha
fazlasını söyler. Yüz Karası romanında ideolojik bir propaganda
yoktur; hayat vardır. Yüz Karası’nda siyasete bulanan hayatın
yapaylığı, siyasi partilere kayıtlı kimi insanların nasıl çıkar
ilişkilerine bulandıkları karşılıklı konuşmalarla, betimlemelerle
açıkça ortaya konulur. İşte bu duruma örnek oluşturabilecek kısa bir
karşılıklı konuşma örüntüsü:
“-Sen
hangi partidensin?
Memet tereddütsüz
cevapladı:
-Hiçbir partiden.
Hoşuna gitmişti.
Hiçbir partiden olmak, günün birinde ‘vatan sathında görülmemiş
kalkınma’ yaratacak bir partiye girmemesi için sebep değildi.”
“DP’li
olmak ‘En erişilmez olmak’ demekti. (Yüz Karası)
Günümüze de
ışık tutan
bir tutumu özetler bu karşılıklı konuşma örüntüsü. Politik görüşler,
gündelik yaşamda insanları birbirinden ayırır; insanları “bizden” ya
da “öteki” kimliğine büründürür.
Bir yazarın benimsediği
siyasi ideoloji, yaşamı kavrayışında etkilidir; ancak yazarın
insanı, doğayı, olguları hangi biçimde algıladığı, okura bu
algılayışları nasıl yansıttığı kendi iç görüsü ve yeteneğiyle
açıklanabilir. Yazma yeteneğini ideolojisine kurban ederek özgün
olmaktan uzağa düşen sayısız yazarın aksine Orhan Kemal, edebiyatı
yalnızca edebiyat için üretmiştir. Orhan Kemal, insanların eşit ve
özgür yaşamasını savlayan bir yazar olarak yapıtlarında çoklukla
yakından tanıdığı yoksulları anlatmıştır. Yoksulluğu acındırarak ya
da yücelterek yazmamıştır. Onun kurgularındaki yaşamın
kendiliğindenliği, kurgu dışında kalan gerçek yaşamdaki çelişkileri,
eşitsizlikleri kavramamızı sağlar.
Rene Girard’a göre
“Büyük başyapıtları modern kuramların ışığında yorumlamak yerine
modern kuramları bu başyapıtların ışığında eleştirmeliyiz. Bizim
onlardan öğreneceklerimiz, onların bizden öğreneceklerinden
fazladır.”
Orhan Kemal, okuruna elli bir yıl sonra merhaba diyen Yüz Karası
romanı ile edebiyatın nasıl yapılması gerektiğini öğretmeye devam
ediyor.
|